Gerard De Villiers – 61 Singapur Katliami

Rüzgârla karışık ya ğmur, Far Eastern Economical Review’un bürosunun pencerelerini kamçılamaya başladı. Tan Ubin başını yazı makinesinden kaldırdı. Muson mevsiminin sonuydu ve güneyden gelen kapkara ya ğmur bulutları İndonezya sahilini görünmez kılmıştı. Az sonra Singapur’u ılık seller basacaktı. Büronun öbür ucundaki telefon birdenbire çalmaya başladı. Sari giyinmiş şişman sekreter hemen açtı. — Tan, seni arıyorlar, diye ba ğırdı Hong-Wu. — Alıyorum, dedi gazeteci. Kalın çerçeveli gözlükleri, biryantinden pırıl pırıl parlayan simsiyah saçları ve incecik bıyığı ile, Hanson House’da çalışan sekreter kızların yüreklerini hoplatıyordu. Bakışlarının keskinli ği ve konuşmasının canlılığı sakin görünüşüne ters düşüyordu. Tan Ubin, Başbakan Lee Kuan Yew’un kısıtlayıcı yeni emirlerine ra ğmen, mesle ğini gerekti ği gibi yapmaya çalışan ciddi birkaç gazeteciden biriydi. Konuşmak için şişman sekreterin paralel telefonu kapatmasını bekledi. Binanın onikin5 ci katındaki bu büroda bir tek telefon hattı vardı. Hanson House, Singapur’un Wall Street’i sayılan Shenton Way uzantısında inşa edilmişti. Yeni bir binaydı.


Burada beş yüz metre boyunca hep gökdelenler vardı. Hepsi de yepyeniydi. Bazılarıysa henüz tamamlanmamıştı bile. Tüm dünya bankalarının şubeleri bu binalara yerleşmişti. On yıllık geçmişi olan küçük bir ülkenin, gururlu zenginli ğini temsil ediyorlardı. — Alo? Ben Tan, dedi genç adam garip bir İngilizceyle… Telefonun di ğer ucundaki adam İngilizce konuşuyordu, ama şivesinden Çinli oldu ğ u belliydi. — Tong Lim hakkında çok ilginç haberim var, diye bildirdi. Tan Ubin ahizeyi daha sıkı tuttu. Kendisine hitap eden bu adamın ne gerçek adını ne de yüzünü tanıyordu. Fakat bu belirsiz haberci Tan Ubin’i sık sık arayarak her zaman için do ğru çıkan haberler veriyordu. Bazen büroya, bazen Tan’ın evine telefon ederdi. Tan bu “sızıntı haberlerin” kayna ğını hep merak ediyordu. Fakat hiç kimseye tek kelime etmemişti. Tabii, karısı Sakra dışında. Bu tür şeylerin aslının bilinmemesi daha hayırlıydı.

Haberci yine oldukça bilgi edinmişe benziyordu. Tan Ubin’in şu an makinesinde yazmakta oldu ğu makale gerçekten de Tong Lim hakkındaydı. Bu konuyu bir İngiliz mecmuası olan The Economist ısmarlamıştı. — Ne hakkında? diye sordu kayıtsız bir ifadeyle. — Bay Lim’i bu akşam izlemelisiniz, dedi haberci. Sizi kesinlikle ilgilendirecek bir kişiyle buluşacak. Bay Lim bürosundan saat 6’da çıkar. Sonra do ğruca bu randevuya gidecek. Kapatılan ahizenin çıkardığı kuru gürültü Hintli gazetecinin kulak zarını titretti. İskemlesini arkaya do ğru itti ve gözlüklerini çıkartıp denize do ğru baktı. Limanda demir atmış yüzlerce gemi vardı. Rüzgâr hızlanmış, ufuk ya ğmur dolu gri bulutlarla kapanmıştı. İndonezya’dan limana do ğru gelen bir hortumun siyahımtırak sütun biçimindeki şekli apaçık görünüyordu. 400 kilometre güneyde ekvatorun di ğer tarafında bulunan Jakarta’da ya ğmur başlamış olmalıydı. Orada musonlar henüz daha sona ermemişti.

Tan Ubin saatine baktı: Dört buçu ğu gösteriyordu. Yazıhaneler saat 5’30 da kapanıyordu. Tong Lim’in bürosu Shenton Way üzerinde, 300 metre ilerde, metal-cam karışımı dev bir binanın en üst iki katını işgal ediyordu. Basit bir posta memuru olan Tong Lim beş yıl içinde Güneydo ğu Asya’nın en büyük işadamlarından biri oluvermişti. Holdingleri, Singapur, Kuala -Lumpur, Jakarta ve Hong Kong’daki ortak şirketlerin kontrolünü, ayrıca Brunei ve Hong Kong’daki iki bankanın idaresini de yürütüyordu. Zenginli ğinin 200 milyon Singapur dolarını aştığı söyleniyordu. Gizli araştırma yapanlar bile bu başarısının sırrını çözemiyorlardı. Tong Lim çok temkinli davranıyordu. The Economist adına bir makale hazırlayan Tan Ubin araştırmaları sırasında sürekli olarak sadece tebessüm eden sessiz bir insan duvarıyla karşılaşıyor ve Tong Lim’in sır duvarını bir türlü aşamıyordu. 6 7 Çinli adamla bir görüşme ayarlayamamıştı. Zaten hakkında çok az şey biliniyordu. Sadece Singapur’da do ğmuş bir “Baba” oldu ğu ve çalışma hayatına ilk kez posta servisinde başladığı biliniyordu. Şimdi ise altında 50.000 dolarlık bir Rolls Royce’u vardı ve 21 yaşındaki kızı Margaret’e de 30.000 dolarlık bir Mercedes arma ğan etmişti.

Bazı kişiler Tan Ubin’e, Tong Lim’in bu başarısı sayesinde “Kwon Lan” payesine ulaştığını söylüyorlardı. Bu çok eski ve gizli Çin topluluklarından biri olan Triade’ın başkanlarından biri olmak demekti. Bu teşkilatlar Singapur ve Hong Kong’da etkendiler. Fakat bunların hepsi dedikodu ve söylentiden ibaretti. Soruşturmanın geri kalan kısmı yine aynı zorluklarla yürümüştü. “Singapore Monitary Authority” Tong Lim’in işleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ya da hiçbir şey söylemek istemiyordu. Maliye bakanlığı gazeteci Ubin’i kabul etmiş ve yüksek mevkili bir memur ona başbakanın bir numaralı adamının başarısı hakkında araştırma yapmanın kazanca ihanet oldu ğunu üstü kapalı bir şekilde belirtmişti. Tan Ubin şunu çok iyi anlamıştı: E ğer ısrar edecek olursa, başına iş açacaktı… Hükümet uslu ve söz dinleyen gazetecileri severdi. * ** “Kötü fikirler”in bastırılma, işi, kanuni ve gayri kanuni biçimlerde acımasızca yapılıyordu. Tan Ubin, kendisi gibi Hintli bir avukat tanıyordu. Bu avukat Lee Kuan Yew’un partisi olan “People Action Party”nin düşmanlarının savunmasını üstlenmek gibi bir hataya düş8 müştü. Ve o günden sonra da bütün davalarını kaybetmeye başlamıştı… Bir dostundan hakimlerin tepeden talimat aldığını ö ğrenmişti. Batmak üzereyken İndonezya’ya kaçmak zorunda kalmıştı. Limandaki havuzdan gelen acı siren sesi Tan Ubin’in düşüncelerini allak bullak etti.

Tereddüt ediyordu. İçinden bir ses ona, Tong Lim’in başarısının pek de temiz yolla elde edilmiş olmadığını fısıldıyordu. Fakat herhangi bir şey ö ğrenecek olsa bile, bu bilgisini Singapur’da asla kullanamazdı. Onu Econo-mist dergisine vermesi bile çok tehlikeli olurdu. Oysa, paraya da o kadar çok ihtiyacı vardi ki! Karısı Sakra’yı sevindirmek için eski püskü bir Morris satın almıştı. Fakat araba ticaretini düşürmek için hükümet de bu arada hiç boş durmamış ve trafik vergisini % 50 artırmıştı. E ğer arabayı satacak olursa Sakra buna çok üzülecekti. Karısı soluk benizli, duygusal, tek amacı hamur işleri yemek ve sevişmek olan tombulca saf bir kadındı. Economist dergisi Lim hakkındaki makaleye 500 Singapur dolarından ya da 200 Amerikan dolarından fazla para ödemezdi. Ama şayet etkileyici bir şeyler keşfedecek olursa bir müşteri daha çıkabilirdi. Tan Ubin makinedeki ka ğıdı çekip çıkarttı, içinden artık yazmak gelmiyordu. Arabası, Shenton Way’ deki Robina House’un park yerinde duruyordu. Tong Lim’in yazıhanelerine otuz metre mesafede. — Joe, dedi, ben saat beşte gidece ğim, büroyu sen kapatırsın. 9 Yüzü sivilceli genç bir Çinli olan Joe, Tan’ın stajyeriydi.

Bütün gün Coca Cola içerdi. Singapur’daki Çinlilerin bu yüzyıl içinde sayıları 3000’den 2 milyona yükselmişti. Singapur’un nüfusu ise 2,5 milyondu. Çinlilerden geri kalanı Malezyalılar ile Hintliler oluşturuyordu. Fakat yine de resmi dil Malezya diliydi. Haberalma Servisi’nin bir numaralı adamı tabii ki bir Hintliydi. Bunun nedeni basit bir tedbirden ibaretti. Çünkü böyle bir mevkide bulunan bir Çinli, Singapur’u aralarında paylaşmış olan Çinli örgütler tarafından satın alınabilirdi. Telefon yeniden çaldı. Tan Ubin ahizeyi kaldırdı. Bu karısı Sakra idi. — İşim saat 6’da bitiyor, diye bildirdi. Sana gelmemi ister misin? Birlikte pazara gideriz. Tan Ubin pencereden Shenton Way’deki büyük sarı binaya baktı. — Ben gidemem, birisini görmem gerek.

— Bana daha önce bundan söz etmemiştin. Sakra’nın sesi gerginleşmişti. Üzüldü ğ ü belliydi. Kocası çok fazla çalışıyordu. Sık sık eve dosyalarını getirip çalışmalarına orada devam ederdi. Singapore River kıyısında tamamen betona dönüşmüş küçük bir mahallede, Havelock Road’da küçük modern bir apartman dairesinde oturuyorlardı. —Daha önce bunu bilmiyordum, dedi Tan Ubin. Hong-Wu beni ça ğırdı. —Ah! Peki! Sakra tartışmadı. Hong-Wu’nun ne kadar önemli biri oldu ğunu biliyordu. — Saat sekize do ğru evde olurum, dedi Tan Ubin, belki daha da önce. 10 — Hong-Wu oldu ğu do ğru de ğil mi? diye sordu birdenbire Sakra. İçi rahat olmamasına ra ğmen, Tan yine de gülümsemeyi başardı. Sakra son derece kıskanç ve ateşli bir kadındı. Erke ğini hiç kimseye kaptırmaya niyeti de yoktu.

Tan Ubin karısını yatıştırmak için şunları ekledi: — Bu olay bize bin dolar kazandırabilir… Mebla ğın büyüklü ğü Sakra’yı yatıştırmaya yetti. — Çabuk dön, dedi, telefonu kapatmadan önce. * ** Tong Lim’in şoförü patronunu beklerken, bordo renkli Rolls Royce’un ön koltu ğuna uzanmış, çıplak aya ğını da aralık kapıdan dışarı çıkartmış şekerleme yapıyordu. Shenton Way’den akıp giden gürültülü trafikten hiç rahatsız olmuyordu. Karşıda otobüslere ayrılmış hat üzerinde duran eski püskü Morris’i farketmemişti. Saat 6’yı çoktan geçmişti. Hava karanyordu ve Tan Ubin sinirlenmeye başlamıştı. Arkasında otobüs sinirli sinirli klakson çaldı ve farlarıyla onu aydınlattı. Shenton Way’de yolun her iki tarafına birden park etmek yasaktı. E ğer Tong Lim onu kendisini gözetlerken yakalarsa çok kızardı. Adam Tan Ubin’in meslek hayatına son verebilecek kadar güçlüydü. Far Eastern Economical Review müdürüne telefon ederek Tan Ubin’in oraya layık bir gazeteci olmadığını söylemesi yeterliydi… Bu kötü düşünceler Tan Ubin’i derin bir karamsarlığa itti. 11 Tan kontak anahtarını çevirmek üzereyken, Rolls’un şoförü arabadan dışarı fırlayarak binanın kapısını açmaya koştu. Önce silahlı, başı türbanlı bir Sih çıktı dışarı ve kaldırımı dikkatli gözlerle inceledi. Arkasından ufak tefek bir Çinli dışarı fırlayarak do ğruca Rolls’a yöneldi.

Tan Ubin tüm ayrıntıları anında kaydetti: Parlak ve traşlı kel bir kafatası, büyüteç gibi kalın camlı bir gözlük, a ğ zının iki yanından aşa ğı sarkan kalın siyah bir bıyık ve garip tahta sabolar Tong Lim ayakkabıdan nefret ederdi. Bu haliyle bir Mo ğola benziyordu… Bordo renkli Rolls, Tong Lim içine bindikten sonra hızla trafi ğe karıştı. Hemen arkalarından da Tan Ubin hareket etti ve yolun karşı yakasına geçti. Neyseki, Shenton Way tek yönlüydü… Yine de kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Rolls’un deri koltuklarında oturan Tong Lim ona düşüncelerini okuyacakmış gibi geliyordu. Bordo Rolls Shenton Way’in sonunda Maxwell Road’a saptı, sonra da South Bridge Road’a döndü ve Chinatown’a do ğru, daha do ğrusu bu şehrin kalıntılarına do ğru gitmek üzere Singapore River’a yöneldi. Her elli metre de bir karşılarına boş bir arazi çıkıyordu. Buldozerler Chinatown’u aşa ğı indiriyorlardı. Lee Kuan Yew hükümeti buradaki sıvaları dökülmüş balkonlu eski binaları yıkıp yerine otuz katlı beton binalar dikmeye karar vermişti. Bura halkını oluşturan Çinlileri ise, gökdelenlerin içindeki tavşan kafesi gibi dairelere yerleştireceklerdi. Bütün bu de ğişikliklerin amacı, sa ğlığa uygunluk ve şehrin geliştirilip güzelleştirilme12 siydi. Filozof ruhlu Çinliler hiçbir şeyden şikâyet etmeksizin her türlü ortama hemen uyum sa ğlıyorlardı. Zaten, en ufak bir itirazda bulunan, komünistlikle suçlanıyordu. Tan Ubin hâlâ öndeki arabanın peşindeydi. Her iki araba, yük gemileriyle dolu nehrin üzerindeki köprüyü saatte 10 km’lik bir hızla geçtiler.

Simsiyah pis sudan yükselen berbat koku leş kargalarını bile kaçırmaya yeterdi. Yeni emirler henüz daha buralara kadar gelmemişti. Köprüyü geçtikten hemen sonra, Rolls sol tarafa, River Valley Road’a saptı ve başbakanlık mahallesine do ğru kuzeye tırmanmaya başladı. Güneye do ğru inen tek yönlü Orchard Road’u bırakmışlardı. Trafik yavaş yavaş seyrekleşiyor, binalar azalıyordu. Grange Road’dailerlerlerken.Tan Ubin Rolls ile arasını fazla açmamak içirrbir kırmızı ışığı ihlal etmek zorunda kaldı. Önündeki lüks araba Singapur’ un mutena semtlerinden biri olan Tanglin Road’a daldı. Tan Ubin Rolls’un sinyal lambasının göz kırptığını görünce birden hayalkırıklığına u ğradı. Tong Lim evine gidiyordu. Rolls a ğaçlıklı bir yol olan Ridley Park’a saptı. Burası Singapur’un en güzel yerlerinden biriydi. Burada bir park içinde İngiliz mimari stilinde inşa edilmiş son derece bakımlı yaklaşık yirmi adet malikâne vardı. Tan Ubin karmaşık düşünceler içinde, Tanglin Road’un alt başında durdu ve motoru kapattı. HongWu bu kez yanılmış mıydı? E ğer Tong Lim’in gizli bir randevusu varsa, bunu evinde gerçekleştirmezdi herhalde.

Bir saatini boşuna harcamıştı. 13 * ** Tan Ubin son beş dakika içinde belki onuncu kez saatine baktı. Sekiz buçuk olmuştu. İki saattir bekliyordu. Ya ğmur dinmişti. Hintli gazeteci açlıktan ölüyordu, ama Tanglin Rûad’da bir tek lokanta bile yoktu. Orchard Road’a kadar inmesi gerekiyordu. Kendi kendine kızdı. Bu bekleyişin hiçbir faydası yoktu. Sakra da çok kızacaktı. Birden, bir arabanın farları yolu aydınlatıverdi. Tan Ubin öne do ğru e ğildi, hayalkırıklığıy-la homurdandı. Bu Rolls Royce de ğildi. Canına yetmişti. Konta ğı çevirdi ve farlarını yaktı.

Farların ışığıyla Ridley Park’dan çıkan otomobil aydınlandı. Bu bir Mercedes’di. Tan Ubin bir anda uzun siyah bıyıkları ve kel kafayı tanıdı: Tong Lim. Hintli gazetecinin kanı beynine sıçradı. Tong Lim’in kendisi asla araba kullanmazdı. Bu Mercedes kızının arabasıydı. Tan gaza basarak Çinliyi ilerde yakaladı. Siyah araba Orchard Road’a dalarak şehir merkezine do ğru yönelmişti. Açlıktan midesine kramplar giren Tan Ubin, Orchard Road’un kenarındaki açıkhava lokantalarının renkli ışıklarına içini çekerek baktı. Yolun sonunda siyah Mercedes sola, Serangoon Road’a saptı. Bu, do ğudaki Müslüman Çinli mahallelerine giden anayoldu. Kallang River’ın üzerindeki köprüyü geçtikten sonra, havaalanı istikametinde yol alarak şehir merkezinden çıktılar. Mercedes Ponggol kasabasının yolunu tuttu. Evlerin aralarında ormanın yaklaştığını belirten a ğaç kümeleri belirmeye başlamıştı. Adanın bu bölümü henüz daha beton yığını haline getirilmemişti.

Trafik oldukça seyrekti. Şimdi üzerinde ilerledikleri Ponggol Road, Singapur’u Malezya’dan ayıran denizin bir koyunda son buluyordu, yani bir çıkmazdı. Yol ormanın ve pirinç tarlalarının arasında zikzaklar çizerek ilerliyordu. Birden Mercedes’in arka stop lambaları yanıverdi ve Tan Ubin de frenlere basmak zorunda kaldı. Araba ormanın içine dalan küçücük bir yola sapmak için durmuştu. Tan Ubin Çinliye biraz zaman tanıdıktan sonra peşine düştü. Üç yüz metre kadar ilerdeki Mercedes’i gördü. Işıkları sönük durumda bir malikânenin bahçe duvarı dibine park edilmişti. Kendisi de durdu ve çevresine bakmaya başladı. İnsan burada kendini Singapur’dan kilometrelerce uzakta zannediyordu. Ponggol kasabası yaklaşık bir mil ötedeydi. Yolun sa ğ kenarında ya bir bataklık ya da bir pirinç tarlası vardı. Karanlıkta bir kurba ğa öttü. Birkaç saniye bekledikten sonra, Tan Ubin Mercedes’e do ğru yürümeye başladı. ** Mercedes’in arkasında bir araba daha vardı.

Bu mavi renkli bir Toyota 2000 idi. Üzeri dikenli tellerle çevrili yüksek duvarda küçücük bir kapı vardı. Tan Ubin kapıyı denedi. Kilitliydi. Duvarın köşesine kadar gitti ve durdu. Kurba ğalar ve birkaç gecekuşu hariç, başka hiçbir ses çıkmıyordu. Rüzgâr bile 14 15 ulu hindistancevizi a ğacının yapraklarını büyük bir özenle hışırdatıyordu. Büyük Tong Lim bu ücra yerde ne yapıyordu? Canı sıkılan Tan Ubin ne yapması gerekti ği konusunda tereddüte düşmüştü. Hem yorgun, hem de açtı. Fakat merakı çok daha üstün geliyordu. Habercisi Hong-Wu onu hiç yanıltmamıştı. Birden Sakra’yı düşündü. Kocasını merak edecekti. Tong Lim buraya yeni gelmişti. Öyleyse, karısına haber verecek zamanı olacaktı.

Arabasına do ğru koştu, hemen içine atladı ve Ponggol yolunu tuttu. Yolun sonunda bir telefon kabinesi vardı. ** Tan karanlıkta hiç kıpırdamadan öylece duvara bakıyordu. Tüm Hintliler gibi o da bir eylem adamı olmaktan çok, bir düşünce adamıydı. Geri döneli on dakika olmuştu. Sakra çok kızmıştı. Bu nedenle Tan ona her şeyi açıklamak zorunda kalmıştı. Bu duvar onu kendine do ğru çekiyordu. İçerde neler olup bitti ğine bir baksa belki de saatlerce beklemesine ve Sakra’nm yalnız uyumasına gerek kalmayacaktı. Geriledi ve binbir güçlükle duvarın karşısındaki hindistancevizi a ğacına tırmandı. Bir çeyrek saat süren çabalardan sonra nefes nefese amacına ulaşabildi. Duvarın üzerinden içeriye bir göz atınca ışıksız bir hangar far ketti, ilerde, giriş katının iki penceresinden ışık sızan başka bir bina daha gördü. E ğer bu duvarı aşmayı başarabilirse, 16 kimseye görünmeden eve kadar sessizce süzülebilece ğini ve belki de Tong Lim’in yanındaki esrarengiz ziyaretçiyi görebilece ğini düşündü. Bu iş çocuk oyunca ğına benziyordu. A ğaçtan aşa ğı kaydı ve yere atladı.

Cesaretine hayrandı! Birden, bir hayvanın bo ğuk çığlığı gecenin nemli sıca ğını yırttı. İnsan kendini ormanın tam ortasında sanıyordu. Oysa iki milyon nüfuslu bir kentten bir mil kadar uzaktaydı… Tan Ubin şöyle bir gerindikten sonra duvarı tırmanmayı başardı. Sonra dikenli tellerin demir kazıklarından birini yakaladı ve yavaş yavaş duvarın tepesine çıktı. Ter içinde kalmıştı. Kalbi neredeyse dışarı fırlayacaktı. Kapının tam üstünde rahatsız bir şekilde çömelerek karanlıkta öylece hareketsiz bekledi. Artık geri dönemezdi. Dikkatle dikenli tellerin üstünden aştı. Pantolonunu ve bacaklarını yırtmamak için özen gösterdi. Kaslarını gererek kendini duvarın dibine bırakıverdi. Üç metre yükseklikten atlayınca tüm uzuvları titredi ve kendini dörtayak üstünde buldu. Neyseki, gözlüklerini kaybetmemişti. Kalbi çarparak gözleri ışıklı pencerelerde oldu ğu halde hemen do ğruldu.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir