Can Dundar – Sari Zeybek

Hastaydı. Üstelik, hastalığı Cumhuriyet’le yaşıttı. İlk belirtiler 15 yıl öncesinden başlamıştı. Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen on gün sonra gelmişti ilk kriz. 11 Kasım 1923 günü eşi Latife Hanım’la birlikte Çankaya’da öğle yemeğindeydiler. Sofra başında birden eli kalbine gitmiş ve sol kolunun dirseğinden göğsüne vuran şiddetli bir sancıyla kıvranmıştı. Neyse ki sofrada, o günlerde ağır bir zatürree geçirmekte olan Latife Hanım’ı tedavi için Köşk’e gelen Doktor Refik Saydam vardı. Saydam, hemen Latife Hanım için yanında getirdiği kalbi kuvvetlendirici ilaçları hazırladı. Ata’ya derhal bir morfin iğnesi yaptı ve yatışmasını sağladı. Ağrı tam 20 dakika sürmüş, Ata’ya epey ter döktürüp hayli sıkıntı vermişti. Ama bitmedi. İki gün sonra yine bir öğle yemeğinin ardından Köşk’ün bahçesinde gezinirken aynı ağrı yeniden yüklendi. Aniden rengi sarardı ve ter bastı. Yanındakiler telaşlanınca yakın bir kayanın üzerine çöktü ve, “Çocuklar, bana bir fenalık geldi,” dedi. Bu kez sancı daha hafifti ve daha kısa sürdü.


Yaverler koşuştururken Ata doğruldu ve, “Merak etmeyin, geçti, bir şeyim kalmadı,” dedi. Ancak üst üste gelen bu iki kriz, Köşk’tekileri endişelendirmeye yetmişti. Derhal İstanbul’dan kalp mütehassısı Neşet Ömer (İrdelp) Bey çağrıldı. Neşet Ömer Bey, Ata’yı ilk muayenesinde kalbinin çok çalışmaktan yorgun düştüğünü saptadı. Alkol, tütün ve kahveyi azaltmasını ve bir süre dinlenmesini tavsiye etti. Hava değişimi için Akdeniz sahillerinde bir tatil önerdi. Neşet Ömer Bey, İstanbul’a dönerken Ata’nın hasta olduğu haberi de bir anda virüs gibi yayılmıştı. Muhalif İkdam gazetesi, hemen söylentileri haber yapmış ve hükümetten açıklama istemişti. Beklenen açıklamayı 17 Kasım günü, Haydarpaşa’ya inen Doktor Neşet Ömer Bey yaptı: “Gazi Paşa, fazla mesaiden dolayı biraz yorgunluk belirtileri göstermişlerdir; ancak kısa bir istirahatten sonra sağlık durumları normale dönmüştür.” Kamuoyu bu açıklamayla rahatladı. Ama onu yakından tanıyanlar tatmin olmadı. Çünkü kalbin dinlenmesi için kesin istirahat ve perhiz gerekiyordu. Oysa Ata’ya bunları yaptırmak, her babayiğidin harcı değildi. Doktorlar, söz geçiremeyeceklerini anlayınca bu işi, Latife Hanım’a havale ettiler. Latife Hanım, Köşk’ ün hizmetçilerine kesin talimat vererek kahve servisine ambargo koydu.

Sigarayı ise 10’la sınırladı. Gazi’nin tabakasına her sabah on sigara koyuyor ve bununla yetinmesini rica ediyordu. Fakat o, ne yapıp etmiş, muzip bir çocuk gibi Köşk’teki hizmetçilerden birini kandırıp kendisi için yaptırılan özel sigaralardan yüzlük birkaç paket getirterek, “zula”lamıştı. “Zula”sı, her öğleden sonra düzenli olarak gittiği İstasyon’daki özel kalem binasının üst katındaki çalışma odasındaydı. Sigaraları oradaki masanın çekmecesinde saklıyordu. Ama bir gün, “zula”dan tabakaya aktarma yaparken Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a yakalandı. Hasan Rıza Soyak (Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri) “Salona girdiğim zaman bu paketlerden biri, açık olarak masanın üzerinde duruyordu. Beni görünce paketi orada unuttuğunun farkına varmış, utanır gibi olmuştu. Paketi telaşla aldı, çekmeceye koyup bana tebessüm etti ve, ‘Misafirlere veririm, diye getirmiştim de,’ dedi. Anladım ki, bu konuda da hem doktorların tavsiyeleri hem de eşinin titiz önlemleri boşa gitmişti. O, bir yolunu bulmuş, yine istediği kadar sigara ve kahve içmeye devam etmişti. Tabii bu arada devlet işleriyle uğraşmaktan ve Meclis’e devam ederek önemli görüşmelerde bulunmaktan da geri kalmıyordu. Yani geçirdiği krizden epeyce sarsılmış olmasına rağmen yine eski yaşayış tarzına ve faal hayatına dönmüş bulunuyordu.” Sonunda Ankara’da Mustafa Kemal’e hâkim olunamayacağı anlaşılınca yakınları, bir İzmir seyahati tavsiye ettiler. Latife Hanım’ın da hava değişimine ihtiyaç duyması üzerine Atatürk bu öneriyi kabul etti ve yılın son günü yanına eşini alarak İzmir’in yolunu tuttu.

Latife Hanım’ın Göztepe’deki köşkünde 50 günlük bir dinlenme sonunda Gazi, iyileşmiş olarak Ankara’ya geri döndü. Ve yeniden işe koyuldu. Oysa atlatıldı sanılan bu ilk kriz, onun ölümle ilk randevusuydu. İkincisi, 3,5 yıl sonra geldi. 22 Mayıs 1927 “O bunakların raporuyla mı hareket edeceğim?” O günlerde kafası sürekli “Nutuk”la meşguldü. Bu büyük eser için saatler boyu çalışıyor, bazen 30 saat aralıksız yazdığı oluyordu. Kriz, bu kez Ata’yı gece, yatağında yakaladı. 22 Mayıs gecesi, sol kolunda ve göğsünde şiddetli bir ağrıyla uyandı. Terlemişti. Midesi bulanıyordu. Hemen Doktor Refik (Saydam) ve Sağlık Bakanlığı Sağlık Koruma Genel Müdürü Doktor Asım İsmail (Arar) yetiştiler. İstanbul’dan da Profesör Neşet Ömer (İrdelp) çağrıldı. Tansiyonu ölçüldü: Büyük 14, küçük 9’du. Muayeneler yine aynı sonucu verdi: Yorgunluk… O günlerde kafası sürekli Nutuk’la meşguldü. Bu büyük eser için saatler boyu çalışıyor, bazen 30 saat aralıksız yazdığı oluyordu.

O geceki kriz atlatıldıktan birkaç gün sonra bir akşamüstü yaverler, Köşk’teki kuleli salondan gelen bir çığlıkla irkildiler. Bağıran Atatürk’tü. Göğsüne ve sol koluna yine şiddetli bir ağrı saplanmıştı, “Bu ağrıyı buradan çekin!” diye bağırıyordu. Yine doktorlar çağrıldı. Ata’ya bir santigram morfin şırınga edildi. Her türlü çalışma, alkol ve sigara yasaklandı. Bol bol süt içip sebze yemesi ve istirahat etmesi tavsiye edildi. Neşet Ömer Bey’in teşhisi yine aynıydı: “Fazla yorgunluktan doğan bir asabiyet hali…” Bu kez hükümet, duruma el koyma gereği duydu. Teşhisten emin olmak için dışarıdan hekim getirtilecekti. Konu, Atatürk’ün doktoru Neşet Ömer Bey’e açıldı. Profesör, itiraz etmedi. Hafif kırgın, “Gelsinler,” dedi, “Benim koyduğum teşhisten bir kelime fazlasını söylerlerse diplomamı yırtar, kendimi hekimlikten men ederim.” Gazi’nin de onayı alınarak durum Berlin’deki Türk Büyükelçiliği’ne bildirildi. Doktor Asım İsmail Bey’in yanında asistan olarak çalıştığı Berlin Tıp Fakültesi İkinci Dahiliye Kliniği eski direktörü Profesör Kraus ile onun hocası olan Münih Tıp Fakültesi Dahiliye Kliniği Direktörü Profesör Von Romberg, Türkiye’ye davet edildiler. Avrupa’da bütün hükümdarların ve ailelerinin sağlık problemlerinde göreve koşan ve yıllar önce bir kez Sultan Reşad’ın bir hastalığı sırasında İstanbul’a da gelmiş olan iki profesör, Gazi’ye bakmak için yol paraları hariç onar bin lira istediler.

İstekleri kabul edildi ve 6 Haziran 1927 günü Ankara’ya getirtildiler. İki doktor, önce hastanın durumuna ilişkin ayrıntılı bir rapor aldı: Hasta 46 yaşındadır. Babası genç yaşta had bir hastalıktan ölmüştür. Annesini ise 65 yaşında kalp yetmezliğinden kaybetmiştir. Sağlam bir bünyesi olmasına karşın çok sigara ve içki içmekte ve çok çalışmaktadır. İki Alman doktor, uzun muayenelerden sonra Gazi’nin çok sigara içmekten dolayı bir göğüs anjini geçirmiş olduğu teşhisine vardılar. Alkol ve tütünün çok azaltılmasını ve Gazi’nin yorulmamasını tavsiye ettiler. Bunlar, Doktor Neşet Ömer Bey’in tavsiyelerinin aynıydı. Ankara’da dört gün kalan Alman uzmanlar, ayrılırken son bir kez Köşk’e çıktılar. Gazi ikisine de iltifat etti. Öğütlerini tutacağına söz verdi. Ama yanındakiler, Gazi’nin gözlerindeki o müstehzi ifadeyi fark etmişti. Doktorlar çıkınca Ata, bir sigara yaktı, bir de kahve söyledi. Sigarasızlıktan başı ağrımaya başlamıştı. Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, “Ama doktorların raporu…” diyecek oldu.

Gazi, alaycı bir edayla güldü: “Aman efendim, ben o bunakların raporuyla mı hareket edeceğim…” Vee eski yaşam tarzına geri döndü… Kalbinin sapasağlam olduğundan artık emindi. Zaten hastalık yanlış yerde aranıyordu. İçki kalbini değil, karaciğerini eziyordu…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir