Erdogan Tucan – Kaybolan Cocuk

Kaç sabahtır pencerenin önüne konan kumruları seyrediyordu Zeynep. Bugün biraz daha erken kalkıp pencereyi açtı. İçeriye üşüten bir hava akın etti. Ufaladığı ekmek parçalarını pencerenin kenarına sıraladı. Beyazlara gömülmüş bahçeyi ve yoldan geçenleri seyretmeye daldı. Kollarını ovuşturdu. Üşümüştü. Pencereyi kapatıp, tül perdeyi çekti. Başını yastığa dayayıp ağaçları seyretmeye başladı. Elindeki güğümü zorla taşıyan sütçü teyzenin ardından sokağa ekmek arabası girdi. Gazeteci gazeteleri dağıttı. Dalları yerlere kadar eğilmiş ağacın arkasından o kız çıkınca tül perdeyi araladı. Daha bir dikkatli bakmaya başladı. Birkaç gündür hep bu sokaktan geçiyordu. Eski bir paltoya sarınmış, saçları önüne dökülmüştü.


Islanmış ayakkabıları ile karlara bata çıka geçti. Zeynep uzun süre kızın arkasından bakakaldı. O düşüncelere dalmışken kapı çaldı. Annesi bakkaldan dönmüştü. Zeynep annesinin elindekileri aldı. – Anneciğim üşümüşsün. Bir dahaki sefere ekmek almaya ben gideyim, dedi. Annesi ayakkabılarını çıkardı. – Hava çok soğudu, kar yeniden yağacak gibi. Evimiz sıcacık, ne güzel! Kahvaltı masasına oturduklarında hafiften kar başlamıştı bile. Zeynep neşeyle pencereye koştu. Annesi de yanına geldi. Birlikte başlarını cama dayayıp dışarıyı seyrettiler. Annesi: – Az önce yanımdan bir kız geçiyordu. Soğuktan üşümüştü.

Ayakkabıları da yırtıktı, su alıyordu. Onu görünce çok üzüldüm. Bir daha geçerse gelecek kışa sakladığı ayakkabılarını ona verelim. Ne dersin? Zeynep annesinin boynuna sarıldı. – Olur anneciğim. Montumun birini de verelim, dedi. Kar sakin bir şekilde yağmaya devam ediyordu. Zeynep babasının ne zaman döneceğini sordu. – Yakında döner. İşleri biraz uzamış. Ama telefonda seni çok özlediğini söyledi. – Babaannemi çağıralım mı, anne? O kadar içten söylemişti ki annesi gülümsedi. – Tabii, iyi olur. Bir aydır halanlarda kalıyor. Biraz da biz misafir edelim.

Zeynep sandalyeden kalkıp yan odaya geçti. Annesi meraklandı, biraz da kızdı. – Kızım nereye gidiyorsun, dedi. İçeriden kızı cevap verdi: – Babaanneme telefon ediyorum. Hemen gelsin. – Zeynep! Buraya gelir misin? Kız masanın yanına geldi. Annesi: – Kahvaltıdan sonra alışverişe gideriz, dönüşte halana uğrarız, dedi. Bu teklif Zeynep’in de hoşuna gitmişti. Oturup kahvaltıya devam ettiler. Bu arada pencereye gelen kumruları hatırladı. Hiçbir şey demeden mutfaktan çıktı. Annesi yine ne oldu bu kıza der gibi dudak büktü. Tam çağıracaktı ki kapının yanında kızı belirdi. Eliyle sessiz olmasını istiyordu. Annesini yan odaya götürdü.

Pencere önündeki kumrular karınlarını doyuruyordu. Bir süre birlikte seyrettiler. Annesi: – Masayı toplayalım da çıkalım, dedi. … Sokak tamamen kara gömülmüştü. Kaldırımda dikkatli yürüyorlardı. Küçük parkın yanından geçerken annesi karlara uzanmış birini gördü. Elindeki çantayı kızına verip parkın içine koştu. Eskimiş, ince paltusunun içinde titreyip duran küçük kızı kaldırdı. Zavallı donmak üzereydi. Kızına bağırdı: – Kızım koş, bakkal Mehmet amcanı çağır! Hemen şu kızı götürelim. Yoksa donacak. … Çırak, sobaya bir odun daha attı. İçerisi iyice ısındı. Biraz sonra Mehmet amca doktorla birlikte döndü. Doktor, iç geçirerek baygın vaziyette uyuyan kızı kontrol etti.

Mehmet amca telâşlıydı: – Nesi var doktor, iyileşecek mi? Doktor muayenesini bitirdi. – Kötü üşütmüş, bu vakte kadar niye bir doktora göstermediniz? Sonra susup oradakilere baktı. Mehmet amca suçluymuş gibi başını eğdi. Doktor, kızın tanıdıkları olduğunu zannetmişti. Zavallı ateşler içinde sayıklayıp duruyordu. Doktor: – Hem bunun dükkânda ne işi var? Kimin kızı bu? Zeynep’in annesi: – Tanımıyoruz, parkta bulduk, diye cevap verdi. Olanları kısaca anlatınca doktorun yüz ifadeleri değişti. – Fatma Hanım, özür dilerim. Yakınınız sanmıştım. Sağ olun, az daha dışarıda kalsaydı ölebilirdi. İlâçlarını yazdım, vaktinde verin. Vücudu zayıf düşmüş, beslenmesi gerekir. Bir hafta kadar evde dinlensin, dedi. Doktor ne diyeceğini şaşırmıştı. Kesik kesik konuşuyor, küçük bir kızın sokakta üşütüp hastalanmasına üzülüyordu.

Reçete elinde kalmıştı. – İlâçlarını kim alacak, dedi. Mehmet amca reçeteye uzandı. – Ben alayım ama… Bakkal Mehmet amca, Fatma Hanım’a baktı. – Eşim köyde, bir ay sonra gelecek. Ben evde bakamam. Gözleriyle bir şeyler istiyordu. Zeynep, ne istediğini anlamıştı. – Anne iyileşinceye kadar bizde kalabilir mi, diye sordu. Annesi bir süre düşündü. – Peki, bizim eve götürelim. Sonra bir şey arar gibi etrafına bakındı. Mehmet amca: – Buyur kızım, ne aradın? – Telefon, dedi. Annesi, Zeynep’in babaannesine telefon edip evlerine gelmesini söyledi. Bu arada doktor da çantasını toplamış kapıdan çıkmak üzereydi.

– Unutmadan söyleyeyim, karakola da uğrayıp haber verseniz iyi olur. Başınıza bir iş gelmesini istemem, dedi. Mehmet amca Zeynep’le annesine: – Biraz bekleyin, ilâçlarını hemen alıp geleyim, dedi. Mehmet amca dönünce bir taksi tutup hep birlikte hastayı eve götürdüler. Küçük odayı hazırlayıp yatırdılar. Ardından salona geçip konuşmaya başladılar. Fatma Hanım: – Tanımadığımız birine yardım ettik. Adını, nereli olduğunu bilmiyoruz. Belki kaybolmuştur, belki evden kaçmıştır. Kapı çaldı. Gelen Zeynep’in babaannesi Şerife Hanım’dı. Telâşla içeri girdi. – Ne oldu kızım? Torunuma bir şey mi oldu? – Yok anneciğim. Zeynep’in bir şeyi yok. Babaannesi Mehmet amcaya selâm verdi.

– Ne olursunuz olanları bana da anlatın. Yan odadan bir sayıklama sesi gelince annesi koşarak gitti. Diğerleri de peşinden. Şerife Hanım, terler içinde yatan kızı görünce şaşırdı. – Bu da kim, diye sordu. Annesi olanları kısaca anlattı. Şerife Hanım yatağa oturup kızın saçlarını okşadı. Yorganı hafifçe kaldırdı. Kimseden cevap bulamayınca arkasına baktı. Hepsi de bilmiyoruz diye işaret etti. Babaanne hastanın üzerine eğildi. Boynundaki küçük kolyeyi gösterdi. Yavaşça boynundan çıkardı. Gümüş renginde parlak bir kolyeydi. Ninesi kolyeyi açtı.

Karşılıklı iki resim vardı. Biri hasta kızın resmiydi. Diğeri de annesinin olmalıydı. Dikkatli bir şekilde fotoğrafları çıkardılar. Küçük kızın resminin arkasında bir isim vardı: Meryem Bağcı. Hepsi birden gülümsedi. Şerife Hanım: – Adını öğrendik. Mehmet amca resimleri eline aldı. – Vakit kaybetmeden karakola gideyim, diyerek paltosunu giydi. Annesi: – Size sıcak bir ıhlamur yapayım, sonra gidersiniz, dedi. Hep birlikte salona geçtiler. Mehmet amca: – Doğrusu kızın durumuna çok üzüldüm. Evinize kabul ettiğiniz için Allah sizden razı olsun. Biliyorsunuz bizim çocuğumuz olmadı. Onu dükkâna getirdiğinizde birden içim ısındı.

Çok sevindim. Birilerine yardım etmek çok güzel. Mehmet amca ıhlamuru bitirdikten sonra izin isteyip ayrıldı. Zeynep’in annesi ikide bir küçük odaya girip hastayı kontrol ediyordu. – Kızım o şimdilik bize emanet. Ona iyi bakalım. Biz görevimizi yerine getirelim, dedi. Zeynep, annesinin dizine oturdu. Bir kedi gibi ona sürtündü. – Kim bilir ailesi ne kadar telaşlanmıştır. Ne kadar üzülmüştür. Annesi kızını sıkıca kucakladı. – Çok üzüldüklerine eminim. Anneler yavrularının kaybolmasına çok üzülürler. – Dua edelim anne, bir an önce iyileşsin.

Küçük odadan bir inilti duyuldu. İkisi birlikte ayağa fırladılar. Hasta su istiyordu. Annesi kızın başını kaldırıp suyu içirdi. Islak bir bezle alnını sildi. Akşam, Mehmet amca geldi. Elinde pazar çantaları vardı. Annesi: – Bunlar ne Mehmet amca? O, sessizce çantaları uzattı. – Hastamız nasıl? Kendine geldi mi? – Yok, hâlâ uyuyor. Az önce su içirdik. Annesiyle konuşurken babaannesi mutfaktan çıktı. – İçeri geçsene Mehmet, kapıda kaldın. – Yok, dedi. Karakola uğrayacağım. Ninesi: – Daha gitmedin mi? – Gittim gitmesine de akşama tekrar uğramamı söylediler.

Fatma Hanım: – Bulabilmişler mi ailesini? – Şimdilik bir haber yok ama yakında çıkar. – Çıksın, çıksın, dedi babannesi. Zavallı kız çok hasta. Mehmet amca: – Bir ihtiyacınız olursa haber verin. Sabah yine uğrarım. Annesi: – Sen hiç merak etme. Kendi kızımız gibi bakarız ona, dedi. … Zeynep, küçük odaya girdiğinde ona bakan bir çift gözle karşılaştı. Bir an ne diyeceğini şaşırdı. Sevincinden bağırdı. Annesiyle ninesi endişeyle içeri girdiler. – Ne var kızım, ne oldu? Gözlerini açmış gülümsemekte olan misafiri gösterdi. – İyileşiyor, anne! Ninesi yatağın bir köşesine oturup kızın ateşini kontrol etti. – Ateşi var. Uyanmışken sıcak çorbadan içireyim, dedi.

Ninesi hemen mutfağa geçti. Evin içi sevince boğuldu. Hepsi gülümsüyordu. Ama hastaya hiçbir soru soramadılar. Sormaya çekindiler. Çünkü o daha hastaydı. İlaçlarını da içirip kızı yatırdılar. Zeynep’le annesi odadan çıktılar. Babaannesi bir süre daha hastanın yanında kaldı. Zeynep’in ninesi biraz üzgündü, gözleri dolmuştu. Merakla ona baktılar. – Uyudu, dedi babaannesi. Annesi: – Bir şey öğrenebildin mi? – Maalesef, zavallı yorgun, ateşi biraz geçti. Uyuyup kaldı. Kimdi, nereden gelmişti, anası babası neredeydi? Hepsi de merak içindeydi.

Ama çorbasını içmiş, karnını doyurmuştu ya, bu güzel işte. Yarın, inşaallah, iyileşip ayağa kalkacaktı. O zaman her şeyi öğrenirlerdi. Öğleye doğru Mehmet amca bir polis ve sivil kıyafette olan iki kişi ile geldi. Babaannesi onları salona aldı. Mehmet amca sordu: – Hastamız nasıl? Babaanne: – Akşam, kendine geldi. Bir tas çorba içti. Mehmet amca: – İyi, iyi, maşallah yakında ayağa kalkar, dedi. Yüzünü garip bir hüzün kapladı. Bir şeyler söyleyecekti fakat bir türlü başlayamıyordu. – Kızımız kaçmış, deyiverdi ve gerisini getiremedi. Babaannesi: – Evden mi kaçmış? Neden? Bu soru karşısında oturanlar şaşırdı. Polis söze başladı. – Kızımız evden kaçmadı. Annesi bir ay önce onu yetiştirme yurduna getirmiş.

Kravatlı beyefendi: – Bir hafta önce de yurttan kaçtı. Aramamıza rağmen bulamadık. Babaannesinin gözleri yaşardı. – Vah, zavallım! – Sizlere teşekkür ederiz. Ama onu geri götürmek zorundayız, dedi beyefendi. Annesi: – Şimdi mi? Herkes birbirine baktı. Mehmet amca: – Çocuk hasta. Daha gözünü bile açamadı. İlaçlarına yeni başladı. Zeynep’in babaannesi: – Dün akşam bir tas çorba içebildi. Bu hâldeyken bir yere götüremezsiniz… Ne yapsak diye düşünmeye başladılar. Mehmet amca: – Bir haftaya kadar ayağa kalkar. İyileşince ben getiririm, dedi. Görevliler birbirlerine baktılar. Sonra da teklifi kabul ettiler.

İzin isteyip evden ayrıldılar. Arkasından Mehmet amca pazar çantalarıyla geri geldi. Sadece pazar alışverişi değil elbise ve oyuncak da almıştı. O günden sonra Mehmet amca sık sık küçük kızı ziyarete geldi. Meryem, evin içinde dolaşmaya başlamıştı. Fakat dışarı çıkamıyordu. Bir sabah Mehmet amca elinde çeşitli hediyelerle geldi. Meryem’in eşyalarını küçük bir çantaya yerleştirdiler. Zeynep en sevdiği bebeğini ona hediye etti. Başını öne eğip ağlamaya başladı. Zeynepler, Meryem’i bahçe kapısına kadar uğurladılar. O günden sonra da bir daha Meryem’i kimse görmedi. … Aradan birkaç ay geçti. Bahara doğruydu. Havalar ısınmış, tek tük yapraklar çıkıyordu.

Zeynep, bir sabah kalktığında pencereye konmuş kumruları gördü. Ürkütmeden seyretti. Annesi onu çağırdı. – Kızım, ekmek almaya gider misin, dedi. Dalgın bir vaziyette sokağa çıktı. Parka yaklaşınca aklına Meryem geldi. Onu karların arasında buldukları yerde otlar çıkmıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir