Bir eski Ermeni evi olan üç katlı postane önün de kasabanın anayolu genişler. Burada yol , yazın tozlu, baharın çamurlu , kışın karlı bir küçü k alan olur. Saat 16’ya doğr u tozlu alanda ikişer-üçer dinelenler, kolkola gezenler görüldü . Kaptıkaçtıyı bek¬ liyorlardı. Postayı da taşıyan kaptıkaçtı bu saatlerde gelirdi. Başlar, kaptıkaçtının geliş yoluna, batıya dönük¬ t ü . Am a yolu değil , havayı gözlüyorlardı. Kaptıkaçtı¬ nın tozu-dumanı, kendisinden ço k önce havada gö¬ rünürdü. Alanda, alan üstündek i iki kahvede bir kıpırdanış oldu . Kasabanın en ucundak i evin gökle kesiştiği yer¬ de küçü k bir toz bulutu yükselmişti. — Geliyor… — Hey aslan, habercisini salmış gene ; tozu-du – manı kendinden önde gelir. — Bugün gazete günü mü? — Günlerden Perşembe deği l mi? Evet, gazete günü… Havadaki kara bulut yayıla yuvarlana büyüyere k geldi, postanenin önünde durdu . Yavaş yavaş çöke n toz bulutunun, dağılan duman/ n altından kanarya sa rısı kaptıkaçtı çıktı ortaya. Gazetecinin çırağı bir so¬ lukta üstüne tırmandı. Brand a bezinin iplerini çözüp altındaki gazete paketini aşağıya attı. Kaptıkaçtıdan inen yolcularda n birini , orada top – laşanlar yabansıdılar. Giyinişinden, duruşundan , dav¬ ranışından besbell i buralı değil. Sağ elindek i mavi valiz* yere , sol elindek i dergilerl e kitabı da valizin üstüne koydu . Saçları, kaşları, kirpikleri toza belen – mişti. üstün ü başını silkeledi eliyle. Sonr a valizini yerde n alıp, yanını yöresini tanımak için bakındı. Kap¬ tıkaçtının geldiği yöne , ilçenin içine doğr u yöneldi . Sağlı sollu tabelâlara bakıyordu. Yol yol çatlamış , karaya boyalı, kontraplâkta n tabelâsında beyaz boy a ile «Moder n Palas Oteli» yazılı kapıdan girdi . MERHABA KAYMAKAM BEY Aklı Evvel Bedir Hoca’nın oğlu Kara Belâ şöyle anlatıyordu : Zübükzâde İbraam Bey’in evi, Çiftverenoğl u Hamza Bey’in evine bitişiktir. O zamanlar Hamza Be y Belediye Reisiydi. Zübükzâde İbraam Bey’le araları iyice açık. İkisi de bir partiden ama , ona ne bakarsın sen , birbirlerine can düşmanı olmuşlar. Zübükzâde , Belediye Reisi olma k ister. Hamza Bey de Belediy e Reisliğini elinden kaptırmak istemez. Birbirlerin e düş¬ manlıkları işte bundan… Bir sabah erkende n Hamza Bey’in oğl u bizim eve geldi : 8 ‘ — Fırla arkadaş, fırla!.. Seyir var, görmeler ister… — Ulan ne seyiri, sabahın bu vakti seyir mi olurmuş?’ — De ki sinema, de ki tiyatro… Gel de bir gör hele arkadaş… Ben hemen davrandım, pantolu ayağıma çekip ardına düştüm.. Bunların evine gittik. Beni odunluğa soktu : — Şu deliğe gözünü uydur da dikizle! Bağdadiye tahtalarını söküp, iki evin ara duva¬ rına bir delik açmış. Zübükzâde’lerin mutfağı tabak gibi görünüyor. İbraam Bey’in karısı, anası, kızkardeşi, mutfakta harıl harıl bir işler yapıyorlar. — Beni bunun için mi çağırdın? Elin nâmahre¬ mini gözetlemek delikanlılığa yaraşır mı? diye buna çıkıştım. — Dur hele arkadaş… Bunda nâmahremlik yok. Gözünü ayırma, seyir nerdeyse başlar… Demeğe kalmadı, Zübükzâde’nin sesini duyduk. Yukarı kattan bağırıyor: — Karnı, kan… Ulan karı! Şart olsun seni saç¬ larından asarım. Ulan, ben sana bir haftadır hükümet gelecek demiyor muyum? Hükümet, Zübükzâde’nin misafiri… N’olacak şimdi? Kebaplar hani? Toklu çe¬ virmesi nerde? Zübükzâde İbraam bağıra bağıra merdivenlerden indi. Karısını bırakıp kızkardeşine döndü: — Kız şaşkın, ne dinelip duruyorsun?.. Ayağını eteğine dolaştırıp ortada dolanma! Hükümet, ağanın evinde konaklıyacak diyorum sana. Halıları, kilimleri sil süpür. Misafir odasını derle topla. Yorganı, döşeği hep elden geçir. Cebinden yazılı bir kâğıt çıkartıp kızkardeşine uzattı : — Sen bunu gördün mü, sen bunu yavrum? Kız, — Gördüm, dedi. Hamza Bey’in oğlu kulağımın dibine girmiş, — Bir haftadır bu iş böyle işte. Her sabah kıza bu mektubun başlığını okutur… diye fısıldadı. Zübükzâde, kardeşine bağırdı: — Oku şunu!… Yoksa biz seni ilk’in dördüne kadar boşuna mı mektebe gönderttik? Oku da bak, ağa’na mektup nerden geliyormuş… Kız aldı eline mektubu, okumağa çalışıyor ama bir türlü sökemiyor. — Tıbımım… diye bir ses çıkardı. Zübükzâde İbraam çok kızdı: — Doğru oku!.. Sana ben bunu ezberletmedim mi? — Tıbımım mıydı, tebemim miydi, neydi? — Elinin körüydü. Avanak! Ulan, burda gördüğüğün, hükümetin baş harfleri. Söyle pekiy, nesi? — Hükümetin baş harfleri… — Bak iyi,dinle. Yarın sabah gene soracağım. Bizmezsen gözünü patlatırım. Bak buraya… «Te» de¬ mek Türkiye demek. «Be» demek, Büyük demek… «Me» demek, Millet demek… Tekrar «Me» demek, Meclisi demek… «Tebememe» demek, Türkiye’nin Büyük Millet Meclisi demek… Yâni, hükümet demek, devlet demek, vatan ve millet ve her bişey demek, hükümetin baş harfleri… Ben şunu sana her sabah öğretmiyor muyum? Söyle şimdi. Ağana nerden mek¬ tup geliyor? — Hükümetten! — Aferin. Hükümetin baş harfleri ne? 10 — Tebememe.. . — İyi. Ne demek , söyle bir bir… — «Te» demek , Türkiye demek , «Be» demek , büyü k demek , «Me» demek , meme , meme.. . millet memleke t demek… Zübükzâd e İbraam kızdı, kendi kendine söylen¬ meğ e başladı : — Hey Allahım, sen bilirsin… Ben bu akılsız ka¬ rılarla n’ideceğim yahu? İstikbalimle oynuyor bunlar benim . Yarın milletvekil i oldu k diyelim . Ankara’ya gö¬ türü r de bu karıları kime gösteririm.. . Bu sefer de anasına döndü : — Anne, anne, sen hiç hüküme t gördü n mü? — Görmedik , sayende göreceği z onu da… — Sen değil, daha bu kasaba bite görmed i hü¬ kümeti. Oğlunun sayesinde buranın fakir fukar a mil¬ leti hüküme t görecek . Mektubu , pijama ceketinin cebine koyup, — Kahvemi getirin benim , diye bağırıp sokağa çıktı. Hamza Bey’in oğluna, — Arkadaş , herif pijamayla fırladı, nereye gider böyle? diye sordum . Hamza Bey’in oğlu , — Asıl seyir bundan sonra… dedi. Zübükzâde bizi görmesi n diye, Çiftverenoğulları – nın evinin arka kapısından çıktık. Tüccarda n Emin Efendi’nin dükkânının köşesine siper olup seyre baş¬ ladık… Zübükzâde , kapısının önüne iki sandalye at¬ mış. Birine oturmuş , birine ayağını dayamış. Ayağın¬ da rugan terlik, sırtında pijama, omuzunda ceket… Kahveyi içip fincanı iskemleye koymuş . Bir elinde cı – gara, bir elinde teşbih.. . Zübükzâde İbraam Bey’in teşbihinin şakırtısı, kasabanın ötey başından duyulur. 11 — Bu deiiyi mi seyredeceğiz?.. Bırak şunu, kahveye gidelim, dedim. — Dur arkadaş, bekle… Esas seyir, bundan sonra başlıyacak. Sen burdan kıpırdama… Ben bir koşu gidip kahvedeki arkadaşları çağırayım… Seğirtti gitti. Çok geçmedi, beş-on delikanlı toplaşmışlar, soluya soluya koşarak geldiler. Duvarın köşesine hep siper olduk. Zübükzâde’nin sırtı bize dönük olduğundan siperimiz gayet iyi… — N’olacak? diye Reis’in oğluna soruyoruz. — Durun durun, bekleyin az, simdik görürsünüz… diyor. Derken Zübükzâde İbraam Bey, yerinden doğrulup, sağ eliyle de yerden bir temannâ çakarak, — Ve aleykümselâââm Hâkim Bey… diye var sesiyle bağırmaz mı? Aman bu ne iş?.. Karşısında kimse yok, herif havaya selâm veriyor. Zübükzâde’nin evini bilirsiniz. Karşı sırasında ev mev yok… Yolun karşı yanı, Ka¬ mışlık çayına inen yamaç… — Kime selâm verir bu herif? dedikse de o, eli¬ ni dudağına götürüp, — Susun arkadaşlar, bizi duymasın… Seyir baş¬ ladı, arkasını görün… dedi. Derken Zübükzâde bir daha yekinip, — Ve aleykümselâââm Reis Bey… diye feryadı bastı. — Kimi selâmlıyor yahu? diye sorduk. Hamza Bey’in oğlu, — Belediye Reisini selâmlıyor… dedi, babama selâm verdi, duydunuz ya… Babam yataktan çıkma¬ dı, arkadaş. Bu Zübükzâde evliya olmuş, gözleri du¬ var ötesindekileri, yorgan altındakileri görür. Zübükzâde, durup durup selâmı basıyor:
Aziz Nesin – Zübük
PDF Kitap İndir |