Fredric Jameson, Anders Stephanson – Postmodernizm Üzerine Bir Konuşma

Anders Stcphanson: Poslmodcmizm üzerine iki ayrı düzeyde fikir yürütüyorsunuz: Bir yandan posunodemizmi oluşturan özelliklerin bir envanterini çıkarıyor, öte yandan bu özelliklerin ifade ettiğini söylediğiniz daha geniş bir gerçekliği anlatıyorsunuz. Frcdric Jamcson: Amaç, dolayımı sağlayacak bir kavram yaratmak, farklı kültürel olgulardan oluşan bütün bir diziyi betimleyebilecek ve bu dizi içinde ifade edilebilecek bir model kurmaktır. Sonra bu birlik veya sistem, geç kapitalizmin altyapı.sal gerçekliğiyle ilişkilendirilir. Başka bir deyişle, iki yöne bakabilcn bir şey oluşturmaktır hedef: Kültürel metinlerin çözümlenmesi için oluşturulan bir ilke, aynı zamanda, tüm bu özelliklerin bir arada ele alındığında taşıdığı genel ideolojik işlevi gösterebilen bir çalışma sistemi olacaktır. Çözümlememde bütün önemli noktaların ele alındığını söyleyemem; ancak görsel olanla başlayarak zamansal olana geçip daha sonra yeni bir mekûn kavramına geri dönerek bir dizi farklı niteliği ele almaya çalıştım. İlk postmodemizm kavramlarımız genellikle olumsuz olduğu için (yani, “bu değildir”, “şu değildir”, “modemizmde olan birçok şey burada yoktur” gibisinden) modemizm ile postmodemizm i karşılaştırarak başlıyorum. Ancak amaçlanan, sonuçta pozitif bir kavramdır — postmodemizm in modemizmden “daha iyi” olduğu türünden bir değer yargısı üretmek için değil, postmodemizmi salt bir tepkiden fazlası olarak, yeni bir kültürel mantık olarak kavramak için. Tarihsel olarak, elbette modemizmin üniversitelerde, müzelerde ve konser salonlarında kurum.sallaşmasına, belli bir mimarlık türünün dogmalaştırılmasına karşı bir tepki olarak başlamıştı. 1960’larda erginliğe ulaşan kuşak da modernizmin bu yerleşikleşmesini kendi üzerinde bir baskı olarak yaşadı, baskıcı bir şey hissetti burada; ve doğal olarak da kendine bir .soluk alma mekânı yaratmak için modcmi.st değerleri sistematik bir biçimde rcddcuncye girişti. Edebiyat bağlamında, böylcce reddedilen değerler arasında dilin karmaşıklığı ve müphemliği, çoğul-anlamlılığı, ironi, somut cvrcn.scl ve özenti, ayrıntılı, karmaşık simgesel .


sistemlerin kurulması gibi şeyler vardır. Tabii, reddedilen şeylerin li.stcsi, farklı sanallarda değişik özellikler gösteriyordu. Social Text, No.l7, 1987. Söyleşi 4 Temmu?, 1986’da yapılmıştır. 1 o Defter A.S.: Keşif gezinize, resimde derinlik ve yüzeyin çözümlemesiyle başlıyorsunuz. FJ.: Belli bir yassılma, belli bir düzleşme üzerinde odaklaşmak isledim; ama modernist resim sanatının resmin yüzeyini yeniden fethetme tarzıyla karıştırılmamalı bu. Belli bir derinliğin kayboluşundan söz ediyorum ben. Burada derinlik, müphem bir anlam vermesini özellikle amaçladığım bir sözcük. Kasdcltiğim sadece görsel derinliğin kayboluşu değildi, bunu züten modem resim gcrçckIcşlirmişli. Asıl önemlisi, yorum derinliğiydi: Nesnenin gizlerinin yoğunluğundan ölürü büyüleyici olduğu ve bu gizlerin de ancak yorumlamayla ortaya çıkarılabileceği fikriydi.

Şimdi bütün bunlar ortadan kalkıyor. Aynı şekilde, sanallardaki poslmodcmizm ile çağdaş teori arasındaki ilişkinin bir alt-tcması olduğu için, bunun derinlikle ilgili bütün bir felsefi yaklaşımlar dizisine de artık gerek duymayan bir kavramlaştırmayla birlikte yürüdüğünü de göstermeye çalıştım. Derinliğin felsefi kavranışından kasdcltiğim, bir görünüşün daha derindeki bir gerçeklik açısından yorumlamamızı sağlayan çeşitli yorumbilgisi teknikleri (hermeneutics) ve bu çeşitli felsefelerin de ancak bir yorumla ulaşabildikleri bu altla yatan gerçekliği deşifre ediş biçimleri. Nihayet bir de larihsclliğin ve tarihsel derinliğin, bir zamanlar tarihsel bilinç veya geçmiş duygusu denilen şeyin ortadan kaldırılması var. Kısacası, nesneler dünyaya düşüyor ve yine dekorasyon oluyor, görsel derinlik ve yorumlama si.slcmlcri silinip gidiyor ve tarihsel zamana garip bir şeyler oluyor. Sonra bu psikolojik duygulanımın (affcct) derinliğinde bir dönüşümün de eşlik ettiğini görüyoruz: Dünyaya karşı belirli bir fenomenolojik ya da duygusal tepki ortadan kalkıyor. Burada belirtisel (scmpiomatik) olan, kaygının (anksiycic) yerini çok farklı bir sistemin almasıdır. Kaygı, modernizmdeki baskın duygu ya da duygulanımdı; yeni sistemin temel kavramını ise şizofrenik ya da uyuşturucu dili veriyor. Fransızların “yüksek keyif ve “düşük keyif yoğunlukları diye adlandırır oldukları şeylerden söz ediyorum burada. Bunların, bize anlam ipuçları veren “duygularla” ve kaygıyla hiçbir ilgisi yoktur. Kaygı, yorumbilgiscl bir duygudur: Altta yatan bir gerçekliği dışa vurur, dünyanın karabasana dönüşmüş halini ifade eder. Oysa bu “yükselmeler” ve “düşmeler” aslında hiçbir şey anlaünıyor dünya hakkında, her durumda kendimizi “yüksek” ya da “düşük” hissedebiliriz. Bir bilgi içermeyen, bilişsel olmayan hislcrdir bunlar. A.

S.: Bu noktada “histerik yüce” {hysterical suhlime) ve “parıldayan yüzeyin keyifli coşkusu”na değiniyorsunuz. “Tüm modem kültürün sadece kendine gönderme yapan bir sistem haline gelmesinin diyalektik yoğunlaşması” dediğiniz şeyle ilgili bu durum; öyle bir durum ki, kısa süreli aşın yoğunlaşma anları dışında tam bir duygulanım yokluğu egemen oluyor… Postmodc İzm Ü rin Bir Konuşma 11 F.J.\ Diyalektik olarak, bilinçli yücede smıra ulaşan, benliktir; burada ise gövde kendi sınırlarına ulaşıyor, bu imgeleri yaşantılarken kendi dışına çıkma, kendini yitirme noktasına varacak kadar “uçuculaşan” gövde. Zamanın tek bir ana indirgenişidir bu, bütün bunların tek bir nihai anda yandığı ve tüketildiği bir indirgeniş. Ama bu, kişinin Alplerin karşısında durup da bireysel öznenin ve insan egosunun sınırlarını kavramasında olduğu gibi eski anlamıyla öznel bir yaşantı değildir. Tam tersine, limitlerin insanca olmayan, her türlü hümanizmi reddeden bir yaşanışıdır, öyle ki o limitlerin ötesinde insan yok olur gider. A.S.: Buradan da zamansallık sorununa mı geliyonız? FJ.: Evet. Görsel metaforik derinlik z^mansal, bağlantısızlaşma ve parçalanmanın betimlenişine yerini bırakıyör. Örneğin John Cage’in müziğinde cisimleşen türden bir şeydir bu. Ses ve z.

amandaki süreksizlik tarihe ve geçmişe olan belli bağıntıların silinişinin bir simgesi olarak görülür o zaman. Benzer şekilde, bu bugün bir metni daha büyük birleştirici formlar olmadan süreksiz cümlelerden üretilen bir şey olarak tanımlama eğilimimizle ilişkilidir. Bir metinler retoriği, şu veya bu biçime göre örgütlenmiş eski yapıt kavramlarının yerine geçmekte. Hatta, biçim dilinin ortadan kalktığını, yavaşça silindiğini bile söyleyebiliriz. A.S.: Bana bir zamanlar anlatılana göre 1960’larda ortalama kamera hareketi —bir görüş alanı değişikliği, bir zoom, bir pan— 30 saniyelik normal bir reklam filminde her 7,5 saniyede bir kereden daha yüksek bir hızla yapılmazmış, bunun nedeni de insan algılamasının baş edebileceği optimum hız olarak görülmesi. Oysa şimdrbu hız 3,5 saniyede bire yükselmiş. Ben birtakım reklam filmlerinde zaman tuttum ve bu değişikliğin iki saniyede bir yapıldığım bile gördüm. Bu 30 .saniyede 15 değişiklik eder. FJ.: Burada bir bilinç eşiğiyle algılama mantığına yaklaşmaktayız. Örneğiniz, bizi programlamayı amaçlayan bu yeni fark mantığını, vaktimizin sürekliliğini bölen ve gittikçe hızlanan bu kopuşları çok güzel sergiliyor. Bu hızlandırılan tempoya alıştırılmamız, bir şeyden öbür şeye kaymayı doğal karşılamaya alışmamıza da hizmet etmektedir.

A.S.: Sizin de dediğiniz gibi Paik’in video sanatı bu sorunu irdeleyebileceğimiz değerli bir postmodemist alan. F.J.: Yeni bir fark/farklılık mantığıyla bir çeşit eğitim olarak. Farklılığı algılamanın yeni bir yolunu belleten boş bir formel eğitim veya programlama bu. A.S.: Farklıyı algılamanın bu yeni yolu tam olarak nedir? 1 2 Defter FJ.: Bunu “farklılık bağlantı sağlar” sloganıyla anlatmaya çalıştım. Kesintilerin ve farklılıkların algılanması kendi başına bir anlam haline gelir; bu içeriği olan bir anlam değil, ama anlamlı ancak yeni bir birlik biçimi gibi görünen bir anlamdır. Bu tür bir görüş, “bu şeyleri nasıl bir bağlantı içine .sokarız, nasıl bu şeyleri sürekliliklere veya benzerliklere dönüştürürüz” sorununu gündeme getirmez. Sadece şunu söyler: “Farklı olanı görüp kaydettiğin sürece, zihninde olumlu bir şey meydana geliyor demektir”.

İçerikten kurtulmanın bir yoludur bu. A.S.’ Zamansa! olanın teşhisinden mckân.sala geçiyorsunuz. FJ.’. Sonra bu iki özellik ^kümc.sini (yüzey, parçalanma) zamanın mekânsallaştırılması çerçevesinde birbirine bağlıyorum. Zaman sürekli bir şimdiki zaman haline gelmiş ve böylccc mekânsal olmuştur. Geçmişle olan ilişkimiz artık mckân.sal bir ilişkidir. A.S.’.

Neden mckân.sal olmak durumunda? FJ.: Modemizmdeki ayrıcalıklı bir dil —örnekse Proust ya da Thomas Mann— hep zamansal betimlemeyi kullanmıştır. Bu “derin zaman” ya da Bcrgsoncu zaman kavramının, .sürekli mekânsal bir şimdiki z.aman olan çağdaş yaşantımızla hiçbir ilişkisi yok. Teorik kategorilerimiz de mckânsallaşma eğiliminde: Mekânsal olarak birbiriylc bağıntılı şeylerin eşzamanlı çeşitliliğini gö.stcrcn grafikler içeren yapısal çözümlemeler (bunların diyalektiğin ve onun zaman.sal anlarının karşıtı olduğunu söyleyelim), ve Foucault’nunki gibi boş bir kesme, sınıflandırma ve değiştirme retoriğine sahip diller. Bu bir çeşit mekânsal dildir, bu dilde verileri çeşitli şekillerde parçalara ayrılabilecek bir büyük blok gibi organize edersiniz. Bu benim özel olarak Foucault’yu “kullanışım”; tabii, müritlerini öfkelendirecek sınırlamalarla, öte yandan Foucault’nun pek çok söylediği zaten bilinmekteydi: Merkezle uç arasındaki ikili karşıtlık büyük ölçüde Sartrc/Saint Genet’de geliştirilmişti; iktidar kavramları birçok yerde ortaya çıkmıştı, ama özellikle anarşist gelenekte; çeşitli şemalarındaki bütün.scllcştirici stratejilerin de Wcbcr’dcn bu yana birçok benzerleri vardır. Ben daha çok, iktidarın bilişsel haritasının çıkarılması, mekânsal betilerin {figüre) inşası terimleriyle ele alınmasını öneriyorum Foucault’nun. Ama o zaman da, insan bunu böyle koyunca, Foucault’nun kendi öz betileri —örneğin ağ ijgrid)— tamamen göreli bir nitelik kazanıyor ve başlı başına teoriler olmaktan çıkıyor. A.

S.: “Mckân-ötc.si” (hyper-.Kpace) ne zaman mekânsal tasarının bir parçası oluyor? F.J.: Normal mekân şeylerden yapılmış veya şeylerle düzenlenmiştir. Oysa burada şeylerin çözülmesinden söz ediyoruz. Mekân-ötesinin bu nihai bile­ Postmodcmi/m Ü/crinc Bir Konuşma 13 şeninde, arlık bileşenlerden ya da öğelerden söz edemeyiz. Bundan özne-nesne diyalektiği terimleriyle .söz etme alışkanlığına sahiplik, ama öznelerin ve nesnelerin çözüldüğü bir durumda mekân-ölesi ne.sne kutbunun, yoğunluk da özne kutbunun en üst noktasıdır, arlık özne ve nesnelerimiz bulunmasa bile.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir