Cem Eroğul – Anayasalcılığın Sınıfsal Anlamı

Devlet beş bin yıl dolayında bir geçmişe sahipken, devleti tüzel bir çerçeveye oturtan ve devlet-yurttaş ilişkilerini düzenleyen yazılı anayasaların yalnızca iki yüzyıllık bir geçmişi vardır. Gerçekten de, İngiliz Devrimi sırasında kısa bir süre yürürlükte kalan 1654 tarihli Instrument of Government’i saymazsak, bugün hâlâ yürürlükte olan en eski yazılı anayasa, 1787 tarihli ABD Anayasası’dır. Yazılı anayasalar, burjuva çağının ürünleridir. Sınıf olarak burjuvazinin kaynağı ticarettir. Bu bakımdan, egemenlik bu sınıfa geçince, tıpkı tecimsel yaşam gibi, siyasetin de sözleşmeye (senede, kontrata) bağlanmış olmasına şaşmamak gerekir. Üstelik yalnızca devletin değil, toplumun kuruluşu bile bu başat düşünceyle açıklanmaya başlanmıştır. 1762 yılında yayınlanan Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi, bu bakış açısının en ünlü, ancak asla tek olmayan örneğidir. Topluma hangi sınıf egemen olursa onun düşünce tarzı her şeye damgasını vurur. Bugün de “sözüm senettir”, “bu işin faturasını bana çıkarma”, “siyasetçi olarak iflas etmiş”, “paran kadar konuş” ya da “beş paralık adam”, “üç kuruşluk bir iş” gibi deyimler “geçer akçe”dir. Ulus oluşumu da burjuva çağının bir ürünüdür. İşlevi, tüccara, içte serbest ancak dışa karşı belli sınırlarla korunmuş bir pazar sağlamaktır. Ulusçuluk bu temel gerçek üzerine kurulmuş ve gelişmiştir. Zamanla, dünyaya egemen olan sınıfın bu siyasal oluşumları bütün dünyaya yayılmıştır. Yazılı anayasa ile ulus kalıbı, genellikle bütün dünya devletleri için geçerli olan bir çerçeveye dönüşmüştür. Öyle olunca da, burjuvazi dışındaki sınıflar da, bu çerçeveyi kendi sınıfsal çıkarları için kullanmaya başlamışlardır.


Bu kalıplar böylesine yaygınlaşınca, bunların sınıfsal anlamlarını açıklayabilmek için, artık her tarih kesitinde, her toplumda, her gelişme aşamasında, bunların somut olarak hangi sınıflara hizmet ettiğini araştırma gereği doğmuştur. Bundan böyle, ulus-devlet ya da yazılı anayasa burjuva işidir diye kestirip atma olanağı kalmamıştır. Bu araçları değerlendirebilmek için, her somut durumda hangi sınıfların hangi çıkarına hizmet ettiklerini ortaya koymak gerekir. Bu yaklaşım, Türk tarihinde de anayasacılığın sınıfsal, dolayısıyla da toplumsal anlamını gün yüzüne çıkarabilmek için kullanılması gereken bir bilimsel kılavuzdur. Türkiye’de anayasacılık hiç de yeni değildir. Yüz yetmiş bir yıl önce, 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, hiç kuşkusuz bunun ilk adımıdır. Bununla ilk kez, yönetilenler uyruk konumundan yurttaş konumuna geçmeye başlamışlar; herkese can, ırz, mal dokunulmazlığı tanınmış; dini ne olursa olsun, herkes yasa karşısında eşit kabul edilmiştir. Başka bir deyişle, belirlenmiş sınırlar içinde ticaretin egemen olacağı düzene ilk adım atılmış, Türkiye kapitalizmin üstyapısını kurmaya girişmiştir. Ancak geç kalınmıştır. Bu nedenle kapitalizm bağımlı olarak doğmuştur. 1838 Osmanlı-İngiliz Balta Limanı Ticaret Antlaşması gümrük bağımsızlığını yok etmiş; İngiltere ile Fransa’yla bağlaşıklık içinde girdiğimiz Ruslara karşı Kırım Savaşı bağlamında, 1854’te, Osmanlı İmparatorluğu dış borç batağına saplanmış, gümrük bağımsızlığından sonra, kısa sürede mali bağımsızlığını da yitirmiştir. Türkiye bugüne dek beş anayasa kabul etmiş, toplam otuz yedi anayasa değişikliği geçirmiştir. Bunların her birinin sınıf anlamı, tarihsel rolü, toplumsal önemi elbette değişiktir. 1876’da kabul edilen ilk Osmanlı Anayasası, Kanun-u Esasi, bir bakıma saltçı padişahlığın kılıfı gibidir. Yine de, hiç de küçümsenmemesi gereken bir başlangıç olmuştur.

Unutmayın ki, o günlerde yazılı bir anayasası, hele bir parlamentosu olan ülkelerin sayısı çok sınırlıdır. Örneğin koca Rusya, bu adımları henüz atamamıştır. Gerçi bu anayasa uygulanamamıştır. İki 2 yıllık bir denemeden sonra, II. Abdülhamit anayasayı askıya almış ve otuz yıl boyunca Heyeti Mebusan’ın bir daha toplanmasına izin vermemiştir. Yine de, bir kez anayasa kabul etmekle çok önemli bir adım atılmıştır. Bu anayasa, kâğıt üzerinde de olsa, yargının bağımsızlığını, yargıç güvencesini, mahkemelerin yasallığını, duruşmaların açıklığını, savunma hakkını, adaletin reddedilmezliğini kabul etmiş, yönetilenlere, zamanının gerisinde kalmayan bir temel haklar güvencesi tanımıştır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir