Carlos I. Calle – Hayali Soylesiler, Einstein

Yirminci yüzyılın ilk 35 yılı bir hayli sıradışıydı, şu an karşımızda elinde bir fincan kahveyle oturduğunu hayal ettiğimiz Albert Einstein, fiziksel gerçekliğin temel doğasına dair algımızın maruz kaldığı iki devrimin de kilit ismiydi. Bu devrimlerden ilki Evren’i oluşturan en ufak bileşenlerden birinin olağandışı özelliğiyle ilgiliydi. Yüzyılın başında Max Planck madde ve ışığın denge durumunu açıklamak için enerjinin birinden diğerine, sadece küçük ayrık demetler halinde iletiliyor olabileceğini öne sürdü. Ancak kimse bu tezin önemini kavramadı, ta ki Einstein beş yıl sonra 1905 yılında, James Clerk Maxwell’in 19. yüzyılın ortalarında mükemmel şekilde açıkladığı, birbirinin içine geçen elektrik ve manyetizma dalgaları olan ışığın, eşzamanlı olarak en küçük ölçekte küçük parçacıklardan oluştuğunu anlamamız gerektiğini fark edene kadar. Einstein’ın ışık tanımlaması, çağdaşları tarafından fazla önemsenmezken, başta kendisi de çok kuşkucu bir yaklaşım sergileyen ABD’li fizikçi Robert Millikan tarafından 1916 yılında çarpıcı biçimde doğrulandı. Bu temel dalga/parçacık paradoksu yaklaşık on yıl sonra kuantum devrimine öncülük ederek sonunda formüle edildi. Bununla birlikte Einstein en çok uzay, zaman ve kütleçekimi algımızı tümüyle değiştiren izafiyet teorisi ile tanınır. Teori iki farklı aşamada oluşmuştu. 1905 yılında, Einstein özel teorisini ortaya attı, Maxwell’in gözleme dayalı doğrulanmış kuramına ve düzgün hareketin kısıtlı ölçümle saptanamayacağına uygun olarak ışığın sonsuz hızda olmasının görünüşte imkansız olduğunda uzlaşıldı. Einstein’ın 1905 yılındaki çözümüne dönük çalışmalar öncesinde de farklı biliminsanları tarafından yapılıyordu ve birçok önemli bileşen bulunmuştu, fakat Einstein’ın bakış açısı daha geniş kapsamlıydı ve kayda değer bir sonuç veriyordu: Meşhur E=mc² şeklinde formüle edilen kütle ve enerji denkliği. 1908 yılında Rus Hermann Minkowski, uzay ve zamanın birbirinden ayrı kavramlar olmadığını, aksine bu kavramların birbirine karıştığı dört boyutlu uzay-zamanda çok daha iyi anlaşıldığını fark etti. Özel izafiyet kuramı dikkate değer olmakla beraber, diğer pek çok bağımsız teorik ve deneysel araştırmanın doğal sonucuydu. Ancak Einstein’ın 1915 yılındaki genel izafiyet kuramı beklenmedik bir olaydı. Olağanüstü bir kavrama yeteneğine sahip olan Einstein, işin içine kütleçekimini de dahil ederek, izafiyet prensibini düzgün hareketten tüm harekete genişletti; böylece Minkowski’nin uzayzamanının bükülmesi gerektiğini kafasında canlandırdı.


Birçok fizikçi ve astronom bunu kabul etmekte zorlandı ve teoriyi doğrulamaya yönelik araştırmalar, Einstein’ın hayatta olduğu dönemde fazla yapılmadı. Günümüzde Einstein’ın genel izafiyet teorisi tam anlamıyla test edilerek, evrenin derinliklerindeki kütle dağılımını açıklamakta çok önemli bir işleve sahip olduğu da ortaya çıktı. Kişisel olarak Einstein, coşkulu biriydi ve mizahtan anlardı. Müziği, keman çalmayı ve yelkenliyle yolculuğa çıkmayı severdi. Siyasetle bağı kuvvetliydi, barış yanlısıydı. İlk yıllarındaki fotoğraflar aksini söylese de, son yıllarında dış görünüşünü pek fazla umursamadı. Onun varlığı dünyayı çok daha zenginleştirdi. Şimdi kendisiyle tanışalım! Giriş Albert Einstein’ın görüşme yapmayı sevmediği iddia edilir. Kısa bir denemesinde, “Kendini savunamayan birinin, hakkında söylenenler yüzünden herkesin önünde hesap vermek zorunda kalması gerçekten üzücü ve tatsız bir durum,” diye yazmıştı. Buna uygun olarak hayattaki başarıyı, “A başarıyı simgeliyorsa, A=X+Y+Z’dir, X çalışmak, Y de eğlencedir.” “Peki Z nedir?” “Ağzınızı kapalı tutmak,” şeklinde formüle etmişti. Bununla birlikte, Einstein kendi formülünü uygulamayı başaramadı. Farklı pek çok konuda sayısız söyleşi verdi, sürekli göz önündeki biri olarak bunu engelleyemedi. Ancak hiçbir zaman özel hayatının en ilginç yönlerine değinen veya tüm bilimsel kariyerini kapsayan bütünlüklü ve planlı bir söyleşi yapmak üzere masaya oturmadı. Zaten onunla ölümünden sonra bir kahve eşliğinde yapmak istediğim “görüşmenin” amacı da buydu.

Einstein’ın teorilerini bize kendisinin anlatmasından daha iyi ne olabilir? Fakat tek bir söyleşiyi okuyarak onun kuramlarını anlayabilir miyiz? Sadece uzmanlar tarafından anlaşılabileceği düşünülen olağandışı kuramlardan izafiyet, aslında anafikri bakımından çok zor değildir. Bir keresinde Einstein, işin matematiğini saymazsak, tüm fizik kuramlarının bir çocuğun algılayabileceği gibi tarif edilmesi gerektiğini söylemişti. Peki, benim hayali söyleşimdeki cevaplar, gerçekten Einstein’ın özüne uygun cevaplar mı? Çoğu bölüm için öyle diyebilirim. Görüşlerini, makalelerine, genel okur kitlesine yazdığı kitaplarına, basınla görüşmelerine, ailesi ve arkadaşlarına yazdığı mektuplara dayandırarak aktardım. Bazı durumlarda belirttiğim kaynaklardan doğrudan alıntılar yaptım. Einstein’ın özel hayatı da bu hayali söyleşide önemli bir yer tutuyor. Acaba Einstein, bitmek tükenmek bilmeyen saatler geçirdiği çalışma odasından, ancak bir keşif yaptıktan sonra çıkan dalgın bir dahi miydi? Arada sırada kendini bilimsel çalışmalara kaptıran biri olarak bu klişeye uyduğunu söyleyebiliriz. Bir keresinde, onuruna düzenlenen bir törende başarılarını öven konuşma boyunca, program kağıdının arkasına denklemler karalayıp durmuştu. Aslına bakarsanız dalgın dahi yakıştırması gerçeği tam olarak yansıtmıyor, gerçek şu ki Einstein tantana ve törenler yerine çalışmayı tercih ediyordu. Ancak hayattaki tek amacı çalışmak olmadığından, Einstein ile yaptığım hayali söyleşide onun ailesine, dini inancına, zengin ve karmaşık hayatına ve ona yakın kadınlara dair konulara da yer verdim. Buradaki konu başlıklarını Einstein’ın hayatı ve bilimi hakkında ortaya bütünlüklü bir resim çıkaracak şekilde seçmeye çalıştım. Albert Einstein (1879-1955) Kısaca Hayatı Canlı bir yakışıklılığı ve delici kara gözleri vardı ve mucizeler yarattı. Sıradan durağan uzayı siz hareket ettikçe ufalan veya genişleyen bir uzaya; alelade zamanı bizzat kendi hareketinize bağlı olarak hızlanan veya yavaşlayan esnek ve değişken bir zamana dönüştürdü. Zihninden bir kağıt parçasına akan denklemleri kullanarak bir evren yarattı ve gerçek evren, denklemlerinin ona evrenin nasıl olması gerektiğini söylediyse tam da öyle çıktı. Sadece aklıyla dünya görüşümüzü sonsuza kadar değiştirdi.

Albert Einstein’ın dehası yetiştirilmesi sırasında ortaya çıkmadı. 14 Mart 1879 yılında, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Almanya’nın güneyindeki Ulm şehrinde dünyaya geldi. Doğduktan bir yıl sonra ailesi onun 15 yaşına kadar yaşayacağı Münih’e taşındı. İki yaşına geldiğinde kız kardeşi Maja doğmuştu ve aile mutlu bir orta sınıf hayatı sürüyordu. Einstein’ın anne babası küçük Albert’in gelişiminin biraz yavaş olduğunu düşünüyordu, böylece üç yaşına geldiğinde onu bir doktora götürdüler, çünkü hala daha konuşmayı öğrenememişti. Doktorun ne dediğini bilmiyoruz, ama sonuçta Einstein da her normal çocuk gibi konuşmayı öğrendi. Sonraları Einstein, bu gecikmenin nedeninin cümleleri eksiksiz kurma isteğinden kaynaklandığını söyleyecekti. Cümleyi önce zihninde oluşturuyor, ancak doğru ve kabul edilebilir olduğunda söylüyordu, bu sayede kimse onun düzgün konuşamadığını düşünemeyecekti. Einstein’ın annesi Pauline, çocuklarına müzik sevgisi aşıladı ve her ikisinin de bir müzik aleti çalmasını sağladı. Einstein altı yaşına geldiğinde keman derslerine başladı, dersler on dört yaşında sona erse de, içindeki keman aşkı tüm hayatı boyunca devam etti. Einstein’ın okul notları bir iyi bir kötü gidiyordu. İlk sınıfı atlamasına rağmen ilkokulda gayet başarılıydı, sürekli iyi notlar alıyordu. Fakat ortaokula geldiğinde dersleri konusunda seçici olmaya başladı, matematik ve Latince gibi sevdiği derslerde yüksek notlar alırken, Yunanca gibi nefret ettiği derslerde başarısız oluyordu. Yunanca öğretmeni, Einstein’a bir baltaya sap olamayacağını söylemişti. Einstein, askeri tarzda katı bir okul sisteminden hiç hoşlanmadı, ama kendi başına öğrenmekten hep zevk aldı.

On iki yaşındayken geometri kitabındaki soruları çözmeye başladı. Birkaç ay içinde tüm problemleri çözdüğü gibi, bazı kuramlara kendi ispatlarını da geliştirmişti. Einstein, sonraları bilime olan ilgisinin, bu “kutsal geometri kitabı” sayesinde başladığını söyleyecekti. Aynı dönemlerde Einstein, ona cebir kitabı hediye eden mühendis amcasının en zor sorularını bile cevaplayarak onu şaşırtacaktı. Einstein kendisini geliştirmeye devam etti, on altı yaşına geldiğinde diferansiyel ve integral hesaplamaları ile analitik geometriyi öğrenmişti, fakat devam ettiği okulu hiç sevmiyordu. Ailesi mali sıkıntılar yüzünden İtalya’ya taşınmak zorunda kaldığında, aradan birkaç ay bile geçmeden okulu bırakarak onlara katıldı. Kendi başına üniversite giriş sınavına hazırlanma sözü verince ailesi biraz olsun rahatladı. Einstein, hazır olduğunu düşündüğünde, Zurich Polytechnic Institute’ün (Zürih Politeknik Okulu) giriş sınavı için başvuruda bulundu, fakat yaşının çok küçük olduğu söylendi. Annesi üniversite yönetimini oğlunun özel bir çocuk olduğuna ikna ettikten sonra, yönetim onu sınava almayı kabul etti. Matematik ve fizikte başarılı olmasına karşın, diğer derslerde çuvalladığından sınavı geçemedi. Okul yöneticisinin tavsiyesiyle Einstein bir yıllığına İsviçre’de bir liseye yazıldı. Oradan alacağı bir diploma üniversiteye girişini garantileyecekti. İsviçre’deki okul, Einstein’ın sevmediği Alman okullarının aksine, öğrencilere bağımsız düşünebilecekleri bir eğitim ortamı sağlıyordu. Okulun yöneticisi saygı duyulan bir öğretmen ve biliminsanıydı. Üç kızı vardı ve onlardan Marie Winteler, Einstein’ın ilk aşkı olacaktı.

Cennette gibiydi. O harika yılın sonunda Einstein, sınıfın en yüksek notlarını alarak üniversite için gerekli olan diplomaya hak kazandı. 1896 sonbaharında Einstein, yaşı hala küçük olmasına rağmen, fizik okumak için Zürih Politeknik Okulu’na girdi. Dünyaca ünlü profesörlerden son derece modern laboratuvarlarda dersler almaya başlayan Einstein, sevdiği derslere şevkle giriyor, sevmediklerine ise katılmıyordu bile. Bunun yerine kendi başına çalışmayı tercih ediyordu. İki yılın sonunda Einstein girdiği sınavlarda çok başarılı oldu ve sınıfını birincilikle bitirdi. Einstein üniversiteye başladıktan kısa bir süre sonra Marie’ye olan ilgisini kaybetti. İkinci yılında Sırbistan’dan gelen fizik öğrencisi Mileva Mariç’le tanıştı. Çok geçmeden birbirlerine aşık oldular ve vakitlerinin çoğunu birlikte geçirmeye başladılar, sık sık fizik kitapları okuyup üzerine tartışıyorlardı. O dönemin fizik alanındaki en önemli keşfi James Clerk Maxwel’in elektromanyetizma kuramıydı, elektrik ve manyetizmanın başarılı birleşimi ışığın uzayda nasıl hareket ettiğini açıklıyordu. Einstein, elektrik ve manyetizma dersini anlatan profesörün bu kuramdan bahsetmediğini görünce, fena halde düş kırıklığına uğradı. Böylece, dersin yaklaşımından hoşlanmadığını açıkça belli ettiği gibi, bu ve diğer derslerde de kaba davranmaya ve eleştirel olmaya başladı. 1900 yılında Politeknik’ten mezun olduktan sonra Einstein, fizik alanında doktora yapmak istedi, fakat kendine düşman ettiği profesörler doktorasına engel oldular. Bunun yerine Bern’deki İsviçre Patent Bürosu’nda kontrol görevlisi olarak işe başladı. Einstein’ın yeni işi onu üniversitenin bilimsel dünyasından soyutlamıştı, artık akranlarının ve güncel eğilimlerin etkisinde kalmadan, tek başına bilimsel çalışmalarına devam edebilecekti.

Daha önce yaptığı gibi kendi başına çalışmaya başladı, bu kez doktora için çalışıyordu. Aynı dönemde Einstein ile Mileva’nın ilişkisi de ciddileşti ve çift 1903 yılında evlendi. Bir yıl önce Mileva, kızları Lieserl’i dünyaya getirmişti, ancak ikisi bu evlilik dışı hamileliği saklamış, sonradan 1987 yılında, Einstein ile Mileva’nın yazışmalarından ortaya çıkacağı üzere kızlarını evlatlık olarak vermişlerdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir