Erdem Demirtaş – Ortadoğu’da Devlet ve İktidar

TUNUSLU Muhammed Buazizi, 26 yaşında yeni mezun, genç bir mühendisti. Eğitimine uygun bir iş bulamadığından, evine ekmek götürebilmek için sokaklarda meyve-sebze satıyordu. Daha önceleri, tezg3.hına birkaç kez polis tarafından el konulmuştu. 17 Aralık 2010 günü polis Buazizi’nin tezgahına yeniden el koymak istedi. Buazizi karşı koymaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Polisten hakaret gördü ve dayak yedi. Kendisine yapılanları hazınedemeyen Buazizi, aynı günün akşamı sokak ortasında üzerine benzin dökerek kendini ateşe verdi. Birkaç gün sonra bir başka işsiz genç adam, Lahseen Naji, “sefalete, işsizliğe hayır” diye bağırmak için çıktığı elektrik direğinde elektrik kablolarını tutarak hayatına son verdi. Aynı günlerde başka intihar haberleri de gelmeye başlamıştı. HayatIarına son vererek, yapılabilecek en büyük siyasal başkaldın eylemini gerçekleştiren bu gençlerin yaktıkları isyan ateşi birkaç günde bütün Tunus’a, birkaç haftada Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya ve Suriye’ye ulaştı. Eylemlerin nedenleri arasında ekonomik sıkıntılar ve geleceğe dair umutsuzluk ilk sırada geliyordu belki, ancak sokakları dolduran kalabalıkların öfkesi ilk kez ülkelerini yıllardır demir yurnrukla yöneten otoriter rejimiere yönelmişti. 201 1’in ilk günlerinden bu yana Ortadoğu’yu sarsan halk hareketleri Tunus ve Mısır’da diktatörleri devirerek ilk hedeflerini gerçekleştirmiş oldu. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali yönetiminin devrilmesinin ardından ülke tarihinin en şeffaf seçimlerinden zaferle çıkarak başa geçen N ah da Partisi şimdilik devrim sonrası döneme en iyi uyum sağlayan hareket olarak öne çıkıyor. Tarihsel olarak or- 14 ORTADOGU’DA DEVLET VE İKTİDAR dunun siyasetten geri durduğu ve rakip toplumsal gruplar arası bir dengenin bulunduğu Tunus geçiş döneminin tek ümit vaat eden örneği gibi görünüyor.


Buna karşın, 25 Ocak 2011 Tahrir Devrimi ile Hüsnü Mübarek diktatörlüğüne son veren halk hareketi Müslüman Kardeşler’in seçimleri kazanmasının ardından bölündü ve Mısır toplumu hızlı bir kutuplaşmaya doğru sürüklendi. 2013 yazında bu kez Müslüman Kardeşler karşıtı kitle Tahrir’i doldurduğunda, General Sisi yönetimindeki Mısır ordusu toplumdaki kutuplaşmayı fırsat bilerek yönetime el koydu. Yemen’de devlet başkanı Ali Abdullah Salih artan protestolar karşısında sağlık sorunlarını bahane ederek önce Suudi Arabistan’a sığındı. Protestocuların ısrarla istifasını istemesi sonucu Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın dayattığı plan çerçevesinde koltuğunu yardımcısı Abd Rabbuh Mansur al-Hadi’ye bırakmak zorunda kaldı. Libya’da Muammer Kaddafi rejimi NATO müdahalesiyle son buldu. Ancak NATO müdahalesi ardında aşırı silahlanmış ve iç savaş riski taşıyan bir toplum bıraktı. Bahreyn’de Sünni monarşi uluslararası toplumun göz yumması ve Suudi Arabistan’ın askeri ve siyasal desteğiyle halk hareketini bastırdı. Suriye’de ise rejim ile muhalifler arasında dozu her geçen gün artan şiddet sarmalı kördüğüme dönüşmüş görünüyor. Uzun süre militarize olmadan barışçıl bir şekilde devam eden halk isyanı, rejimin aşın askeri güç kullanması ve buna mukabil isyancı grupların silahlandırılmaları sonucu, Eylül 2013 itibariyle yaklaşık yüz on bin kişinin yaşamını yitirdiği bir iç savaşa dönüşmüş durumda. Başta Körfez ülkeleri, Türkiye ve ABD olmak üzere bölgesel ve küresel güçler Ortadoğu’yu sarsan halk hareketlerine bir istikamet vermeye çahşırlarken, halklar ısrarlı bir şekilde gelecekleri hakkında söz söyleyebilmek ve kaderlerine malik olabilmek için haklarını savunmaya devam ediyor. Ortadoğu’da sömürgecilik sonrası dönemin en önemli toplumsal ve siyasal gelişmeleri yaşanırken, bir sosyal bilimci olarak mesaimin önemli bir kısmını bölgede neler olup bittiğini anlamaya ayırdım. Olayları bir yandan medyadan takip etmeye çalışırken, bir yandan da ana akım medya tarafından maruz bırakıldığımız epistemik şiddeti hertaraf edebilmek umuduyla akademik kaynaklara yöneldim. Bu naif düşünce, söz konusu olan Ortadoğu toplumları ol- GİRİŞ 15 duğunda, akademik literatürün de medyadan aşağı kalmayacak derecede özensiz ve önyargılı tavrını fark etmemle birlikte beni Ortadoğu konusunda bir tez yazmaya ikna etti. Elinizde tuttuğunuz bu kitap bahsi geçen yüksek lisans tez çalışmasından geliştirilmiştir. Ortadoğu isyanları üzerine düşünürken ilgimi çeken ilk nokta, yaşanan isyan dalgası karşısında gerek akademisyenlerin gerek siyasetçilerin gerekse bu meseleleri tartıştığım arkadaşlarımın büyük bir hayret içinde olmalarıydı.

Şüphesiz bu şaşkınlık ve olan bitene anlam veremerne halini ben de yaşıyordum. Ortadoğu rejimlerinin gücüne ve sağlamlığına ya da Ortadoğu halklarının “ataletine” o kadar inan(dırıl)mışız ki, artık yeter deyip meydanları dolduran insanların görüntülerine ve birbiri ardına sarsılan rejimiere inanamıyor, halk hareketlerinin ardında bir bityeniği arıyorduk. Şüphesiz bu şaşkınlığımızın haklı nedenleri de vardı. Ortadoğu uzun zamandır istikrarını koruyan otoriter rejimleri e yönetilmekteydi. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali yirmi dört senedir ( 1987-2011), Mısır’da Hüsnü Mübarek otuz senedir ( 1981-2011), Suriye’de ise Esad ailesi kırk iki senedir (1971-2012) yönetmekteydi ülkelerini. 1980’lerden itibaren bazı ülkelerde sınırlı da olsa siyasal liberalleşme adımları atılmaya başlamıştı. Ne var ki, rejimler otoriterliklerinden pek bir şey kaybetmediler. Ortadoğu ülkeleri Freedom House raporlarında her sene en düşük siyasal hak ve özgürlük skorlarını elde etmeye devam ettiler. Otoriteryanizmin bu kadar uzun süredir hükümran olduğu topraklarda rejim değişiklikleri bu kadar kolay olabilir miydi? Halk hareketlerinin akıbeti ne olacaktı? Bunlar halen cevaplarını bilmediğim çetin sorular. Fakat bu soruların cevaplarını aramadan önce, otoriter rejimierin neden Ortadoğu siyasetinin adeta yapısal bir özelliği halini aldığını ve bu rejimierin uzun yıllar kendilerini nasıl sürdürdüklerini araştırmaya karar verdim. 1 1. Ortadoğu’yu tartışırken hatırda tutmamız gereken önemli bir nokta, coğrafyanın ve bölgenin aslında siyasi bir tasarım olduğudur (Agnew 2002). Ortadoğu nesnel bir coğrafi kavram olmaktan çok, işaret ettiği sınırlar ve ifade ettiği anlamlar zamana, mekana ve siyasal bağlama göre farklılık gösteren hayal edilmiş bir coğrafyadır. Bu anlamda Ortadoğu kavramının sorunlu ve öncelikle kendisinin açıklanmaya muhtaç bir kavram olduğunu kabul etmekle birlikte, bölgeye yönelik bir araştırma yaparken kaçınılmaz olarak “Ortadoğu” ifadesini kullanmak zo- 16 ORTADOGU’DA DEVLET VE İKTİDAR Arap Baharı ve Otoriter Rejimler Arap Babarı büyük umutlarla başladı. Y ıliardır ülkelerini demir yumrukla yöneten diktatörlerin barışçıl halk hareketleriyle birbiri ardına devrilmeleri yalnızca Ortadoğu’da değil tüm dünyada demokrasi yanlıları için büyük sevinç ve ilham kaynağı oldu.

Kimi liberal entelektüeller Arap Balıarı’nı genç orta sınıfın zaferi ve liberal demokrasiye yönelik çok büyük bir adım olarak selamlıyorlardı. Batılı sosyalist düşünürler senelerdir bekledikleri devrimci hareketin Tahrir meydanında doğmakta olduğu görüşündeydiler (Badiou 2012). Ortadoğulu aydınlar sömürgeci dönemin zihniyet kalıplarının ve oryantalist önyargıların Arap Balıarı’yla yıkıldığını, bundan sonra Ortadoğu’ya çoğulculuğun ve demokrasinin egemen olacağını düşünüyorlardı (Dabashi 2012). Arap Babarı’na yönelik bu kadar olumlu görüşün yanı sıra, karamsar olanlar da yok değildi. isyanların geleceğine yönelik karamsar bakışa sahip olanların bir kısmı Araplara yönelik beslerlikleri önyargıların veya husumetin etkisi altındaydı. Zihin dünyalarını şekillendiren olumsuz Arap ve müslüman imajı Arap Babarı’ndan hayırhah bir beklenti içinde olmalarını engelliyordu. Arap Babarı’na yönelik diğer karamsar bakış açısı çok daha sağlam temellere sahipti. Genelde siyasetbilim kitaplarının tozunu yutmuş olan yorumcular otoriter rejimierin diktatörlerden çok daha fazlası olduğunun ve otoriter rejim yapılarını dönüştürmenin sanıldığı kadar kolay olmadığının farkındaydılar. Kimi yarumcular ise devrim hareketinin örgütsüz oluşunu ve devrim sonrası için belirli bir plana sahip olmamasını Arap Babarı’nın geleceğine ilişkin en büyük handikap olarak görmekteydil er. Arap Balıarı gibi büyük toplumsal devrimleri kısa vadeli sonuçları üzerinden değerlendirmek ve uzun vadeli hükümler vermek yanıltıcı olacaktır. Avrupa tarihinin şematik bir okuması üzerinden Orrunda olduğumuzu düşünüyorum. Bu konu üzerine bir tartışma için bkz. Wigen ve Lewis 1997, Bilgin 2004; Ortadoğu kavramının ortaya çıkışına yönelik bir soykütük çalışması için bkz. Adelson 1995. GİRİŞ 17 ladoğu’daki demokratik geçiş sürecini başarısızlıkla yargılamak da doğru değil.

Modem Avrupa’nın demokrasi yolculuğu Arap Baban’ ndan daha az çatışmalı veya doğrusal değildi. Avrupa’da 1848 devrimlerinin etkileri üzerinden henüz iki yıl geçmişken geride hiçbir iz bırakmamışa benziyordu. Oysa bu devrimler uzun vadede Avrupa’da liberal demokrasinin gelişmesinde kilit bir rol oynadılar. Demokrasi tarihi bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadeleler tarihidir. Bu süreç içinde istikrarlı dönemler sanıldığından pek azdır. Farklı toplumsal gruplar arası bir dengenin oluştuğu veya bir grubun belirli sınırlar içerisinde hegemonyasını diğerlerine kabul ettirebildiği zamanlar dışında demokrasi, geniş halk kesimlerinin iktidan elinde bulunduran veya onu yönlendirme gücüne malik olan gruplar karşısında her an tetikte olmasını gerektiren bir mücadeledir. Demokrasinin istikrar dönemlerinde oluşan kurumlar, normlar ve müzakere kültürü demokratik istilaann sürmesine katkıda bulunur. Ancak toplumsal gruplar arası eşitsizlik arttıkça istikrar dönemleri tehlikeye girer.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir