Aziz Nesin – Hayvan Deyip de Geçme

Bütün dünyada her yılın 4 Ekim günü, uluslararası hayvanları koruma günü olarak benimsenmiştir. Hayvanları koruma düşüncesi ilk kez İngiltere’de doğmuştur. İngiliz parlamento üyesi Bay Richard Marten’Ie arkadaşı Rahip Brum, bu amaçla 1822 yılında bir dernek kurmuşlardır. Bu dernek, çevrenin de ilgileri, yardımlarıyla gelişmiştir. İlk hayvanları koruma kanunu da İngiltere’de yapılmıştır. Yurdumuzda 1912’de Himaye-i Hayvanat Cemiyeti adıyla hayvanları koruma derneği, 1924’de de Türkiye Hayvanları Koruma Cemiyeti kurulmuştur. Bilimsel araştırmalara göre, suçluların yüzdeseksemnin, çocukluklarında hayvanlara eziyet edenler arasından çıktığı anlaşılmıştır. Öyleyse, topluma yararlı kişiler olarak yetişmeleri için, çocuklarımıza hayvan sevmeyi, hayvanlara sevecen davranmayı öğretmeliyiz. Hayvanlara acıyanlar, hayvanları sevenler, insanlara da duygulu davranır, güçsüzleri korur, acı çekenlere yardım ederler. Hayvana bakan çocuklarda, kendine güven, sorum duyguları gelişir. KISACA Salt çocuklar, gençler okusunlar diye yazmadım derlediğim bu yazıları. Ama daha çok onların okumalarını diliyor gönlüm. Bu yazılarda hiçbir yazı tekniği, yazış ustalığı gütmedim. Yani bu anlatılarda hiçbir kurgu, hiçbir uydurma yok. Yaşayıp gördüğüm yada yaşayanlardan, görenlerden dinlediğim hayvanlara değgin gerçek olayları süsleyip püsl°meden, kendimden hiçbişey katmadan olduğu gibi yazdım. Hiç kuşkusuz bunları, okuyanlar kendilerine yararlı dersler çıkarsınlar diye yazdım. Ben de bu olayları yaşadığım yada yaşayanlardan dinlediğim zaman, onlardan kendime dersler çıkarmıştım. Ama bu kitapta anlattığım her olaydan sonra, ondan ille de ancak şöyle bir ders çıkarılmalıdır, demek istemiyorum. Yaşadığımız her olaydan hepimiz kendimize göre ayrı ayrı dersler çıkarabiliriz. Bu dersler, birbirlerinin karşıtı bile olabilir. Ders mers almayı hiç düşünmeden okuyalım şimdi hayvancıklara değgin şu olayları, içlerinde, belleğinize yerleşenler, unutamadıklarınız olursa, işte onlardan, nasıl olsa, kendinize dersler çıkarmışsınız demektir. Biz insanoğulları, hayvanların davranışlarını kendimize göre yorumlarız. Hayvanların kimi davranışlarında olağanüstülükler bulmak eğilimindeyizdir. Bizim kendimize göre yorumladığıÎO mız herhangibir hayvan davranışı, belki de o hayvanın, bizim yorumumuzla hiçbir ilişkisi olmayan içgüdüsel bir davranışıdır. Sizin de yaşadığınız yada yaşayanlardan dinlediğiniz hayvanlara değgin gerçek olaylar varsa, yazıp gönderin bana. O yazıları, sizin adınızla, bu kitabın gelecek basımlarına eklerim. Aziz Nesin Ondört yaşındaydım. Çengelköy Asken Ortaokulu’nda yedinci sınıf öğrencisiydim. Tabiat Bilgisi öğretmenimiz Doktor Fikri Servet’ti. Bu öğretmenimizin bir derste anlattığı hayvanlara değgin iki olay bende elerin iz bıraktı. Unutamadığım o iki olaydan birini, belleğimde nasıl kaldıysa öylece, Fikri Servet Bey’in ağzından aktarıyorum: «Divanyolu’nda, anayol üstünde bir evde oturuyorduk. Bir kış sabahı, evin ikinci katında, yola bakan pencere önünde oturmuş, kahvemi içerek gazete okuyordum. Sokakta bir köpek sürekli olarak havlamaya başladı. Öyle acı, öyle yeğin havlıyordu ki, gazeteyi okuyamadım, tedirgin oldum. Pencereyi açıp dışan baktım. Bizim evin sokak kapısı önünde bir küçük sokak köpeği havlamaktaydı. Köpeği kovmak için aşağı indim. Kapıyı açıp baktım. Kıvırcık ak tüylü bir sokak köpeği. Beni görünce inlemeye başladı. Canının yandığı belliydi. Çenesini eşiğe dayadı. Yüzüme bakıyordu. Kucağıma alınca bir ayağının kırık olduğunu gördüm. Yarasını yıkayıp arıttım, ilaçladım. Kırık ayağını bir tahtaya bağlayıp sardım. Uzun süre inledi. Neden sonra sustr. Karnını doyurdum. Uyudu. Onbeş gün kadar sonra sargısını çözdüm. Bir süre de topallayarak yürüdü. Sonra topallaması da geçti. Cana yakın, sevim12 li bir köpek oldu. Ama sokağa alışkın olduğu için hiç evde kalmak istemiyordu. Her fırsatta sokağa kaçıyordu. Araya taraya sokakta bulup eve getiriyorduk. Günün birinde yine kaçmış, çok aradık, ama bulamadık. Üzüldük elbet, ama zamanla unuttuk gitti. Ertesi kış, yine bir sabah, pencere önünde kahvemi içiyordum. Acı acı havlayan bir köpek sesi duydum. Onun sesine benziyordu. Aşağı inip sokak kapısını açtım. Evet, ta kendisi… Beni görünce sevinçten kuyruğunu sallamaya başladı. Üzerime atılıyordu. Ama bu kez yalnız değildi. Yanında koskocaman, sarı tüylü bir köpek vardı. O iri köpek boyuna inliyordu. Yakından bakınca, kocaman köpeğin bir ayağının kırık olduğunu gördüm. Küçük sokak köpeğimiz, bir yıl sonra, ayağı kırılmış arkadaşını da tedavi etmem için bana getirmişti.» 13 GÜZEL BİR RASLANTI Öğretmenimiz Doktor Servet Bey’in yarım yüzyıla yakın zaman önce anlattığı hayvanlara değgin bir olay da sudur: Akrabası olan bir subay, Birinci Dünya Savaşı’nda, Sina Savaş boylarında bulunuyormuş. Bu subay bigün yolu üzerinde bir yılanla bir kirpinin kavgalarını görmüş. Kirpi, yılana saldırıyor, koca yılanı dikenleriyle boyuna yaralıyormuş. Yılan kaçıp kurtulmak istedikçe, kirpi koşup yolunu kestiği yılanın üstüne atılıyormuş. Yılan öyle yaralanmış ki, nerdeyse öldü ölecek… Subay, baston diye kullandığı, elindeki kaim sopayı kirpiye vurmuş. Kirpi bu vuruşla hemen ölmüş, sopa da kırılmış. Subay, sopanın elinde kalan parçasını sallaya sallaya çöl yolundan geçip çadırına gelmiş. Uzun süre çadırında kaldıktan sonra dışarı çıkmış. Bir de bakmış ki, az önce kirpiden kurtardığı o kocaman yılan, çadırın kapısı önünde kıvrılmış kalmış, orada ölmüş. Yanında da kirpinin sırtmda kırılan sopanın öbür parçası duruyor. Fikri Servet Bey bu olayı anlattıktan sonra şöyle demişti: «Yaralı yılanın, kendisine yapılan iyiliğe teşekkür için, sopanın kırılan parçasını, sahibinin arkasmdan çadırınadek getirmişolması, inanılacak bir olay değildir. Ama olay da gerçektir. Herhalde bu, bir güzel rastlantıdır.» ‘4 GEZGİN BİR KEDİ Arkadaşım Enis Olcayto, Kuzguncuk’ta bir evde oturuyordu. Sarı bir kedileri vardı. Bir ay sürecek bir geziye çıkacaklardı. Enis, kediyi bir sepete koyup Şehremini’nde oturan bir akrabasının evine götürdü. Aradan uzım zaman geçmişti. Bigün Enis’­ in evine gitmiştim. Sarı kedi oradaydı. — Sizin kedi değil mi bu? diye sordum. — Evet, dedi. — Şehremini’nden mi alıp getirdin geriye? — İnanılır gibi değil ama kendisi geldi. Şehremini’ne bıraktıktan iki ay kadar sonraydı. Bigün bahçedeydik. Sarmanın sesini duyduk. Bir de.baktık, duvarda-.. Mırlayarak geldi, kucağıma çıktı. — Şehremini’nden ta buraya nasıl gelebilmiş! Hadi yolun uzunluğu neyse, ya Boğaz’ı nasıl geçmiş? Sarman, Şehremini’ndeki evden yirmi gün önce kaybolmuş. Demek, Şehremini’nden yirmi günde gelebilmiş. Yolculuğu elbet bu denli uzun sürmezdi ama, herhalde vapura binmekte zorluk çekmiş olacak. Kimbilir kaç kişi, Sarman’ı bindiği vapurdan dışarı attı. Kimbilir kaç bez denedi zavallı Sarman vapur yolculuğunu da sonunda başardı! Eve döndüğünde çok zayıflamış. Yirmi gün hem kara, hem deniz yolculuğu kolay mı!…

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir