Giorgio Bassani – Altin Gozluk

Ferrara’da Doktor Fadigati’yi anımsayanlar giderek seyrelmeye başladıysa da, bugün bile sayılarının az olduğunu söylemek olanaksızdır. (Evi ve muayenehanesi Erbe Meydanı na iki adım uzaklıktaki Gorgadello Sokağında bulunan ve sonu içler acısı olan bu zavallı adam gençliğinde, doğduğu Venedik’ten kalkıp kentimize yerleşmeye geldiğinde fazlasıyla düzenli, sakin ve de bu özellikleri yüzünden -anımsayanlar bilir- mesleğinde fazlasıyla kıskanılan kulak-burun-boğaz doktoru Alhos Fadigati’den başkası değildir…) Sene 1919 idi, öteki savaştan hemen sonra. Bunları yazan benim, yaşım gereği zihnimde o günlere dair size sunabileceğim muğlak ve karmakarışık bir fotoğraftan başka hiçbir şey yok. Şehrin merkezindeki kaleler üniformalı subaylardan geçilmiyordu; Giovecca Caddesi ile (şimdilerde adını Martiri della Libertâ olarak kutsadıkları) Roma Caddesi boyunca kızıl bayrakların dalgalandığı kamyonlar aralıksız olarak geçmekteydi; Ferrara Kalesi’nin kuzey kanadının tam karşısında inşa edilmekte olan Generali Sigorta binasının ön cephesini kaplayan iskelenin üstüne sosyalizmin uyum içindeki dostlarını ve karşıtlarını LENİN APERİTİFİ içmeye daveteden devasa boyutlarda kırmızı bir reklam afişi asılıydı; bir yandan gözü yükseklerdeki işçiler, köylüler ve öle yandan savaştan dönenler arasında hemen her gün bir çatışma yaşanmaktaydı… Sonraki yirmi yıl içinde aklı başında birer insana dönüşecek herkesin, çocukluğunun ilk döneminin geçtiği ateşli, hareketli, dikkatlerin dağıldığı bu iklim, Venedikli Fadigati’yi bir şekilde yüreklendirmiş olmalıydı. İyi aile çocuklarının savaştan sonra herhangi başka bir yerden ziyade, serbest mesleklerine geri dönmek için ayak dirediği bizimki gibi bir kente, onun gibi birinin neredeyse hiç kimseye hissettirmeden ve ne şekilde kök salabilmiş olduğu anlaşılıyor. Alevlerin bizde de sönmeye yüz tuttuğu ve büyük bir ulusal parti olarak teşkilatlanan faşizmin geç kalan herkese uygun fiyatla yerleşim yeri sunduğu 1925 senesinde, muhteşem özel bir kliniğin sahibi ve ayrıca yeni Arcispedale Sant’Anna Hastanesi nin kulak-burunboğaz bölüm başkanı olarak Alhos Fadigati’nin, Ferrara’ya çoktan sağlam bir şekilde yerleşmiş olduğu bir gerçekti. Denir ya, öyle denk gelmişti. Çok genç olmadığı ve daha o zamanlar sanki hiç genç olmamış biri gibi Venedik’ten ayrılmış olduğuna memnundu (bunu bir zamanlar kendi ağzıyla söyledi); ne var ki bu ayrılığın nedeni, ait olmadığı bir kentte şansını denemek için ya da annesinin, babasının ve de çok sevdiği kız kardeşinin birkaç yıl arayla, peş peşe ölümlerine tanık olduğu Büyük Kanal’ın üstündeki ferah evlerinin kederli ortamından uzaklaşmak için dedeğildi. Herkes onun nazik, güven veren tavırlarını, dışarıya karşı bariz ilgisizliğini, daha yoksul hastalara merhamet duyan anlayışlı ruhunu sevdi. Ancak bu nedenlerden de önce, onun tavsiye edilmesini gerektiren, tüysüz yanaklarının solgun teninde parlayan ve onu sempatik kılan altın çerçeveli gözlükleri gibi, ergenlik çağında mucize eseri krizden kurtulan ve her zaman hatta yazın bile yumuşak İngiliz yünlerine sarmak zorunda kaldığı doğuştan kalp hastası iri cüssesinin (hastalık yüzünden savaş sırasında asker mektuplarını sansürlemek dışında bir görev yapmamıştı) hiçde hoş olmayan şişmanlığı gibi, onu farklı kılan özelliklere sahipli. Onda, daha ilk görüşte insanı çabucak kendine çekiveren ve güven uyandıran bir şey vardı. Her gün öğleden sonra, saat dörtten yediye kadar hastalarını kabul ettiği Gorgadello Sokağı’ndaki muayenehanesi, ilerleyen zamanda başarısını kanıtladı. Onunki gerçekten, Ferrara’da o zamana kadar hiçbir doktorun sahip olmadığı kadar modern bir klinikti. Temiz olması, sunduğu imkânlar ve büyüklüğü bakımından, ancak Sant’Anna’dakilerle karşılaştırılabilen böylesine kusursuz bir doktor muayene hanesi, bitişik dairenin tam sekiz odasından başka aynı sayıdaki bekleme salonlarıyla da övünç vericiydi. Bizim hemşerilerin özellikle de zenginlerin bundan gözleri kamaştı.


Ne var ki fazlasıyla aşina oldukları ve aslına bakılırsa manasını çözemedikleri öteki üç ya da dört yaşlı uzmanın kendi hastalarını kabul etmeyi sürdürdüğü muayenehanelerin bütünüyle karmaşık görüntüsünden yakınır hale geldiklerinde, çok özel bir armağan gibi sunulan Fadigati’nin muayenehanesinden etkilenmeden edemediler Bütün bir akademik kurul karşısında hastalara büyük lavmanların uygulandığı görüntülerden ya da cerrah kılığındaki ÖLÜMÜN sırıtarak yaptığı açık karın ameliyatları gibi daha iç karartıcı ve uğursuz fotoğraflardan başka, yirmi mumluk bir lambanın soluk ışığında, kiminde seramiklen YERE TÜKÜRMEYİN! yazısı, kiminde üniversite hocasınınya da bir meslektaşın karikatürü bulunan hüzünlü duvarlarda gezinen bakışları takılacak bir şey bulamazken ve incecik panellerle bölünen duvarların arkasından neredeyse her zaman kalabalık ve neşeli bir ailenin çok uzaktan seslerini dinlerken, hayvanlar gibi üst üste yığılmış halde bir türlü gelmeyen sıra bekleyişleri -bunları tekrar etmekten asla yorulmuyorlardı- Fadigati’nin muayenehanesinde neredeydi? Ortaçağ’a özgü böyle bir muameleye o zamana kadar nasıl olmuştu da katlanabilmişlerdi, nasıl? Fadigati’nin muayenehanesi, kısa sürede gitmesi moda olan bir yerden ziyade tam anlamıyla bir buluşma yeri olup çıktı. Özellikle kışın öğleden sonraları, buz gibi rüzgâr ıslığını çalarak Katedral Meydanı’ndan aşağı, Gorgadello Sokağı’na süzüldüğünde, aralık duran küçük kapıdan davetsizce içeri girmek, iki kat merdiven çıkmak ve camlı kapının zilini çalmak için kürk mantosuna sıkıca sarınmış kentsoylu zenginin çok basit bir boğaz ağrısını bahane etmesi, kendisi için haz dolu bir mutluluklu. Yukarı çıktığında, kapısını her daim genç ve her daim gülümseyen yüzüyle beyaz önlüklü bir hemşirenin açtığı o ışıl ışıl büyüleyici manzaradan başka, kendi evinde demiyorum, halta belki Esnaf ya da Sendikacılar Odasında bile görmediği, harıl harıl yanan kaloriferleri bulurdu. Çok sayıda kolluk ve kanepeyi, günlük dergi ve gazetelerin sunulduğu sehpaları ve güçlü beyaz bir ışığı, üstelik cömertçe yayan abajurları yine orada bulurdu. Birileri sıcağın etkisiyle uyuklamaktan ya da resimli bir derginin sayfalarını çevirmekten yorulduğunda, duvarlarında dip dibe asılı modern ve antika tablolara, posterlere bakmak için bir salondan ötekine geçme konusunda yürüme işleği uyandıran halıları orada bulurdu. Boğazını muayene etmek için bizzat yanma gelerek kendisini “öteki tarafa” götürürken, doğuştan kusursuz olan beyefendi tavrıyla, hastasının bir gece önce Bologna Belediyesi’ndeki Lohengrin operasında Aureliano Perıile’yi dinleme şansını bulup bulamadığını ya da, ne bileyim, bulunduğu salonun ona bakan duvarlarında asılı De Chirico’nun ya da “Casorali’ciğinin” tablolarını iyice görüp görmediğini ve bir diğerini. De Pisis’in tablosunu beğenip beğenmediğini öğrenmek konusunda son derece heyecanlı görünen, ancak sonuncu bahse dair hastası De Pisis’i sadece tanıdığım, fakat Filippo De Pisis’in hayli gelecek vaat eden Ferraralı genç bir ressam olduğunu o zamana kadar hiç bilmediğini itiraf ettiğinde ise, bunu büyük bir şaşkınlıkla karşılayan, nihayet iyi kalpli ve konuşkan bir doktoru da orada bulmuştu. Sonuçla, kentin hemen her yerinde ve sürekli büyük sorun olan zamanın,o kahrolası zamanın bir keyfe dönüşerek su gibi aktığı konforlu,zevkli, zarif, hatla insan beynini canlı tutan bir mekândı orası.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir