Aziz Nesin – Mahallenin Kısmeti

Kapısı, penceresi, eğrelti otlan, karanfiller, güller, yıldız çiçekleriyle süslenmiş düğün arabası, Hacı Mesut Efen-di’nin evinin kapısına kadar gelemedi. Kırkmerdiven Mahallesinin yedi adım genişliğindeki bu en büyük sokağına geçen yıl açılan kanalizasyon çukuru nedense o zaman-danberi yüzüstü kalmıştı. Düğün arabası taaa yokuşun başında durdu. Kırkmerdiven Mahallesinin kadınlarını o gece meraktan uyku tutmamıştı. Gelini görmek için sabahı zor etmişlerdi. Kadın başları evlerin pencerelerine üvez salkımı gibi yığılmıştı. Hacı Mesut Efendi’nin evinin bulunduğu sokağı görmeyen evlerdeki kadınlar da, bu sokak üstündeki evlere sabahın alaca karanlığında, sözümona sabah çayına misafir gelmişlerdi. Alanda geçittöreni seyreder gibi, kadınlar, üstüste pencerelere yığılmışlardı. Öyle ki, Bakırcı Yunus Efendi’nin evinin orta penceresine dizili saksılardan kaynanadili saksısı, misafir komşu hanımlardan birinin dirseğiyle sokağa düşmüştü. Đyi ki o sıra sokaktan kimse geçmiyordu da, bir kaza olmamıştı. Bakırcı Yunus Efendi’nin karısı Esma, — Sıdıkanım, babam yerindeki bu herif, hiç saçından sakalından da mı utanmaz! Bu yaşta herif, torunu yerin de kıznan evlenir miymiş! dedi. Etli, canlı, bıngıl bıngıl, duru beyaz tenli bir kadın olan Sıdıkanım, — Esmacım yetmişinden sonra azanı teneşir paklar, dedi. Yokuşun başında duran, çiçeklerle, kordelalarla donatılmış otomobilin şoförü Recep, Kırkmerdiven Mahallesinden olduğundan, inadına inadına klaksona bastı ki, bütün mahalleli ayağa kalksın. Şoför Recep’in karısı Ayten, — Bu bizimkinin sesi… Yüz otomobil kornasını çalsa onun klaksiyonunu hemen ayırt ederim, diye tencereyi maltızın üstünde bırakıp cumbaya fırladı… Sonra, karşı evin penceresine seslendi: — Atiye teyze, huuuuu!… Atiye teyzeee!… Koş, koş!… Hacı Mesut Efendi’nin yeni aldığı karı geldi… Atiye Hanımın evi, bir alt katta olduğu için, şoför Recep’in karısı Ayten yarı beline kadar üstteki pencereden sarkmış, çiçekli basma sabahlığın açık önünden, ayva tüylü göğsü ortaya çıkmıştı. Kadınlar birbirine sesleniyor, geç kalanlar sokak üstündeki komşu evlere koşuşuyor, pencereler sürülüp, beyaz, sarışın, esmer, kumral kadın başlan sokağa sarkıyordu.


Kahveci Bilâl’in kansı Ferdane, — Ben size birşey söyliyeyim mi, komşular, dedi, Hacı Mesut olacak herif bu genç kıznan başa çıkamıyacak. — Tükürüklediği parmağını pencerenin pervaz tahtasına sürdü — Đşte nah buraya yazıyorum. Siz de daima mim koyun. Ferdane dediydi dersiniz. Bu kız mahallenin bütün erkeklerini, hem vallahi, hem billahi baştan çıkarmazsa, gelin beraber yüzüme tükürün… — Ayol, zaten o kızı kötü yerden almış… — Tuuuu, tuu, rezil herif!… Utanmaz, arlanmaz… Bir de üstüne üstlük hacı olacak. Şoför Recep’in karısı Ayten, — Kırk gün günahkâr, bir gün tövbekar, dedi. Bakkal Đsmail’in kızı, Ayten’e lâf dokundurdu: — Kendi de o yolun yolcusu da ondan… Yanındaki ancak duyacak kadar yavaş söylediği için, bu laftan bir mahalle kavgası çıkmadı. Bakırcı Yunus Efendi’nin kansı Esma, — Canım, körpe olmuş ne çıkar, dedi, yüzüne bakılacak yeri yokmuş ki… Çirkin, sokak süpürgesinin biriymiş… — Ben gördüm ayol, öyle âhım şahım bişey değil val-layi… Koca beklemekten evde kalmış kız kurusu Çingene maşası, sınk süpürgesi bişey… — Helbette Atiye teyze, hiç ellenmemiş, dillenmemiş olsa bu koltuğunun kılı ağarmış keçi sakallı herife varır mıydı!. — Değil kardeş değil… Gül gibi kızmış. Parası için varmış bu moruğa… — Tuh midesiz… Dünya yüzünde erkek kıtlığına kıran girse, bir o bir ben kalsam, gene de başımı çevirip Hacı Mesut denen herife bakmam… Kırkmerdiven Mahallesinin kadmlan böyle konuşa dursunlar, asıl mahallenin erkekleri telaşa düşmüşlerdi. Evli olanlar, — Mahallenin bekârlanna gün doğdu, diyorlardı. Ama onların’ içini okuyan bir röntgen, kafalannın içinden geçenlerin resmini alan bir fotoğraf makinası olsa, kanlanndan korktuklan için böyle söyledikleri şıp diye anlaşılırdı. Bekârlara değil, asıl evli erkeklere gün doğmuştu. Hatta Kahveci Bilâl bunu açık açık söylemişti: — Evlilere bir daha, bekârlara ya sabır… Bakırcı Yunus Efendi de mahallenin öbür erkeklerinin çoğu gibi, o gün işe gitmemiş, kahvede gelin arabasını bekliyordu. Biyandan da içinden geçenleri hafif hafif bir türküyle mınldanıyordu: — Asker oldum piyadeee, ben yandım aman… Evlilerin sevdası… On parmağı kınalım… Bekârlardan ziyade… Bilâl’in kahvesiyle Đsmail Efendi’nin bakkal dükkânı o gün tıklım tıklım doluydu.

Sanki o gece gerdeğe girecek olan Hacı Mesut Efendi değil de, onlarmış gibi, hepsi de heyecanlıydılar. Ama evlilerin hiçbiri bu heyecanı kendine maletmek istemiyor, bekârların üstüne atıyordu. Bakkal Đsmail Efendi, Tesviyeci Hüsamettin’e çalımlı çalımlı gülerek: — Hadi hadi, dedi, işiniz iş gene… Bekârlara gün doğdu… Mahallenin kısmeti geliyor Hüsam oğlum… Otuzuna merdiven dayadığı halde bitürlü evlenemiyen Tesviyeci Hüsamettin, — Đsmail âbi, dedi, Hacı Mesut’un aldığı kız sahiden çok genç miymiş? — Genç de lâf mı, çiçeği burnunda. Körpe badem… Çıt diye kopar, yut… Berber kalfası Đzzet de mahallenin bekârlarındandı. Arkadaşına, — Ulan Hüsam, ciğer kokusu almış aç kedi gibi ne yalanıp duruyorsun? dedi. Bilâl’in kahvesinde de hep mahalleye gelen yeni gelinden konuşuluyordu. Terzi Osman, — Adı neymiş bu kızın? diye ortaya bir soru attı. Kimse gelinin adını bilmiyor, ama hepsi de ona «Mahallenin Kısmeti» diyordu. Bu ad herkesin hoşuna gitti. Ağızdan ağıza, bütün erkekleri dolaştı: — Mahallenin Kısmeti… — Mahallenin Kısmeti… Bakırcı Yunus Efendi kızmış göründü, — Ayıp yahu, dedi, elin karısından, kızından böyle konuşmak yakışık almaz. Kurt bile komşusunu yemez… Kahveci Bilâl, — Đyi ama kardeşim, dedi, bu adam zornan istiyor. Hacı olmuş, dedem yerinde herife, şu parmak kadarcık körpe kızı karı diye almak düşer mi? Besbelli herifin mezhebi geniş… Terzi Osman, — Geniş olmasına geniş birader, dedi, ben kendisine hisse çıkarsın diye bikaç da kıssa anlattım. Gençken evlenenin belkim çocuğu olmaz ama insan yetmişinden sonra evlenirse, konu komşu yardımıyla mutlak çocuk sahibi olur, dedim. Ne dese beğenirsin? — Ne dedi? — Ne diyecek? Her koyun kendi bacağından asılır Osman efendi oğlum, dedi. — Vay boynuzlu vay!.

— Kan bal gibi herife taktıracak sana bana ne? — Herif gönüllü muhabbet tellalı be… — Amaaan, bize ne? Boşverin be! — Öyle söyleme Yunus Efendi. Hepimiz ehl-i eyâliz. Ço-luğumuz çocuğumuz var. Đster miyiz mahallemizde böyle şey olsun? — Orası öyle… — Bu herif Hacı macı değil, hep numara… O zamana kadar hiç sesini çıkarmadan gazete okur gibi yapan, kulağı da konuşulanlarda olduğu için, her satırı on, onbeş kere okuyan mahallenin muhtarı Sezai Bey, gazeteden başını kaldırdı, çipil mavi gözleriyle bir teki çatlak gözlük camının üstünden bakarak, okumuş bir adam olduğunu ortaya koydu: — «Çok hacıların çıktı haçı zir-i begalde» Anlamadılar ama, kahvedekiler de onu onayladılar: — Öyle, öyle Sezai Bey… — Vallahi doğru… O sırada yalınayak onüç, ondört yaşında bir çocuk koşarak kahveye soluk soluğa girdi: — Geldi, geldi Bilâl amca… «Kim geldi?» diye sormak ayıptı. Kahvedekiler, hep birden düğmelerine basılmış yay gibi fırladılar. Sonra birbirlerinden utanarak yavaştan aldılar. Kırkmerdiven Mahallesinin erkekleri sokağa dökülmüştü. Gelin arabasının şoförü Recep boyuna klakson çalıyor, mahalleyi büsbütün ayağa kaldırıyordu. Evli erkekler, karılarından korktukları için, gelini seyrederken Hacı Mesut’un bahçe duvarını siper almışlardı. Yine de birbirlerine karılarından korktuklarım belli etmemek için, duvar dibinde ellerini arkalarında bağlamış, kabadayı kabadayı üçaşağı beşyukarı geziniyorlardı. Şoför direksiyondan atladı. Eğrelti otlarıyla, çiçeklerle süslü kapıyı açtı. önce Hacı Mesut arabadan indi. Tesviyeci Hüsamettin dayanamadı, Hacı Mesut’a doğru, — Kerestee!… diye bağırdı. Berber kalfası kendini tutamadı: — Đskele babası kılıklı herif!.

Bu benzetiş tam da yerindeydi. Hacı Mesut, iskeleler-deki kocaman demir babalar gibi yukarıdan aşağı dümdüz inen sanki kalın bir direkti, yürüyen bir kütük… Hacı Mesut indikten sonra, arabanın kapısından önce beyaz sire kumaştan bir iskarpin uzandı. Ayak değildi de bembeyaz güvercin gibi bişeydi bu. Đnce ayak bileği, sonra, belli belirsiz çorap içindeki yumuşak çizgili baldır yuvarlağı… Evli erkekler göğüs geçirdiler. «Mahallenin Kısmeti» uzun eteğini bir eliyle tutarak arabadan indi. «Mahallenin Kısmeti» yüz adım öteden bile görünüşüne bakılırsa Lokman hekimin ye dediği çeşitten bir piliçti. Onsekizinde var yoktu. Eski konakların taşlığındaki içi kurtlanmış büyük direklere benziyen Hacı Mesut, kızın yanında paytak paytak yürüyordu. Besbelli, koca moruğa, eve gidene kadar elleri ayaklan fazla geldiği için, ne yapacağını bilemiyor, boyuna sakalını sıvazlıyordu. «Mahallenin Kısmeti»nin üstünde gelinlik, başmd/t Üâ telli duvak vardı. Onlar arabadan inince, ahşap evin büyük kapısının iki kanadı birden ardına dek açılmıştı… Sanki içeriye yaşlı bir damatla körpe gelin değil de, bir at arabası girecekti. Hacı Mesut’la gelin, kapıdan girene kadar kimseden ses çıkmadı. Yalnız Muhtar Sezai Bey’in, at dudağına benziyen etli alt dudağı büsbütün sarkmıştı;ıeskilikten, yağdan parlayan kravatma salyası beyaz bir ibrişim gibi sızıyordu. «Mahallenin Kısmeti» nin kapıdan girişini görebilmek için erkekler bahçe duvanndan başlarını teker teker uzatınca, Kahveci Bilâl’in kansı Ferdane onlan görüverdi: — Ayol, ben size demedim mi, bu kan mahallenin erkeklerini baştan çıkaracak diyerekten… Daha şimdiden olanlar oldu… Kız Esma, kıız… Kız bak, bak!. — Ne var Ferdane Hanım? — Daha ne olsun?.

Seninkini gördüm seninkini… Hacı Mesut’un bahçe duvarının arkasından. Hacivat gibi başını çıkarıp gelini seyrediyor. — Yalnız o mu?… Sen önce kendi kocana bak Esma… Onun başını görmedin mi? Bunu söyleyen Atiye Teyze idi. Ama Bakırcı Yunus’un kansı Esma, Ferdane’ye inanmadı: — Aa, üstüme iyilik sağlık… Sen hayal mi görüyorsun? Benimki dükkâna gideli hanidir ayol… Ama yedi yaşındaki oğlu Cengiz, — Anne be!., dedi, babamdı vallahi. Babam bugün dükkâna gitmedi ki… Bilâl amcanın kahvesindeydi… Çocuk lâfını tamamlıyamadan bir çığlık koptu. Esma, Cengiz’in kaba etine bir çimdik basmış, — Yumurcak… Sus… diye haykırmıştı. Kocasının kocaman Karadenizli burnunu duvann köşesinden o da görmüştü. Ama konukomşunun yanında iki paralık olmak istemiyordu. Başını pencereden içeri çekip, — Etinden et kopanlmış gibi bağırma domuz; şimdi alınm ayağımın altına!., diye çocuğa bağırdı. «Şimdi ayağının altına almak» sıksık kocasının kul-‘ landığı, Esma’mn da ondan öğrendiği laftı. Kadınlar başlarını pencerelerden içeri çektiler. Artık dedikodu dört duvar arasında kahve değirmeninin sesine, kundakdaki çocukların viyaklamasına karışıyordu. Erkekler, kendilerini kanlarının gördüklerinden, başlarına gelecekten habersiz, yine elleri arkalarında, Hacı Mesut’un bahçe duvarının arkasından kahveye doğru efelene-rek yürüyorlardı.

Dükkânı çırağına bırakmış olan Bakkal Đsmail, en önden seğirtti. Çırağı Hüseyin kapıda durmuş, ustasının yüzüne bakıyor, ondan bişeyler öğrenmeye çalışıyordu. Kahveci Bilâl’in boşalan kahvesi, Hacı Mesut’la körpe karısı evlerine girdikten sonra, birdenbire dolmuştu. En he-yecanlılan Bakırcı Yunus’tu… Sağ elini dizine vurup vurup, — Vay gavat vay!… Vay gavat vay!… diye söyleniyordu. , Kahve ocağına geçen Bilâl, — Geyik… Koca geyik!… diye söylenip duruyordu. Ağzından hiç küfür duyulmamış olan Muhtar Sezai Bey, hepsinden koyusunu söyledi: — Muhabbet tellalı herif zahir… Berber kalfası Đzzet, — Đşe geç kaldım, deyip kahveden çıktı. Terzi Osman, — Kaç yaşında vardır bu herif Sezai Bey amca?., diye sordu… Sezai Bey, — Ben çocuktum, bu Hacı Mesut denen herifin Beyazıt camiinin avlusunda bir sergisi vardı. Orada teşbih, ağızlık, hacıyağı falan satardı. En küçük oğlu, ben mektebe başlamamıştım, o Şehremanetinde kâtipti. Artık var sen düşün, hesapla… Benini yaşım ellisekiz… — Yetmişinde var öyleyse… Tesviyeci Hüsamettin, — Hangi yetmiş be!., dedi, seksenden, doksandan ne haber? Kahve yavaş yavaş tenhalaştı. Herkes işine gitmişti. Kırkmerdiven Mahallesinde o gece hemen bütün evlerde kankoca kavgası oldu. Kadmlann çoğu, kocalarından dayak yediler.

Yalnız bir evde bunun tersi oldu; O da Muhtar Sezai Bey’in evi. Hacı Mesut’un genç kan almasına en çok sinirlenen Muhtar Sezai Bey’in kendisinden yirmialia yaş küçük karısı, her gece değilse bile haftada iki üç kez Sezai Bey’i döverdi. Bunu bütün mahalle de bilirdi. Sezai Bey’e değil, kansı Sehavet hamma hak verirlerdi. Çünkü mahallenin eskilerinin anlattığına göre Sehavet,’ Sezai Bey’in üçüncü kansıydı. Sezai Bey, bundan önceki iki kansından da dayak yerdi. Kırkmerdiven Mahallesinde genellikle kadınlar erkeklerin zulmünden ölür ya, Sezai Bey’in ilk kansma, bunun tersi olmuştu. Kadın zayıftı, her gece Sezai Bey’i eşek sudan gelene kadar dövmekten bitmiş, harap olmuş, bu yüzden ölmüştü. Đkincisi de, dayanamamış, kaçmıştı… Kadının söylediğine göre, herif ayaklarına kapanır, — Kulun kölen olayım!. Ne olur döv beni… Vur, kemiklerimi kır! diye yalvanrmış. Hacı Mesut’un evine gelin geldiğinin ertesi günü Sezai Bey sokağa çıkmadı. Daha ertesi günü Muhtan arayanlar çok olduğu için o da evden çıkmak zorunda kaldı. Yüzü mosmor çürükler içindeydi. Üstelik zaten bir camı kınk gözlüğü büsbütün kınldığı için, gözlüksüzdü. Gözlüksüz göremediğinden, mühürünü birisinin kömür ordinosuna basıyorum diye, adamın nüfus kâğıdına basmıştı.

* * * insanoğlu zaman zaman yaşamını dalgalandırmayı gereksiniyor. Oysa bu mahalle insanlannm öylesine tekdüze, bitevi, durgun ve kendikendilerine kapanık yaşamlan vardı ki, bu usanç verici dümdüzlükten kurtulmak için, ya-şamlannı zorla dalgalandırmaya çalışıyorlardı. Onun için en olmadık, en sudan şeylerden konu yaratır, bunu da çeke çeke uzatarak bütün gün konuşurlar, bu arada hiç yoktan tartışmalar, kavgalar, dargınlıklar çıkanrlardı. Damlayı dalga, pireyi deve yapmaları hep o biteviyelikten kurtulmak içindi. Sertçe bir rüzgâr esse, kadınların «Kıyamet kopacak!» diye hiç yoktan telaşa kapılmaları, içlerinin çok gizli bir yerinde, yaşamlarının birazcık değişmesi için kıyametin kopmasını bile istemelerindendi. Biraz aşırı yaz sıcağı, onlar için görülmedik bir cehennem sıcağıydı. Kışın iki üç saat kar yağsa «Hiç böyle kış olmadı».derlerdi. Çünkü olmadık, görülmedik olayları umutla bekliyorlardı. Başka insanların yaşgünü gibi nedenlerle aldıkları hediye sürprizleri, onların yaşamında hiç olmadığından boyuna düşsel sürprizler beklerlerdi. Kapıyı açıverince, şu köşeyi dönüverince, merdiveni çıkıverince bir sürprizle karşılaşacaklar… Bir evin pencere perdesinin kımıldaması… Bir komşunun penceresinde teneke saksıdaki sardunyanın çiçek vermesi… Bir kedinin doğurması… Gece baykuşun ötmesi ya da bir köpeğin uluması… Pencereden vızıldayan bir iri böceğin uçarak odaya girmesi. Bütün bunları yorumlayarak soluk yaşamlarını renklendirirlerdi. Hacı Mesut’un evine gelen gelin de, bu durağan mahalleyi kasırgaya tutulmuş gibi dalgalandırmıştı. Hacı Mesut’un evinin patiska pencere perdeleri altı gün hiç açılmadı, pencereler sürülmedi. Bütün mahallenin gözü bu pencerelerdeydi.

Hani, atla evlere ekmek dağıtan adama, sakaya, sütçüye, bakkalın çırağına kapıyı açmasa-lar, Hacı Mesut’un, körpe kızı içeride öldürdüğünü, kendisinin de intihar ettiğini sanacaklardı. Altıncı günün akşamı, patiska perde açıldı. Atiye teyzenin evi, tam Hacı Mesut’un evinin karşısına düşerdi. Te-leskoba gözünü dikmiş rasathane müdürü gibi, hep Hacı Mesut’un pencerelerini dikizleyen Atiye hanım, perde kıpırdar kıpırdamaz, bitişik eve seslendi. — Huuu… Esma!. Esma kız! Esma, hava sıcak olduğu için üstünde bir pembe jarse kombinezonla tahta siliyordu. Sağ ayağının altında tahta bezi, ıslak döşeme tahtaları üstünde bir sağa bir sola döndükçe, ıslak tahta bezinin ovulan tahtalardan çıkardığı gıcır gıcır sesler ta sokak başından duyuluyordu. Atiye hanımın sesini duyunca, üzerine şöylece entarisini sarıp pencereye koştu: — Buyur Atiye teyze! Atiye hanım, gözleriyle açılan perdeyi işaretledi. Perde açıldıktan sonra cam da sürüldü. Hacı Mesut’un taze karısı, elindeki kalaylı pırıl pırıl bakır maşrabadan saksılara su veriyordu. Atiye ile Esma kendi perdelerini örttüler… Perde aralığından kızı rahatça seyrettiler. KĐME NĐYET, KĐME KISMET Önce kızdıkları geline şimdi Kırkmerdiven Mahallesinin kadınları acımaya başlamışlardı. Kızın, mahalle erkeklerini baştan çıkarması şöyle dursun, kendi canı çıkacaktı. Böyle giderse kızcağız çıldırırdı. Hacı Mesut, kızcağızı eve hapsetmişti.

Sıdıka söylenip duruyordu: — Ayol, bu kızcağızın hiç kimi kimsesi yok mu dünya yüzünde?. Ne geleni var, ne gideni, ne arayanı var, ne soranı garibin… Koca papaz, üstüne kilit vurmuş, kızı evde hapseder… Ona en çok içerleyen bakkal Đsmail’in kızı Nuran bile şimdi acımıştı. — Zaten güzellerin talihi olmazmış… Gül gibi kız. Yazık!., diyordu. Hiçkimse de yeni geline «Hoşgeldin»e gitmeye cesaret edemiyordu. Eskiden bütün mahallenin sevimli bir ihtiyarı sayılan, genç kadınların kaçgöç bilmedikleri, orta yaşlıların baba saydıkları Hacı Mesut evlenince, birdenbire mahallenin sanki bir yabancısı olmuş, araya soğukluk, hatta düşmanlık girmişti. Đşte bu yüzden hiç kimse onun evine gitmek istemiyordu. Ama kıza da acıyorlardı. Atiye teyze sonunda, — Ben giderim… Ne olacakmış! dedi. Kız Sıdıka, sen de gelir misin?…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir