Cemal Yıldırım – Bilimin Öncüleri

Bilim basit bir tanımla açıklanmaya elveren tekdüze bir etkinlik değildir; olgu-kuram bağlamında çok yönlü, karmaşık bir olaydır. Bilimin, ussal ve nesnel boyutlan yanında, değer yargısı, yaratıcı imgelem, hatta düpedüz duygusallık içeren boyutları da vardır. Çoğu kez bilim bir bilgi birikimi ya da düzenli güvenilir bilgi olarak tanımlanır. Bu yüzeysel bir anlayıştır. Bilime bir yanıyla düzenli, güvenilir bilgi olarak hakılabilir, kuşkusuz. Ama, “bilim” dediğimiz etkinliğin asil özelliğini ürettiği bilgiden çok bilgi üretme yönteminde aramalıyız. Bilim özünde bir arayıştır; gerçeği bulmaya, olgusal dünyayı açıklamaya yönelik bilişsel bir arayış! Okuyucu elindeki kitapta yer alan bilimin öncülerinin hemen tümünün çalışmasında bu anlayışın yansıdığını görecektir. Bilim teoloji ya da herhangi bir ideoloji türünden “yanılmaz” dogmalar içeren bir öğreti değildir; tutarlılık ölçütüne bağlı bir sınama-yanılma, yanılgıyı ayıklama sürecidir. Olgusal yoklanmaya, ussal eleştiriye kapalı hiçbir ilke ya da varsayıma bilirnde yer yoktur. Bilim bir inanç dizgesi olmadığı gibi, sanat gibi spontane bir yaratıcılık da değildir. Gelişmesi bir yanıyla devrimsel atılıma, kavramsal açılıma dayanan bilim birikimseldir; özellikle güvenilir gözlem ve deney sonuçları belli dönem ya da yaklaşım biçimlerine 4 • Giriş ( göreceli değildir. Her kuşak problemlere çözüm arayışında, dahası kendine özgü yeni atılımlannda bile, daha önce kazanılan deneyim ve bilgi birikimini göz önünde tutmak zorundadır. Bilimin yenilenmeye açık dinamik yapısı önemli bir özelliğidir, kuşkusuz; ama bir ölçüde de tutucu olduğu söylenebilir. Pek çoğumuz için alışık olduğumuz bir inançtan, koşullandığımız bir ideolojiden kopmamız ne denli zorsa, bilirnde de yerleşik bir varsayım ya da kuramı (bu kurarn kimi yeni gözlem verilerini açıklama işlevinde yetersiz kalsa da) değiştirmek o denli güçtür. Güçtür, ama, bilim tarihinde örnekleri az o lan bir o lay da değildir.


Bilim bir yanıyla normlara bağlı kurumsal bir etkinliktir, kuşkusuz; bilim adamlan çoğunluk çalışmalarını bu normlar çerçevesinde sürdürürler. Ne var ki, öncü bilim adamlannın performansına baktığımızda, yerleşik normlan aşan, dahası onlara kimi kez ters düşen atılırnlara tanık olmaktayız. Bilim tarihinde “devrim” diye geçen büyük dönüşümlerin kişide üstün yetenek, derin sezgi ve geniş imgelem gücü gibi özelliklerin yanı sıra yüreklilik isteyen bireysel atılırolann ürünü olduğu söylenebilir. Aslında bilimsel gelişme karmaşık bir süreçtir: ne salt bireysel atılırnlara ya da kendi iç dinamizmine, ne de salt sosyal ya da ekonomik koşulların etkisine indirgenebilir. Bilimsel gelişmeyi tek boyutlu bir yaklaşımla açıklayamayız. Tüm kültürel etkinlikler gibi bilim de üstün yetenekli kişilerin gerçeğe yönelik arayışlanna elveren bir ortamın ürünüdür. Değindiğimiz bu özellikler ileriki sayfalarda daha da belirginlik kazanacaktır. Şimdi değine- 5 ceğimiz bir nokta da yaygın bir anlayışa ilişkindir. Buna göre, bilim çeşitli araç ve düzeneklerle yaşamımıza giderek daha fazla giren teknolojiden başka bir şey değildir. Kökü daha eskilere uzanan başka bir görüşe göre de bilim tildişi kulesine ya da laboratuvarına kapanmış kimi “garip” kişilere özgü bir bakıma gizemli bir düşün etkinliğidir. Hemen söyleyelim: Teknoloji, bilimin pratik uygulaması olmakla birlikte, bilim değildir. Aynı şekilde, tüm soyut kavramsal yapısına, günlük yaşam pratiğinden uzak tutumuna karşın bilime temelde sağduyunun daha düzenli ve tutarlı bir uzantısı diye bakılabilir. Ne olağanüstü yetenekli küçük bir kesime özgü, ne de ortalama kavrayış gücümüzü aşan gizemli bir etkinliktir. Bilimi ayrıca astroloji, parapsikoloji, frenoloji türünden uğraşlada da karıştırmamak gerekir. Bu tür uğraşlar ne amaçları ne de yöntemleri açısından bilim sayılabilir.

Amaçlan gerçeği tanımak, güvenilir bilgi üretmek değil, insanları birtakım “uydurma” açıklamalarla, oyalamak, aldatmaktır. “Sahte bilim” denen bu uğraşiann olgusal yoklanmaya elveren, ussal eleştiriye açık hiçbir sonucu gösterilemez1 • Bilimin kimliğini ortaya koymak için herşeyden önce tarihsel kökenine ve gelişim sürecine bakmak gerekir. Bu bakış bize aynı zamanda ele aldığımız bilimin öncülerini doğru değerlendirmede geçerli bir perspektif sağlayacaktır. 6 e Bilimin Öncüleri Bilim Tarihine Kısa Bir Bakış Modern bilimin doğuşu insanlık tarihinin belki de en önemli olayıdır. Bir kez bilim bir araştırma yöntemi olarak insan düşüncesine güçlü bir nitelik kazandırmıştır. Sonra, ortaya koyduğu sonuçlar, ilk uygarlıklara yol açan icat ve buluşlar ölçüsünde önemlidir. Bilimin doğuşuna ve gelişimine yol açan koşulların ne olduğu bugün de tartışılan bir konudur. Kimi bilim tarihçileri bilimi, kökü ilk uygarlıklara uzanan bir deneyim ve bilgi birikimi olarak algılamaktadır. Kimisi ise bilimi belli kültürel koşullarda ortaya çıkan kimi üstün yetenekli seçkinterin öğrenme ve araştırma tutkusunun ürünü saymaktadır. Öte yandan Karl Marx ve onu izleyen düşünürler de soruna daha değişik bir açıdan yaklaşmışlardır. Onlara göre, bilimin gelişmesinde temel etken kişilere özgü öğrenme, araştırma merakı değil, toplumsal ihtiyaç, ekonomik koşullardır. Marxistler, tüm kültürel etkinlikler gibi bilimin de üretim ve bölüşüme bağımlı bir gelişme olduğu savındadırlar. Bu bağımlılığa kanıt olarak endüstri devriminin modern bilimi öncelernesi olayını göstermektedirler (İleri sürülen tezin örnek olarak alınan olayla kanıtlandığı kesin olmaktan uzaktır. Bir kez endüstri devriminin modern bilimi öncelediği doğru değildir. Sonra sorulabilir: karmaşık ve çok değişkenli bir olay olan bilimsel gelişmeyi “ekonomi” adı altında tek bir nedene indirgemek ne denli geçerli olabilir?).

7 Bilimin gelişimine ilişkin birbiriyle çelişen görüşlerin tartışmasını bir yana bırakarak, soruna daha yalın bir gözle bakalım. Tüm canlılar gibi insanın da yaşaminı sürdürmesi öncelikle doğal çevresiyle uyum kurmasına bağlı olmuştur. Ne var ki, insan uyum kurınakla kalmamıştır; düşünme, iletişim kurma ve araç yapma gücüyle doğaya egemen olma sürecine girmiştir. İnsanın bu yetilerinin belirgin izleri günümüzün göz kamaştıran bilimsel ve teknolojik başarılarından tarihin derinliğinde kalan Eski Taş Dönemindeki icatlara kadar uzanmaktadır. Kazılar o döneme ait ağaç, kemik ve çakmak taşından yapılmış balta, bıçak, iğne, mızrak gibi araçlar ortaya çıkarmıştır. Sonra gelen Neolitik dönemde avcılıktan tarıma geçen insanın çanak çömlek türünden yeni araçlara el attığı, dahası, “dokuma makinesi” diyebileceğimiz basit bir araçla giyim eşyası üretimine geçtiği görülmektedir. Çağımızdan yaklaşık yedibinyıl öncesine gelindiğinde büyük bir adım daha atılarak metal işleme dönemi başlar: bakır, teneke ve bunların alaşımı bronz ortaya çıkar. 1 nsan hiç bir başarısıyla yetinmemiş, her dönemde yeni arayışlar içine girmiştir. Uygarlık bu sonu gelmez arayışların biriken ürünüdür. Bilim tarihinden ilk uygarlıkların Dicle-Fırat, Nil ve lndus gibi büvük nehirlerin vadilerinde ortaya çıktığını öğreniyoruz. Saban, tekerlekli araba, gemi ve sulama kanalları bu vadilerde yaşayan insaniann buluşlandır. Hayvanların iş gücünden yararlandıkları da bilinmektedir. Üretimleri yalnız toprağı işleyenierin değil, rahip ve soylulardan oluşan bir seçkin sınıfın geçi- 8 e Bilim Tarihine Kısa Bir Bakış mi içinde yeterliydi. Astronomi ve matematiğin gelişmesinde, boş zamanlarını öğrenmeye adayan bu kesimin işlevi büyük olmuştur. Tarımsal bolluk demircilik, çömlekçilik ve başka zanaatların da gelişmesine olanak sağlamıştı.

Ateşte kum, soda ve kireç taşı yakılarak cam üretilmekteydi. l.Ö. 3000 yıllannda “Mezopotamya” diye bilinen Dicle-Fırat vadisinde oluşan Sümer uygarlığı yumuşak kil üzerinde yazı yazma tekniğini geliştirmişti. Mısırlıların yöntemi daha ileri bir düzeydeydi: kayıtlarını bitkilerden elde ettikleri bir tür kağıt üzerinde mürekkeple tutuyorlardı. İki uygarlıkta da alış-veriş işleri basit hesaplama becerilerinin gelişmesine yol açmıştı. Özellikle arazi ölçümünde kullandıkları geometri oldukça ileri bir düzeydeydi. pi sayısını, dik açılı üçgenlerin özelliklerini biliyorlardı. Astronomide gözleme dayalı kimi ilk bilgileri, bu arada, dairenin 360°’ye, bir günün 24 saate, bir saatin 60 dakikaya, bir dakikanın 60 saniyeye bölünmesini Sümer uygarlığının mirasçısı Babiliilere borçluyuz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir