Diana Gabaldon – Atesin Cagrisi – Kisim 2

Biri daha halloldu, diye düşündüm çatıya giden merdivenlerden çıkarken. Acele işlerimin arasında sıra Betty’ye gelmişti. Gerçekten uyuşturucu mu almıştı? Jamie’nin onu sebze bahçesinde bulmasının üzerinden iki saatten fazla zaman geçmişti ama eğer kadın Jamie’nin anlattığı kadar kötü durumdaysa, hâlâ belirtileri fark edebilirdim. Düğüne bir saat kalmıştı. Ancak Betty’nin umduğumdan daha fazla ilgiye ihtiyacı olması durumunda, düğün biraz geciktirilebilirdi. Katoliklerin kolonideki hoş karşılanmayan durumları yüzünden Jocasta, çoğunluğu Protestan olan misafirlerini Katolik bir törene tanıklık etmeye zorlayarak müşkül duruma sokmayacaktı. Evlilik kendi odasında gizlice gerçekleştirilecekti ve sonrasında yeni evli çift merdivenlerden kol kola inecekler, Rahip LeClerc’i yalnızca tuhaf giyinmiş bir davetli olarak kabul edecek olan misafirlerle düğün kutlaması yapacaklardı. Çatı katına yaklaştığımda, yukarıdan seslerin geldiğini duyup şaşırdım. Kadın kölelerin yatakhanelerine açılan kapı aralıktı; kapıyı açtığımda Ulysses’in yataklardan birinin başında durmuş, siyahî bir intikam meleği gibi beklediğini gördüm. Belli ki bu talihsiz olayın Betty için işini ihmal etmesi anlamına geldiğini düşünüyordu. Yanında, elinde küçük bir cisim tutan, iki dirhem bir çekirdek giyinmiş, kafasına da peruk takmış bir adam duruyordu. Benim konuşmama fırsat kalmadan adam elindekini hizmetçinin koluna bastırdı. Küçük bir çıt sesinden sonra cismi geri çekti ve kölenin kahverengi cildi kandan koyu kırmızı oldu. Damlalar iyice hızlanıp kolundan bir kâseye aktı. “Bir deri kazıyıcı,” dedi küçük adam Ulysses’e.


Cismi gösterirken sesinde gururlu bir ifade vardı. “Neşter ve benzerlerine göre çok daha gelişmiş. Philadelphia’dan aldım!” Kâhya başını kibarca eğdi. “Bayan Cameron’ın bu lütfunuza minnettar kalacağından eminim, Doktor Fentiman,” dedi. Ulysses. Cross Creek’in sağlık kurumunun ismi buydu. Boğazımı temizlediğimde Ulysses başını kaldırıp baktı. “Bayan Fraser,” dedi hafifçe eğilerek. “Dr. Fentiman da tam-” “Bayan Fraser?” Doktor Fentiman, tıpkı benim ona baktığım gibi şüpheci gözlerle bana baktı. Onun da bir takım şeyler duyduğu çok belliydi. Görgü kuralları üstün geldi ve Fentiman tek elini saten yeleğinin göğüs kısmına koyup eğilerek beni selamladı. “Emrinizdeyim hanımefendi,” dedi, yeniden doğrulurken. Nefesindeki cin kokusunu almış, burnundaki ve yanaklarındaki damarların kırmızılığını fark etmiştim. “Memnun oldum,” dedim elimi öpmesi için uzatırken.

Önce şaşırdı, sonra gösterişli bir hareketle elimi öptü. Pudralı kafasının üzerinden bakıp, çatıdaki loş ışığa rağmen kadını görmeye çalıştım. Cildinin kül rengine bakılacak olursa, Betty bir hafta önce ölmüş de olabilirdi. Ama çatının eğik tavanına çivilenmiş kalın yağlı kâğıttan sızan ışık herkesi solgun gösteriyordu. Ulysses de donmuş kömür gibi gri görünüyordu. Kölenin kolundan akan kan pıhtılaşmaya başlamıştı bile; bu iyiydi ama yine de Fentiman’ın bu küçük pis aleti aldığından beri kaç kişi üzerinde kullandığını düşününce tüylerim diken diken oldu. Çantası yatağın yanında açık duruyordu. İçinde aleti kullanmadan önce temizlemesi için hiçbir şey yoktu. “Nezaketiniz sizi yüceltiyor, Bayan Fraser,” dedi doktor, elimi bırakmadan. “Endişelenmenize gerek yok. Bayan Cameron eski ve değerli bir tanıdığım; onun kölesini tedavi etmekten çok mutluyum.” Masum bir şekilde gülümseyip gözlerini kırptı. Hizmetçinin yavaş ve hırıltılı bir şekilde nefes alıp verdiğini duydum. Nefesleri düzenli değildi. Nabzını yokladım.

Rahatsız etmemeye çalışarak derin bir nefes aldım. Doktor Fentiman’ın muhtemelen ısırgan otu ve çördük otu sürülmüş peruğunun pis kokusunun dışında, vücudundan keskin bir ter ve tütün kokusu geliyordu. Çantasının içinden ise odaya hem taze, hem de kurumuş kan kokusu yayılıyordu. Hayır, Doktor Fentiman bıçaklarını temizlemiyordu. Bunun dışında, Jamie’nin ve Brianna’nın tarif ettiği alkol kokusunu duyabiliyordum. Eğer bu karışımda afyon ruhu varsa, bunu duymak için kadına biraz daha yaklaşmam ve bunu aromalı uçucu yağların tamamen kaybolmasın diye bir an önce yapmam lazımdı. “Ne kadar da naziksiniz Doktor,” dedim samimiyetsizce gülümseyerek. “Eminim kocamın halası çabalarınıza minnettar kalacaktır. Ama sizin gibi bir centilmenin yapacak bir sürü işi vardır. Ulysses ve ben kadınla ilgilenebiliriz; eminim dostlarınız sizi yanlarında görmek isteyecektir.” Özellikle de kart oynarken sizin sayenizde birkaç pound kazanmak için yanıp tutuşanlar, dedim kendi içimden. Siz ayılmadan önce şanslarını denemek isteyeceklerdir! Doktor beni şaşırtarak bu iltifatlarıma yenik düşmedi. Elimi bırakıp, en az benim kadar samimiyetsiz bir şekilde gülümsedi. “Ah, hayır, hiç de değil. Emin olun, kadının bakıma ihtiyacı yok.

Fazla müsamahadan başka bir şey söz konusu değil. Güçlü bir kusturucu ilaç verdim; etkisini gösterir göstermez, kadın güven içinde kendi haline bırakılabilir. Üstelik, sevgili leydim, böylesi güzel bir elbisenin mahvolmasına gönlüm razı gelmez. Buna hiç gerek yok.” Karşı çıkmama fırsat kalmadan yataktan öğürme sesleri gelmeye başladı. Doktor Fentiman birden arkasına dönüp yatağın altındaki lazımlığı çıkardı. Kendi rahatsızlığına rağmen, hastayla ilgilenmesi övgüyü hak edecek türdendi. Ben olsam baygın bir hastaya kusturucu bir ilaç vermekte kararsız kalırdım ama bunun zehirlenme şüphesi durumunda yapılmasının -her ne kadar alkol genelde zehir olarak kabul edilmese de- mantıksız bir şey olmadığını kabul etmek zorundaydım. Doktor Fentiman, Jamie’nin keşfettiği şeyi keşfetmiş olabilirdi… Köle tıka basa yemişti; şölenlerde çok fazla yemek olduğu için bu şaşılacak bir durum değildi. Aslında bu, alkolün emilimini yavaşlatarak kadının hayatını kurtarmış olabilirdi. Kusmuğu rom ve konyak kokuyordu. Ne var ki diğer kokuların arasında burnuma afyonun belirsiz ve iç bayıcı tatlı kokusu da gelmişti. “Ne tür bir kusturucu ilaç kullandınız?” diye sordum kadının üzerine eğilip tek gözünü açarak. İrisi yukarı doğru bakıyordu, akik bir mermer gibi kahverengi ve donuktu. Gözbebekleri ise iğne ucu kadar küçülmüştü.

Kesinlikle bu afyondu. “Bayan Fraser!” Doktor Fentiman öfkeyle bana baktı. Peruğu kulağının üzerine doğru kaymıştı. “Lütfen gidip müdahale etmeyi bırakır mısınız! İşim başımdan aşkın ve sizinle uğraşacak zamanım yok. Siz, bayım onu götürün!” Ulysses’e işaret verip peruğunu düzelterek yatağa geri döndü. “Sizi küçük- ” Ulysses’in bana doğru şüpheli bir adım attığını görünce, dilimin ucundaki sıfatı söylemekten vazgeçtim. Beni kaldırıp götürmekte kararsız olduğu apaçıktı ama benim değil de Doktor’un emirlerine uyacağı da kesindi. Öfkeden titreyerek odadan çıktım. Jamie merdivenlerin sonunda beni bekliyordu. İnerken yüzümü görünce beni kolumdan tutup avluya çıkardı. “O… O!” Bir türlü konuşamıyordum. “İşgüzar solucan mı?” dedi yardım ederek. “Evet! Onu duydun mu?! O pisliği, o kendini beğenmiş kasabı, o lanet olası küçük… bücürü! Benimle uğraşacak zamanı yokmuş! Bu ne cüret!” Jamie öfkesini belirtmek için boğazından tuhaf bir ses çıkardı. “Gidip onun canına okuyayım mı?” dedi kamasına dokunarak. “Senin için bağırsaklarını deşebilirim-ya da istersen yalnızca yüzüne vururum.

” Bu teklif kulağa hoş gelse de, geri çevirmek zorundaydım. “Hayır,” dedim öfkemi zar zor kontrol altına alarak. “Hayır, bunu yapmasan daha iyi olur.” Phillip Wylie için de aynı şeyleri konuştuğumuz aklıma geldi. Jamie’nin de aklına gelmişti; uzun dudaklarının gülecek gibi yukarı doğru kıvrıldıklarını fark ettim. “Kahretsin,” dedim kederli bir şekilde. “Evet,” dedi, elini kamasından gönülsüz bir şekilde çekti. “Sanırım bugün kimsenin kanını dökemeyeceğim, değil mi?” “Bunu çok istiyorsun, değil mi?” “Evet, çok,” dedi duygusuzca. “Görünüşe göre bunu sen de istiyorsun Sassenach.” Buna itiraz edemedim; Doktor Fentiman’ı kör bir kaşıkla bağırsaklarını çıkarmak istediğim kadar başka hiçbir şey istemiyordum. Bunu yapamayacağım için elimi yüzüme götürdüm, derin bir nefes alıp hislerimi dizginlemeye çalıştım. “Kadını öldürmek mi istiyor?” diye sordu Jamie, çenesiyle evi işaret ederek. “Hemen değil.” Kanama ve temizleme kesinlikle sakıncalı işlemlerdi ve tehlikeli olabilirlerdi. Buna rağmen ani bir ölüm getireceği anlamına da gelmiyordu.

“Ah, afyon ruhu konusunda muhtemelen haklıydın.” Jamie düşünceli bir şekilde dudaklarını bükerek başını salladı. “Pekâlâ. Önemli olan, kendine geldiğinde Betty’yle konuşmak. Fentiman’ın hasta bir köleyi yatağının başında bekleyeceğini düşünüyor musun?” Şimdi düşünme sırası bendeydi. En nihayetinde başımı iki yana salladım. “Onun için elinden gelenin en iyisini yapıyordu,” diyerek durumu gönülsüzce kabul etmek zorunda kaldım. “Şimdilik tehlikede değil. Doktor ona göz kulak oluyor olabilir.” “Pekâlâ.” Bir süre düşünceli gözlerle baktı. Rüzgâr kızıl saçlarını uçuşturuyordu. “Brianna’yı ve kocasını gidip misafirlerden birinin bir köşede sızıp sızmadığına bakmaları için yolladım. Ben de gidip köleler için aynısını yapacağım. Sen de Fentiman gittiğinde çatı katına çıkıp uyanır uyanmaz Betty’yle konuşabilir misin?” “Konuşurum herhalde.

” Zaten en azından Betty’nin iyi olup olmadığına bakmak için nasıl olsa çatıya çıkacaktım. “Çok bekletme ama düğün için neredeyse hazırlar.” Bir süre durup birbirimize baktık. “Dert etme Sassenach,” dedi usulca. Saçlarımı kulağımın arkasına attı. “Doktor tam bir aptal; onu boş ver.” Beni teselli etmeye çalıştığı ve yaralı duygularını avutmak için koluna dokundum. “Phillip Wylie konusunda üzgünüm,” dedim. Ne kadar iyi niyetli davranmış olursam olayım, bunu hatırlamak hiç rahatlatıcı değildi. Ağzının yumuşak kıvrımı gerildi, omuzlarını kasarak bir adım geri gitti. “Onu da dert etme Sassenahc,” dedi. Sesi hâlâ yumuşaktı ama rahatlatıcı değildi. “Bay Wylie ile sonra ilgileneceğim.” “Ama- ” Çaresizce çırpınıyordum. Görünüşe göre ne söylesem ne yapsam da işler yine düzelmeyecekti.

Eğer Jamie’nin gururu kırıldıysa -ki söylediklerime rağmen öyleydi- o halde Wylie bunun bedelini ödeyecekti, hepsi buydu. “Sen hayatımda gördüğüm en dik kafalı adamsın,” dedim sinirli bir şekilde. “Teşekkür ederim,” dedi başını hafifçe eğerek. “İltifat değildi!” “Evet, öyleydi.” Yeniden başını eğerek arkasına dönüp uzaklaştı 46 CİVA Düğün herhangi bir başka zorlukla karşılaşmadan devam edince Jamie epey rahatlamıştı. Tören -Fransızca yönetildi- Jocasta’nın üst kattaki küçük oturma odasında gerçekleşti ve yalnızca gelin, damat, rahip, Jamie, Claire, Brianna ve genç kocası katıldı. Jemmy de oradaydı ama bütün tören boyunca uyumuştu. Duncan’ın benzi soluktu. Jamie’nin halası sert bir sesle, hiç tereddüt etmeden evlilik yeminini etmişti. Kısa bir süre önce evlendiği için çok duygusal olan Brianna, töreni kocasının kolunu sıkarak izlemişti. Roger ona şefkat dolu gözlerle bakıyordu. Jamie edilen yeminden etkilenmiş görünüyordu; Claire’in parmaklarını dudaklarına götürüp öptü. Bu sırada küçük şişman rahip çifti kutsamakla meşguldü. Derken formalitelerin sonuna gelindi ve evlilik kâğıdı imzalandı. Sonrasında davetlilerle birlikte düğün yemeği yemek için aşağıya indiler.

Balkondaki meşalelerin alevleri River Run’ın bolluğuyla dolup taşan masaları aydınlatıyordu. Jamie masalardan birinden bir kadeh şarap alıp balkonun alçak duvarına yaslandı. Günün yorgunluğunu omurgasından yavaş yavaş attığını hissetti. Bir iş daha tamamlanmıştı. Hizmetçi Betty hâlâ odasındaydı ama şimdilik güvendeydi. Zehirlenen başka kimseye rastlanmamış olması, hizmetçinin -her ne içtiyse- tek başına içtiğini gösteriyordu. İhtiyar Ninian ve Barlow tıpkı hizmetçi gibi güçten düşmüşlerdi ve ne birbirlerini, ne de başka birini tehdit edebilecek durumdaydılar. Husband ve Düzenleyiciler ne yapıyorlarsa yapsınlar, güvenli bir uzaklıkta yapıyorlardı. Jamie kendini hafiflemiş hissediyordu. Sorumluluktan kurtulmuştu ve başını dinlemeye hazırdı. Kafa kafaya vermiş sohbet ederek yanından geçen Caswell’a ve Hunter’a kadeh kaldırdı. Aslında siyasi konuşmalara girmek istemiyordu; yaslandığı duvardan doğrulup kalabalığı yararak içki masalarına doğru ilerledi. Gerçekten istediği şey, karısıydı. Henüz saat erken olmasına rağmen, gökyüzü çoktan kararmıştı. Meşalelerin alevleri daha da harlandıkça, şölen ruhu evin her yerine yayılmıştı.

Hava soğuktu ve damarlarında şarap akıyordu. Ellerini ormanda Claire’in eteğinin içine sokup sıcak tenine dokunduğu anı hatırladı. Sanki avuçlarında güneşte olgunlaşmış, baharatlı, yumuşak ve sulu bir şeftali var gibiydi. Onu çok arzuluyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir