Cemil Kavukcu – Uzak Noktalara Dogru

Aylardan nisan ve biz Burt Lancaster’i görmek için bir dağ köyüne gidiyoruz. Kararsız, oynak bir nisan; havanın ne yapacağı hiç belli değil. Ansızın gözü dönmüş bir yağmur indiriverir; ya da asık yüzlü bulutlar selam bile vermeden, peşleri sıra, ne işe yaradığı pek anlaşılmayan gök gürültüleri ve şimşekleri de sürükleyerek, yere tek bir damla bile düşürmeden geçip giderler: Her şey belirsiz ve biz Raci’nin sepetli motosikletiyle bozuk bir köy yolunda ilerliyoruz. Raci, kamburunu çıkarmış, boynu yok gibi, yüzü kavgaya hazır. Bu, onun tarzı, motosiklet sürüyorsa başka türlü olması mümkün değil… Çocuksu bir coşkuya kapılarak bu yolculuğa çıktığıma çoktan pişmanım. Oysa o, ballandıra ballandıra anlatıyor; düşünsene, diyor, Burt karşında, hem de kanlı canlı ve seninle Türkçe konuşuyor. Otuz üç yaşında “Soidmark Katilleri”nde oynadığında hiç umutlu değildi, çünkü ona sende iş yok demişlerdi… Ardından hırıltılı bir gülüş. Kocaman bir taşın üstünden geçerken sepetten fırlayacakmış gibi oluyorum. Dişleri arasında sözleri anlaşılmayan bir sövgü; kendine mi, taşa mı, motosiklete mi belli değil. Sen önüne bak, diyorum, yol çok bozuk. Biraz şansım olsaymış bunca eziyete gerek kalmayacakmış, çünkü Burt, her perşembe mutlaka ilçe pazarına iner ve köy minibüslerinin önünden kalktığı kahvede otururmuş. Gerçi ne “Trapez”deki kadar çevik ne de “Yüzücü”deki kadar dinçmiş; üstelik bütün bunları anımsamayabilirmiş de. Evet, şanssızdık, üç perşembe o kahvede pineklemiştik. Olayın havasına bu denli girmemde o bekleyişlerin de payı vardı. Sonunda, bozuk bir köy yolunda serüvenli bir yolculuğu göze almıştım.


Burt, hasta olabilirdi ya da ölmüştü, bilmiyorduk. Kararmış bulutlar, kararlaştırdıkları gizli toplantı yeri, güçlükle ilerlediğimiz yolun üstüymüş gibi sessizce yığılıyorlar. Ve işte ilk şimşek. Raci yüksek sesle düşünüyor: Havanın niyeti kötü, kapağı bir an önce köye atmalıyız. Ama atamıyoruz. Egzoz birkaç kez öksürüyor ve motosiklet dik bir yokuşun ortasında kalıyor. Raci’ye bakıyorum, gözlerinde öfke var. Motosikletin çamurluğuna bir tekme savuruyor. Bu ondan beklenirmiş zaten, bilmem neresine ne yaptığı motosikleti (o, motorsiklet diyor). Bir tekme daha. Buraya kadar mı, diyorum. Bakıcaz, diyor. Bakıyor ve kısa sürede tanısını koyuyor. Karbüratörü pislik tıkamış! Motosiklete yöneltilen bütün sövgüler geri alınıp ilçe çıkışında uğradığımız “ibne benzinci”ye yöneliyor. Motosiklet çalışınca yüzü gülüyor.

Ben de rahatlıyorum tabii. Neyse ki bu kadarmış, aslanım, deyip farını okşuyor. Bu arada kararsız hava da seçimini yapmış ve öncü damlaları göndermeye başlamıştı. Raci’nin yüzünde yeni bir ürkü: Yağmur artarsa boku yeriz! Haklı, yol çamurdan bir tarlaya döner, köye çıkamayız. Diyelim çıktık, bu kez de inemeyiz. Dönüp dönmemek arası kararsızız. Gözlerimizde bir işaret aradığımız belli, ama ikimiz de “dönelim” sözcüğünü birbirimize sunuyoruz. Raci, iyice kambur şimdi. Filtresini ısırdığı sigarayı emerek yola bakıyor. Kaşlarını çatmış. Yol çok dik ve motorun cayırtısı sessizliği yırtıyor. Zaten az kaldıydı, diyorum; yani, dönmek aptallık olurdu anlamında. Ama bu Raci’yi rahatlatmıyor. Yağmurun onu korkuttuğu belli, üstelik hızlandı da, damlalar kesintisiz iniyor artık. Köye sırılsıklam giriyoruz.

Ortalıkta kimseler yok. Kocaman bir çoban köpeği kayıtsızca bize bakıyor. Kahvenin önünde durup kendimizi içeri atıyoruz. Ortaya verdiğimiz selam, bir uğultuyla yanıtlanıyor; her kafadan birer, “Hoş geldiniz.” Çaylarımızı yudumlarken köye geliş nedenimizle, yoldaki serüvenimizi ve nasıl yağmura yakalandığımızı Raci anlatıyor. Burt Lancaster’i görmeye geldik demiyor tabii, balık avlamaya çıktığımızı, aşağıdaki derede bir iki serpme attığımızı, ama bir şey çıkmayınca biraz daha yukarı gitmeye karar verdiğimizi, yağmur artınca da köye geldiğimizi söylüyor. Çaylarımız tazelendi. Yağmur daha on dakika böyle yağarsa geri dönemeyiz; en azından bugün ve gecesi buradayız. Bunu düşünmek bile son derece sıkıcı. Peki ya Burt? O nerede? Raci’ye bir göz işaretiyle soruyorum. Omuzlarını kaldırıyor. Yok. Olmadığını ben de görüyorum. Hasta mı, yaşıyor mu, köyde mi, başka bir köye mi gitti, yoksa biz yanlış köye mi geldik… Bilmiyoruz. Raci gülmeye başlıyor.

Ben de gülüyorum. Bu olasılığı hiç düşünmemiştik; o, bizim için Burt idi, ama bu köyde hangi adla yaşıyordu, bilmiyorduk. Yapacağımız tek şey yağmurun dinmesini beklemek. Bu arada –tabii şansımız varsa– bıyıklarına ak düşmüş yaşlı ve yorgun Burt kahvenin kapısında belirip en babacan gülüşüyle bizi selamlayabilirdi. Şansımız varsa, diyordu Raci. Pek yok gibi, diyorum. Yağmur da sonucu bildirdi: Bu gece buradasınız. II Kuzu Bir söylenceye dönüşmek üzere olan “Kuzu” olayına hâlâ kayıtsız kalışıma akıl erdiremiyor Raci. Üstelik hiçbir riski yok; ne motosiklet tepesinde saatlerce toz yutacağız ne köpek gibi ıslanacağız ne de yeterince konuksever bulmadığımız bir köyde perişan bir gece geçireceğiz. Yapacağımız çok basit, gece 12’den sonra fırının önünde bekleyeceğiz ya da beklediğimizi sezdirmemek için (Kuzu çok ürkek çünkü) dolaşacağız. Varsayalım yağmur yağdı (hınzır hınzır gülüyor), o zaman da fırına girer, bütün kılları una bulanmış o ayıyla (fırıncıyla) çene çalarız. Burt gibi olmasın, diyorum. Olmaz, diyor. Çözülür gibi olduğumun ayrımına varınca hemen Kuzu konusuna yükleniyor. İlçeyi son aylarda dolduran göçmenlerle gelmiş olmalı, diyor.

Bir gece onu fırının önünde görmüş ve insan değil bu, demiş, resmen bir kuzu. Taş çatlasa on altı yaşlarında bir çocukmuş ve hiç konuşmadan fırındaki ekmeklere bakıyormuş. Fırıncı (una bulanmış ayı) ona, ekmek mi alıcan lan, demiş; onda ses yok. Yalnızca bakıyormuş. Oradan biri, ayyaş terzi olabilir, gözleri çizgi gibi, ama kafası hepsinden iyi çalışıyor, belki parası yoktur, demiş. Paran mı yok lan? Kuzu’dan çıt çıkmıyor. Elleri kıçına bağlı biri de (gece bekçisi olamaz, çünkü onun elleri hep göbeğinin altındaki kalın kemeri avuçlar), parası benden şuna bir ekmek verin, demiş. Fırıncı ekmeği vermiş. Malı kaptı ya, demiş ayyaş terzi, bak ne biçim gidiyor. Çıkıp ardından bakmışlar, koşuşu, sıçrayarak giden bahar kuzuları gibiymiş. Ertesi akşam Kuzu yine fırının önündeymiş. Fırıncı, konuşursan sana bedavadan bir ekmek veririm, demiş. Kuzu yalnızca bakıyormuş. Fırıncı, iki ekmek, demiş. Ses yok.

Yalvar yakar olmuş, ama hiçbir sonuç alamamış. Sonunda, bir kere konuş sana her gece bir ekmek, demiş. Ne olmuş biliyor musun –eğer yalanım varsa Allah beni buracıkta taş etsin– Kuzu, “Hee,” demiş. O geceden beri “Ayı” yorgan döşek yatıyor. Karısı, uğradı diye hocalara okutuyormuş. Sonunda boyun eğiyorum; Kuzu’yu göreceğiz. Raci’ye bir konuda hak verdiğim için yine motosikletin sepetindeyim. Şimdi, diyor. Kuzu’nun ne zaman geleceği belli olmadığından fırının önünde ağaç oluruz. Hem, Kuzu orada dikildiğimizi görürse fırına sokulmayabilir. Sokağı adımlamamız (birkaç kez geçtikten sonra) kuşku çekebilir. Ama motosikleti alırsak rahat ederiz, sokak aralarında dolaşır, sık sık fırını kollarız. Fırının önünden beşinci geçişimiz. Raci yavaşlıyor ve fırıncının gözlerini yakalamaya çalışıyor. Fırıncı, “Ayı” değil tabii, o hasta, fırında bir sandalyede taş gibi oturuyor ve olup biten her şeyden habersiz.

İşi götüren kalfa. Raci’yi görünce kaşlarını kaldırıyor, Kuzu daha gelmemiş. Leblebiyle beyaz şarap aldık. Motosiklet, fırını görebileceğimiz bir kuytuda. Raci, bir şişe de gece bekçisine almakla akıllılık etmiş. Siz burada keyfinize bakın, deyip omzuna vurdu. Kuzu’yu görürsem düdük çalarak haber veririm. Peşine düştük ya, Kuzu birden yok oldu, dedim. Her gece ekmek alıyor, bu gece de mutlaka gelecek. Peki neden 12’den sonra? Bilmem, sıcak ekmeği kapıp gidiyor. Raci, kıçını seleden kaldırıp ayağı ile marş çubuğuna abandı. Motosiklet gürültüyle çalıştı. Birer şişe şarap daha alıp geleceğiz. Kuzu’yu kaçırırız endişesiyle hızlı sürüyor motosikleti. Daracık sokaklardan geçiyoruz.

Gecenin geç bir saati, ortalıkta kimseler yok. Her dönemeçte sepetten fırlayacakmış gibi oluyorum. Arnavutkaldırımlı uzun bir sokakta ansızın bir kedi çıkıyor karşımıza ve Raci onu ezmemek için yön değiştirince köşedeki elektrik direğine çarpıyoruz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir