“Ölümü dost gibi bekleyenler, daha korkusuzca savaşırlar.” HAKANTÜRK Ne acıdır ki, ülkemizde sahte kahramanlar cirit atarken, gerçek kahramanlar yok sayılmaktadır. Çünkü Türkiye’yi ve Türk insanını uzun yıllar önce yapılan ve uygulanan planlar sonucu istedikleri yere getirebilmiş olan dış güçlerin “Kültür Mühendisleri” artık eserleriyle iftihar edebilirler. Kanı on para etmezler Türk toplumunda her türlü saygı ve sevgiyi görürken, bu ülkenin gerçek değerlerini kimse tanımıyor ve yoksulluk sınırında hayat mücadelesi verdikleri halde, gururlarından gıkları çıkmıyor. Bu kitabım bugüne kadar her baskısı beş bin olmak ü-zere 85.000 bastı. En az 100.000 adette Korsanı basılıp satıldığı halde, halen siparişler geliyorsa bu ülkede gerçekleri bilmek isteyen yeterince insan var demektir. Hergün sayfalarında yeni çıkan kitaplara yer veren köşe yazarları ve Kültür – Sanat sayfalarını yapanlar acaba neden benim kitaplarıma gereken ilgiyi göstermemektedirler?… Bu konuyu araştırmakta yarar olduğunu sanıyorum. Çünkü aynı kimseler, okuyucularına hiçbir şey vermeyen kitaplara geniş yer verdiklerine göre, sanki elbirliği ile ülkem kültürünü yozlaştırmak istemektedirler… Elinizdeki bu 18. baskısı olan kitaptan bütün gazetelere ve dergilere gönderdik, bakalım kaç tanesi yüreklilik gösterip te bu kitapla ilgili olumlu veya olumsuz yer verebilecektir?… Abdullah Çatlı isminden nefret ederek bu kitabı oku-mayıp kaldırıp atacak olanların varlığını da bilmekteyiz. Bu tür insanlar, kendilerini yeterince güvende hissettikleri yerlerde Arslan kesilirler, ama gecenin bir karanlığında onu alıp bir dağ başına götürsek ve orada Kurtlar ulumaya başlasa, korkularından altlarına yaparlar. Kitabın içeriliği belgelere dayandığından başka, kendileriyle ilgili bölümler bulunan gazeteci ve televizyoncular gerçekleri daha geniş bir kitlenin öğrenmesinden mi korkmaktadırlar?… İşlerine geldiğinde demokrasi havarisi kesilenler, gözlerini kırpmadan başkalarına çuvaldızı batırırken, iğne kendilerine battığında neden çığlıklarını bütün dünyaya duyurmak isterler?… Bu kitabın yazılmasındaki gaye; ne Abdullah Çatlı, ne Sedat Bucak, ne Hüseyin Kocadağ veya Susurluk olayı ile bağlantılı olanları savunmak, ne de onların aleyhine yazılıp söylenenlerin aynısını ısıtıp okuyucunun önüne koymaktadır. 3 Kasım 1996’dan beri Türkiye’nin gündeminden düşmeyen, yüzlerce insanın ifadesine başvurulup, binlerce sayfa rapor hazırlanan bu Susurluk olayının başrol oyuncusu olarak lanse edilen Abdullah Çatlı Kimdir? Türkiye’de Abdullah Çatlı ile ilgili hiçbir mahkemenin kesinleşmiş herhangi bir kararı olmadığı halde, acaba neden belli bir kesim tarafından acımasızca yargılanıp, yerden yere vurulmaktadır?… Çünkü Abdullah Çatlı’ya kurşun sıkanlar, aslında hedef olarak her ne kadar onu gösteriyorlarsa da gerçekte gayeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini savunmak için var olan Milli İstihbarat Teşkilat, Emniyet ve Ordu İstihbarat Teşkilatlarıdır. Türkiye’de demokrasi havariliği yapanların da bildiği gibi, dünyanın bütün devletleri kendilerini savunmak ve ülkelerinin çıkarları doğrultusunda her yola başvururlar. Uluslar arası platformda bunun adına; “savaşı kazanmak için her türlü silahı kullanmak, her fırsattan faydalanmak mubahtır” denir. Abdullah Çatlı’yı araştırırken gördüm ki, Kontregerilla’nın Türkiye’ye girdiği 1950’li yıllardan bugüne kadar birçok Türk veya Türk kökenliler uluslar arası savaş, siyaset ve istihbarat çalışmalarının içinde yer almış. Susurluk ile bu olayların bittiğini veya biteceğini zannedenler sadece ve sadece kendilerini aldatıyorlar. Çünkü dünyanın bütün ülkelerinde bu tür faaliyetler olmuştur ve olmaktadır. Yabancıların dediği gibi “Bu tür çalışmalar suç değil, yakalanmak suçtur.” Satır aralarını okuyabilenler böylece bazı olayların perde arkasını da öğrenmiş olacaklardır. Bu araştırmayla ilgili olarak hemen hemen her meslek grubundan yüzlerce insanla konuştum. Özellikle teyp ve kamera kullanmadığım için insanlar bana karşı çok rahattı. Hatta bunlardan birisi espiri mahiyetinde “Ben bu söylediklerimi inkar edersem nasıl ispat edersin” diye sorunca “hangimizin daha güvenilir olduğuna okuyucu karar versin” demiştim. Elazığ, Ankara, İstanbul Ağustos 2004 18.Baskı İrtibat Adresi: HAKANTÜRK Akademi Televizyon P.O.Box: 1066 34437 Sirkeci – İstanbul Bu kitabın ilk baskısı Susurluk kazasından bir ay sonra çıktı ve korsan baskılarını da hesaba katarsak 200.000 satıldı. Buna rağmen halen Abdullah Çatlı Kimdir? Kitabının siparişi geliyorsa, bu ülkede Çatlı’yı seven veya merak eden yeterince insan var demektir. ABDULLAH ÇATLI KİMDİR? “Büyük Reis’in iddianamesi” “Türk ulusunun ödevi, ülkesine örtülü işgal uygulayanlarla savaşmaktır” HAKANTÜRK 30 Temmuz 1979 tarihinde, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcısı Deniz Kıdemli Binbaşı Enis Tunga’nın Bahçelievler katliamı ile ilgili hazırladığı iddianamede Abdullah Çatlı’nın “Büyük Reis” olarak tanımlandığını belirtilerek şunlar yazıldı. “Abdullah Çatlı: Ahmet oğlu, Remziye’den 1956 yılında Nevşehir’de doğma, Nevşehir Merkez nüfusuna kayıtlı, Nevşehir Kapıcıbaşı Mahallesi, Bozkurt Sokak No: 46’da oturur.” Bahçelievler’de 7 kişinin öldürülmesi olayıyla ilgili olarak Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 16.2.19J9 gün ve 1979/1104 sayılı istemi uyarınca yapılan hazırlık soruşturması sonucu; Serdar Alten, Osman Nuri Uzunlar, Fatih Can, Salih Gevence, Faruk Erzan, Efraim Ezgi ve Hüncan Gürses’in öldürülmesiyle sonuçlanan olayda “Büyük Reis” olarak tanımlanan Abdullah Çatlı, duruşma gününe kadar yakalanmadığı için dosyası ayrıldı. Askeri Savcı Enis Tunga’nın İddianemesinden bir alıntı: “Ülkücü görüşü paylaşan ve Anayasa ilkeleri ile yasaları yok sayan sanıkların, görüşlerini paylaşmayan, tanımadıkları ancak siyasal düşüncelerini bildikleri Türkiye İşçi Partisi Üyesi olan kişileri bir tepki olarak yaygınlaşan ve arzuladıkları şiddet eylemlerine çekmek ve bu hareketlerinin başında kamuoyunda ve sol görüşte olanlarda doğuracağı tepkiyle ülkemizi olduğundan daha yaygın bir anarşi içine götürmeye yönelik olumsuz davranışları, bu amaçların gizli örgüt ve terör odakları kurarak devletin düzenine ve varlığına karşı halkı silahlandırarak birbirlerinin kırımı, bu amaçla bir partinin üyesi ve sempatizanı olmaktan öte hiç bir kusur ve eylemleri bulunmayan 7 kişinin acımasızca öldürülmeleri aralarında iş bölümü yaparak timleri halinde görevlerini saptayıp planlı bir şekilde tüm yurttaşları huzursuzluk, karamsarlık ve güvensizliğe itecek biçimde birlik ve beraberliğini bozacak davranışları, kendi görüşünü paylaşmayan kişileri düşman sayacak kadar kin ve hınçla hareketleri, amaçlarının yasal düzeni ve haklan kullanılmaz, kolluk kuvvetlerini güvenilmez inanç ve görüşünü yerleştirip, bunun yarattığı karamsar ve olumsuz anarşik ortam içinde güç ve otorite yokluğundan yararlanarak Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik amaçları uğruna hiç tanımadıkları bu kişilere yönelik eylem gerçekte; Demokratik Hukuk Devletine karşı işlenen cebir ve şiddete dayalı saldırı niteliğindedir. ” Askeri Savcı kendi görüşünce olayı böyle değerlendirmekteydi. Biz Abdullah Çatlı’nın hayat filmini geriye sararak doğduğu günden Askeri Savcının iddianemesini yazdığı günlere doğru filmi izleyelim ki, medyanın ve belli kesimlerin acımasız infaz uyguladığı bu insan gerçekte kimdir?.. 1 Haziran 1956’da Nevşehir’in Bozkurt Mahallesinde doğan Abdullah Çatlı yaşamının son gününe kadar bozkurtluğundan ödün vermeyen, ortam ne olursa olsun davasına ihanet etmeyen ender insanlardan birisiydi. İlkokula başladığı okulun adı Gazi İlkokulu’ydu. Küçük Çatlı iki ay sonra öğretmeni tarafından sınıf başkanlığına seçiliyordu. Demek ki Çatlı’daki liderlik vasfını öğretmeni görebilmişti. İlk üç yılda karnesini pekiyilerle dopdolu getiriyor, dört ve beşinci sınıfta ise yapılan bilgi yanşmalarında kurduğu grup ile birincilikleri kimseye kaptırmıyordu. Böyle bir yarışma akabinde Çatlı ve başarılı talebelere birer kitap hediye ediliyordu. Tesadüfe bakın ki, bu kitap büyük vatansever Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”sidir. Kısa bir süre sonra ise Çatlı arkadaşlarıyla birlikte “Vatan Yahut Sitistre”yi sahneye koyuyor. Çatlı’nın ortaokulda da basanları, birbirini kovalarken teşekkür belgesini almasının akabinde öğretmenleri onu sınıf başkanı yapmanın yanında bando takımına alıyordu. Böylece Abdullah Çatlı daha o yıllarda arkadaşlarından çok farklı olduğunu ortaya koyuyor ve onların sevgisini kazandığından başka yaşıtları arasında saygı duyulan birisi oluyordu. Çatlı’nın ilk fikri tartışması lise birde okurken Biyoloji öğretmeni Ayşe Nuran Ararat ile olmuştur. Öğretmen Evrim teorisini işlerken: “Evet bugüne kadar yapılan araştırmalarda insanoğlunun soyu maymundan gelmedir” deyince Çatlı hırsla ayağa kalkarak: “Hayır öğretmenim insanlar çamurdan yoğrulmuştur, yani topraktan gelmiştir. Çünkü okuduğum Kur’an-ı Kerim’de öyle diyordu, babam öyle demişti, cami hocamız öyle demişti…” diye karşılık verdiğinde öğretmeni “sen otur bakalım, benden iyi mi bileceksin?.” Diyerek Çatlı’yı azarlamıştı. Abdullah Çatlı bu olayı kafasında ölçüp biçerken Nevşehir caddelerinde ülkücüler miting yapıyorlardı. Çatlı’da kalabalığa karışıyordu. O gün yanında sevdiği arkadaşlarından Ali, Mahmut ve Turgut’da vardır. Miting akabinde Nevşehir Genç Ülkücüler Teşkilatı’na gittiğinde duvarlardaki tablolardan çok etkilenir, bir elinde kurt başlı tuğ ve yanında Bozkurtla duran Kürşat tablosu beyninde iz yapar. Bu etkinin sonucunda yanında bulunan, kendinden büyük bir abisine tablonun ne olduğunu sorunca, bu sorunun cevabı olarak eline bir kitap tutuşturulur. Bu kitap H. Nihal ATSIZ’ın “Bozkurtlarm Ölümü ve Dirilişi”dir. Çatlı artık Nevşehir Genç Ülkücüler Teşkilatı’nın devamlı elemanıdır. Kısa sürede bütün teşkilatça takdir edilen ve sevilen bir ülkücü olmuştur. Disiplinli, dürüst ve çalışkanlığından dolayı Nevşehir Lisesi’nde birinci sınıflann reisliğine getirilir. Burada da liderlik vasfını ortaya koyararak kısa bir süre içinde Nevşehir Lisesi’nde büyük bir ülkücü gençlik kitlesini oluştururken, daha sonraki yıllann ilk harcını böylece atmış oluyordu. Çatlı artık kavganın içindeydi. İstese dahi olaylann dışında olamazdı. Çünkü bu kavga idealizmle eyyamperestliğin kavgasıydı. Bütün Türkiye’de öğrenci olayları her geçen gün canlar alıyordu. Herkes kendince inandığı dava için ölümüne savaşıyordu. Nevşehir, İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana gibi büyük şehirlerde yaşayan olaylan yaşamıyorduysa da nasibini alıyordu. Çatlı’nın o günlerini babası Ahmet Çatlı’dan dinleyelim: “Önceleri son derece sakin ve sessiz bir hali vardı, eve gelir odasına girer plak dinlerdi. Veya arkadaşlarıyla biraraya gelip kendilerince tartışırlardı. Okuldaki öğretmeni Ayşe Hanımın yaratılmamız hususundaki ters görüşleri oğlumu tepkici yaptı. Çünkü ben çocuklarıma gereken dini bilgileri vermiştim, üstelik Abdullah Kur’an kursuna da gitmişti. İşte o günlerde oğlum ülkücüleri tanıştı. Akşamları eve geldiğinde dinlediği tarih seminerlerini bize de anlatırdı. Oğlum henüz lise talebesiydi ama, öyle bir bilgi yüklüydü ki, bazen benim arkadaşlanmla bile konuşur, tartışırdı. Arkadaşlarım bile onun bilgisine hayran kalırdı. Kurtuluş Sa-vaşı’nı ben yaşamıştım ama, o bana o günleri anlatırken sanki kendi yaşamış gibi heyecanla anlatırdı. Halide Edip’i, Mehmet Akif’i anlatırdı. Çok çok zekiydi. Akşamları eve genelde geç gelirdi.” “Neredeydin” diye sorduğumuzda “baba komünistler duvarlara yazı yazmıştı onları sildik, yerine biz yazdık” derdi. Ne yazdıklarını sorduğunda “Şehitler ölmez yazdık” demişti…” O günleri Çatlı’nın en yakın arkadaşlarından birisi olan Ali Şerit şöyle anlatıyor: “Hiçbir kavgaya girmiyorduk ama sol baskılar bizim sessizliğimizin inadına iyice artmıştı. Bunun sonucunda da karşı harekete geçmek zorunda kalıyorduk ki; bir arkadaşımız bıçaklanıncaya kadar. Biz biraraya gelip tavır koyunca sol baskılar kırıldı. Abdullah bizim başımızdaydı, çok yufka yürekliydi, kimseyi üzmek istemiyordu ama son olaylar onu da katılaştırmıştı.” Nevşehir Lisesi o günden sonra 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar ülkücülerin etkinliği altında kalıyor. Okul hayatının bütün dönemleri başarılarla dolu Çatlı, lise son sınıfta karşıt görüşlü öğretmenlerinin, özelliklede Ayşe Nuran Ararat’ın gazabına uğrar. Yıl sonu bütünlemelerinde ise bütün sınavlarını ilk girişte verip mezun olur. Aynı yıl Ankara Üniversitesi iktisadi ve idari Bilimler Bölümünde okumaya başlamıştı. İşte o yılları bize dürüstçe anlatabilecek insanlardan birisi olan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu kendi Ülkü Ocakları Genel Başkanıyken Abdullah Çatlı’da Yazıcıoğlu’nun 1975-78 yıllarında yardımcısıydı. KADER ARKADAŞIM ÇATLI “Kaybetmeyi gözealabilenlerin, kazanma şansları çok yüksektir.” HAKANTÜRK Çatlıyı birde BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’ndan dinlemekte yarar var. Çünkü Abdullah Çatlı ile kader arkadaşı olan Yazıcıoğlu, Çatlıyı yeterince tanımaktadır. Soru: Abdullah Çatlı’yı anlatır mısınız? M.Yazıcıoğlu: Abdullah Çatlı, 1975-78 yılları arasında Ülkü Ocaklarımızda faaliyet gösterdi. 1977-78 yıllarında ben Ülkü Ocakları Genel Başkanı’yken yardımcımdı. Bu dönem içinde tanıdığım Abdullah Çatlı, vatan, millet, devlet aleyhine herhangi bir iş yapmamıştır. Şahsiyeti oturmuş bir Müslüman Türk çocuğuydu. Bu safiyetleriyle geldiği Ankara’da ülkesi, milleti, devleti için güzel hayaller kurdu. O dönem içinde bir yanlışını görmedim. Üzerine bir iddia atıldı; Bahçelievler olayı. Emniyette bir kişi ifade veriyor ve o zamandan sonra aranmaya başlıyor. 17 yıl sonra bir kazada vefat ettiğini öğrendim. Ben hemen cenazesine ve ailesiyle gittim. Kader arkadaşıma son görevimi yaptım. Bu arada kiminle ne gibi ilişkisi oldu, devlet adına veya kendi kişisel tercihleriyle ne gibi siyasi ve ticari münasebetleri oldu, onlarla ilgili benim burada herhangi bir şey söylemem mümkün değil. Soru: Neden? M.Yazıcıoğlu: Çünkü bir defa böyle bir takip imkanım yoktu. Hukuk dışı bir şey varsa bunları takip etme, sonuçlandırma görevi devletindir. Adalet mekanizmaları bakmalıdır. Daha kaza olur olmaz, onun üzerine birtakım spekülasyonların yapılması, ne kadar bilinmezlik varsa hepsini Abdullah Çatlı’nın üzerine yıkmayı da ben anlayamıyorum. Bakın bir kişi sahte hüviyetle geziyor, yıllardır da Türkiye’de yaşıyor. Kimse onu yakalamıyor. Üzerinde sahte hüviyetle kaza oluyor, kazada daha tesbit tutanakları bile geçmeden ölen kişinin Abdullah Çatlı olduğu biliniyor. Bu çok enteresan. Bunlar esrarengiz olan kısımlardır. Bizler, koza içerisinde yetiştirilmiş sonra da siyasete hediye edilmiş prenslerden değiliz. Biz, tabandan gelen insanlanz. O yüzden hukukta her şeye şüpheyle bakmak mecburiyetindeyiz. Abdullah Çatlı ile ilgili öyle şeyler anlatılıyor ki; Azerbaycan’da ihtilal yapıyor, Çeçenistan’da savaş idare ediyor. ASALA’yı hallediyor. Türkiye’de PKK ile mücadele ediyor. Neredeyse “Körfez Savaşı’ın da o çıkardı. Sovyetler Birli-ği’ni o dağıttı ve Dinar Depremi’ni de o yaptı” diyecekler. Bunlar ayıp şeylerdir. Ben, bu olayın üstü kapatılsın örtülsün demiyorum. Savalar harekete geçmeli. Savcılann görevini bilmesi lazım. O kazada hayatta kalan birisi var; bu kişi konuşsun. Niye arabanın içinde beraber olmuşlar? Bir milletvekili, aranan bir kişiyle beraber olmalı mı? Veya bir siyasetçi hukuken aranan birisiyle birlikte olmalı mı? Benim hukuk anlayışıma göre tabii ki olmamalıdır. Birisi olursa o zaman sebeplerini anlatmalı; gerektirdiği bir hukuki müeyyide varsa, ceremesini çekmelidir. Soru: Çatlı’yı siz en son ne zaman gördünüz? M.Yazıcıoğlu: 1978 yılında aranmaya başladı. O zamandan beri görmedim, ama bütün mağdur olan arkadaşların aileleriyle görüştüm, elimden gelen desteği de verdim. Çatlı’nın bana doğrudan doğruya bir talebi, isteği de olmadı. Soru: Çatlı ASALA operasyonuna girdi mi? M.Yazıcıoğlu: Girmiş olduğuna düşünüyorum. ASALA operasyonunda bizzat bulunduğu kanaatindeyim. Biz cezaevindeyken, yurt dışındaki arkadaşlanmız kendilerine bu tür taleplerin geldiğini söylemişlerdi. Soru: Çatlı ile bir ticari iş yaptınız mı? M.Yazıcıoğlu: Hayır yapmadım? Soru: İçişleri Bakanı Akşener’i ağabeyini tanıyor musunuz?
Hakan Turk – Abdullah Catli Kimdir
PDF Kitap İndir |