Aziz Nesin – Nah Kalkınırız

Nuri’nin yetenekleri saymakla bitmez. Bunca yeteneğine karşın para kazanan bir insan olamamıştır. Yaptığı işin en iyisini yaptığına göre başarılı, ama hiç bir işinden para kazanmadığına göre de başarısız biridir. Orta yaşı geçmek üzereydi. Artık yaşamını güvenceye almayı gereksindi. Babadan kalma evini satıp parasıyla bir mobilya mağazası açtı. Büyük hava parası ve yüksek kirayla tuttuğu mağaza, kentin oldukça işlek bir yerindeydi. Mağazada sergilediği mobilyaların hepsinin çizimi kendi elinden çıkmış, bir bölümünü de kendi eliyle yapmıştı. Gerçekten hepsi de olağanüstü güzeldi. Ayak alıştırmak ve müşteri kazanmak için fiyatları da yüksek koymadı. Vitrin camının dışından bakanlar o kerte çoktu ki, Nuri kendini akvaryumda balık gibi duyumsamaya başladı. Cam arkasındaki bakışlardan kurtulmak için mağazanın gerisindeki büroda oturuyordu. Vitrin camından seyredenler çoktu. Sabahtan gece lambaları söndürülene kadar camın öte yanına yığılıyor, ellerim, burunlarını, hattâ dudaklarını cama dayayarak içerdeki olağanüstü güzel eşyayı seyrediyorlardı hayranlıkla. Ama günler geçiyor, içeri girip bir eşya soran çıkmıyordu.


Sağa sola koşturacağı, gelgit işlerinde kullanacağı bir çocuk arıyordu. “Çırak aranıyor” diye yazdığı kâğıdı vitrin camına yapıştırdı. O denli çoktu ki başvuran çırak adayları, Nuri şaşıp kaldı. — Ne iş yaparsın, elinden ne iş gelir? diye soruyordu. — Ne iş olsa yaparım, her işi yaparım… diyenleri, bir de yalvanp yakaranlan savıyordu. 7 Bir sabah erken saatlerde, kıvırcık saçlı yada uzun zamandır yıkanıp taranmamaktan saçları kıvırkıvır olmuş bir oğlan çocuğu içeri girdi. Kapkara saçları, kapkara gözleri, kadife esmeri teni vardı. Sıskacık, kavruk, kirloş bişeydi. Elleri yüzü kirpas içindeydi. Hep gülümsüyordu, buyüzden apak dişleri pırıl pırıl görünüyordu. Lastik ayakkabısının tekinden parmakları dışarı çıkmıştı. Hiç çekinip sıkılmadan. — Çırak ararmışsın… dedi. Konuşma biçiminden Çingene olma olasılığı vardı. Nuri de onun ağzıyla konuştu: — Ararız bir çırak.

— Öyleysem al işte beni. — Ne iş yaparsın? Bu oğlanın da öbürleri gibi “Ne iş olsa yaparım” diyeceğini beklerken oğlan, — Hiç, dedi, hiç bir iş gelmez elimden. — Hiç bir iş bilmez misin? — Bilmem. Ama üğretirsen şıp diye üğrenirim. — Adın? — Sülü. — Kaç yaşındasın? — Onaltı. Oysa ancak dokuz-on yaşında gösteriyordu. — Okur yazar mısın? Dişlerinin arasından çık diye bir ses çıkarıp başını yukarı kaldırdı. — İçerde elektrik ocağı var, orada çay yapabilir misin? Sırıtarak, — Bilmem, dedi. — Buralarını silip süpürebilirmisin? — Yapamam. Hep sırıtıyordu. — Hergün mobilyaların tozunu alabilir misin? — Bilmem… Ne sorsa, ne dese, bilmem, yapamam diyordu. Oysa Nuri bu cana yakın oğlandan hoşlanmıştı. — Yapamam, edemem, bilemem diyorsun hep. Öyleyse niye geldin buraya? 8 Sülü bu kez geniş geniş sırıtarak, — Ama bilirim başka şeyler, yaparım başka işler… dedi.

— Ne bilirsin, ne yaparsın? — Yapayım mı burada şimdi? — Hadi yap da görelim. — Bu masanın üstünde yapsam olur mu? Çok geniş bir yemek masasını gösteriyordu. — Olur. Sülü, bir maymun çevikliğiyle o olağanüstü güzel ve pınlpınl cilalı masanın üstüne fırladı. Nuri’nin “Aman, dur yapma!” demesine kalmadan, iki elinin üstünde havaya kalktı ve masanın kenarlarında ellerinin üstünde yürümeye başladı. Vitrin camının arkasındaki kalabalık, bu numarayı önce ağızlan açık bakakaldılar, sonra kahkahalarla güldüler. Sülü, masanın ortasına gelip havadaki ayaklanyla türlü hünerler gösterdikten sonra bir sıçrayışta masadan atladı. Dışardaki kalabalıktan bir alkış koptu. Nuri, kışkırtmak için, — Ne yani, bu da bir hüner mi? Diye Sülü’vü küçümsedi. Sülü, — Vardır başka hünerlerim de, ister misin güstereyim!. dedi. — Hadi göster. Sülü yine masanın üstüne fırladı ve orada arka arkaya üç kez parende attı. Ayağa kalktı, üç kez de ters parende attı. Bu kez Nuri’nin ağzı açık kalmıştı.

Özellikle o daracık yerde üç ters parende atmak,- değme cambazlann bile zor yapacağı şeydi. Vitrin camının arkasındaki kalabalık artmıştı. Sülü, o coşkun alkışları duyunca daha da coştu. Belini geriye büküp kafasını iki bacağının arasından sokarak iki elinin üzerinde havaya kalktı ve bu görünümüyle çok büyük bir kurbağaya benzedi ve tıpkı kurbağa sesiyle vıraklamaya başladı. Nuri gülerek, — İn ordan, Allah cezanı versin! diye bağırdı. Gittikçe artan kalabalık kıracak gibi vitrin camına abanıyordu. Sülü masadan inip, — İster misin yapayım başka numara? diye sordu. — Başka numaran da mı var? — Bende numara çok. 9 — Hadi yap! Yanında duran dolu sürahiden bardağa su doldurdu. Su dolu bardağı, sağ elinin baş ve işaret parmaklarıyla tutup başının çevresinde, sonra da ensesinden önüne doğru ters çevirip masaya koydu. Bardaktan bir damla bile su damlamamıştı. Şaşkınlıkla bakan Nuri’ye, — Abe var mıdır bir cıgara, veresin bana… dedi. Nuri’nin uzattığı paketten bir cıgara aldı, cıgarayı yaktı. — Abe açasın gözünü… dedi. Demesiyle elini dokundurmadan, salt dudaklarının hareketiyle, cıgaranm yanan ucunu ağzının içine ahp dudaklarını kapadı.

Yanan cıgara ağzının içindeydi. Bisüre böyle durup yine elini dokundurmadan dudaklarının hareketiyle dışarı çıkardığı cıgarayı dumanlarını savura savura içmeye başladı. Sülü’nün bütün numaralarını görmek istediğinden, Nuri, — Bunlar bişey değil, dedi. Var mı başka numaran?. — Var mıdır elli liran, veresin bana… Ama kâğıt para olmasın. Nuri maden bir elli liralık verdi. Sülü, yırtıkpırtık ceketinin kollarını dirseğine dek iyice sıvadıktan sonra,maden elli lirayı sağ elinin baş ve işaret parmaklarının ucuyla tutarak, — İyi bak şimdik, dedi, güzlerini dört açasın. Sonra demeyesin gözboyacılığı yapar. Gürürsün elli lirayı… Aç güzünü! İki parmağının arasındaki elli liralık birden gözden yitiverdi. — Nerdedir paran? Nuri, — Nerde? diye bağırdı. — Varsa erangi bir elli liran daha, ver de güreşin nasıl yok olur paran. Nuri, bir maden elli lira daha verdi. — Aç güzünü… demeyesin sonra bana yutturdu… Demesiyle yine elli lira yok oluverdi. Nuri, — Aldım ulan seni işe, dedi, ne aylık istersin? Sülü yine sırıtarak, — Bilmem, dedi, ne koparsa günülcüğünden veresin. Nuri alay için, — Öyleyse boğaztokluğuna çalış… dedi.

— Olur. ıo İşte böylece Sülü, Nuri’nin pıobilya mağazasında çalışmaya başladı. Daha o gün Nuri, Sülü’ye ayakkabı, çorap, iç çamaşırı, giysi aldı, biraz da para verdi. — Şimdi evine git, yıkan arın, giyin kuşan, yarın erkenden gelip işe başla! Sülü, paketler kolunun altında, sevinçle gitti. Ertesi gün sabah erkenden Sülü yeni kılığıyla mağaza kapısının önündeydi. Kendisinin de dediği gibi, her ne öğretilse hemen öğrenip yapıyordu Sülü. Ne var ki, mağazanın içinde her zaman Sülü’yü bulmak kolay olmuyordu. Nuri sesleniyordu: — Sülüüü… Nerdesin Sülü ? — Burdayım… diye sesi geliyor, ama kendisi görünmüyordu. Neden sonra Sülü’nün olduğu yeri buluyorlardı. Sülü, ya gardroplardan birinin tepesinde, ya ikisini üçünü üstüste koyduğu koltukların, sandalyelerin üstünde cambazlık yapmaktaydı. Nuri, kanı kaynadığı Sülü’yü ilgiyle, merakla izliyordu. Hergün yeni yeni numaralar yapıyordu; cambazlık, hokkabazlık, gözbağcılık, hepsi bunda. Birgün, Sülü’nün yaptığı numara karşısında Nuri’nin ağzı açık kaldı. Sağ elinin başparmağını sol elinin içine alıyor, sonra o parmağını koparıyor ve kopuk başparmağının sol avucunun içinde gösteriyordu. — Sülü, nasıl yapıyorsun o numarayı? Sülü övüngenlikle, — Yaparım… dedi.

— Görüyorum, yaparsın da, nasıl yapıyorsun? Öğretsene bana da… — Üğretim ama paraylan… Bastır bin papel, üğretiyim. Nuri verdi bin lirayı ve o gün akşama dek Sülü’nün gösterdiği çalışmalan yaparak, sonunda sağ elinin başparmağını koparıp, yani koparmış gibi yapıp, sol avucunun içinde göstermeyi başardı. Ertesi günü Sülü mağazaya üç iskambil kâğıdı getirdi; ikisi kupa kızı, biri maça oğlanıydı. — Bak şimdi, iyi bakasın… dedi. Yüzlerini gösterdikten sonra iskambil kâğıtlarını ters çevirip el çabukluğuyla birbirine karıştırıp yere bıraktı. — Bul karayı, al parayı… Angisidir kara maça oğlanı?. Bulursan, dün verdiğin bin liranı veririm sana. Bulamazsan alırım yüz liranı… Nuri, ıı — İşte bu., diye iskambil kâğıdının üzerine atılırken Sülü, — Bizde kandırmaca yok, dedi, almam boşuna paranı… (Nuri’nin gösterdiği kâğıdın yüzünü çevirip kara maça olmadığım gösterdikten sonra) Bak, işte kupamn kızıdır. Şimdi baştan yaparım. Dört açasın güzünü… Nuri, yanm gün, kara maça oğlanını bulmaya çalıştı boşuboşuna. Sülü, Nuri’nin parasını almıyordu. Sonunda Nuri, — Öğret bana da şunu nasıl yaptığım… dedi. — Öğretirim ama alınm bin papelini… Nuri verdi bin lirayı.Akşama dek,Sülü’nün gözetimi altında çalıştırmalar yaparak “Bul karayı al parayı” numarasını da öğrendi.

Sülü’nün numaralan bitmiyordu ki… Bir sabah mağazaya girince, Nuri’nin gözü önünde bir çile beyaz ipliği ağzına atıp yuttu. — Ulan Sülü, ne yapıyorsun, deli misin? Sülü, — Merak etmeyesin, çıkannm gene… dedi. Ağzını açıp iplik çilesinin olmadığım gösterdikten sonra, iki parmağıyla burnun kanatlanm sıktı. Sonra iki eliyle çeke çeke, az önce yuttuğu beyaz ipliği sağarak burnundan çıkarmaya başladı. Nuri’nin gözleri faltaşı gibi açılmıştı şaşkınlıktan. — Bir daha yap bakayım. Sülü bir yumak beyaz ipliği yine yuttu, yine iplikleri sağarak burnundan çıkardı. — Sülü be, öğret şu numarayı bana da… — Bastır bin lirayı, üğreteyim. Nuri verdi bin lirayı, bütün gün çalışarak o numarayı da öğrendi. Nasıl olsa mağazada iş yoktu. Nuri boş zamanını değerlendiriyordu, dolu zamam da hiç yoktu ki… Yine günlerden bigün mağazayı açtıklarından az sonra, mağazanın içinden bir yerden kılarnet sesi duyuldu. Nuri, önce kılarnet sesinin radyodan geldiğini sandı. Ama radyo açık değildi ki. Sesin nerden geldiğini araştırdılar. Bir de ne görsünler, kılarneti çalan, mobilyaların arasına yere oturmuş olan Sülü değil mi! Evet, kılarnet çalıyor ama, ortada kılarnet yok.

İki elini burnunda oynatarak tıpkı kılarnet sesi çıkarıyor. Kılarnet olmadan çok güzel kılarnet çalıyordu. 12 — Sülü ne yapıyorsun? — Gırnata çalıyorum. — Nasıl yapıyorsun? — Yaparım. — Bana da öğret. — Bastırasın bin papeli öğreteyim. Nuri verdi bin lirayı. O gün akşama dek çalıştı, Sülü her ne dediyse yaptı, ama bitürlü burnundan kılarnet sesi çıkarmasını beceremedi. Akşam mağaza kapanırken Sülü, sabahleyin aldığı bin lirayı Nuri’ye geri verdi. Nuri neden geri verdiğini sorunca Sülü, — Bizim pazarlığımız üğretmesinedir, dedi, öğretemedim ki alayım paranı. Ne zaman üğrenirsen gırnata çalmayı, o zaman alırım paranı. Ancak üç günde Nuri’ye kılarnet çalmasını öğretebildi, o zaman parasım da aldı. Sülü hergün yeni bir numara gösteriyordu. Yanağını şişirip parmaklarıyla yanağında darbuka çalmak örneğin… Mağazada çalışmaya başladığının ikinci haftasıydı, o gün Sülü hiçbir iş yapmamıştı. Çok keyifsiz görünüyordu.

Her zamanki gülümsemesi de yüzünden silinmişti. — Hasta mısın Sülü? diye sordu Nuri. — Değilim asta… — Neden öyle pis pis düşünüp pinekleyip duruyorsun? — Yoktur bir şeyçiğim. — Yoksa numaraların bitti mi? — Vardır bir son numaram… En büyük numaram. Onu düşünürüm, yapayım mı, yapmayayım mı? — En büyük numaranı sona sakladın demek… Göster bakalım büyük numaranı da. Sülü, — Abe istemem sana yapayım o numarayı… dedi. — Neye be Sülü? Hadi yap… — Yapamam… Nuri bütün gün üsteledi. Sülü de o büyük numarasını yapmamak için bütün gün direndi. Sülü’nün esmer yüzü iyice kararmıştı. Eskisi gibi vara yoka sırıtıp pınlpınl dişlerini göstermiyordu. Akşamüzeri Nuri, 13 — Darıldım sana Sülü, dedi, en büyük numaranı yapmadın bana… — Abe istemem seni darıltmak… Allah bereket versin çok paranı almışımdır. On-onbeş dakika sonra da, — Ağrır başcağızım… Kuyverir misin bu akşam erken gideyim eve? dedi. Nuri, Sülü’ye izin verdi. Nasıl olsa bir saat sonra mağazayı kapatacaklardı. Bu alışverişsizlik sürerse, top atıp mağazayı büsbütün kapatması da uzak değildi.

Mağazayı kapatma zamanı geldi. Nuri, bürodaki ceketini alıp giydi. Ya alışkanlıkla, ya bir yanında sezinlediği eksiklikle elini ceketinin iç cebine attı, cüzdanı yoktu. Kimlik kartıyla daha bir kaç önemli belge, bir de bütün bir onbin lira cüzdanından çıkarılıp iç cebine konulmuştu. Nuri hemen Sülü’nün en büyük numarasını yapmış olduğunu anladı. “Çocuğun hiç suçu yok. Zavallı, en büyük numarasını yapmamak için çok direndi…” diye düşündü. En büyük numarasını yapması için Nuri öyle üstelemişti ki, zavallı Sülü de Nuri’yi kırmamak için en büyük numarasını yapmak zorunda kalmıştı. Nuri’yi çok sevdiğinden cüzdanı toptan kaldırıp götürmemiş, kimliğini, kendi işine yaramayacak belgeleri, bir de harçlık yapsın diye onbin lirayı Nuri’ye bırakmıştı. Son olarak en son numarasını yaptıktan sonra Sülü bir daha Nuri’nin mobilya mağazasına uğramadı. Nuri, işsizlik yüzünden o güzel mobilya mağazısını kapatmak zorunda kaldı. Sülü serüvenini bütün ayrıntılarıyla sıksık herkese anlatıyor, sonunda da, — Sülü beni çok severdi… diyordu. Bunun ne biçim sevgi olduğunu soranlara da şöyle demekteydi: — Sülü her numarasını bana öğretmek için bin liramı alırken, bu en büyük numarasını öğretmek için benden para bile almadı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. nasıl kitap indirebilirim