Türkiye, 29 Ekim 1923’ten beri ilk kez, olağan anayasal süreci işleterek kendisine bir cumhurbaşkanı seçemedi. Görev süresi 16 Mayıs 2007’de dolmuş olmasına karşın, on birincisi seçilemediği için, onuncu cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, hâlâ (18 Temmuz 2007) görevde. Oysa ortada, ne askeri darbe var, ne de cumhurbaşkanı seçimini olanaksız kılacak bir siyasal yıkım. Bunalımın kaynağında, uzlaşma geleneğine yabancı bir siyasal tutum, anayasal rollerini tümüyle yanlış değerlendiren birtakım devlet kurumları, bir de, tüzebilim kurallarını siyasal kaygılarına rahatça kurban edebilen bir dizi anatüze uzmanı var. Bunca yapay zorlamanın yarattığı en vahim sonuç ise, tüzeyi zorlayanların inanılmaz sağgörüsüzlüğünü fırsat bilenlerin, Türk anayasa düzenini kökünden sarsacak bir anayasa değişikliğini gerçekleştirme yolunda çok önemli bir adım atmış olmaları. Öyle görünüyor ki, artık bir düş gibi görünen bir uzlaşmayla bu anayasa değişikliğinden vazgeçilmezse ya da işleri daha da çığırından çıkaracak yeni zorlamalar olmazsa, Ekim 2007’de Türkiye, bunca yıllık demokrasi çabalarının kazanımlarını tehlikeye atacak köklü bir anayasa değişimine uğrayacak. Bunalımın başladığı günden bugüne, 12 Şubat 2007 günü yitirdiğimiz sevgili uğraştaşım Yavuz Sabuncu’nun anısına özgülenen bu dergi sayısında, bu süreci değerlendirmek için veri topluyorum. Ancak iş o denli büyüdü ki, konunun türlü boyutlarını tek bir yazıda ele alma olanağı kalmadı. Neyse ki bu arada, Türk bilim yaşamının onuru olacak iki yazı yayınlandı. Biri, Ece Göztepe’nin, Birikim dergisinde (Haz. 2007) yayınlanan “Sevilmeyen Anayasayı kim korumak ister?” yazısı, öteki ise, Ender Helvacıoğlu’nun Bilim ve Gelecek dergisinde (Haz. 2007) yayınlanan “Cumhuriyet mitinglerini nasıl ∗ Bunalımın yol açtığı tartışmalarda bilim insanlarının saygınlığı öylesine yaralandı ki, bu yazıda ne kendim, ne de başkaları için herhangi bir san kullanmamayı daha doğru buluyorum. Cem Eroğul z 2007 Cumhurbaşkanı Seçimi Bunalımından Çıkarılabilecek Dersler z 169 169 okuyacağız?” yazısı. İlki bunalımın tüzebilimsel boyutunu, ikincisi Cumhuriyet mitinglerinin toplumbilimsel anlamını değerlendiriyor. İlkinin güzelliklerinden biri, “Yavuz Sabuncu’nun anısına (1948-2007)” sunutlanmış olması. İkincisinin güzelliği, yoksunluğunu fena halde duyumsadığımız bir sınıfsal çözümleme sunması. Ece Göztepe, benim bu dergi için hazırlamaya çalıştığım konuyu işlemiş. Üstelik de, büyük bir yetkinlikle işlemiş. Kendisini övünç ve kıvançla candan kutluyorum. Elbette, onun söylediklerini burada yinelemenin anlamı yok. Bu durumda, benim yazım tasarladığımdan çok daha kısa olabilecek. Önce, Ece Göztepe’nin yaptıklarını ve söylediklerini çok kısa bir biçimde özetleyeceğim. Bu arada, kendisiyle aynı görüşte olmadığım bir iki ayrıntıya değineceğim. Daha sonra, sıcağı sıcağına kaleme alınan bu inceleme “16 Mayıs 2007 günü saat 15.00’te” (Göztepe, 2007: 84) zorunlu olarak kesildiğinden, daha sonra yaşanan gelişmeleri özetleyip özellikle cumhurbaşkanını seçme yöntemini değiştiren son anayasa değişikliğini değerlendirmeye çalışacağım. Son olarak da, bütün bu gelişmelerden çıkarılması gereken kimi dersleri vurgulayarak, ben de incelememi zorunlu olarak bir yerde keseceğim. Ancak, bunalım öylesine derin, yaratacağı sonuçlar öylesine kapsamlı ki, bu konularda daha birçok inceleme yapma gerekeceğine hiç kuşkum yok. Ece Göztepe, anayasanın korunması sorununu kuramsal bir çerçeveye oturttuktan sonra, bunalım sürecini başlatan anayasal yorumu açıklayıp değerlendiriyor, arkasından yercillik (laiklik) konusundaki tutumu tartışmalı olan bir kişinin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının anayasal anlamını tartışıyor, sonra, tüzel yorum yöntemleri üzerinde durup bunalımın izlediği süreçte tarafların takındıkları tutumları tüzebilim açısından değerlendiriyor, son olarak da, cumhurbaşkanı seçimini yeniden düzenleyen anayasa değişikliğinin yaratacağı büyük sorunlara kısaca değinip anayasayı koruma gerekçesiyle tüzenin siyasallaştırılmasının anayasanın kendisi için yaratacağı tehlikeye bir kez daha dikkat çekerek yazısını noktalıyor. Ece Göztepe, kamuoyunun ortak algılamasını yineleyerek, bunalımı başlatan anayasal yorum sorununu, Sabih Kanadoğlu’nun 26 Aralık 2006 günü Cumhuriyet’te yayınlanan yazısından başlatıyor. Oysa, cumhurbaşkanı seçimi için toplanan mecliste toplantı yetersayısının üye tamsayısının üçte ikisi olması gerektiği görüşünü ilk kez ortaya atan kişi, eski SPK başkanı Ali İhsan Karacan.∗ 1 Aralık 2006 günü Dünya gazetesinde (20. sayfada) yayınlanan ∗ Bu bilgiyi, yazım için veri toplamakta bana yardımcı olan Siyasal Bilgiler Fakültesi Anatüze bilim dalı araştırma görevlisi Ertuğrul Cenk Gürcan’a borçluyum. Burada kendisine candan teşekkür etmeyi borç bilirim. Anlaşılan, basında, Ali İhsan 170 z Ankara Üniversitesi SBF Dergisi z 62-3 170 “Köşk Seçiminde Anayasadaki Püf Nokta” başlıklı yazısında Karacan, Kanadoğlu’nun üç hafta sonra savunacağı görüşü açık seçik bir biçimde ortaya koyuyor: “Karar nisabı olan üçte iki oyun sağlanamadığını anlayabilmek için toplantının yapılmış olması gerektiği kanısındayım. Bunun için de mutlaka ilk iki toplantıda en az üçte iki çoğunlukla toplantı yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.” Karacan, savunduğu bu kuralın Özal’ın seçiminde uygulanmadığının ayrımında. Ancak, siyasal gerekçelerle, bunun artık kesenkes uygulanması gerektiğini savunuyor: “Bunun yaratacağı politik sorunlar 2007’de 1989’a kıyasla kaldırılamayacak kadar ağır ve büyüktür. Bunun altında önce AKP’nin kalma olasılığı daha yüksektir.” Bu tüzel yorumun siyasal bir gerekçeye dayandığı, Sabih Kanadoğlu’nun, “Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı” sanını da kullanarak 21 Aralık 2006 günü Cumhuriyet gazetesinde (2. sayfada) yayınlanan ve Tehlikenin Farkında mısınız? diziçabasının (kampanyasının) çerçevesinde yer alan “Cumhurbaşkanı Seçimi” yazısında apaçık görülüyor. Bu seçimi siyasal düzen için büyük bir tehlike kaynağı olarak gördüğü içindir ki Kanadoğlu, 26 Aralık 2006 günlü Cumhuriyet gazetesinde (8. sayfada), “AKP Tek Başına Seçemez” yazısında, tüzemenleri ikiye bölen o ünlü yorumunu (Karacan’a hiçbir göndermede bulunmadan) ortaya atıyor. Yorum, temelde şu görüşe dayanıyor: Cumhurbaşkanı seçimi için yapılacak ilk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu arandığına göre, oylamaya en az 367 milletvekili katılmamışsa, “birinci oylama yapılmamış sayılacaktır.” Ece Göztepe; Erdoğan Teziç, Mümtaz Soysal, Fazıl Sağlam, Ülkü Azrak, Süheyl Batum, İbrahim Kaboğlu, Necmi Yüzbaşıoğlu, Aydın Aybay, Yekta Güngör Özden, Güven Dinçer, Nuri Alan gibi ünlü tüzemenlerin de paylaştığı bu görüşün kimi zaaflarına değiniyor. Ece Göztepe’nin, konuya ilişkin olarak yaptığı ve tümüyle katıldığım can alıcı saptama şu: “Bu maddede [Anayasa’nın toplantı ve karar yetersayılarına ilişkin 96. maddesinde] sözü edilen ‘başkaca hüküm’ler, Anayasa’nın değişik maddelerinde sadece karar yetersayısı için öngörülmüş olup 96. maddeye göre özel nitelik taşıyan herhangi bir özel toplantı yetersayısı mevcut değildir.” (Göztepe, 2007: 71). Ergun Özbudun, Zafer Üskül, Hikmet Sami Türk ve benim gibi kimi tüzemenlerin, Sabih Kanadoğlu’nun ve izinden gidenlerin savunduğu yorumu niye yanlış bulduğumuzu burada uzun uzadıya yinelememe gerek yok.1 Bunun siyasal bir Karacan’ın bu öncülüğüne göndermede bulunan tek kişi, İsmet Berkan (“Hukuku zorlamayın”) olmuş. 1 1982 Anayasası’na göre cumhurbaşkanının nasıl seçilmesi gerektiğine ilişkin olarak tüzebilim açısından kanımca doğru bir açıklama için, Zafer Üskül’ün, Yararlanılan Kaynaklarda bulunan “Cumhurbaşkanı Seçimi” makalesine bakılabilir.
Cem Eroğul – 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimi Bunalımından Çıkarılabilecek Dersler
PDF Kitap İndir |