Karl Pearson – Modern Devlette Bilimin Yeri

Devletlerin varlığını sürdürebilmesi için alması gereken birçok önlem vardır. Aksi halde çağın gerekliliklerine uyamayarak var oluşunu devam ettiremez. Uluslararası ilişkiler günümüzde artık nesnel biçimlerde yerine getirilir ve genellikle birtakım statükolara göre dizayn edilir. Peki bu statükolar nasıl oluşmaktadır? Devletlerin uluslararası ilişkilerdeki yerini belirleyen şey nedir? Bir ulusu ne güçlü kılar? Ya da tarihten bugüne devletler nasıl evrimleşmiştrir? Hangi devletler varlıklarını sürdürebilmiş hangileri ise sürdürememiştir? Bu soruların herkesçe farklı bir cevabı vardır. Kimisi yukarıda belirttilen soruları ekonomiyle .kimisi jeopolitk önemle bazıları da askeri güç ile açıklamaya kalkacaktır. Bu açıklamaların tümü doğru olmakla beraber eksiktir. Devletlerin varlıklarının asıl güvencesi bilime ve araştırmaya verdikleri önem ve ayırdıkları maddi kaynaktır. Ekonomik, askeri ve siyasi güç hep bunun doğal uzantısıdır aslında. Kimi ülkeler vardır ki onların çöküşleri blime önem vermelerine rağmen olmuştur. Bu doğrudur ancak bilimin önemini yanlışlayacak değildir. Tarihe karışmış o ülkeler, örneğin Pers İmparatorluğu, Antik Mısır İmparatorluğu ya da Antik Makedonya Krallıkları bilim ve fennin odak noktaları olmalarına rağmen tarihe karıştılar. Onların hegemonyalarını bu denli kadim ve güçlü kılan en büyük etmen bilime verdikleri önemdir. Birazdan okuyacağınız eserin konusu da esas itibariyle bu istikamettedir. Modern devlette bilimin yeri nedir? Neresi olmalıdır? Bu nokta çağa ayak uydurabilmenin sihirli anahtarıdır.


Tüm ulusumuzun kavraması gereken şey budur. Bilimin önemi! Ve bu eser blime önem veren ulusların nasıl kalkanıcağına çok önemli örnekler sunmaktadır. “Modern Devlette Bilimin Yeri” adeta bir rehberdir. Devlet erkanının uygulamalarına ışık saçar. Eğitim kuramlarının önemi, eğitim kurumlan ve “saha” diye dile getirilen asıl uygulama alanlarının uyumlandırılması bu kitabın konuları arasındadır. Her seviyeden çalışanın nasıl ve hangi kapsamlarda eğitilmesi gerektiği bu kitapta ayrıntılı ve özenli bir şekilde ele alınmıştır. Bilimsel davranıştan kopmanın hayati sonuçları vardır. Ya bu sonuçları göğüsleme zorunluluğuna boyun eğeceğiz ya da devletimizi bilimin ışığında inşa edeceğiz. Tüm kuramlarımızı ve sistemlerimizi bu yönde oluşturacağız. Gelecek bilimi rehber alanların olacaktır. Bizim de bir geleceğimiz olabilsin istiyorsak devlet örgütünde bilimsel metotları izlememiz gerekir. “Bilim” bir ahtapot gibi devletin tüm organlarını sarmalıdır. Bir şahsın belli bir mevkiye atanmasından, tüzük ve yönetmelik gibi genel kuralların oluşturulmasına, kurumlar arası ilişkiler düzenlenmesinden meslek içi eğitimlere kadar her şey bilimsel veri ve yöntemler ışığında oluşturulmalıdır. Unutmamamız gerekmektedir ki, “bilim” bizim ve çocuklarımızın güvencesidir… Burak Erdoğdu Yazar-Çevirmen Bilim ve Modern Devletin Yapısı 19’uncu yüzyılın ikinci yarısına girilmeden evvel devlet hakkında genel geçer bir teori ortaya atmak ne yazık ki imkânsızdı. Yaşam yalnızca doğa ve insanın mücadelesine dayanıyordu ve bunun ötesinde teoriler geliştirme imkanı pek yoktu.

Bilim o yıllarda henüz devlet yaşamı hakkında hipotezler üretebilecek durumda değildi. Darwin’in evrim teorisi insan yaşamının çağlar boyu nasıl evrilerek geliştiğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Darwin’den önce yapılmış olan çalışmaların tümü Darwin’in tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte işlevsiz kılınıyordu. Darwin yalnızca biyoloji alanında gelişim sağlamadı, diğer bilim alanlarını da aydınlattı. Darwin’in çalışmasına aşina olan bilim insanları ancak devlet insanın bilimsel anlamda sentezini yapabilecek yeterliliğe ulaşabildiler. Darwin ile birlikte artık devlet ve yapısı ile ilgili daha somut teoriler geliştirilebildi ve konu felsefenin ve mantığın tekelinden kurtuldu. Bu kapsamda devlet artık tarih boyunca evrilerek gelişmiş, canlı bir organizasyonel doku olarak anılmaya başladı. Aynı kanunlara tabi, ortak çıkar güden insanların belirli amaçlar etrafında toplu mücadelesi, devletin temelini teşkil etmekteydi. Devlete karşı geliştirilen bu somut bakış açısının kökenleri Darwin tarafından ortaya atılmıştı. Hegel gibi düşünürler de konuya metafiziğin ötesinde yaklaşımlar geliştirdiler ve Devlet artık biyolojik bir varlık gibi incelenebilir hale geldi. Devlet konusundaki ilk bilimsel çalışmalar ne yazık ki pek sağlıklı değildi. Darwin’in biyolojik çalışmaları yanlış yorumlandı. Bir doğa kanunu olarak bugün su götürmez bir kesinlikle kabul gören; güçlü olanın hayatta kalması prensibi devlet yönetimi hususunda ilke edinildi. Bu da vahşi bir anlayışla rekabet dayalı acımasız bir devletin varlığına sebep oldu. Arı kovanlarında göze çarpan yardımlaşma, iş bölümü ve uyum gereksinimi ne yazık ki göz ardı edildi.

Devletin insani ve yardımlaşmaya dayalı bir organizasyon oluşu umursanmadı ve türler arası mücedeleye aşırı bir vurgu yapıldı. Bu da zalimliği haklı çıkarmaya götürdü insanlığı… Darwin’in söz konusu çalışması o ana kadar bilimsel düşünmeye yatkın olmayan zihinler üzerinde ilkin bu bağlamda negatif bir etki yaptı. Doğal seleksiyona dayalı bu aşırı aceleci tutum ne yazık ki devletin omurgası olan yasalara dahi sirayet etmişti. Neyse ki bu hep böyle sürüp gitmedi ve zamanla insanoğlu devlete dair daha akla ve bilime uygun teoriler geliştirebildi. Yine de bir çığır açmış da olsa Darwin’in ilkin olumsuz etkilerinin gözlemlendiğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Bu noktada devlet konusunu kısa süreliğine bir kenara bırakıp Darwin’in Evrim Teorisine odaklanmak gerekir. Darwin’ e göre doğal seçilim dört ana faktör üzerinde kurulmuştur. 1] Karakterler çeşitlilik arz etmektedir. 2) Karakter soyaçekim ile atadan miras kalır. 3] Kişilerin ömür süreleri karakterleri ile değişecektir. 4) Erken ölen kişiler geç ölenlere nazaran daha az çocuk sahibi olurlar. Bu noktada Darwin’in Teorisini sarsılmaz bir yasa olarak kabul etmemek gerekir. Ancak yine de bu teoriden yola çıkacak olursak şunu görürüz ki 50000 yıl evvel bulunan insansı organizmaların iskeletleri incelendiği zaman onlara insan demek oldukça zordur. İnsanlık bin yıllar boyu evrilmiştir ve evrilmeye devam edeceği aşikardır. Bir insan ömrüne sığacak kadar kısa bir zaman tabi ki evrimin kanıtlarını görmeye yeterli olmayacaktır, bu insanların evrilerek yaşam koşullarına uyum sağladığı gerçeğini değiştirmemektedir.

Buradan şu sonuca varılmamalıdır. Evrim elbette ki kümülatif bakıldığından ileriye doğrudur ancak bu doğan her insanın bir öncekinden daha yetkin niteliklerle donatıldığı anlamına gelmez. Evrim total olarak ileriye dönük de olsa birey bazında her zaman bu böyle olmamaktadır. İşte bu noktada yapılan hata evrime sıkı sıkıya bağlı kalındığında ortaya çıkmaktadır. Eğer bireyin bireyle olan mücadelesini esas alır ve tüm evrim teorisini bunun üzerine inşa edersek çok önemli bir noktayı es geçme tehlikesiyle yüz yüze kalırız. O da toplumsal yardımlaşmadır. unutmamak gerekir ki birey gelişiminin önemli bir kısmını da bu yardımlaşmaya borçludur. Ahlaki kuralların gelişimini, kabilelerin ortay çıkışını yadsımak evrim teorisine sakat ve eksiltili yaklaşmaya sebep olacaktır. Ulusların ortaya çıkışı, dinler, gelenekler ve toplumsal yaşam gerekliliği hep insanın evrimi sonucu ortaya çıkan gerekliliklerdir. Bununla beraber bireyin tek başına da yaşam koşullarına uyum sağlayarak evrildiği yadsınamaz bir gerçektir. işte toplumun gelişmesi de bu tek tek evrilerek ilerleyen insan sayesinde olagelmiştir. Bununla birlikte toplumların çevrelerine daha kolay uyum sağladığı ve hayatta kalabildiği görülmüştür. Bu kapsamda da git gide daha kararlı ve daha uzun süre kalıcı olan topluluklar inşa edilebilmiştir. Küçük kabileler git gide büyüyerek devasa imparatorluklara evrilmiştir. Büyük devletleri oluşturan bireyler arasında çatışma ve mücadele hep olagelmiştir ancak yine de büyük resme baktığımızda toplum bireylerin omuzları üzerinde yükselmiş ve akabinde bireylerin hayatım ileriye taşımıştır.

Antik Yunan toplumlarına baktığımız zaman görürüz ki küçük şehirlerarasmda süregelen çatışma ve savaş ulusların kalkınarak gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bu bakımdan çatışma ve yardımlaşma tarih boyunca hep iç içe olmuş ve birbirini tetiklemiştir. Bu sayede sanayi gelişmiş, daha karmaşık teknolojiler geliştirilebilmiş ve insan hayatı mücadele ve yardımlaşma üzerinde ilerlemiştir. Güç mücadelesi insanlar arasındaki ilişkileri şekillendirmiş, disiplin, aidiyet ve görev kavramlarının doğmasına neden olmuştur. Toplumlarm kaynakları elde etmek ve korumak üzerine geliştirdikleri stratejiler, onları hem bir iş birliğine mecbur kılmış hem de zihinsel ve fiziksel gelişimlerini sağlamıştır. Zafer ancak iş birliği ile elde edilebilirdi bu bakımdan toplumlar çatışma ve tehdit altında kenetlenerek hep daha ileriye yürümeyi başarabilmelilerdi. Daha önce de belirttiğimiz gibi çatışma ve güçlü olanın hayatta kalmasını tek şart olarak ele almak devletin gelişimini algılayamamamız sonucunu doğuracaktı. Ticaret yolları ve pazarların kontrolü ilkin bireylerin tekil bazda ilgisini çekmişti ve herkes kendisi için söz konusu gelir kaynaklarını kontrol etmeyi hedefledi. Ancak evrim zamanla toplumları bu alanda yetkin kıldı ve uluslar söz konusu ticari gelir kaynaklarını elde tutmayı hedeflemeye başladılar. Söz konusu kaynakların devlet açısından öneminin kavranması ve devletin bizzat onu teşkil eden bireylerden bağımsız olarak kaynakları koruma teşebbüsü bireylere tek tek zenginlik sağladı ve bu zenginliğin gelişmesi için iş birliği tek ön koşul olarak tarihe geçmişti. Devletlerin bu yolda ilerlerken birtakım hataları da olmadı değil. Kaynakların kontrolüne, daha fazla gemiye, daha fazla tüfeğe, daha gelişkin üretim araçlarına sahip olmayı amaç edinen devlet ne yazık ki onu teşkil eden bireylerin zenginliğini önemsememeye başladı. Bazı devletler bireylerden oluştuğunu ve bireyin mutluluğunun toplumun refahını sağlayacağım unutma eğilimi göstermeye başladılar. Devlet bireyler üzerinde inşa edilmeliydi, bu gerçekten de gözden çıkarılmaması gereken bir husustu. Şimdi bir ulusun zenginliğinin neleri içerdiğine bir göz atalım.

Bir ulusun gücü ve yetkinliği verimli tarım arazisinin bolluğundan, yetişkin güçlü iş gücünden, zengin maden yataklarından, su, yağ, kömür ve gelişmiş ulaşım araçlarından geçmektedir. Bununla beraber limanlar, demiryolları, karayolları ve sanayisi onun fiziksel gücünü teşkil eder. Bütün bunlara ek olarak zihin gücü de oldukça önemli bir öge olarak görülmelidir. Zihin gücüne ek olarak vatan sevgisi yüksek bireyler, mekanik alanda gelişkin yetenekli kişiler de ulusların zenginliğine zenginlik katacaktır. Mevzuu bahis olan kaynaklar ehil zihinler tarafından layıkıyla işlenmedikçe daima atıl kalmaya mahkûmdur. Atıl kaynaklar da elbet bir gün onu gerektiği gibi işleyebilecek zihinlerin eline geçecektir. Tarih ileride neyi getirir bilinmez. Ancak bugünün devleti bu saydığım kaynakların üzerinde yükselmek zorundadır aksi halde tarih sahnesinden silinmesi kuvvetle muhtemeldir. Devletler için güç, sadakat, vatanseverlik, hizmet elzem hususlardı. Bunu bireylerinden sağlayamayan devletler zamanla çökecektir. Kaynaklara sahip olmak ve onları etkin bir şekilde yönetebilmek elbette çok önemlidir ancak, bireyin rolünün de yadsınmaması gereklidir. Zekâ toplumsal gelişim için kaçınılmaz derecede önemlidir ve yalnızca yeterince zekice idare edilen uluslar koca ulusların basit bir tamirci çırağının sırtında yükseldiğini unutmama inceliğini gösterebilecektir. Yirminci yüzyılın modern devletinde zekâ kapasitesi yüksek eğitimli bireylerin rolü giderek artmaktadır. Önceki yüzyıllarda gelişmemişliğe bağlı olarak kas gücü ve fiziksel aktivitenin yeri çok daha büyükken zamanla bu yer kendisini zekâya teslim etmiştir. Yirminci yüzyıl bu bakımdan zekanın yüzyılı olacağa benzemektedir.

Bununla birlikte eski devletlerde sınıflı toplum ve kast sistemi görülürdü, bu toplumlar zamanına göre işlevsel sayılabilirdi ancak çağımızın değişen şartlarında sınıflar arasında keskin ayrımların gözlenmesi devlete yarardan çok zarar sağlamaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde zekanın ön plana çıktığı günümüzde sınıflar arası çetin ve aşılamaz sınırlar kesinlikle işlevselliğini yitirmiştir diyebiliriz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir