Doktor Virgil Nagel sık çam ormamnda soluk soluğa koşuyordu. Buz tutmuş toprak, Rus malı ayakkabılarının ince tabanlarında çatırdıyor, ince paltosu onu Sibirya soğuğuna karşı yeterince koruyamıyordu. Isı, en azından sıfırın altında 15 derece olmalıydı. Soluğu kesilen doktor bir ağacın önünde durdu ve etrafı dinledi. Ağzından çıkan buhar, dondurucu havada büyük halkalar oluşturu- yordu. Timiçul’dan en falda iki kilometre uzaklıkta olmalıydı. Nehrin öbür yakası Yugoslavya idi. Burası kendisi için kurtuluş demekti. Timiçul’u gece buz üstünde yürüyerek geçecekti. Nehri gündüz geçmesi imkânsızdı. Çünkü, herbiri seçkin birer nişancı olan sınır muhafızları geçiş noktalarını gözlüyorlar- dı. Daha güneyde ise, Tuna aşılmaz doğal bir sınır oluşturuyordu. Virgil Nagel girişimi için, Timisoara’nm batısındaki oldukça tenha bir bölgeyi seçmişti. Aslında vakti olsaydı, geçişi önceden ayarlayabilir, hatta uçakla bile gidebilirdi. Ama vakti yoktu. Bir adamın hayatı onun başarısına bağlıydı. Uzaktan bir ıslık sesi duyar gibi oldu ve tekrar koşmaya başladı. Yüreği deli gibi çarpıyor, boğazı yanıyordu. Hava kararmadan bir barınak bulup peşindekilerden kurtulması gerekiyordu. Gözünün önüne, Çaykova Köyü’ nün çıkışında Volksvvagen’ini farkeden kalın yeşil paltolarına gömülmüş iki muhafızın kuşkulu yüzleri geldi. Arabası Bükreş plaka- lıydı ve bu onlara tuhaf gelmiş olmalıydı. Eğer muhafızlar alarm vermişlerse arabasını bulma- ları zor olmayacaktı. Bu arada ancak iki kilometre kadar uzaklaşabümişti… Ah, biraz daha vakti olsaydı! Romanya’ dan çıkış için çok daha emin yollar vardı. Uzaklarda bir silah patladı. Belki de sınırı gündüz geçmeye çalışan bir çılgını vurmuşlar- dı… Birden, ağaçların arasında bir ev göründü. Virgil bacadan çıkan dumanı farketti. Bir kütüğün arkasına çömelerek evi gözetlemeye başladı. Küçük bir çiftliğe benziyordu. Çam- lar, evin biraz ilersinde seyrekleşiyordu. Doktor karla kaplı”bir tarla farketti. Virgil Nagel yavaş yavaş kendine geldi. Karar vermesi gerekiyordu. Geriye dönmesi söz konusu olamazdı. Ormanda beklerse, canlı canlı donacaktı. Tehlikeyi göze alması gereki- yordu. —Tanrı kahretsin! diye söylendi kendi kendine. Ayağa kalkıp pantolonundaki karları silke- ledi. Eliyle saçlarını düzelttikten sonra gizlen- meden patikada ilerlemeye başladı. Yaklaşın- ca, içerde bir ışığın yandığını farketti. Tahta kapıya sertçe vurdu. Virgil Nagel öylesine gergindi ki, kapı gıcırdayarak açıldığında irkildi. Eşikte uzun boylu bir kadın duruyordu. Alnı kıvırcık siyah saçların altında kayboluyordu. Sivri bir çenesi vardı. Ağzı geniş ve etkileyiciydi. İnce burnunun üstündeki iri siyah gözleri pırıl pırıldı. Sertçe sordu: —Ne istiyorsunuz? Genç kadın kuşkuyla karşısındaki adamı inceliyordu. Virgil zorlukla gülümsedi. —Doktorum ben. Arabam arızalandı. Yolumu kaybettim. Isınmak için biraz içeri girebilir miyim? —Yolunuzu mu kaybettiniz? diye yavaşça tekrarladı kadın. .Sesi kuşku doluydu. Virgil Nagel gülümse- yişini belirginleştirmek için acıyan dudaklarını zorladı. —Ormandaki bir hastayı görecektim ve yolumu kaybettim. Hava korkunç soğuk. Kadın cevap vermeden önce onun şehir işi paltosuna ve ince ayakkabılarına baktı.. —Girin, doktor. —Sağolun! diye mırıldandı Virgil. Gerçekten güzel bir kadındı bu. Dişlerini takırdatarak alevlerin önüne çömeldi. Hiçbir zaman kendini bu kadar iyi hissetmemişti. Hatta yazın Mamaia Plajı’nda bile. İçerde tavuk çorbasıyla, tuzlu peynir kokusu vardı. Bu onun karnını acıktırdı. Sert bir tıkırtıyla irkildi. Arkasına baktı- ğında genç kadının, kocaman bir anahtarı cebine soktuğunu gördü. Genç kadın kulübe- nin tek kapısını kilitlemişti. —Hiç kaçmaya kalkışmayın, bayım! dedi genç kadın sert bir sesle. Kocam uzakta değil, bağırır sam sesimi duyar… Doktor Virgil Nagel yeniden her yanının buz kestiğini hissetti. —Ne demek istiyorsunuz? diye kekeledi. Hırsız filan değilim ben… Doktorum. —Yolunuzu kaybetmediniz, diye sözünü kesti kadın. Çaykova’dan bu yana çevrede başka ev yok, üstelik doktoru da tanıyorum. Sınırı geçmeye çalışıyorsunuz siz. Genç kadın elleri belinde, nefretle onu süzüyordu. Virgil Nagel kendini savunmak istedi… , – — Ben bir uzman hekimim, diye itiraz etti. Bir hastayı görmek için Bükreş’ten geliyorum. Kadın sırıttı. — Kocam sınır muhafızıdır. Bana sizin gibi insanlardan sık sık söz etmişti. Eğer vicdanınız rahatsa, o zaman onu bekleyin. Virgil Nagel içinden kendine lanetler yağdırıyordu. Gece oluncaya kadar ormanda beklemeliydi. Tek şansı pencereydi. Kapıya doğru bir adım attı, ama genç kadın onu öylesine sert itti ki, az daha şömineye düşüyor- du.—Olduğunuz yerde kalın, doktor! Genç kadın bir hamlede yerden koca bir odun aldı. Boyu doktorunki kadar vardı. Virgil Nagel dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. Eğer sınır muhafızı gelirse işi bitikti. Silahı olmadığından fazla dayanamazdı. Sının geçmesi gerekiyordu. Yeri doldurulmaz bir. adamın hayatı buna bağlıydı… — Dinleyin, dedi doktor yalvaran bir sesle. Sınırı geçmek istediğim doğru. Ama kimseye kötülük yaptığım yok. Bırakın gideyim.. —Hayır! .. Bir an karşılıklı bakıştılar. Genç kadın odunu sağ eliyle sıkıca kavramış, Virgil Nagel’in yapacağı en küçük hareketi kolluyor- du. Birden, doktor kadının bileğim yakaladı ve bütün gücüyle bükerek midesine diziyle sertçe vurdu. Ama sınır muhafızının karısı şaşılacak derecede dayanıklıydı. Nefes alabilmek için ağzını açtı ve elindeki odunu doktorun 8 omzuna indirdi. Virgil Nagel acıyla bağırdı. Genç kadın kin dolu bakışlarla elindeki odunla geriledi ve haykırdı. —Gregori! Virgil Nagel delice bir öfkeye kapıldı. İçgüdüsel olarak iki eliyle kadının boynuna vapıştı. —Kaltak! Omuzlarına inen odunlara aldırmadan bütün gücüyle kadının boynunu sıkmaya başladı ve üzerine abanarak vücudunu geriye masaya devirdi. Kadının dolgun göğüsleri vücuduna yapıştığında, Virgil Nagel bir an ona tecavüz etmeyi düşündü. Birden, ensesine sert bir darbe indi ve kadını bırakmak zorunda kaldı. Kadın yine odunla vurmuştu. Virgil öfkeden köpürerek tekrar üstüne yürüdü. Kadının artık vuracak gücü kalmamıştı. Ama doktorun yeniden üstüne geldiğini görünce, olanca kuvvetiyle haykırdı: —Gregori! Sesi bir sis düdüğü kadar kuvvetliydi. Virgil Nagel umutsuz bir hamleyle kadının saçlarına yapıştı. Genç kadın karşı koydu, ama doktorun sert yumruğunu çenesine yiyince yere düştü. Emekleyerek Virgil Nagel’in bir bacağını yakaladıktan sonra doğrulmayı ba- şardı. Ağzından kan akıyordu. -Yeniden odanın içinde boğuşmaya başladılar. Virgil Nagel kadını omuzlarından yakalayarak yüzü- nü alevlere doğru itti. Kadının delice debelen- mesine rağmen doktor onu bırakmadı. Ata biner gibi kadının sırtına oturdu. Genç kadının sesi kısa sürede kesildi ve kımıldamaz oldu. Virgil Nagel titreyerek ayağa kalktı. Alnından akan terleri sildi. Odayı yanık et kokusu kaplamıştı. Bir an, bu cinayetin sorumlularına lanetler yağdırdı. Onlar binlerce kilometre uzaklıktaki konforlu bürolarında hayal ürünü olaylarla oyalanıyorlardı. Oysa o, Bükreş’in saygıdeğer hekimi Doktor Virgil Nagel az önce bir kadını korkunç bir şekilde öldürmüştü. Cesedi döndürdü ve kararıp yanmış yüzü görmemek için kafasını çevirdi. Kavrulmuş dudaklarda hüzünlü bir gülümseme okunuyordu. Virgil Nagel çabucak elini kadının cebine daldırdı ve anahtarı aldı. Şimdi evde geçecek her saniye, onu ölüm tehlikesine daha da yaklaştırıyordu. Kapıya doğru koştu ve kilidi açtı. Patika ıssızdı. Çıkacağı sırada etajerin birinde bir şişe “Zuika”* gördü ve hemen aldı. Gece oluyordu. Koşarak batıya doğru hareket etti. * ** Donmuş nehir ay ışığında hafifçe parlıyor- du. Bulutsuz gökyüzündeki yıldızlar ışıl ısıldı. Virgil Nagel kulak kabartınca uzaklardaki köpek havlamalarını duydu. Buz tutmuş toprakta sürünerek Timiçul’a yaklaşmaya çalıştı. Muhafızlar sol tarafta, yüz metre kadar uzaktaydılar. Nehrin kıyısına gelince derin bir soluk aldı. Sonra birden nehre atıldı. Bir, iki çatırtı oldu, ama buz dayandı. Korkudan ölecek gibi olan Virgil Nagel dirsek ve dizleriyle olabildiğince hızlı sürünüyordu. Eğer (*) Bir çeşit Romen rakısı 10 buz çökerse mahvolmuştu. Solunda bir çığlık duyduğunda, nehrin tam ortasında bulunu- yordu. —Lumina!* Hemen hemen aynı anda Romanya tarafın- da bir projektör yandı. Işık yavaş yavaş üzerine yaklaşarak buzu taramaya başladı. Virgil Nagel’in ilk düşüncesi ayağa kalkıp koşmak oldu. Işığa yakalanmadan Yugoslavya kıyısına ulaşmak için yeterince zamanı vardı. Ama dizleri üstünde doğrulduğunda kor- kunç bir çatırtı oldu ve sol dizi buza gömüldü. Buzlu sudan kurtulunca hızla sürünmeye devam etti. Sırt kasları, sanki kurşunları durdurmak için olabildiğince kasılmıştı. Projektör onu tam Yugoslavya kıyısına ulaştığı anda yakaladı. Muhafızın haykırışını duydu. —Stai! stai!** Bir Çek makinelisinin sert takırtısıyla sağırlaşan Virgil Nagel ileri atıldı. Ama kurşunlar biraz ilersine saplandı. Son bir gayretle çam ağaçlarına ulaştı ve soluk alabilmek için kendini yüzükoyun ağaçlardan birinin arkasına attı. Sonra emekleyerek devam etti. Yeni bir yaylım ateşi daha oldu, ama kurşunlar üstünden geçiyordu. Muhafızlar nehri geçe- mezlerdi. Bu onun tek şansıydı. Bitip tükenmiş bir halde bir iki saniye durdu, sonra koşarak tekrar yoluna devam etti. {*)Işık! (**)Dur!Dur! 11 II. BÖLÜM Kış tam anlamıyla gelmiş sayılmazdı, ama Liezen’de hava hayli soğuktu. Malko dizlerinin üstündeki gazeteyi açtık- tan sonra Alexandra’ya gülümsedi. —Şu okuduğum şeyi bitirmeliyim… Alexandra’nın güzel yüzü anında öfkeyle diken diken oldu. Kurier’in bir makalesine tercih edilmek hiç hoş değildi. Üstelik tarihi de eskiydi! —İlginç bir şey var, diye ekledi Malko. Gel beraber okuyalım. Alexandra farkedilmesi güç bir duraksamadan sonra buna uydu ve onun dizlerine oturdu. Malko dikkatle Kurier’in üçüncü sayfasını okuyordu. Makalenin başlığı şöyleydi: BATI İÇİN ÇALIŞAN BİR SOVYET, MOSKOVA’ DA KURŞUNA DİZİLDİ. Tass Ajansı, Albay Poreski’nin gizli görülen bir dava sonunda, casusluk suçundan ölüme mahkûm edildiğini ve Moskova yakın- larındaki Kodimka kışlasında kurşuna dizildi- ğini bildiriyordu. Tass’a göre diğer tutuklamaların da eli kulağmdaydı ve Poreski, Gedeon ismi altında tanıdığı batılı bir ajana kadar uzanan zincirin en önemli halkasıydı. Yine Tass’a göre Albay Poreski ölmeden önce, Sovyet Birliği’ne karşı yürüttüğü iğrenç davranışından içtenlikle pişmanlık duymuş ve suç ortaklarını ele vermekte hiç direnmemişti. Malko Kurier’i yerine koydu. Yüksek 12 rütbeli bir Rusun ihanet etmesi oldukça az rastlanan bir olaydı. — Ne düşünüyorsun? diye sordu Alexandra. Malko parmaklarının ucunu genç kadının baldırına koydu ve dolgun hattı dize kadar izledi. Bu hareketine idam mangasının önün- deki yalnız adamı düşünmemek için gerek duymuştu. Albay Poreski’yi tanımamasına rağmen, kendini bu Rus subayına yakın hissediyordu. Aslında, her ikisi de aynı acımasız dünyaya aittiler… Malko birden kulağının arkasına konan sıcak dudakları hissetti. Vücudunu elektrik akımı gibi bir arzu dalgası kapladı. Eli, isteği dışında Alexandra’nm kalçalarına gitti. Kü- tüphanedeki ilk sevişmeleri değildi bu. Ne zaman Alexandra ile inzivaya çekilmek istese odadaki telefonun fişini çıkarttırdı. Şöminenin önüne serilmiş lama postu sırf bu iş için alınmıştı. Alexandra’nın bluzunun düğmelerini çözdüğünde hafifçe kapıya vuruldu. Alexandra ile kütüphaneye çekildiğinde Malko hiçbir zaman rahatsız edilmezdi. Demekki, önemli bir durum söz konusuydu. —Girin, diye bağırdı Malko. Eşikte Elko Krizantem belirdi ve utanarak gözlerini lama postundan kaçırdı. —Alteslerini telefondan istiyorlar, dedi. Kontes Adler diye biri sizinle konuşmak için son derece ısrar ediyor. —Geliyorum, dedi Malko. Holdeki telefon açıktı. Malko kafası karışmış bir halde ahizeyi eline aldı. Hartum’ dan beri güzel Kontes Samantha Adler’den söz 13 edildiğini duymamıştı. Kendisinden ne isteyebi- lirdi? Özlemle o güzel gözlerini ve nefis vücudunu düşündü. —Alo, Malko! Sesi her zamanki kadife yumuşaklığında, biraz boğuk ve ölçülüydü. —Benim, dedi Malko biraz soğukça. Kütüphanenin aralık duran kapısından Alexandra her şeyi duyuyordu. —Seni orada bulduğuma sevindim. Öyle çok özledim ki! —Sesinizi duymak ne güzel bir sürpriz, dedi Malko ihtiyatla. Samantha güldü. —Bana niçin aradığımı sormuyor musun? dedi neşeyle. Gerçekten de hiç. meraklı değil sin… Malko gerçekten şaşırmıştı. Hattın öbür ucunda bir sessizlik oldu. Sonra Samantha kuşkulu bir sesle sordu. — Bana olaydan haberin olmadığını söy lemeyeceksin, değil mi? — Hangi haber? — Gazete okumuyor musun sen? — Evet, ama bir ya da iki gün gecikmeyle… Burada köydeyim ben. — Ya radyo, televizyon? —Hiçbir zaman izlemem onları… Samantha billur gibi bir kahkaha patlattı. —Çok komik! Bir de CIA’nm en değerli elemanı olacaksın, başıma gelenlerden haberin yok. —Peki, neler oldu? diye sordu Malko sinirlenerek. Kontes Adler yeniden güldü. —Bunu sana görüştüğümüzde anlatırım. 14 Sana ihtiyacım var. Açık seçik olmak için de misafirperverliğine. Yarın akşamdan itibaren evinde bir ya da iki gün kalmamın sence bir sakıncası var mı?.. Malko yanlış anladığını sandı. Ertesi gün Alexandra’mn doğum günüydü… Davetler yapılmıştı bile. Baloyu ertelerse, Alexandra şatoyu yakar ve gözlerini oyardı onun. — Bunun yarın mümkün olacağım sanmı yorum, dedi Malko. Malko olayı anlamaya çalışıyordu. Kontes Adler her cins silah kaçakçılığında uzmandı. Israrı tuhaftı. Herhalde yüz kilometrelik karlı yolu onu kucaklamak için katetmeyecekti. — Dinle, dedi Samantha daha sert bir sesle. Sanırım, dostların beni ağırlamandan memnun olacaklar. Bundan onlara söz ettim bile, diye ekledi. —Dostlarım mı? —Amerikan Elçiliği’ndeki dostların… Malko daha da öfkelenmişti. —Yarın akşamki tasarımı çok önceden hazırlamıştım, dedi sertçe. Samantha, hattın öbür ucunda sabırsızlıkla içini çekti. — Ne inatçı bir prenssin! Ama görüştüğü müzde fikrini değiştireceğinden eminim… Bakalım o zaman… Birden, hat kesildi. Malko ahizeyi salladıktan sonra telefonu kapadı. Elinde makasla Alexandra mutfak kapısın- da gözüktü. Malko telefon kablosunun kesildiğini anlayabilmesi için birkaç saniye geçmesi gerekti… Alexandra’mn yüzü oldukça ciddiydi. — Kabul etmen gerekirdi, dedi sert bir 15 sesle. Güzel orospun sana bir alem öneriyordu… Uzun zamandan beri bu zindanda sıkılıp duruyorum. Bu arada Krizantem de benimle ilgilenmekten çok memnun olurdu… Alexandra gözlerinin içine bakarak onu bozguna uğratıyordu. Malko onun elini tuttu ve: — Eğer eğlenmeyi o kadar istiyorsan, dedi alçak sesle, ikimiz şimdiden başlayabiliriz buna. Alexandra, Malko’nun kendisini kütüphaneye sürükleyip kapıyı kapamasına karşı koymadı. Telefonun zili aradaki kapıya rağmen Malko’nun kulaklarında çınladı. Malko elinde olmadan irkildi. Üçüncü zilde Krizantem’in telefonu açtığını duydu. Çırılçıplak olan Alexandra, yüzüne dökülen uzun sarı saçlarım kaldırarak dirsekleri üstünde doğruldu. — Çabuk aradı, diye belirtti alaylı alaylı. Bir an önce altına yatmak istiyor herhalde… Malko, Krizantem’in kapıyı vurmasıyla doğruldu. Deli gibi robdöşambrma sarındı ve antreye koştu.Samantha’ya gerekeni söylemeye hazırdı, ama fırsat bulamadı. — Seni yarın saat dörtte Sacher’de bekli yorum, dedi Samantha. Hazır ol. Kontes, Malko’nun tek söz etmesine fırsat bırakmadan telefonu kapadı. Sacher, Viya- na’nın çay salonuyla ünlü en eski otellerinden biriydi. Malko öfkeyle kütüphaneye döndü. Aîexandra’mn her zamanki edepsizliği üstündeydi. 16 — Aa, sen misin? dedi. Krizantem’in geldiğini sanmıştım. Malko Samantha’ nın hayalini defetmek için bir kadeh Dom Perignon doldurdu ve suratım asmış Alexandra’nm yanma uzandı. Elini Alexandra’nm kalçalarına değdirdiği anda telefonun zili yine çınladı. Alexandra sanki örümcek sokmuşcasma yataktan fırladı ve çıplaklığına aldırmadan kapıyı açtı. — Ona bizzat ben cevap vereceğim, diye homurdandı. Malko avuçlarıyla yüzünü kapadı. Eğer Samantha, Sacher’deki randevudan söz ederse, kendini affettirmesi için Alexandra’yı güllerle boğması gerekecekti. Alexandra kapıyı açık bırakarak ciddi bir yüzle kütüphaneye geri döndü. —Senin için, dedi. Demekki “öteki” değildi. Malko önce hattın ucunda cızırtılar işitti, sonra araya Viyana santral memuru girdi: —Ayrılmayın, Washington arıyor… Soru sormaya fırsat bulamadı. Bir, iki cızırtıdan sonra, CIA Plan Dairesi şefi Frank Thorpe’un sesi kulağında patladı. Amerikalı çok sinirliydi. Açıklamaya gerek duymadan saldırıya geçti. —Kontes Adler size telefon etti mi? —Evet, dedi Malko soğukça. Ama bunun sizinle olan ilgisini anlayamadım… Malko, Frank Thorpe’un bu kadar kaba olabileceğini hiç düşünmemişti… Amerikalının telefonu sarsan küfürleri bittiğinde Malko buz gibidir sesle cevap verdi. — Dostum size kendi evimde bulunduğumu hatırlatırım. Devam ederseniz kapatırım…
Gerard De Villiers – 45 Kontes Adler’in Balosu
PDF Kitap İndir |