Venüs’e bakan Leonid Volodia’nın siyah gözlerinde çocuksu bir sevinç belirdi. Sağ eliyle Venüs’ü okşamaya başladı. Uzun ve kıllı parmakları heyecandan titriyordu. Yüzünde beliren memnuniyet ifadesi, endişeli halini gizliyordu. Kelleşen yumurta kafası ile kalın kaşları arasındaki uyumsuzluktan olsa gerek, Leonid Volodia’nın yüzünde şeytanca bir ifade farkediliyordu. Kemerli bir burnu, iri dudakları ve iri bir çenesi vardı. Leonid Volodia’ya karşı pek az kadın kayıtsız kalabilirdi. Volodia, Venüs’e duyduğu sevgiyi kadınlara karşı hiçbir zaman duymamıştı. Parmakları okşamaya devam ediyordu. Elinin altındaki kahverengi çelik gitgide ısınıyordu. Leonid Volodia, avuçlarının içi terleyecek kadar heyecanlanmıştı. Hayatı boyunca, hiçbir zaman böylesine öldürücü bir silaha sahip olamamıştı. Venüs… Birdenbire bir makineliye niçin Venüs denildiğini düşündü. Silah fabrikatörlerinin düşündükleri bir kara mizah olmalıydı! Leonid Volodia, adı ne olursa olsun, önüne konan o silahı seviyordu. Bir eksen çevresine dizilmiş altı namlusu ile tarihi bir silah koleksiyonundan alınmışa benzediği halde saniyede seksen mermi atabiliyordu. Dakikada beş bin mermilik 5 korkunç bir hıza sahipti. Hiçbir canlı, ölüm saçan o aletin karşısında duramazdı. Leonid, Venüs’ü bir koyunun üzerinde denemiş, sonucu görür görmez de midesi bulanmıştı… Mermilerin patlama sesi bile duyulmuyor, sadece madeni bir gıcırtı oluyordu. Leonid Volodia şarjörü çıkardı ve namluyu döndürdü. Şarjörü yeniden taktıktan sonra silahı emniyete aldı. Daha sonra yavaş hareketlerle silahı deve derisi kılıfına yerleştirdi. Yeryüzünde en fazla on Venüs olabileceğini düşündü ve sevindi. Elindeki ise İngiltere’de, belki de Avrupa’daki tek Venüs’tü. Silahın üzerinde seri numarası ve markası yoktu. Anlaşılan fabrikatörü Venüs ile övünmeyi sevmiyordu. Leonid Volodia ayağa kalktı ve makineliyi deri bir çantaya koydu. Ayaktayken neredeyse kafası tavana değecekti. Londra’daki birçok evde bulunan yeraltı mahzenlerinden birindeydi Leonid. Daha akşam olmadan ışıkları açmak gerekiyordu, fakat bu Leonid Volodia’nın umurunda değildi. Siyah paltosunu giydi ve fötr şapkasını taktı. Sık sık nezle olması ve Londra’nın kış mevsimi hiç de hoş değildi. Lambayı söndürdü ve dışarı çıktı. Kaldırım ile ev arasındaki boşlukta ilerledi. Küçük merdiven doğrudan kaldırıma açılıyordu. Leonid, Chester Sokağı’nın soğuk ve nemli havasını içine çekti. Litvanya gizli polisi tarafından bir buçuk metrekarelik bir hücreye kapatıldığından bu yana, Leonid kapalı yerlerden korkar olmuştu. Asansöre binmektense, on beş kat çıkmayı tercih ediyordu. Metroda bile oldukça sıkılıyordu. Nasıl olsa 6 Brompton Caddesi’ne kadar gidecekti, bu yüzden yürümeye karar verdi. Gece karanlığı çöküyordu. Leonid’in yanından geçen tek tük yayalar, halinden şüphelenecek vaziyette değillerdi… Elindeki eski çanta ile Londra’da yaşamaya çalışan birçok göçmene benziyordu. Aslında, savaştan sonra Doğu-Batı sürtüşmesi sırasında canlı kalabilen ender kişilerden biriydi Leonid. Bir gürcü olan Leonid Volodia, ellili yıllarda soğuk savaş komandoları hazırlayan Vlassof Ordusu’na katıldı. Komünizmi sabotajlarla devirmeyi hayal eden Batı servisleriyle çalıştı. Leonid Litvanya cezaevlerinden kurtulduktan sonra Sovyet çıkarlarına karşı çalışan Batı teşkilatlarıyla işbirliği yaptı. Kısa adı NTS olan ve National Trudovoy Soyuz diye bilinen “Ulusal İşçi Teşkilatı”na katıldı. 1930 yılında Rusya’dan kaçanlar tarafından kurulan bu teşkilatın amacı komünizmi devirmekti. CIA, bu teşkilatın üyeleriyle ilgileniyor ve onları önemli işlerde kullanıyordu. Bir diplomatın arabasına yerleştirilecek bomba veya bir elçiliğe bir saldırı söz konusu oldu mu, bu işlere yatkın olan teşkilat üyeleri hemen CIA hesabına görev alıyorlardı. * ** Leonid Volodia kendisine görev verdikleri için memnundu. Böylesi, sıcak savaşın ortasında ölmekten daha iyiydi… Hızlandı. Aynı tempoda yürürse geç kalacaktı. Oysa, o akşam kesinlikle geç kalmaması gerekiyordu… Tahta merdiveni çıktı. Çekingen bir tavırla kapıyı tıklattı. Kapı anında açıldı. — Erken geldin! Henüz üstümü değiştirmedim! — Önemli değil, dedi Leonid. Kadın çoktan Leonid’e sarılmıştı. İriyarı güzel bir kadındı. Leonid Volodia kadına sımsıkı sarıldı ve onu kendine çekti. Bu kadına sarılmak, hemen hemen Venüs’ü kollarına almak kadar güzeldi. — Bak, dedi genç kadın, sana bir şey aldım! İpek kâğıda sarılmış bir paket uzattı. Paketi açar açmaz Leonid’in yüzüne bir gülümseme yayıldı. Pakette gümüş kapaklı kristal bir şişe vardı. — Bir püskürteç, dedi genç kadın. Sanırım çalışıyor. Üzerine basmak gerek. Yarın içine koyacak bir şey alırım… Leonid püskürteci, iri parmaklarının arasında evirip çevirdi. Tek lüksü üzerine parfüm sıkmaktı.Her zaman bunu sevmişti. Şimdi ise çok mutluydu. — Kotik,* diye mırıldandı, sen bir meleksin. Bu çok pahalı olmalı. Venüs’ü unutmuştu. * ** Divanın üzerinde çıplak yatan Leonid Volodia donuk bakışlarla şöminenin alevlerini seyrediyordu. Gürcü olduğu için şarabı severdi, fakat o akşam bir kadehle yetinmişti. Aklı başında olmalıydı. (*) Rusça kedi yavrusu. Yere diz çöküp bulaşıkları toplayan genç kadın gülümseyerek ona baktı. — Tek bir spagetti bile bırakmamışsın, dedi kadın. Çok hızlı yiyorsun. Gören de kıtlıktan çıktığını sanacak… Leonid kadına doğru döndü. Sol eliyle onu okşamaya başladı.scanned by darkmalt1 — Biliyorsun o da başıma geldi, dedi. Litvanya’nın Vilna şehrindeki Kamp 27’deydim. Yaralanmıştım ve zayıftım. Çorba diye önüme getirilen şeyin içinde tek bir parça ete rastlamadım. Bir gün o kadar acıkmıştım ki, üstümdeki kaputu bir parça yağ ile değiştirmek zorunda kaldım. Onu da hemen yedim. Daha sonra da başkasının kaputunu çalmak zorunda kaldım. Çok tehlikeli bir işti. O yüzden adam öldürüyorlardı… Leonid sustu. O günlerden bahsetmeyi sevmiyordu.Kadın Leonid Volodia’ya yaklaştı ve göğsünü okşamaya başladı. — Artık o günleri düşünme, diye fısıldadı. Leonid’in hayatını tamamen bilmiyordu, fakat zor günler geçirdiğinden ve onun tehlikeli bir adam olduğundan emindi. Bir gün Scotland Yard’dan gelen iki müfettiş Leonid nedeniyle onu sorguya çekmişti. Genç kadın o olayı pek önemsememişti. Leonid gibi kendisi de yalnız ve ümitsiz yaşıyordu. Leonid Volodia ona sevgi getiriyordu ve onun da buna ihtiyacı vardı. Genç kadın Leonid’in üzerine uzandı. Adam onu kucaklayacağı yerde başını çevirdi. Gözgöze geldiklerinde Leonid’in yüz ifadesinden sevişmek istemediği anlaşılıyordu. — Kalmıyor musun? — Hayır. 9 Leonid ayağa kalkmıştı. — Önemli bir işim var. Genç kadının bakışları deri çantaya yöneldi. Kadın çantanın çok ağır olduğunu farketmişti. Korkudan midesine ani bir sancı girdi. Leonid birisini öldürmeye gittiğini elbette ki ona söyleyemezdi. ıo II. BÖLÜM Telefon çalmasıyla Nikolas Silverman yerinden sıçradı. Amerikan telefonlarının ziline alışık olduğundan, îngilizlerinkine bir türlü alışamamıştı. Kravatını bırakıp telefonu açtı. — Alo? Cevap yoktu. “Alo ” diye tekrarladı. Telefon aniden kapanmıştı. Nikolas Silverman birkaç saniye ahizeyi elinde tuttu, daha sonra sinirlenerek kapattı. — Canın cehenneme! Birdenbire odada bulunan eşyalar ona sıkıcı geldi. Kanepenin karşısındaki duvarı boydan boya kaplayan füme renkli aynada kendisini seyretmeye başladı. Aynada, tek tük kalmış birkaç tel saçını ve eskiden enerji dolu olan yüzünün son halini gördü. Gözlük takmadığı zamanlar, mavi gözlerindeki şaşkınlık ifadesi iyice belli oluyordu. Arkadaşları Nikolas’a “Sevimli Ayıcık” lakabını takmışlardı. Çünkü çok sağlıklıydı. Hatta aşırı derecede. Balın sinekleri çektiği gibi o da kadınları kendine çekerdi. — Kimdi o arayan? — Bilmiyorum, dedi Nikolas Silverman. Hiç kimse konuşmadı. Telefon bekliyor muydun? Pamela Rice hayır anlamında başını salladı. ıı — Sevgilim bilirsin ki aşıklarımı hiçbir zaman karıştırmam… Bir elinde aynası, diğerinde rimel fırçası bulunan sarışın genç kadın makyajını tazeliyordu. Pamela Rice doğru dürüst konuşulacak birisi değildi, fakat inanılmaz bir çekiciliği vardı. Kadın Nikolas Silverman’a bakıyordu. Onun için iki metreden daha uzağı görmek imkânsızdı. Fakat Pamela gözlük takmaktan nefret ediyordu. Nikolas kadının kıyafetini görünce kızdı. — Pamela, delisin sen! O gömleği giymeyeceksin herhalde, değil mi? Suslov ile birlikte yemek yiyeceğiz. Pamela Rice rimel şişesini diliyle yaladı ve Nikolas’a baktı. — Senin Rusların canımı sıkmaya başladı, dedi alaycı bir sesle. Gömleğimin nesi var? Pamela, aynanın önüne geldi ve Nikolas’ın yanına oturdu. Adam gömleğe göz attı. Siyah, üzerinde yaldız işlemeler olan bir gömlekti. Yalnız, gömlek Pamela’nın göğüslerini gizlemiyordu. Neyseki, siyah kadife eteği daha derli topluydu. — Aptal! dedi kadın, bu halimle daha güzelim. Suslov daha çok etkilenir. İki yüz odalı bir şatoda gördüğü eğitime rağmen, Pamela Rice arasıra böyle basit konuşmalar yapardı. Nikolas Silverman sessizce iç geçirdi. Sovyetlerin Bilim ve Teknik Komitesi Müdürü bir karara varacaktı herhalde. Pamela Rice oldukça çekici bir kadındı. Vladimir Suslov, Nikolas Silverman’ı kıramazdı. Niko12 las da her şeyi kabullenir, ama Pamela Rice ile tartışmaya katlanamazdı. Bu kadın onu deli ediyordu. Nikolas on altı yaşındaki bir lise öğrencisi gibi aşıktı. Tek bir düşüncesi vardı: Ne olursa olsun Pamela Rice ile evlenmek. Nikolas Silverman kürkünü giyen kadına baktı. Lord Malcolm Rice’ın, İsviçre’de başarıyla sonuçlandırdığı bir işten sonra aniden ölü vermesi Pamela’nın her ay altmış bin dolarlık bir servete konmasına sebep olmuştu.Böylece genç kadının İngiltere Kraliçesi’ninkinden biraz daha lüks bir hayatı oldu. Pamela donuk bakışlarla Nikolas’a döndü. — Gidelim, acıktım. Genç kadın tahta merdiveni inmeye başladı. Evin tavanları çok yüksekti. Çevrenin sessizliği yüzünden Nikolas o evi seçmişti. Halkin Caddesi taşıt trafiğine kapalıydı. Evin yaşlı uşağı onlara kapıyı açtı. — Senin arabanla mı, yoksa benimkiyle mi gidelim? dedi Pamela. Evin önünde bir Rolls Royce Fantom VI duruyordu.

Gerard De Villiers – 29 Londrada Panik
PDF Kitap İndir |