iki öğrenci Xi-Don Kavşağı’nda durmuşlar, birbirlerine küfrediyorlardı. Marian Dutch onlara takılmamak için yolunu değiştirdi ve olanca gücüyle pedal çevirerek batıya akan bisikletli yığını arasında kayboldu. Motorlu taşıtlar, arabalar, kamyonlar devamlı korna çalarak kendilerine yol açıyorlardı. Arabaya pek alışkın olmayan Pekinliler, ezilme korkusuyla son anda taşıtların önünden kaçışıyorlardı. Marian Dutch, yol üzerindeki duvar gazetelerinin önünde birbirine girmiş kalabalığa göz attı. Bazı değişiklikler göze çarpıyordu. Ne yazık ki, duracak zamanı yoktu. Çinceyi ilerletmenin ve son politik gelişmeleri izlemenin en güzel yolu bu duvar gazeteleriydi. Bir aydan beri büyük bir hızla yenileniyorlardı… Caddenin en güzel yerinde bulunan Yasak Bölge’nin kapısının hemen önünde ve Tien-an Men Meydanı’nın karşısındaki cam kulübesinde dikilen mavi üniformalı polis “dur” işareti verdi.Marian durdu. Baldırları ağrımaya başlamıştı. Pekin’in kuzeydoğusunda bulunan Yabancı Diller Enstitüsü’nün kente uzaklığı 15 km. idi. Bu yol otobüsle iki saat sürüyordu. Sert bir rüzgârın çıkmasıyla Marian üşümemek için boynunu kıstı ve kafasını omuzlan arasına çekti. Ocak, -10 ile -30 dereceler arasında değişen en soğuk aylardan biridir. Birçok Pekinli gibi o da kulaklığı andırır küçük deri parçalarıyla kulaklarını örtmüş ve gözüne kadar inen bir şapka takmıştı. Üzerinde muflonlu yeşil kalın bir manto vardı. O sabah da hava 6 -5 veya -6 dereceden fazla değildi. Yasak Bölge’nin Barok stilindeki heybetli girişi sisle kaplıydı. Çang-an Caddesi’nin diğer kenarında, Tarih Müzesi’nin cephesine asılı dev Stalin ve Mao portreleri sisin etkisiyle dinsel bir resim görünümüne bürünmüştü. Polis beyaz manşetli koluyla işaret ederek megafonla yolun açıldığını belirtti. Marian Dutch yeniden pedal çevirmeye koyuldu. Dostluk Mağazası’na kadar üç kilometre daha vardı. Büyük, monoton, düzenli, gri binalarıyla bir Middle West şehrini andıran Pekin’in boyutlarına hiçbir zaman alışamayacaktı. Mesela doğudan batıya Pekin’i kesen Çang-an Caddesi 30 km. uzunluğundaydı. Pedal çevirirken bir yandan saatine bakıyordu. Yuri ile her buluşmasında olduğu gibi bu kez de geç kalmıştı. Bunun verdiği sıkıntıdan dolayı midesi bulanmıştı. Wang-Fu Kavşağı’nı oldukça kalabalık bir bisikletli grubuyla birlikte ve kırmızı ışıkta geçti. Bir kilometre sonra, Pekin’in eski sınırını belirleyen kuru kanal üzerindeki köprüyü geçerken, kocaman bir Jeep Marian’ın arkasında ürkütücü bir korna çaldı. Ezilmemek için ani bir hareketle kenara çekildi. Jeep’in kadın şoförü yuvarlak ve örgülü saçlarla çevrili bir yüze sahipti. Marian’a küfredercesine baktı, ilerde, yabancılara ayrılan Enternasyonal Kulüp’ün yanında Dostluk Mağazası’na ayrılan dört katlı bina göründü. Pekin’de dans edebileceği tek yerdi, önünde, diplomatlara ait siyah plakalı birkaç araç park etmişti. Yuri Sevşenko’nun kullandığı gri Volga’yı görür görmez Marian’ın içini bir sıcaklık dalgası kapladı. Kaldırımda çukur kazan kısa boylu bir Çinlinin yanına bisikletini bıraktı ve Dostluk Mağazası’na girdi. Burada yabancılar, döviz karşılığı her şeyi bulabilirlerdi. Rus havyarından Japon saatlerine kadar. Asansörde Marian yün muflonla astarlanmış mantosunu açtı. İçinde kalın yün bir kazak vardı. Göğüslerinin ucu soğuktan sertleşmişti ve acıyordu. Eski blucini bütün hatlarını ortaya çıkarıyordu. Bu hali Yabancı Diller Enstitüsü’ndeki Çinli arkadaşlarında devrimciliğe yakışmaz hisler uyandırıyordu. Kürk bone6 sini çıkardı, kisa kahverengi saçlarını düzeltti ve aynaya baktı. Hâlâ çocuksu görünen düzgün hatlarını beğenmiyordu. Düz ve belirgin burun, ağzının iki yanında birer gamze. O iri elmacık kemikleri ve çukur yanakları olsun istiyordu. Asansör 3. katta durdu. Altın, yeşim taşı veya fildişi değerine satılan sözde antik mücevherler ve hediyelik eşya katı. Görünürde hiç kimse yoktu. Marian, Ming stili oyma bir paravananın önünde durdu, salona göz gezdirmeye başladı. Yuri’yi farkettiğinde içi titredi. Buna rağmen Drakula Şatosu’ndakileri andıran süslü püslü mobilyaların önünde dolaşmayı tercih etti. Satıcı kızlara güvenmiyordu. Uyuşuk durmalarına rağmen her şeyi gözetliyorlardı, Yeşim taşlarının önünde Yuri ile göz göze geldiler. Rusun solgun yuvarlak gözleri sevgi doluydu. Marian gülümsememek için kendini zor tuttu. Yuri’yi üç yıldan beri tanıyordu. Güney Amerikalı tipi.uzun boyu, gür siyah kaşları, parlak dişleri ve düzgün hatlarıyla onu her zaman çekici bulmuştu. ‘ Pekin’deki Sovyet Elçiliği’nde danışmanlık yapıyordu. Marian onun işi hakkında hiçbir şey bilmediği gibi bununla ilgili soru da sormazdı. Ama yabancı diller üzerindeki başarısına hayrandı. Yuri, Rusçadan başka İngilizce, Çince ve Fransızca da konuşuyordu. Onu, Brüksel’ deki bir davette tanımış ve aşık olmuştu. Yuri, ilk gerçek sevgilisiydi. Bir keresinde Marian’ı Karadeniz kıyısındaki Sotchi’ye davet ettiğinde genç kız ailesine, bir kız arkadaşıyla Yugoslavya’ya gideceğini söylemişti… Yuri Pekin’e gittiğinde, Marian için Çin Hükümeti’nden bir Çince bursu ayarlamıştı. Yuri’den altı ay sonra Marian da Çin’deydi, ama erken pes etmişti. Enternasyonal Kulüp’teki ilk buluşmalarında, Yuri Çinlilerin Rusları casus olarak gördüklerini ve ortalıkta dolaşmalarının kendileri için sakıncalı olacağını söylemişti. Çünkü Marian’ı sınır dışı edebilirlerdi. Marian bunu kabul etmişti, ama çok sıkılıyordu. Bu7 luşmalan akla gelmeyecek yerlerde olurdu. Her zaman kısa ve gizlilik içindeydi. Yuri Sevşenko vitrinin etrafında dolaşıyordu. Elleri birbirine değdiğinde Marian elektrik çarpmışa döndü. Rus, yeşim taşlarına bakıyordu ama aslında gözü arkadaki aynadan onun yüzündeydi. Satıcı kız üç metre ötede bir arkadaşıyla sohbet ediyordu. Yuri gözleriyle çıkışı işaret etti. Marian hiç acele etmeden salonu geçti. O kattaki tek müşteri ikisiydi ve özellikle sabahları burada hiç kimse bulunmazdı. Asansörü çağırdı. Marian binerken Yuri de yetişti. Marian dördüncü katın düğmesine bastı ve kendini Rus’un kollarına attı. — Yuri! Onu içine almak istercesine sıkıyordu. Göğsünü vücuduna yasladı ve kollarını boynuna doladı. Dudaklarını arıyordu. Ateşli bir öpüşmeyle Marian titredi. Dördüncü kata geldiklerinde kapı açıldı. Aceleyle birbirlerinden ayrıldılar. Sahanlık boştu. Bu kat gereksiz eşyalara ayrılmıştı ve hiç kimse yoktu. Yuri’nin gizli yerlerinden biriydi. Birkaç saniye sonra asansörün kapısı kapandı. Yeniden aşağıya çağırılıncaya kadar ikisi de rahattı. On saniye veya on dakika… Marian yeniden sarıldı. Her ikisi de gözlerinde aynı ifadeyle birbirlerine bakıyorlardı. Tavandaki ışık söndü, sessizlik ve karanlık ortalığı kapladı. Dudakları yeniden birleşti. Yuri ağzının genç kızın diliyle dolduğunu hissetti. Marian boynundan başlayarak tüm vücudunu okşamaya başladı. Pantolonunun fermuarını açtı. — Delisin sen küçük güvercin! diye mırıldandı Yuri. Yün kazağın üzerinden o da genç kızın göğsünü okşuyordu. İki aydan beri yatmamışlardı. Yuri’nin boğazını öperken kısık bir sesle: — Sev beni, diye mırıldandı. Yuri ellerini kazağın içine kaydırdığında Marian boğuk bir çığlık attı. Her ikisi de zevkin doruğuna doğru gidiyorlardı. Marian Rus’un elini tutarak bacaklarının ara8 sına götürdü. Yuri onun külot giymediğini farketti. Yuri’nin parmaklarını hissettiğinde vücudunu saran ateşin, zaten eskimiş olan blucini eritebileceğini sandı. — Aah! Evet! Marian artık haykırışlarını kontrol edemiyordu. Yuri devam ettikçe dayanılmaz bir zevk dalgalar halinde vücuduna yayılıyordu. Yuri şakaklarındaki damarlar genişlemeye başladığı sırada olağanüstü bir iradeyle Marian’dan ayrıldı. Marian ile aynı durumdaydı. Pekin’deki hayatı korkunçtu, hatta çölün ortasında yaşamaktan daha berbattı. Ancak kısa gezintiler, sıkıcı gösteriler ve kurs için elçilikten dışarı çıkabiliyordu. Çinliler, Sovyet diplomatlarını vebalı gibi görüyorlar, ne onlara kokteyl veriyorlar ne de davet ediyorlardı. Tek eğlencesi, elçiliğin bahçesindeki çim üzerinde hokey oynamaktı. Bekâr hayatı süren Yuri’yi dinlendiren tek şey votka ve elçilikte haftada bir gösterilen filmlerdi. Marian bile onu ziyaret edemiyordu. — Küçük güvercinim, dedi yavaşça. Dur, zamanımız yok… — Ne halde olduğumu biliyor musun? diye fısıldadı Marian. Ve hiç çekinmeden parmak uçlarıyla yeniden tahrik etmeye başladı. Yuri, havaya girmemek için umutsuzca direniyordu. Bu buluşmanın hayati bir önemi vardı ve kendisini bırakmaması gerekiyordu. Her an asansör çağırılabilir ve bu iş yarım kalabilirdi. Marian’ı yatıştırmak için elini blucinin üzerine koydu, ama okşamadı. Zifiri karanlıkta körleşmiş gibiydiler ve en ufak hareketleri bile olağanüstü değer kazanıyordu. — Minik kuşum, dedi, senden çok büyük bir yardım istiyorum. Bana yardım eder misin? Marian cevap verecek durumda değildi. Başını gömdü ve sıcak, hareketli dili yeniden vücudunda gezinmeye başladı. Ama Yuri birdenbire bileğini yakaladı ve: — Dur, minik kuşum. İyi bir haberim var. Gelecek 9 hafta dört günlüğüne Tokyo’ya gidiyorum. Benimle gelebilirsin, dedi. — Tokyo’ya mı? diye tekrar etti Marian. Doğru mu? — Evet, diye doğruladı Yuri. Orada epey zamanımız olacak. Meridyen Otel’de bir daire ayrıldı bana. Bu haber Marian’ın içinde kıpırdayan şeyi biraz sakinleştirdi, fakat yeterli olmadı. Marian yeniden başladı. Asansör çağrılsa bile hedefine ulaşacak vakti vardı. Yuri konuşmaya devam etti: Fırçalarını aldığın mağazanın bulunduğu Liu-Li Çang Caddesi’ne gitmeni istiyorum. Saat onda orada olmalısın. Çinli bir arkadaşla karşılaşacaksın. O seninle İngilizce konuşacak. Ne kadar zamandır Pekin’de olduğunu soracak. Üç ay diye cevaplandırırsın… Dinliyor musun? — Evet! Marian hâlâ devam ediyordu. Fakat sözünü bitirmeden Yüri’nin kendisine rahat vermeyeceğini biliyordu. O böyleydi. Arasıra kendisinden “yardım” isterdi. — Anladım, dedi usulca. Liu-Li Çang Caddesi’ne gideceğim… Sonra?.. — Ona şöyle diyeceksin, dedi Yuri. Beni iyi dinle, çok önemli. Eğer bu mesajı iletemezsen Tokyo’ya gelemeyebilirim. Marian’ı harekete geçirebilecek tek olay buydu. Her şeyi bıraktı. — Dinliyorum, dedi. Haydi toparlan. Yavaşça ve önemli kelimeleri tekrar ederek konuşan Yuri, mesajı ona aktardı. Asansörde mikrofon yoktu. Dışarıda Marian ile konuşmak sakıncalıydı. Pekin, onun gibi biri için büyük bir tuzaktı. Çinliler Rusların hepsinden şüpheleniyorlardı ve özellikle de onun görevi buna müsaitti. Marian’ın sakinleşmesine bakarak söylediklerinin tamamını anladığı kanaatine vardı. Bu mesaj bu kadar önemli olmasaydı, iyi bir haber güvercini olan bu genç kızı tehlikeye atmayı göze alamazdı. Marian yavaşça yeniden tahrik etmeye başladı. ıo — Tekrar et, dedi Yuri. Marian onun söylediklerini kelimesi kelimesine tekrar etti. En fazla yarım saatlik bir işti bu. Sonra her şeyi unutabilirdi, hatta unutmalıydı. Üzerindeki yük hafifleyince Yuri gevşedi. Artık Merkez’e “Samizdat” harekâtının başladığını belirten şifreli mesajı gönderebilecekti. Eğer her şey yolunda giderse, Pekin’deki görevinin yıl sonunda başka bir yere nakledilmesini isteyebilirdi. Belki yeniden Paris ya da Londra olabilirdi. Marian okşamalarına devam ediyordu. Yuri elini kızın blucininin içine soktuğunda Marian: — Bekle, diye fısıldadı. Hızlı bir hareketle blucini aşağıya indirdi. Zifiri karanlıkta ikisinin de nefes alışları ve kalp atışları hızlanmıştı. Yuri’yi bir anda içinde hissetti… — Yuri! Yuri! Genç kız inler gibi garip bir ses çıkardı. Yuri ve Marian hareket temposunu hızlandırmıştı. Tam o sırada asansör hafifçe sallandı ve aşağıya inmeye başladı. Marian’ın bacakları gevşedi ve dizlerinin üzerine düştü. Genç kızın ısrarlı hareketleri Yuri’yi de zevkin doruğuna ulaştırmıştı. Saniyeler acımasızca geçiyordu. Yuri genç kızı kaldırmak için saçlarından yukarı doğru çekti. Marian nefes nefese kalmış bir durumda asansörün duvarına yaslandı. Birdenbire Yuri: — Çabuk giyin, dedi. Asansör yarı yolda olmalıydı. Çin tekniği henüz hızlı asansörlere erişememişti… Marian: — Seni ne zaman göreceğim? diye endişeli bir soru sordu. — Üç gün sonra, dedi Yuri. Saat beşe doğru burada Tokya’ya nasıl gideceğimizi söylerim. Asansör durdu. Kapılar açıldı ve tavan lambası yeniden yandı. Üç Amerikalı Çinli rehberleriyle birlikte sevimli bir baş hareketiyle onları selamladı. Önce Yuri çıkıt tı. Marian onu gözleriyle takip etti. Boğazına hıçkırıklar düğümleniyordu. Yeniden onunla ne zaman sevişecekti? Onun kolllarında uyuyabilecek miydi? Tokyo’da, belki de Meridyen’de… Bisikletine bindiğinde, Volga çoktan Huan-Nan Caddesi’ne dönmüştü ve kuzeye doğru gidiyordu. Marian sağ eliyle yüzünü sildi. Üzerinde hâlâ Yuri’nin kokusu vardı. Bundan cesaret alarak bisikletine bindi, mavi ya da yeşile bürünmüş olan bisikletlilerin arasına katıldı. Liu-li Çang Caddesi, Tien-an Men Meydanı’nın dört kilometre güneybatısındaydı. Henüz modern anlayışın erişemediği bir mahalleydi. * * * Kaldırımda oldukça yaşlı bir Çinli kadın, fabrika bacası gibi tüten antika kömür sobasını tutuşturuyordu. Yeni yapılan binalar, geleneksel eski evlerle aynı sıradaydı. Yeni evlerde oturan pek azdı, Parti üyelerine ayrılmıştı. Marian Dutch Çinlilerin kutsal yeri sayılan Çin Komünist Partisi’nin merkez binasının önünden geçti. Binaya Kraliyet Sarayı havası veren bu kapı Kutsal Barış Caddesi’ne açılıyordu. Yüksek bahçe duvarları üstünde yüz metre arayla süngü takmış nöbetçiler dolaşıyordu. Çin’in geleceği burada kararlaştırılıyordu. Genç kız yavaşladı ve eski Pekin’e özgü kaldırımsız dar bir sokağa, Liu-Li Çang’a saptı. Bisikletini duvara dayadı ve asma kilit taktıktan sonra yürüyerek sokaktakilere karıştı. Burası kamulaştırılmış antikacıların ve kitabevlerinin bulunduğu bir caddeydi. Belçikalı genç kız, vitrini kabartma ve yazı örnekleriyle dolu bir mağazanın kapısından girdi. Öğrenciler oraya fırça ve mürekkep almak için gelirlerdi. Keçi sakallı ihtiyar satıcının siyasi çalkantıların hepsinden uzak kalmış bir havası vardı. Birçok kere gördüğü Marian’a nazikçe gülümsedi. Marian sinirliydi, adamın gülümsemesine karşılık verdi. Bir fotoğraf dergisini karıştıran yaşlı Çinliden başka kimse yoktu. O da başını bile çevirmemişti. Marian bir12 denbire kalbinin sıkıştığını hissetti ve sevgilisinin söylediği mesajı hatırladı, ilk defa böyle endişeliydi. Tutuklanmalar, “Lao Zao* ” kampı ve işkenceler aklına geldi. Adının anılmamasına rağmen, etkili ve her yerde varolan bir gizli polis olduğunu biliyordu. Midesi bulanmaya başladı. Dükkânın içinde dolaşıyordu. Sokaktaki çiçekçinin önünde büyüyen kuyruğa baktı. Çinlilerin, Kültür Devrimi süresince binlercesi katledilen kuşlara karşı ilgisi azalmıştı. Evcil hayvanlar şehirlerde yasaklanmıştı, fakat çiçekler hâlâ yerini koruyan geleneksel bir hediyeydi. Genç kız o kadar dalmıştı ki, kapıdaki zili zor duydu. Başını kapıya çevirdi. Yabancı malı olduğu belli olan siyah bir pardösünün içine gömülmüş bir Çinli içeri girdi. Boynunda bir fular vardı. Siyah saçlarını arkaya doğru taramıştı, alnı açıktı ve basık bir burnu vardı. Kısa boylu, elli yaşlarındaydı. Yüzünde güleç bir ifade vardı. Satıcıyla Çince birkaç kelime konuştuktan sonra dükkânın içinde gezinmeye başladı. Marian kasten ona arkasını döndü. Kalbi hızla çarpıyordu. Yuri’nin bahsettiği adam bu muydu? Mesajı unutmamak için aklından bir kere daha tekrar etti. Hiç bitmeyecek gibi gelen dakikalar boyunca hiçbir gelişme olmadı. Tezgâhın etrafında dönerken birdenbire göz göze geldiler. Satıcı, kasanın altından hiç eksik etmediği sıcak su termosunu çıkardı ve çay demlemeye başladı. Dükkânın ısısı 5 veya 6 dereceden fazla değildi… Marian Dutch, Çinlinin gözüne bakıyordu. Adam gülümsüyordu, ama kayıtsızdı. Marian Çince konuşmaya başladı: — Zao*! — Zao, cevabını verdi. Çince konuşuyorsunuz… Uzun zamandan beri Pekin’de misiniz? — Üç aydır, dedi Marian. Laflar boğazına düğümleniyordu. Adam başıyla “İyi” (‘ ) Çalışma Kampı (•) Merhaba 13 anlamına gelen bir işaret yaptı. Sırtını satıcıya döndü. Dudaklarını hiç oynatmaksızın kısık sesle ve İngilizce sordu: — Bir mesajınız var mı? Marian’ın içini bir panik kapladı. Cevap veremeyeceğini zannetti. Konuşmadan önce dudaklarını ıslattı: — Evet… Hareket, Bahar Bayrami’na kararlaştırıldı. Çinlinin siyah gözlerinden büyük bir sevinç okunuyordu. Her zamanki mekanik gülümsemesiyle sırıtıyordu. Hepsi bu mu? — Hayır. Çin Seddi’nin doğu kulesinde her zamanki yere yerleştirilmiş bir şey göreceksiniz. Bir mühür. Fildişinden. — Sonra? Marian, anteni açık bir alıcıya benziyordu. Satıcının termosu kapattığını duydu. — Mühürü oraya bırakan kişiyle temasa geçilecek. Pekin Oteli’nde kalacak o kişi mühürü bıraktıktan sonra üç gün süreyle Fang Shan Lokantası’nda akşam yemeği yiyecek. Daha sonra buz pateni yapacak. Devamını size o söyleyecek. Hepsi bu kadar… Çinli başıyla selam verdi ve Çince: — Zie-zie mim* ! dedi. Ellerini cebinden çıkarmamıştı. Kasaya döndü ve üç fırça satın aldı. Marian’ın içinde bir korku ve telaş vardı. Si-An üzerine bir fotoğraf albümünü seyre daldı. Başını tekrar kaldırdığında siyah pardesölü Çinli çoktan yoldaydı. Her zamanki gibi elleri cebindeydi ve hızlı yürüyordu. Marian birden kusacağını sandı. Lu-Nan Caddesi’ nin köşesinde park etmiş gri renkli arabadan inen iki adam dükkândaki Çinlinin hemen arkasında yürüyorlardı. Her ikisi de yeşilimsi kumaştan ceketlerinin içine gömülmüşlerdi. Yüzleri basık ve tombuldu. Kürk şapka giymişlerdi.

Gerard De Villiers – 12 Sangay Expresi
PDF Kitap İndir |