Carlo M. Cipolla – Fatihler, Korsanlar, Tüccarlar

Ispanyolların Yeni Dünya’daki sömürgecilik macerasının ilk dönemlerinde, fatihlerin ele geçirmiş oldukları altın, yalnızca hırsızlık ve yağma yoluyla sağlanmış ganimetten oluşuyordu. Her tür asalak etkinliğin “talihsizliği”, sonsuza dek sürememesinden kaynaklanıyordu. Er ya da geç, kurbanların birikmiş hazinelerinin dayanıklılığı ve yağmacıların etkinliği ölçüsünde, kurbanlar tüm varlıklarından arınıyor ve eşkıyalar için de artık yapacak bir şey kalmıyordu. Talihin olağandışı bir tecellisi sonucunda, fethettikleri topraklarda, beklenmedik, olağanüstü altın ve gümüş yataklarının varlığı keşfedilmeseydi, bu kaçınılmaz sonuç İspanyolların da başına gelebilirdi. Çevrelerinde, ellerinin erişebileceği yerde gümüş madenini bulunca, altına ve gümüşe olan ihtirasları, coşkularıyla, İspanyolların madencilik işine atılmış olmaları doğaldı. Yoğun bir madencilik etkinliği sayesinde elde edilen ve sonra da düşmanlara, korsanlara ve koşulların zorluğuna meydan okuyarak taşınan İspanyol gümüşünün ve hazinelerin efsanesi böyle başladı. 1536 – 1566 senelerini kapsayan otuz yıl içinde İspanya olağanüstü şekilde talihin tecellisiyle oluşan servetten yararlandı, onun tadını çıkardı. İnsanların yaşamlarında sık sık rastlandığı gibi toplumların tarihinde de talih eserlerinin açıklanamaz biçimde birbirini izlediği görülür. Bunun aksine, genellikle bir bahtsızlığı bir dizi kötü rastlantı izler; tıpkı talihsizlikler zincirinin acı çektirdiği bir garibin durumu gibi. Bu kişi sanki insanların gözlerinden saklı kalmaya mahkum nedenlerle doğaüstü karanlık ve uğursuz bir güç tarafından seçilmiştir. Üstelik, meydana gelen bu olay genellikle insan yaşamının büyük bir gizi olarak kalır; insanların sınıriı sağduyularıyla anlayamadıkları doğaüstü mantıkların varlığı mı veya başkalarına acı çektirmekten hoşlanan ya da şakacı herhangi bir tanrının oyuncağı ve eğlencesi midir söz konusu olan? Bilemiyoruz ama olayı yadsımak da güç. Örneğin, 1536 ile 1566 yılları arasında, İspanyol sömürgelerinde, İspanya’yı ikinci hatta üçüncü sınıf bir ülke durumundan dünyanın en zengin 2 ve en güçlü memleketine dönüştüren şaşkınlık verici bir dizi olağanüstü olay gerçekleşti. Tanrı aşkına neydi bu meydana gelenler? 1519 ile 1533 yılları arasında İspanyol sömürge imparatorluğu aşırı şekilde büyüdü ve olağandışı iki girişim sayesinde insanlık tarihindeki herhangi bir imparatorluğunkinden çok daha büyük boyutlara ulaştı: Meksika’nın Hernan Cortes tarafından fethi ve İnka İınparatorluğu’nun Francisco Pizarro tarafından yok edilişi. 1519 yılında Vera Cnız’a ayak basan Hernan Cortez, son derece küçük bir birliğin ( 600 kişi ve 16 at) ve yerli kabilelerden kendisine katılan 6.000 bağlaşığının başında Aztek İmparatorluğu’nun topraklarını doğudan istila ediyordu.


Aztek başkentine doğru ilerlerken güçltı”bir direnişle karşılaştı ve neredeyse tümüyle bozguna uğrayacaktı. Güçlükle canını kurtarabildi. Ne var ki bu arada ateşli silahlarının tümünü ve adamlarının da üçte ikisini yitirdi. Ama, tam bu evrede İspanyolların karanlıktan yararlanarak geceleri gerçekleştirdikleri ve tarihe Noche Triste (Hüzünlü Geceler) olarak geçen geri çekilme sırasında, özellikle bu evrede, Hernan Cortes’in kumandanlık yeteneği parlayıverdi. Cortes kendini toparladı, bir yıl içinde kuvvetlerini yeniden oluşturdu. Bu arada, Aztekler arasında ürküntü veren ölümler gerçekleşmişti. İspanyollarla temas sonucunda, Amerika’da daha önce asla görülmemiş hastalıklar, bağışıklık sistemleri savunmasız bir yerli nüfusu kırıp geçirmişti. Bu da Hernan Cortes’in işini kolaylaştırdı. Her ne olursa olsun, güçlerini yeniden oluşturan Cortes, düşman başkentine doğru saldırıya geçti. Burası Texcoco Gölü’ndeki bir adada yer alan şaşkınlık verici Tenochtitlan kentiydi. Aztekler İspanyolları umutsuzluğa iten bir direnç gösterdiler ama Cortes başarılı oldu: Kent ele geçirildi, vahşice yağmalandı ve yerle bir edildi; 1521 yılının 13 Ağustos’uydu; Aztek iktidarı ortadan kaldırılmıştı. 1535 senesinde bu imparatorluğun harabeleri üzerinde, İspanya kralının egemenliği altında “Nueva Espana” (Yeni İspanya) genel valiliği kuruluyordu. Olağandışı öbür girişim Francisco Pizarro’nun eseriydi. 1531 yılında 180 asker ve 37 attan oluşan bir kuvvetle Tumbes’te karaya ayak basan Pizarro, İnkaların topraklarını işgal ediyordu. O da, tıpkı Cortes gibi, tehlikeli anlar yaşadı.

1532 yılının kasım aymda az sayıdaki askerleriyle birlikte Cajaınarca Alanı’nda, reisleri Atahualpa’nın yönettiği birkaç bin İnka’nın oluşturduğu bir kuvvete karşı koymak zarımda kaldı . Oysa, he.r türlü mantık anlayışına ve güçlerin olağandışı eşitsizliğine rağmen, Pizarro İnkaları yendi ve yalnızca iki yıl içinde de İnka İmparatorluğu’nu yok etti. Bu imparatorluğun yıkıntıları üstünde, 1535 yılında İspanya Kralının doğrudan egemenliği altında Peru Genel Valiliği oluşturuldu. Şunu da belirtmek gerekir ki, İnka İmparatorluğu’nun topraklarına varis olan Peru Genel Valiliği yalnızca günümüzdeki Peru’nun topraklarını içermekle kalmıyor, bugünkü Bolivya, Şili, Venezuela, Paraguay, Kolombiya, Ekvador’u da kapsıyordu. Fatihlerin yürekliliği, gözüpekliği, girişimciliği, fedakarlık anlayışları, yerli halklara karşı sertlik ve acımasızlıkları, kırıcılıkla eş düzeydeydi. Cristof Colomb yorucu keşif yolculuğunu gerçekleştirirken, hayali ve girişiminin temel amacı, zengin altın madeni içeren toprakların bulunması ve onların olası fethiydi. Seyir Defteri’nde yer alan kayıtlar bu düşünceyi açıkça ortaya koyar. “Altın” sözcüğü Cenovalı amiralin kayıtları arasında saplantılı bir üstelemeyle sürekli olarak belirir. Bunu izleyen yıllarda İspanyol fatihlere da aynı inatçı ihtirasın egemen olduğu ve onları harekete geçirdiği görülmüştü. Sanki altının dışında hiçbir şey onları ilgilendirmiyordu ve bu altını ele geçirmek için de hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıkları gibi, her türlü zulüm ve alçaklıktan da geri kalmıyorlardı. Hazinelerin varlığı konusunda bilgi elde etmek için on binlerce yerliye işkence uygulamaktan ve onları kılıçtan geçirmekten çekinmediler. Azteklerin hazinesinin korunduğu gizli yeri bulabilmek için yerlilerin lideri olan Cauhtemoc’a sözlerle anlatılamayacak şekilde işkence yapıldı; ne var ki Cauhtemoc konuşmadı. Cortes, Cauhtemoc ile başaramadığını Montezuma’nın yardımıyla sağladı. Hazineye el koyduktan sonra, dökümünü yapmak tam üç gün sürdü.

Bundan sonra da Cortes ganimetteki sanat değeri bulunan eşyaların büyük bölümünü eritti. Sanat hazineleri böylesine aptalca, düşüncesizce yok olup gitti; ancak daha önce de ifade edildiği gibi, fatihleri ne sanat ne de başka bir şey ilgilendiriyordu; onları altın ve yalnızca altın alakadar ediyordu. Pizarro, Cusco’yu işgal edince tapınaktan 700 tane altın tabaka çaldı ve Bogota’da da tapınağın, altından yapılmış çok ince, zarif şekilde çalışılmış kapılarını eritti ve elde edilen madene hırsla, şiddetle sahip oldu. Hırsızlığa ve .eşkıyalığa dayanan asalaklığın kendi sonunu hazırlayan tohumları da beraberinde getirdiği ve bu tür bir faaliyet ne derece etkili olursa, olayların doğası gereği, sonunun da o kadar hızlı olacağı daha önce ‘de belirtilmişti. İspanyollar yerlileri yağmalamak, mallarını çalmakta son derece etkin davranmışlardı, ancak eğer ülkelerine göndermek ya da kendi kullanımları için altın ve gümüş sağlamayı sürdürmek istiyorlarsa, o güne dek uyguladıkları etkinlikten tümüyle farklı bir faaliyete ayak uydurmak zorundaydılar; başka bir ifadeyle, ister istemez eşkıyalıktan sıyrılıp maden girişimciliğine yönelmeleri gerekiyordu. İspanyolların Amerika’daki madencilik macerası küçük ölçekli ola3 rak, 1530 – 1540 yıllarında, anakaranın kuzeybatısında, Büyük Okyanus sahilinin kıyılarında yer alan bazı zayıf gümüş yataklarının işletilmesiyle başladı. Buralardan elde edilen madenin fazla umut verici olmamasına karşın beklenmedik bir anda başka bir bölgede ilk mucize başgösterdi. Güney Amerika’da ( bkz. harita 1), İspanyolların maden çıkarmaya başladıkları yörenin kuş uçuşu yaklaşık 5.000 kilometre güneyinde, 1545 yılında, çekingen yerli bir çoban kızı, Tanrı’nın unuttuğu, kulların terk ettiği, deniz yüzeyinden yaklaşık 4.000 metre yükseklikte yer alan görülmemiş derecede acınacak durumda, ıssız, iç karartıcı, çamurlu bir yerde birkaç lamayı otlatmaya götürüyordu. Bu yerin adı Potosi idi ve kıyıda yer alan i\rica kentinin ( bkz. harita 2) güneydoğusunda bulunuyordu. Potosi, o zamanlar Peru Genel Valiliği’nin bir bölümünü oluştururken günümüzde Bolivya Cumhuriyeti’nin topraklarında yer almaktadır.

Bu çok yüksek dağın doruğunda, garip bir ur gibi, yaklaşık 400 metre yükseklikte bir yamaç ( cerro) yükseliyordu. Bu yörede 1545 yılında olağanüstü derecede zengin gümüş damarları keşfedildi . Keşfi izleyen yıl, yani tam olarak 1546 yılında, topluluğun başı olan Villaroel, Diego Centeno ile bölgenin yöneticisi Pedro Contamito zenginlik saçan yamacın yaklaşık 760 metre aşağısında Potosi kentini kuru4 yordu. 1545 yılının nisan ayı ile 1562 yılı arasındaki o kısa dönemde aynı bölge içinde en azından yedi gümüş madeni daha keşfedildi. Zengin maden yataklarının ünü öylesine yayıldı ki, gerçek bir insan, hayvan ve makine akını Potosi ve çevresini istila etti; öyle ki 15 7 3 yılında, kuruluşunun üstünden daha otuz yıl geçmeden, Peru’nun beşinci genel valisi don Pedro de Toledo’nun tahminine göre, kentin nüfusu 150.000 kişiyi geçmişti. Potosi’deki maden yataklarının keşfi İspanya için büyük bir talihti. Bu heyecan verici, olağanüstü keşfin etkileri daha 1549 yılından itibaren hissedilmeye başlandı, çünkü gümüş üretimi bir yıl öncekine oranla yaklaşık on kat artmıştı. Ne var ki tüm bunlar olağandışı bir dizi başka olayın yalnızca başlangıcını oluşturuyordu. 8 Eylül 1546 tarihinde, Potosi’nin keşfinin üzerinden bir yıl geçmeden, İspanyollar ve yerli yardımcılarından oluşan küçük bir müfreze, Juan de Tolosa’nın kumandasında, Ciudad de Messico’nun yaklaşık 220 kilometre kuzeyindeki Zacatecas yöresini keştediyordu. 1548 yılında aynı alanda çok zengin gümüş yataklarının varlığı ortaya çıkıyordu (bkz. şekil 1 ). Potosi maden yataklarının keşfi tümüyle tesadüf sonucu gerçekleştiyse de, Zacatecas’ın keşfi, uzun bir inceleme ve arama çalışmasının ürünüdür. Ayrıca onun keşfi ilerideki yıllarda başka zengin gümüş yataklarının keşfine de olanak sağladı. Bölgedeki maden üretimi öylesine bir önem kazan- dı ki, Zacatecas’ı Ciudad de Messico’ya bağlayan ve “Camino Real de la Tierra Adentro” adını alan bir anayolun inşasını zorunlu hale getirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Bulmak istediğim bilgilere ulaştım, teşekkürler.