Aziz Nesin – Kalpazanlık Bile Yapılamıyor

Gelmiş geçmiş kalpazanların en büyüğüydü. Bu da O ’nun kendi övünmesi değildi. İnsanı şaşırtacak denli alçakgönüllüydü, lüğünden bigüne kendisini övdüğü duyulmamıştı. Oysa hırsızlık, yankesicilik, dolandırıcılık, kalpazanlık ve benzeri gibi suçların sabıkalıları palavracı olurlar. Çoğunlukla hayal güçleri sonsuz olduğundan, yaptıklarını bire bin katarak, üstelik hiç yapmadıklarını da uydurarak anlatırlar. Öyle uydururlar ki, hepsi birer üstün insandır hırsızlıkta, dolandırıcılıkta, kalpazanlıkta. Anlata anlata, bir zaman sonra, uydurdukları yalanlarına kendileri dc içtenlikle inanmaya başlarlar. Kalpazanlar Kralı, bu türlü sabıkalılardan değildi. O, gerçek bir kraldı sanki; davranışları soylu ve ağırbaşlı. Uydurmak şöyle dursun, olağanüstü kalpazanlıklarından hiç sözetmez; bunları başkaları anlatır, serüvenleri dilden dile dolaşırdı. Ne de olsa güngörmüş bir adamdı. Yılların kalpazanıydı. Sıksık cezaevlerine girip çıkanlardan değildi, ama yine de adı sanı bütün cezaevlerinde bilinirdi. Bu denli ünlü olmasının nedeni elinin çok açık olmasıydı. O ’nun tutuklandığı haberi daha gazetelerde çıkar çıkmaz, tutukcvindekiler sevinçten bayram ederlerdi.


Kalpazanlar Kıalı tutukevine geliyor diye sevinenler salt serseri takımı, yoksullar, sübyanlar, adembabalar, kimsesizler değil, azılılar, koğuş ağaları, gardiyanlar, hatta yöneticiler bile sevinirdi. Çünkü K alpa/aıılar Kralı’nın girdiği ceza ve tutukevlerinin havası değişildi. <) bir para kaynağıydı vc hiçbir zaman bu gür kaynak kın m ıı.ı/.di. 7 Tutuklandığı duyulur duyulmaz, tutukevinde hazırlıklar başlardı. Zenginler ve dolayısıyla daha çök boyunbağlılar kaldığı için beyler koğuşu denilen koğuşun iyi bir köşesinde ve pencere dibinde olan en güzel ranzasının, kışın alt. yazın üst katındaki yatak O ’na ayrılırdı. O güzel ranzadaki yatakta yatan başka biri varsa, kim olursa olsun, yeri değiştirilir, orası KraPa ayrılırdı. Daha tutukevine gelmeden buyruğuna üç özel meydancı ayrılırdı; bunlardan biri K ral’ın yemek işlerine bakar, biri çayını kahvesini yapar, biri de ayak işlerine koşardı. Kalpazanlar Kralı, daha tutukevine gelmeden bavulları, eşyası önceden taşınırdı. En az dört büyük bavulla gelirdi tutukevine, lüks bir otele gider gibi. Bavullar da öyle bavul ki, domuz derisinden ve tutukevleri, cezaevleri başkalarında öyle bavıil görmemişti. Öteki tutuklula.r bunca bavulla giremezlerdi tutukevine, am a Kalpazanlar K ralı’nın ne de olsa bir ayrıcalığı vardı.

Çorabından gömleğine, pijamasından mendiline, boyun atkısından boyunbağına dek herşeyi ipekliydi, hem de halis ipekten. Sabahları üç meydancısı ranzasının çevresinde dönenip durur, K ral’ın uyanmasını beklerlerdi. Kalpazanlar Kralı gözünü açıp da tatlı tatlı gerinmeye başladı mı, meydancılardah biri tepsi içinde kahvaltısını yatağına koşturur, biri hergün üç gazetesini yatağına bırakır, biri de elinde peşkirle kokulu sabun, K ral’ın kalkıp tuvalete gitmesini beklerdi. Kral kahvaltısını eder, üstüne bikaç bardak özel yapılmış demli çayını içer, gözlüğünü takıp gazetelerini okur, sonra ipek pijamasının içinde salınarak, arkasında meydancısı, tuvalete giderdi. Öğle yemeklerini çok kez dışardan, çok ünlü bir lokantadan getirtirdi. Akşama doğru kumar postası kurulurdu. Kalpazanlar Kralı kumarda hep ütülür, para saçardı; onca ütülürdü de kılı bile kıpırdamazdı. Bağırdığı, kızdığı, sinirlendiği hiç görülmemişti. Adam sanki doğuştan ve enaz on kuşaktanberi süren krallığın son kralıydı. O içeri düşünce, tutukevinde; herkesin, asıksuratlı gardiyanların bile yüzü gülerdi. Çünkü, Kalpazanlar K ralı’nın sayesinde tutukevinde ekonomik durum düzelince, doğal olarak toplumsal durum da düzelmiş olur, alışkan içiciler bol bol esrarını, afyonunu, eroinini çeker, tutukevinde kavga gürültü, yaralanm a ve öldürme olayları olmaz, herkesin yüzü gülerdi. Ne var ki, Kalpazanlar Kralı tutukevine daha girer girmez, ne zaman çıkacak diye, ötekilerini bir kaygı alırdı. Çünkü Kalpazanlar Kralı’nın tutukevine girmesiyle çıkması bir oluyordu. En çok bikaç ay kalıyordu tutukevinde. Sonunda ya aklanıp kurtuluyor, yada bikaç aylık hapis cezasıyla yakasım kurtarıyordu.

Arkasından, bir söylence gibi O ’nun serüvenleri, eliaçıklığı, soyluluğu anlatılır dururdu. Karısıyla kaynanasını, boğazlarını keserek öldürmekten onsekiz yıl hapse hükümlü tutukevinin berberi, okumakta olduğu gazeteyi sevinçle fırlatıp bikaç kez üstüste “Yaşasın!” diye bağırdı. Ö bür berberler ne olduğunu sordular. — Kalpazanlar Kralı enselenmiş… Gazete yazıyor. — Yarın düşer buraya. Bütün tutukevini bir sevinç dalgası sardı. Para babası geliyordu. Tutukevindekilerin kestirdikleri gibi, K alpazanlar Kralı Emniyet M üdürlüğü’nde iki gün gözaltında tutulup gönderildiği savcılıktan tutuklanma istemiyle getirildiği mahkemede tutuklanmıştı. “K alpazanlar Kralı yine suçüstü yakalandı” diye gazetelere haber olduğunun ertesi günü, ceza ve tutukevinin kapısından girmişti. Ama bu giriş, K ral’ın tutukevine eski girişlerine hiç benzemiyordu. Eskiden, daha Kral gelmeden, K ral’ııı domuz derisinden kocaman bavulları, yatağı, eşyası gelir, bunlar getirildikten bikaç saat sonra da, Kalpazanlar Kralı bikaç adamıyla birlikte geldiği tutukevinin kapısından girerdi. Ama bu kez öyle olmamıştı. Ne daha önce bavulları getirilmiş, ne kendi adamlarıyla gelmişti Kral. Öteki tutuklularla birlikte, elleri kelepçeli olarak cezaevi arabasından inmiş, candarmaların arasından geçerek tutukevi kapısından girmişti. Kilidi tutmadığından iple bağlı, yırtık pırtık bir küçük bavulu vardı cezaevi arabasında.

Üstü başı da dökülüyordu. Ayakkabıları boyasız ve eskiydi. Sanki tanınm amak için kılık değiştirerek halkın arasına girmiş bir eski zaman kralı gibiydi. O ’nu bu konumda görünce ilkin başgardiyan şaşırdı. Gardiyanlar ve tutukevinin yönetim işlerinde çalışan tutuklular da yadırgadılar. Hele gazetede Kalpazanlar K ralı’nın tutuklandığı haberini okuyunca sevincinden yaşasın diye bağıran tutukevi berberi büyük düşkırıklığına uğramıştı. Yine O ’nu gördüğünde 9 herkes geçmiş olsun diyordu ama o eski, coşkulu karşılama değildi bu. Her zaman olduğu gibi yine beyler koğuşunda en güzel yerdeki ranzanın kendisine ayrıldığım, yine özel üç meydancının elpençe beklediklerini görünce Kalpazanlar Kralı, beyler koğuşunun ağasına, artık bunların hiçbirine gerek olmackğını, beyler koğuşunda değil, öteki koğuşlardan herhangi birinde kalmak istediğini söyledi. Koğuş ağası “Ne demek… estağfurullah… O nasıl söz!” filan dediyse de, Kalpazanlar K ralı’nın bu düşkün durum undan hoşlanmadığını da yüz çizgilerinden belli etti. Koğuş ağası, K ral’ın isteğini, cezaevi ağasına duyurdu. Cezaevi ağası da “Dur hele… Bunda bir iş var ya ne? Yakında bombası patlar da ucuzlar, biz de öğreniriz…” dedi. Kalpazanlar Kralı’nın geldiğinin ertesi günü “Posta kuruldu, buyur!” diye kumara çağırdılarsa da Kral “Sağolun, isteğim hiç yok. Bugün kalsın.” diyerek kumarı reddetti. Nerde eskisi gibi dışardaki aşevlerinden yemek ısmarlayıp getirtmek, nerde kirli çamaşırı yıkatmaya, giysilerini ütületmeye dışarı göndermek, geçti o günler; Kral kendi yemeğini kendi yapıyor, kendi çorabını kendi yıkıyordu.

Geldiğinin üçüncü günü, başgardiyana, beyler koğuşundan başka bir koğuşa verilmesini rica etti. Başgardiyan ki, yıllar yılı O ’ndan ne değerli armağanlar almış bir adamdı, nasıl olur da K ral’ı düşkün tutukluların koğuşuna gönderirdi. Kalpazanlar Kralı’nın bu isteğini ceza ve tutukevinin yönetmenine iletti. Yönetmen, deneyimli bir yöneticiydi, yakında emekli olacaktı. Kalpazanlar Kralı’nı ötedenberi tanırdı. Cezaevlerinde söylenceleşmiş böyle ünlü bir adamın nasıl olup da böyle düşkünleşmiş olmasını çok merak etti. Bir akşam, günlük iş saati bitiminde Kalpazanlar K ralı’nı odasına çağırttı. Eskiden, yani gerçekten Kalpazanlar Kralı olduğu zamanlarda olsa, cezaevi yönetmeninin odasına güleryüzle girer ve bir Kalpazanlar K ralı’na yakışır biçimde konuşurdu. Bu kez Yönetmen’in odasına süklümpüklüm girmiş, — Buyrun efendim, beni emretmişsiniz… diyerek dikilip kalmıştı. Yönetmen, — Geç otur şöyle! diye yer gösterdi. 10 Kral teşekkür edip gösterilen yere oturdu. Yönetmen cıgara tuttu. Gardiyana iki çay getirmelerini söyledikten sonra, incitmemeye, onurunu kırmamaya çalışarak Kalpazanlar Kralı’na neden bu durum a düşmüş olduğunu uygun bir dille sordu. Kalpazanlar Kralı çoktaııbcri, sözden anlar birine içini dökmeyi gereksindiğinden başına gelenleri ayrıntılarıyla şöyle anlattı: — M üdür Bey, iyi de olsa kötü de olsa, bir insan yaptığı işi sevmelidir derim. Siz de biliyorsunuz, dünya âlem de biliyor ki, ben bir kalpazanım.

Kalpazanlığın da türlüsü var, benim mesleğim para üstüne, sahte para basarım. Dolar getir dolar, sterlin getir sterlin, ruble getir ruble basayım ki hiçkimse kalpını aslından ayırt edemez. Ayırt etmek ne demek, bilirkişinin en feriştahma, uzmanının en şahına götür göster, paranın aslına sahte der de, benim yaptığım kalp paraya sahte diyemez. Kâğıt paranın da, maden paranın da sahtesini yaparım. Övünmek gibi olmasın, değil bu memlekette, sanmam ki dünyada da üstüme bir kalpazan olsun… Başka kalpazanların işlerini çok gördüm, hiçbiri elime su dökemez. Kolay değil M üdür Bey, ben kalpazanlığa başlayalı, önümüzdeki Nisan, elli yılım dolacak. Bu işten başka da hiçbir iş bilmem. Neden? Çünkü tenezzül etmedim başka işe… Temiz iş benimki. İnsan dediğin insan, bence işini iyi bilecek; öyle yarımyamalak bildiği işlere burnunu sokup da üstünkörü iş yapmayacak. Sözü nereye getirmek istiyorum? Bizim politikacılara? Sakın politika yaptığımı sanma M üdür Bey, Allah göstermesin… Hiç sevmem politikayı, bilmem de… Bilmediğim için de yapmam. Peki bu politika, bir ülkeyi ve insanlarım iyi yönetmek değil mi? Yani politikacılık, kalpazanlıktan daha mı kolay? Mahvolduk, tümden mahvolduk beyim. Bir memleket düşünün ki, orda kalpazanlık bile yapılamıyor; artık orda herşey bitmiştir. Nasıl kalpazanlık yapacaksın M üdür Bey, bırakmıyorlar ki sana kalpazanlığı yapasın… Bir işin aslı kalp olunca, kalpın da kalpı yapılır mı? Neden kalpazanlık bile yapılamıyor? Çünkü, kalpını yapacağın şeyin aslı kalp olmuş. Kalpın da kalpı yapılır mı? Kalpın kalpını yapmaya kalktın mı, işte benim durum um a düşersin: Yani illas… Salt benim değil, göreceksiniz, çok yakında hepimizin sonu iflastır. Neden? Çünkü kalpazanlık, bir memleketin durum unu gösteren en iyi ölçüdür.

Bir paranın değeri, sahtesinin basılmasıyla ölçülür. Bir paranın sahtesi bile basılmıyorsa… Paranın değerini koruma kanunu olduğundan susuyorum M üdür Bey, benim kanunlara saygım vardır. Durdu, bir cıgara daha yaktı, — Bilmem anlatabildim mi neden bu durum a düştüğümü? dedi. Cezaevi Yönetmeni bişeyler sezer gibi olmuştu ama, K alpazanlar K ralı’nın neden bu sefil durum a düştüğünü pek anlayamamıştı. — Anlat, anlat… dedi. Kral anlattı: — Benim zanaatım dünyanın her yerinde geçer. Çok şükür altın bileziğim var elimde. Buyüzden de başka iş öğrenmek, yapmak gereğini duymadım hiç. Bundan iki-üç yıl öncesine dek, beyler paşalar gibi, beyler paşalar ne demek, krallar gibi yaşardım. Bana boşuna K alpazanlar Kralı demediler. Siz de bilirsiniz eski günlerimi… Mesleğimin kralıydım, öyle değil mi? Gelgelelim elimizden aldılar mesleğimizi. Üstelik güzelim meslek acemi ellerde kaldığından işi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Bizimki, yani kalpazanlık bir özel girişim işidir M üdür Bey. Biz, özel girişimciyiz. Her özel girişimin olduğu gibi, bizim de karşımızda devlet var.

Biz devletle rekabet halindeyiz. Yani şöyle anlatayım; devletin para fabrikası var, devlet para basar. Ben de bir özel girişimci olarak, kendi eltezgâhımda para basarım. Ben o küçücük eltezgâhımda para kazanırım, gelgelelim devlet, her işinde olduğu gibi o koskoca para fabrikasında zarar eder. Ben o küçük tezgâhımda kazanıyorum da, devlet neden zarar ediyor? Çünkü bir kişinin yapabileceği bir işi ilk yıl on kişiye, ertesi yıl yüz kişiye, daha ertesi yıl bin kişiye yaptırır. Bundan başka bir günde yapılacak bir işi ilk yıl on günde, ertesi yıl on ayda, daha ertesi yıl on yılda yaptırm aya başlar. Bundan başka, diyelim üç liraya yaptıracağı bir işi ilk yıl üçyüz liraya, ertesi yıl üçbin liraya, daha ertesi yıl üçyüzbin liraya, derken derken üç milyon liraya yaptırmaya başlar. Bundan başka, diyelim dört, metrekarelik yerde yapılacak bir işi ilk yıl dört katlı kırk metrekarelik yerde, ertesi yıl dört tane dört katlı dörtyüz metrekarelik bir yerde, daha ertesi yıl kırk tane kırk katlı kırkbin metrekarelik yerde yaptırmaya başlar. Neden böyle yapar? Çünkü bürokrasi var. Bürokrasi demek 12 hükümet demek. Nerde hükümet varsa, orda bürokrasi de vardır. Hükümet deyince başbakan var, bakanlar var, bunların partileri var, herbirinin kendi adamları var. İşte bunlar dolar da dolar o işe… Sonra hükümet değişir günün birinde, haydaaa yeni başbakanın, yeni bakanların, yeni parti ilerigelenlerinin adamları… Eski adamları atamazsın, yasalar var. Yeni adamları işe alamazlık edemezsin, arkasında hükümet var. İşte böyle böyle devletçilik doğar.

Bu devletçilik, sonunda devleti bile batırır. Ne var ki, devletler iflas etmiş bile olsa, devletin iflas ettiği hiçbir zaman görülmemiştir. Çünkü devletlerarası icra iflas mahkemeleri yok. Buyüzden devletler iflas eder de tarihte, kimsenin haberi bile olmaz. H atta öyle devletler vardır, iflas ederler de kendilerinin Bile haberi olmaz. Peki bunun bir çaresi yok mu? Var… Hcrbişeyin çaresi vardır, yeter ki bulasın… Bunun çaresi çok kolay. Diyelim devletin para fabrikasında beşbin liralık kâğıt para basılacak. Her bir tane beşbin liralık devlete kaça mal oluyor? Diyelim yüz liraya… Devlet her yatırdığı yüz lirayı beşbin lira olarak alıyor. Peki ben bir özel girişimci olarak beşbin liralık kâğıt parayı kaça mal ediyorum? On liraya.?. Mal, aynı mal. Hem de bu on liranın içinde, benim yardımcımın, erketecimin payları var, avantası, rüşveti, herbişeyi var. Öyleyse ne yapacaksın? Devletin fabrikalarını devredeceksin özel girişime. Ama öyle özel girişimci diye üçkâğıtçılara değil haa… Özel girişimci dersem, deneyimli ve uzmanlıklarını ispat etmiş olanlarına. Cezaevi M üdürü, — Örneğin, seni para fabrikasının başına… dedi, kendini tutam ayıp güldükten sonra sordu: — Senin bu durum a düşmenin anlattıklarınla ne ilişkisi var? — Çok sıkı ilişkisi var, dedi Kalpazanlar Kralı, örnek vererek anlatayım daha iyi.

Bundan üç yıl önccsi, diyelim bin tane bin liralık sahte para basacağım. Ne eder toplamı? Bir milyon lira.Bir milyon tutarında bin tane bin liralık basmak için benim giderim ne? Para basmak için has kâğıt, boya, mürekkep, film, klişe, makine, işçilik… Elli yıllık kalpazanım, eskiden her bin liralık kâğıt para, bana on liraya mal olurdu. Sonraları bu gider arttıkça arttı. Yirmi liraya, yüz liraya, derken ikiyüz liraya bir bin liralık mal etmeye başladım. Yine çok şükür, kazançtayız. İşte buyüzden çalışma odamda masamın arkasındaki duvara “Elkâsib-i HabibJ3 ul-lah” levhası asmışımdır. Ama son yıllarda bu giderler öyle arttı ki dayanılır gibi değil. Kâğıt, film, boya, işçilik, hepsinin fiyatları arttı; öyle zaman geldi ki bir bin liralığı eskiden on liraya mal edip 990 lira kazanırken, sonraları 990 liraya mal edip on lira kazanmaya başladık. Yani işler tersine döndü; 990 lira harcıyor, on lira kazanıyorsun. Neyse, az da olsa yine kazanıyoruz ya… Bin lira başına on lira kazanca da razı olduk. Biz de sürümden kazanalım diye, eskiden diyelim günde yüz tane’binlik basarken bu kez günde bin tane binlik basmaya başladık. Salt bizim gibi özel girişimciler değil, devletin pangınot fabrikası da bizim gibi yapıyor; araçların gereçlerin fiyatı artıp maliyet yükseldikçe daha çok para basıyor fabrika… İşte piyasada paranın çoğalıp karasinek gibi havada paraların uçuşması bundan oldu. Derken fiyatlar öyle yükseldi ki M üdür Bey, bir bin liralığı binikiyüz liraya mal etmeye başladık. Her bin lirada ikiyüz lira zarar… Buna özel girişim dayanamaz, ancak devlet dayanır.

Tanrı korusun, hele elli liralık, yüz liralık bassak, temelli iflas edeceğiz. Sonunda devlet bile dayanamayıp paraların boylarını küçülttü ki, gideri azaltsın… Dilekçe kâğıdı kadar beşyüz liralık küçüldü küçüldü, dilekçenin pulu kadar oldu. Gelgelelim, biz yine zarardayız. Bunun üzerine sahte binlik basmaktan vazgeçip sahte beşbin lira basmaya başladık. Sahte beşbin liralık basmanın rizikosu, bin liralığa göre daha çok, yakalanma tehlikesi fazla. Ama başka da umarımız yok. İşte son dokuz aydır beşbin liralık basıyordum. Yönetmen,

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir