Cem Eroğul – Behice Boran Yüz Yaşında

Behice Boran, ateşli bir yurtsever, yaratıcı bir bilim insanı, ciddi bir siyasetçi, gerçek anlamıyla partili bir Marksistti. Bütün bu özelliklerini, yiğit, dirençli, özverili ve aydınlık bir insan olarak yaşadı. Boran 1931 yılında Amerikan Kız Koleji’ni bitirdiğinde, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile başlayan, Atatürk Devrimi ile devam eden büyük aydınlanma dönüşümünde, yeni bir ulus yaratmanın coşkusunu ta yüreğinde duyumsayan, 21 yaşında bir genç kızdı. O da, birçok benzeri gibi, aydınlanmacı ulus yaratımına öğretmen olarak katkıda bulunmaya karar vermişti. Güzel bir rastlantıyla bu kararını uygulayamadı. Bunun yerine, tarih öğretmeninin sağladığı bir bursla, 1932 yılında ABD’de Michigan Üniversitesi’nde toplumbilim (sosyoloji) okumaya gitti. Okudu da: 1939’da Amerika’dan Türkiye’ye, yalnızca üniversite mezunu değil, doktorasını yapmış, sosyoloji doktoru unvanını kazanmış bir genç bilim insanı olarak döndü. Bu durum, bir başka aydınlık siyasetçiye, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e, onu Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne doğrudan doğruya doçent olarak atama olanağını verdi. Boran’ın üniversitede bilim dalı olarak toplumbilimi (sosyolojiyi) seçmesi, elbette bilinçli bir tercihti. Amacı apaçık: Toplumu bilimsel olarak incelemeyi öğrenecek, sorunları bilimsel olarak saptayacak, bilimsel yöntemlerle en doğru çözümlere ulaşacaktı. Ne var ki, kendisine kılavuz olacak bu bilimi, sosyoloji denen bilim dalında bulamadı. Arayışı sürerken, bir rastlantıyla Marksizmle karşılaştı. Bu da yaşamının dönüm noktası oldu. Behice Boran için Marksizm, birçoklarının aksine, bir gençlik hevesi değil, topluma hizmet için yıllardır aradığı en güçlü araştırma ve eylem aracı oldu. Marksizmle tanıştığında 27 yaşındaydı.


Geçmişinde son derece başarılı, uzun bir okuma, öğrenme, araştırma, düşünme süreci vardı. Artık olgun bir insandı. Marksizme kendini kaptırmadı. Onu hep bilinçli olarak kullandı. İlginçtir ki Marx’ın kendisi de zaten, ancak böyle bir olgunlaşma sürecinden geçtikten sonra Marksizme ulaşabilmişti. O da, hukuk, edebiyat, sanat, felsefe, tarih okumuş, 25 yaşında Demokritos’un Doğa Felsefesi ile Epikuros’un Doğa Felsefesi Arasındaki Farklar konusundaki doktora tezini tamamlamış, bu arada, Hegel’i Hegelci olacak derecede öğrenmekle birlikte, Hegel’in hukuk felsefesini eleştiren bir inceleme hazırlamış, siyasal eyleme katılmaya başlamış, çalıştığı gazeteyi dokuz ay içinde kapattırmayı başarmış, Prusya’ya girmeye kalkışırsa tutuklanması için emir çıkarılmış, sekiz yıl nişanlı kaldıktan sonra kendinden dört yaş büyük bir asilzade hanımla evlenmiş, birlikte Marksist oldukları Engels’le ölümlerine dek sürecek örnek ilişkiyi başlatmış, ancak 27 yaşını tamamlayıp olgun bir insan olduktan sonra, 1844 yılının son aylarında Marksizme ulaşabilmişti. Behice Hanım kendini, her şeyden önce bir bilim insanı olarak görmüştür. DTCF’de, 1939-1948 yılları arasında geçirdiği dokuz yılda, Türkiye’de bilimsel sosyolojinin temelini kurmuştur. Bugün toplumbilimin vazgeçilmez aracı olan saha araştırması yöntemini Türkiye’ye o getirmiştir. Ancak, benim açımdan bilim insanlığının en büyük delili, bir parti yöneticisi olarak, siyasal kavganın tam ortasında kaleme aldığı Türkiye ve Sosyalizm Sorunları kitabıdır. Siyaset bilimi alanında okuduğum en değerli yapıt olan Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brümeri’nden sonra, en ön sıralara koyabileceğim son derecede değerli bir siyaset bilimi yapıtıdır bu. Kitabın önsözünden size okuyacağım şu birkaç satır, Behice Hanım için, ideolojik kavgayı kazanmada en etkili yolun bilim yolu olduğunu açıkça gösteriyor. Kimi yerlerini kısaltarak aktarıyorum: “Sosyalizmin birbirinden az çok ayrılan bilimsel ve ideolojik iki cephesi vardır. Bilimsel yönü, hareket noktası ve son varış noktası itibarıyla eyleme bağlı olmakla beraber, bir inceleme, araştırma, eleştirme ve düşünme faaliyeti olarak sorunları en geniş sınırlar, ihtimaller içinde ele alıp en büyük bir özgürlük içinde çalışmaları yürütmeyi gerektirir. İnceler, düşünür, yazarken aklınız hep ‘Acaba Parti ne der bu konuda? Nasıl tepki gösterir yazdıklarıma?’ sorusuna takılı olursa, çalışmalarınız ve düşünceleriniz daha baştan belli bir yöne çekilmiş, belki de çarpılmış olabilir.

Sosyalist hareket bilimsel yönünü hiçbir zaman yitirmemelidir. Sorunların üzerine tam bir fikir özgürlüğü ve açıklığı ile yürümek, bunu yaparken de hata etmekten korkmamak gerekir. Özgürce düşünüp hata etmekten daha tehlikeli olan şey, düşüncenin kalıplaşması, donmasıdır.” (s. vıı)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir