Gerard De Villiers – 06 Baskana Santaj

Clifton Carter saatine bakıp sıkıntıyla içini çekti: Bu Allah’ın cezası kapı nöbetinin bitmesine yedi dakika kalmıştı. Washington’a inen otobüsü yine kaçıracak ve kendisini karşılamaya gelen Tina tepinip dururken o da bir sonraki otobüsü beklemek için yarım saat ağaç olacaktı. Ne rezil meslekti bu be! Askerlik hizmetini Langley’deki Central Intelligence Agency binalarında yapmasını teklif ettiklerinde, önündeki belgelere uçar gibi atlamış, hiç düşünmeden imzayı basmıştı. Virginia’da oturduğu için onun da istediği buydu. Her hafta sonu evinde olacaktı. Oysa, hafta sonları işte hep böyle sıkıntıyla başhyordu! Nöbetler dört saat sürüyordu. Clifton’un görevi, beş, altı metrelik Cadillac’lardan, Lincoln’lerden inen subayları ve sivilleri gereğince selamlamak ve kendilerini bekleyen CIA nöbetçilerinin bulunduğu büyük holün kurşun geçirmez cam kapısını açmaktan ibaretti. Ne tek kelime konuşulur, ne de önemli bir olay olurdu. Son iki ayın en önemli olayı, hafif beyni sulanmış bir amiralin pencereden bir belge düşürmüş olmasıydı. Neyse ki, temmuzun sonu olmasına rağmen hava ılıktı ve yiyecekler de yenebilir türdendi! 5 Clifton tekrar saatine baktı: İkiye üç dakika vardı. Şansı yardım ederse, nöbet değiştirmede bir dakika kazanabilirdi. Ortalıkta ne bir araba, ne de selamlanacak biri vardı. Askerliğinden bir gün daha eksilmişti! Sırtım bir ağaca yaslayıp güneşi yansıtan çelik ve camdan oluşma binanın cephesini seyretmeyekoyuldu. Pencerelere kimse çıkmazdı, çünkü bütün odalar soğuk hava cihazlarıyla donatılmıştı ve emniyet kuralları gereğince de camların açılması yasaktı. Aksi halde, rüzgârın uçurdugu gizli bir belge bir casusun eline geçebilirdi… Clifton Carter’m bakışları gökyüzüne çevrildi ve yavaşça aşağı doğru kaydı. Son dakikalarım geçirmek için, on yedinci kattan itibaren pencereleri saymaya başladı. Üçüncü pencereye geldiğinde ağzı bir karış açık kalakaldı: İç cam kalkmış ve bir erkek başı dışarıya uzanmıştı. Güneş, gözündeki gözlüklerde yansıdı ve Clifton’un gözlerini kamaştırdı. Genç adam hemen yaslandığı ağaçtan ayrıldı. — Bak sen! diye söylendi. Büyük şeflerden biri hava almaya çıktı. Sonra, dudağındaki gülümseme birdenbire siliniverdi: — Aman Tanrım! Yukardaki adam iç camı bütünüyle kaldırdıktan sonra bir ayağım pencereden dışarı çıkarıyordu. Bir anda bacağı boşlukta sallanır olmuştu. Clifton Carter şaşkınlıktan ve korkudan donup kalmıştı. —- Aman Tanrım! diye tekrarladı. Kalbi göğsünü delecekmiş gibi çarpıyordu. Holdeki nöbetçilerin dikkatim çekmek için bağırdı, içlerinden biri kafasım çevirip şaşkın şaşkın 6 baktı. Clifton dışarı çıkması için işaret etti. Adam koşarak kapıya geldi. Clifton tekrar başım yukarı kaldırdı. Adam şimdi bacaklarım boşluğa sallandırmış, pencerenin pervazında oturuyordu. Clifton saygıyı, disiplini bir yana bırakıp avazı çıktığı kadar bağırdı: — Hey siz! Çıldırdınız mı, ne yapıyorsunuz? Sesi onuncu kattan yukarı çıkamazdı. Farkında olmadan 45’lik beylik tabancasını çekip titreyerek yukardaki küçük siluete çevirdi. O sırada yanına gelen hol nöbetçisi başım1 yukarı kaldırıp baktı, hayret dolu bir çığlık attıktan sonra içeriye, telefonlardan birine koştu. Olayın tümü on saniyeden fazla sürmemişti. Son derece şaşkınlaşan Clifton 45’lik Colt’unu yere bırakıp iki elini ağzına götürerek ciğerlerini patlatırcasma bağırdı: — Sakın atlamayın! Pencerede hafif bir hareket oldu. Neden sonra Clifton adamın kendisine, sakinleşmesini, bildiren bir el işareti yaptığını anladı. Adam öne eğildi, bir saniye öyle kaldı. Sonra, korkunç bir hızla düşmeye başladı. Dehşete kapılan Clifton Carter midesinin bulandığını hissetti. Adamın tehlikeli bir takla atar gibi dönerek düşüşünü izledi, sonra elleriyle kulaklarını tıkayıp gözlerini yumarak deliler gibi bağırdı. Şok bir an aklım başından almıştı. Sanki düşen kendisiymiş gibi tüm kemiklerinin sızladığım hissetti. Yaprak gibi titreyerek gözlerini açtı ve çevresine bakındı. Adam, binayı çevreleyen çimenliğin ortasında sırtüstü yatıyordu. Sol bacağı üç yerden kırılıp katlanmış, bir kolu altında kalmıştı. Holde koşuşturan insanlar vardı. Clifton mide 7 bulantısını bastırmaya çalışarak o yöne doğru ilerledi- tik kez bir cesedi bu kadar yakından görüyordu. Cesedin üzerine eğilirken binanın kurşun geçirmez kapısı kapatıldı ve dışarı çıkışlar yasaklandı. Clifton bağırıp çağırmaları artık duymuyordu, sadece camlara dayanmış meraklı yüzler vardı pencerelerde. Cesetle yapayalnızdı; diz çöküp haç çıkardı. Adamın başının arka kısmı paramparça olmuş, yüzüyse kaybolan gözlüklerinin dışında olduğu gibi kalmıştı. Clifton bir kez daha dehşete kapıldı: Karşısındaki yüz, CIA’mn en yetkili başkam, ABD’nin en güçlü adamlarından biri olan Foster Hillman’a aitti. Binaya girip çıkarken onu defalarca görmüştü. Cesedi daha fazla seyredecek zamanı olmadı. Güçlü bir kol onu oradan uzaklaştırdı. HiUman’ın yardımcısı General Radford cesede eğildi. Tüm kaygısızlığına rağmen sol göz kapağımn sinirli bir biçimde attığı farkediliyordu. — Olacak iş değil! Bir an çıldırmış olmalı! Clifton Carter’ın bayılmadan önce duyduğu son sözler bunlar oldu. * ** Kırmızı kontroldan ana kontrola:! no’lu devre çalışmıyor. Bozukluk saat 15.43’de başladı. Şu an saat 15.44. Ana kontroldan kırmızı kontrola: Devreleri elden geçirteceğim. Bir yerde bir sigorta atmış olmalı. Bazen olur. Beni tekrar arayın. Kırmızı kontroldan ana kontrola: Saat 15.50. 1 no’lu devre hâlâ çalışmıyor. Diğer kısımlar sağlam. Ana kontroldan kırmızı kontrola: Devrenin çalışması gerekir. Hatlarda bir aksaklık yok. Yeni kontrol ettim. Hat girişlerinize bir göz atın. 8 Kırmızı kontroldan ana kontrolaÇoktan göz attık. Hepsi sağlam. Şimdi ne yapmam gerek? Ana kontroldan kırmızı kontrola: Hiçbir şey. Ben ilgilenirim. Devre çahşırsa bana haber verin. Kırmızı kontroldan ana kontrola: Elbette. Fakat bu çok tuhaf! Ana kontroldan Güvenlik 1 ‘e: Kırmızı kontrol 1 no’lu devrenin yaklaşık on dakikadan beri çalışmadığını söylüyor. Nedeni belli değil. Ne yapmamız gerekiyor? Güvenlik 1 ‘den ana kontrola: Ne yapmamı istiyorsunuz? Ben elektrikçi miyim? Başınızın çaresine bakın. Ana kontroldan Güvenlik Ve: Durumu anlamadınız, efendim. Bozukluk büronun içinde. Sanki Bay Hillman devreyi kendisi kesmiş gibi. Güvenlik Vden ana kontrola: (kısa bir tereddütten sonra): İmkânsız bu! Bozukluk başka bir tarafta olmalı. Ana kontroldan Güvenlik Ve: Elektrikçimiz ısrar ediyor. Devre büronun içinden kesilmiş. Sanırım fişi çekmişler. Güvenlik 1: Bay Hillman farkında olmadan yapmış olmalı. İsteyerek fişi çekmesi imkânsız bir şey. Bürosuyla bağlantı kuracağım. Sizi ararım. “Ana kontrol: Acele edin. Güvenlik 1 ‘den Sorumlu 2211 ‘e: Ben güvenlik subayı, General Radfordla görüşebilir miyim? Çok acil. Sorumlu 2211 ‘den Güvenlik 1 ‘e: Ben Radford, ne oluyor? Güvenlik Vden Sorumlu 2211’e: Önemli bir şey yok, efendim. Yalnız, kırmızı kontrol Bay HiUman’ın odasının devre dışı kaldığım bildirdi. Telefon fişini kazayla çıkartmış olmalı. Kendisini sizin telefondan arayabilir misiniz? 9 Sorumlu 2211 ‘den Güvenlik 1 ‘e: Nedir bu deli saçması? Patronu bu gibi konularla rahatsız edemem… Odasında olmayabilir, bekleyin. Güvenlik 1 ‘den Sorumlu 2211’e (ısrarla): Talimat böyle, efendim. 1 nolu devreyi kontrol etmek zorundayız. Sorumlu 2211 ‘den Güvenlik 1’e: Pekâlâ, arıyorum. Ama çok kızacak, onu da bilin. Güvenlik 1 ‘den Sorumlu 2211 ‘e: Sağolun efendim. Bizi arayın. Sorumlu 2211 ‘den Sorumlu 1-A ‘ya: Sorumlu 1 niye cevap vermiyor? Bay Hillman odasında değil mi? Sorumlu 1-A ‘dan Sorumlu 2211 ‘e: Odasında, efendim. Dışarı çıktığını görmedik. Sorumlu 2211 ‘den Sorumlu 1-A ‘ya: Yalnız mı? Sorumlu 1-A ‘dan Sorumlu 2211 ‘e: Evet. Sorumlu 2211’den Sorumlu 1-A’ya: Odasının kapısına vurur musunuz? Sanırım telefonu çalışmıyor. Kendisine General Radford’un görüşmek istediğini bildirin. Sorumlu 1-A ‘dan Sorumlu 2211 ‘e (birkaç saniye sonra): Bay Hillman cevap vermiyor, efendim, iç konuşma cihazı ve kapalı devre TV çalışır durumda. Yine de kapıyı çaldım. Sorumlu 2211 ‘den Sorumlu 1-A ‘ya: Hay Allah! Herhalde çıkıp gittiğini farketmediniz. Sorumlu 1-A ‘dan Sorumlu 2211 ‘e: Bu imkânsız, efendim. Bay Hillman’ın odasında tek çıkış var. O da bizim kontrol odamızın tam karşısına düşüyor. Buradan hiçbirimiz bir yere kımıldamadık. Sorumlu 2211 ‘den Sorumlu 1-A ‘ya: Yanınızda yangın durumunda kullanacağınız özel bir anahtar olacaktı. Gidip kapıyı onunla açın. Sorumlu 1-A’dan Sorumlu 2211 ‘e (bir süre sonıo ra): Bay Hillman’ın odası içerden güvenlik kilidiyle kilitlenmiş, efendim. Sorumlu 2211’den Sorumlu 1-A’ya: Geliyorum. Kapıyı kırmak için gerekli önlemi alın ve kırın! Sorumlu 1-A ‘dan Sorumlu 2211 ‘e: Kapıyı kırmak mı? Fakat, bu patronun oda… Sorumlu 2211’den Sorumlu 1-A’ya: “Kapıyı kırın”, dedim. Hem de derhal. Sorumlu 2211 ‘den Güvenlik 1 ‘e: Ben Radford. Patronun odasında tuhaf bir durum var. Cevap vermiyor. Hastalanmış filan olmalı. Yeşil ve gri kontrolları uyarın. Doktor James Buck’ı da yukarı gönderin. Çabuk olun. Ben oraya gidiyorum. Ah! 10 no’lu kontrolü da uyarın, yeni bir emre kadar binadan dışarı çıkışlar yasaklanmıştır! Güvenlik 1 ‘den Yeşil ve Gri kontrollara: Dikkat, burası Güvenlik 1! Patronun odasında bir terslik var. Kendini içeri kilitledi ve kimseye cevap vermiyor. * ** Foster Hillman’ın yüzü bir anda bembeyaz oldu. Gözleri hafifçe kaydı. Boğazı kasıldı. Yüzünde hıçkıran bir insanın hali vardı, fakat dudaklarının arasından en ufak bir ses bile çıkmadı. CIA Başkan’ı kaslarını kontrol edemez olmuştu. Başını kımıldattı. Eli telefona uzandı, fakat iki santim kala kasılıp durdu. Tüm bedeni donmuş gibiydi. Titremiyordu, tek kelime etmiyordu; sadece can çekişmeyi andırır bir duygu içinde büzülüp kalmıştı. Telefon zili çalmaya devam ediyordu. Foster Hillman’ın parmakları ahizeyi yakaladı ve hızla kaptı. Cihazı öylesine sıkıyordu ki, parmaklarının ıı eklem yerleri beyazlaştı. Güçlükle duyulur bir sesle: — Ben, Foster Hillman! diyebildi. Telefonun diğer ucundaki ses konuşmaya başladı. Daha önce de olduğu gibi hafif bir aksanla, ağır ağır ve kelimelere basa basa konuşuyordu. Her kelime ateşten bir ok gibi Foster Hillman’in beynine saplamyordu. Hillman söylenenleri dinlerken düşünmeye çabaladı, fakat beceremedi. Oysa hiç de heyecanlı biri sayılmazdı. Washington’da kendisini sevmeyenler, girdiği odanın ısısını düşürecek kadar soğuk biri olduğunu söylerlerdi. ABD Başkanı’mn bile tavsiyelerini dinlediği, sağlıklı ve sağduyu sahibi bir kafaya sahip, eşine ender rastlanır bir analizciydi. Pentagon’da “Foster Hillman gibi bilge” sözü sık kullanılırdı. Hillman birden sıçradı. Ahizedeki ses daha bir tehdit edici olmaya başlamıştı. Kendini cevap vermek zorunda hissederek: — Evet, sizi dinliyorum, dedi. Ben… ben telefondayım. Foster Hillman öylesine zalim ve korkunç bir çıkmaza girmişti ki, ne kımıldayabiliyor, ne de düşünebiliyordu. Yaşamının yarısını “son derece gizli” olayları belleğinde toplamakla geçirmişti. Onları büyük bir sabırla beyninin bir köşesine depolamıştı. Şimdiyse, tüm yaşam boyunca toplanmış bu bilgileri yadsımasını istiyorlardı ondan. Acımasız bir baskı karşısındaydı. Bir an bundan kurtulabileceğini sanmıştı. Eskilerden kalma karşı koyma içgüdüsü birden canlanıvermişti. Fakat bir gün önceki telefon konuşmasından sonra, böylesine umutlandığına pişman olmuştu. Durumu enine boyuna tarttığında kendisi için hiçbir çıkış yolu bulunmadığını anlamıştı. 12 Telefondaki ses devam ediyordu, ama onun dinlediği yoktu. Bir robot gibi telefonu kapadı ve çevresini korkunç bir sessizlik sardı. Havalandırma tertibatlı, ses geçirmez, kurşun işlemez bu odada yapayalnızdı işte. Çevresindeki canlı, yaşayan CIA’nm -kendi CIA’sımn- kalp atışlarım bile farketmiyordu. Ağır ağır doğruldu ve koltuğunu arkaya itti. Gözlerinin altında torbacıkların oluştuğu, katı ifadeli yüzü darmadağınıktı. Titreyen eliyle cebinden altın sigara tabakasını çıkarıp bir Winston yaktı. Soğuk hava cihazımn çalışmasını dinleyerek odanın ortasında bir süre hareketsiz kaldı OSS’in gözde elemanlarından biri olduğu kahramanlık döneminde, sırf heyecan olsun diye haftada kendini on kez tehlikeye attığı gençlik günleriyle ilgili bıalerce anı geçiyordu gözlerinin önünden. Ani bir hareketle sigarasını tablada söndürüp masasına geçti. Masasından hiç ayırmadığı, yıllarca önce ölmüş olan karısının gümüş çerçeveli renkli fotoğrafına bakarak gülümsedi. — Artık hiç ayrılmayacağız, Mary! dedi kısık bir sesle. Gözleri uzun süre fotoğrafa takılı kaldı. Hayatında sevdiği tek kadındı. Bu nedenle ölüm düşüncesi onu fazla korkutmuyordu. Gerçi intihar, dini inançlarına ters düşüyordu ama Tanrı onu bağışlardı. Kararh bir tavırla oda kapışım şifreli kilitle kilitledi ve şifreyi karıştırdı. Sonra masasına dönüp ilk çekmeceyi açtı, içinde yirmiye yakın kâğıt bulunan yeşil dosyayı çıkardı. Başkan’m hediyesi olan masa çakmağım çaktı ve dosyayı tutuşturdu. Dosya hemen alev aldı. Kâğıtların iyice yanmasını sağlamak için dos18 yayı uzun süre elinde tuttu, sonra masanın camı üzerine bıraktı. Kâğıtların tümünün kül olmasından sonra tamamının yanıp yanmadığım kontrol etti. Bazı küçük kâğıt parçacıkları yere düştü ama bunun önemi yoktu. Hah tutuşur cinsten değildi. Pencereyi açmadan önce son bir kez masasına baktı. Üç telefon cihazı ona kafa tutar gibiydi. Biri, Beyaz Saray’ın toplantı salonuna direkt bağlıydı. Diğeri kendi hattıydı. Üçüncüsü ise, CIA’ya bağlı olan hattı. İşte bu üç telefonla, dünyanın en güçlü adamlarından biriydi. Oysa şu an hiçbiri onu kurtarmaya yetmiyordu. Artık kendisini hiç kimse kurtaramazdı. Pencerenin camını kaldırırken telefonlardan biri çalmaya başladı. Birkaç saniye sonra ona ikincisi katıldı. Foster Hillman pencereyi açıp dışarı sarktı. Bulunduğu yerden aşağıdaki nöbetçi er ufacık görünüyordu. Sakin bir tavırla bacağım dışarı attı. En emin yol buydu. Elinin altında ateşli bir silah yoktu. • On saniye kadar mavi göğü seyretti, sonra bir dua mırıldanarak kendisini boşluğa bıraktı. Masanın üzerindeki iki telefon hâlâ çalıyordu.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir