“Komşularından av kapmak arslanlara ayıptır. Köpeklere ise değil.” HAKANTÜRK Bundan bir yıl kadar önce Karanlıklar Prensi kitabım baskıya girmeden okuyan bazı dostlarım devamının yazılmasını istemişlerdi. Fakat araya giren diğer kitaplardan dolayı bugüne kadar ertelemek zorunda kaldım. Karanlıklar Prensi’ndeki Alp, görünüşte uluslararası bir tetikçi ve acımasız bir iş adamı olmasına rağmen, o da kendince bu ülkeyi seviyor ve yabancılara peşkeş çekilmesini önlemek için değişik silahlarla Türkiye Cumhuriyeti düşmanı olarak gördüğü herkese karşı savaşmaktadır. Karanlıklar Prensi, Radikal Kitap ekinde Komplo Teorisi ile ilgili yazılan üç sayfalık makalede geniş yer almıştı. Hatta işin diğer bir ilginç yanıysa o makalenin devamında benimle yapmış oldukları röportajın başlığım ise “Bir Komplocunun Portresi” diye yazmışlardı. Benim romanlarımda dahi gerçek yer ve isimler olduğundan, her şeyi bildiğini sananlar komplocu deyip geçiyorlar. Bugüne kadar yazdığım 63 kitabımda hep okuyucuya bir şeyler vermeye çalıştım. Bunu çok iyi bilen ve gören televizyon, radyo, dergi ve gazetelerin birkaçı müstesna, geri kalanı bana “gizli ambargo” uygulamaktadır. Onlar bana hak ettiğim değeri verecek olurlarsa, daha geniş kitlelere ulaşma şansım olur. Tabii ki bu böyle olunca da kendilerinin şişirdikleri yazar bozuntularının yazdığı kitapların on para etmediğini halkımız öğrenir. Güneş balçıkla sıvanamayacağma göre, bugün Türkiye’de arkasında görsel ve yazılı medya olmayan birisi olarak en çok kitabı satanlardan birisiyim. Bunun aksini düşünenler T.C. Kültür Bakanlığından gereken bilgiyi alabilir. Bugünlerde her zamankinden çok çalışan İyimserlik-Po-zitiflik ve Sevimlilik Lobisi, Türkiye’nin ve vatandaşlarının çok parlak bir geleceğe doğru ilerlediğini söylüyor. “Son on w HAKANTÜRK beş senede yapılanlara hakin” edebiyatı ile önümüzdeki senelerin vizyonu ve kehanetlerini medyada devamlı duyup okuyoruz. Oysa bir ülkenin geçmişte ve gelecekteki parlaklığı ancak başka ülkelerin aynı dönemlerde ulaştıkları veya ulaşacakları parlaklık ile mukayese edilirse anlam kazanır. Bir stadyumda oturan herkesle beraber ben de ayağa kalkarsam yükselmiş sayılmam. Ticarette üçten alıp beşe satarak kazanç elde edebilirsin. Fakat ülkenin bir numaralı kuruluşlarını özelleştireceğim diyerek yok pahasına satarak halen kazanç elde ettiğini söylersen, bir yerlerde bir şeyler doğru gitmiyor demektir. Bu ülkede herkes kendine göre Nazım Hikmet’i değerlendirir. Ama onun bundan 50 yıl kadar önce yazmış olduğu bir şiirini gelin birlikte okuyalım: BU VATANA NASIL KIYDILAR? İnsan olan vatanım satar mı? Suyunu içip ekmeğini yediniz. Dünyada vatandan aziz şey var mı? Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Onu didik didik didiklediler, Saçlarından tutup sürüklediler, Götürüp kafire: “Buyur..” dediler. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Eli kolu zincirlere vurulmuş, Vatan çırılçıplak yere serilmiş, Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Gün gelir çark düzüne çevrilir, Günü gelir hesabınız görülür. Günü gelir sualiniz sorulur: Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Nazım Hikmet 1959 Şiirler 1951-1963, Bütün eserleri, cilt 2, Sofya Baskısı -1967 GÜÇLER SAVAŞI — U SATIŞ MEVSİMİ Deniz Baykal, satış muhabbetini geliştirdi… Sonunda, “Siz milleti de satarsınız” diye seslendi Tayyip Erdoğan’a… Rahmetli gazeteci ağabeyimiz Şinasi Nahifin ünlü hikayesidir. Demokrat Parti döneminde bir DP’li milletvekili, Şinasi Nahife çıkışmış: “Siz komünistler vallahi bu ülkeyi satarsınız…” Şinasi Nahit şaşkın vaziyette sormuş: “Bu kadar büyük arsayı kim alır?” Tabii zaman değişti.. Artık ülkeler ve halklar toptan satılmıyor. Parça parça gidiyor… (Milliyet Gazetesi Açık Pencere Melih Aşık 28.06.2005) 1. Baskı Eylül 2005 Elazığ, Ankara, İstanbul İrtibat adresi: HAKANTÜRK Akademi TV P.O. BOX: 1066 34437: Sirkeci – İSTANBUL www. HAKANTÜRK.com 0538-555-62-05 0535-600-11-91 12 HAKANTÜRK ZİRVEYE DOĞRU “Gerçek, dostlar yıldızlar gibidir;karanlık çökünce hayatınızda ilk onlar parlar ve size ışık olurlar.” Anonim Alp siyasetten uzak durmasına rağmen ülkeyi yöneten hükümet partisinden ve diğerlerinden sürekli teklifler almaktaydı. Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde kendisini tanıyanların tamamına yakını onu başarılı bir iş adamı olarak bilmekteydi. Alp ise geçmişinin bir gün bir şekilde karşısına çıkabileceğini, özellikle de siyasete atıldığı takdirde çok daha fazla düşmanı olacağını bilip kabul ettiğinden, siyasi arenadan uzak durmayı tercih etmekteydi. Onun uluslararası profesyonel bir tetikçi olduğunu eşi Handan dahi değil bilmek, tahmin bile edemezdi. Halbuki o evlendikten sonra dahi paraya ihtiyacı olmadığı halde birkaç “iş” bitirmişti. Ortadan kaldırılması gereken kimseler Türkiye aleyhine çalışan iş adamı görünümündeki kimselerdi. Kendisi bugün ülkenin en büyük holdinglerinden birinin başında olmasına rağmen halen bu tür işleri yapıyorsa ve buna mecbur olmadığı halde yapıyorsa, bir yerlerde bir yanlış var demektir. Acaba babasının ölümü şuur altına yerleşmiş olduğundan mı?.. Hiçbir şeyden korkmayan, soğukkanlı ve öldürmenin kendisi için bir önem taşımaması psikolojik bir rahatsızlığın göstergesi olabilir miydi? Alp bu tür düşüncelere gömülmüşken çalışma odasının kapısı açılır ve eşi Handan gülümseyerek içeri girerken: “Karanlıklar Prensimi rahatsız etmiyorum değil mi?” der. Alp canından çok sevdiği eşine bakarken gözleri ışıldar ve içten gelen bir coşkulu ses tonuyla: “Rahatsızlık ne kelime, son nefesimde dahi görmek istediğim sensin.* “Allah bana o günü göstermesin. Sen sadece çocukları- GÜÇLER SAVAŞİ s 13 rnın babası ve eşim değil, dünyadaki en değerli varlığım ve sır ortağımsın.” “Ölümden korkmamanı sana kaç defa söyledim. Bugün bu konuda bir defa daha bir şeyler söyleyeceğim, lütfen bu sözleri bana bir daha tekrarlatma.” “Tamam. Seni dinliyorum.” “Bunu hiçbir zaman aklından çıkarma; ölümü dost gibi bekleyenler, daha korkusuzca savaşırlar. Hem ölümden korkacak ne var ki, Azrail de olsa gelen melek değil mi?.. Eğer sen ölüm korkusunu yenemezsen, ölüm seni yener. ” “Sen duygu ve düşüncelerini öyle güzel ifade ediyorsun ki; ben senin karşında söyleyecek söz bulamıyorum.” “Sen hiçbir şey söylemesen dahi, benim yaşamımın tek gayesi ve yaşama sevincini bana verebilen tek insansın. ” Alp’in bu sözü üzerine, Handan yüzüne şeytanca bir i-fade vererek: “Peki ya Saygın ile Erdoğan’ı ne kadar seviyorsun ?” “Tabii ki onları da yeterince seviyorum. Ama sen benim için çok farklı şeyler ifade etmektesin. Çünkü ben senin yanında iç huzurumu buldum. Senin koynunda huzurlu ve bir çocuk gibi sakin uyuyabilmekteyim. Sen farkında olmadan veya bilmeden bana o kadar çok güzel şeyler verdin ki…” “Bütün bu söylediklerinin karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum.” Alp, yanında oturan eşinin başım göğsüne dayar ve kendine has sevecen ses tonuyla: “Hiçbir şey söylemesen dahi senin yanımda olman bana büyük bir güç vermektedir. Seninle içimde filizlenen sevgi tohumları her geçen gün güçlenip içimi sarıp sarmalamaktadır. Bak yavrucuğum, bazı insanların birbirini tanıyıp değerlendirmesi için yıllara ihtiyacı olur. Fakat benim gibiler yılların verdiği tecrübeyle bazı olay ve kişileri çok çabuk değerlendirir ve değer yargılarında da çoğu zaman haklı çıkarlar.” “Bizim tanışmamız ve ilişkimizin gelişmesinde senin tecrübenin büyük bir rol oynadığına eminim. Evlendiği- 14 HAKANTÜRK mizden bugüne kadar geçen zaman dilimini ben şöyle bir gözümün önünden geçirdiğimde, senin her geçen yıl daha gençleştiğini, benimse yaptığım bütün sporlara rağmen yaşlandığımı görmekteyim.” “Bu tür karamsarlıkları beyninden at. Çünkü ben seni bu ülkenin ikinci kadın başbakanı olarak görmek istiyorum. Eğer sen istersen yenemeyeceğin hiçbir zorluk yoktur. Yeter ki gücünü ve kendine olan inancım kaybetme.” “Türkiye gibi ateş çemberiyle çevrilmiş bir ülkenin başbakanı olmak ve bu güzelim ülkeyi iç ve dış düşmanlara karşı savunmak için daha yaşlı ve tecrübeli olmak isterdim.” “Yaşlılık ve gençlik konusunda sana bildiğim bazı şeyleri anlatmamı ister misin?” “Lütfen. Seni dinliyorum. Seninle geçirdiğim bu yıllarda bin yaşındaki bir insanın bilgi ve düşüncelerine sahip oldum sayende. Sen olmasaydın ben bugün bu yaptıklarımın nasıl üstesinden gelirdim ?” “Sen akıllı ve düzgün bir insan olduğun için, ben canımdan çok sevdiğim bu ülkenin başına geçmeni istiyo- } rum.” “Beni siyaset arenasına süreceğine, sen neden uzak durmaktasın ?” “Eğer dikkat ettinse birçok insan benden korkuyor ve bu korkularından dolayı, benimle iş dahi yapmak istemiyorlar. Fakat sen herkesin bildiği ve tanıdığı pırıl pırıl genç bir annesin. Hiç kimse seninle ilgili olumsuz bir şey söyleyemez. Eğer biri aptallık yapar da söylerse, ben onun kafasını, kuş kafasını koparır gibi koparırım.” “Allah’tan çocukların yanında böyle konuşmuyorsun. Ben alıştım senin bu tür konuşmalarına ve bazı yaptıklarına, fakat insanların hem senden korkmalarına şaşıyorsun, hem de kızdığın zaman çok sert konuşuyor ve olabiliyorsun.” “Ne yapayım elimde değil. İnsan yedisinde neyse, yetmişinde de odur. ” “Senin çocukluğunu bilmek isterdim. Kim bilir nasıl a- I GÜÇLERSAVAŞI 15 facan bir çocuktun.” “Anlatacaklarıma geçmeden, sana çocukluk anılarımdan birisini anlatayım sen kararını ver nasıl bir çocuk olduğumu. Sekiz yaşında falandım, o tarihlerde babamın görevi gereği Adana’da oturuyorduk.” “Demek baban Adana’da da savcılık yaptı ?” “Hemen hemen Türkiye’nin her yerinde yaptı sayılır. Çünkü o da benim gibi gerçek adaletten yanaydı. Dönelim benim çocukluğuma; babam ve annem beş vakit namazlarını kılan insanlar olmamasına rağmen, dini inançları sağlam olan kimselerdi. Annem dini ibadetini elinden geldiğince yerine getirirken, babam bazı akşamlar beni e-limden tutar, akşam namazına mahalle camisine götürürdü. Adana ilimizin hoş olmayan bir yönü vardır; küçük büyük demeden kızdıkları zaman Allah’a, peygambere küfür ederler. Bense çocuk yaşıma rağmen aldığım terbiye gereği bu tür küfür edenlere karşı çıkıyor ve onlarla kavga ediyordum. Adana’ya geleli henüz bir ay olmuştu ama ben mahalledeki birçok çocukla o tür küfürlerden dolayı kavga etmiştim.” “Adana ilimizin bu yönünü bilmiyordum. Lütfen devam eder misin ?” “İşte o günlerde daha önce kavga ettiğim üç çocuk bir araya gelip beni dövmek için plan yapıyor. Benimse bu tür plandan haberim olmadığından, eve giderken yolumun ü~ zerinde benden yüz metre kadar ileride üç çocuk gördüğümde beni beklediklerini ve belki beni dövmek isteyeceklerini, çocuk aklımla anlamama rağmen geri dönüp kaçmayı kendime yediremedim.” “Peki ne yaptın ?” “Onlara doğru yürürken bu üçüyle nasıl baş edebilirim diye hesaplar yapmaktaydım.” “Sonuç ?” “Ben tam onların yanından geçmek istediğimde yolumu kestiler ve bana; “işte şimdi seni yakaladık. Bakalım bizimle başa çıkabilecek misin?” dediklerinde iki seçeneğim vardı. Ya onların üçüyle birden kavgaya tutuşacaktım 16 HAKANTÜRK ya da arkama bakmadan dönüp kaçacaktım.” “Sen ne yaptın?” “Sence ne yaptım?” “Tahmin edebiliyorum ama senden dinlemek daha zevkli olacak.” “En iyi savunmanın saldırı olduğunu düşünerek ben onlara saldırdım. Onlar böyle bir şey beklemediklerinden ilk etapta her üçüne birkaç yumruk atabildim. Onların ilk şaşkınlığı geçince, üçü birden bana saldırdı ve beni yere yıkıp üstüme çullandılar. Tam güzel bir dayak yiyecekken nerden çıktığını anlamadığım bir adam o üçünü üstümden kaldırıp azarlayarak kovdu.” “Hızır gibi yetişen o kurtarıcın kimmiş?” “O günlerde Adana’da sürgünde olan bir yazarımızı takip eden sivil polislerden birisiymiş.” “O mu söyledi?” “Hayır o olayı öğrenen babamdan öğrendim. Daha sonraki aylar ve yıllarda o polis bizim evin bir ferdi oldu.” “Anlamadım.” “Babam ülkenin cesur savcılarından birisi olduğu için, onu sindiremeyenler sürekli ölümle tehdit ediyormuş. Bu nedenle devlet o polisi, babamı ve bizi korumak için görevlendirmiş. Allah Ahmet amcadan razı olsun, o günden sonra benim bir amcam gibi elinden geldiğince beni koruyup, kolladı. Yakın dövüşü ve silah kullanmayı ben ondan öğrendim.” “O devirde bir Türk polisinin yakın dövüş bilmesi ilginç.” “Ahmet amca askerliğini Kore Savaşında yapmış ve orada kimin şoförüymüş desem şaşırırsın.” “Kimin?” “Yedinci Cumhurbaşkanımız Kenan Evren’ in. Çok kimse bilmez Kenan Evren’in de Kore Savaşında bulunduğunu. Haa unutmadan sana bir şey daha anlatmam lazım o üç çocukla ilgili. Ahmet amca bir gün bana demişti ki; ‘onların seni dövmek istediklerini anlamış olman lazımdı, niçin kaçmadın?’ Ona verdiğim cevabı aradan yıllar geçtiği GÜÇLER SAVAŞI 17 halde bugün dahi hatırlarım.” “Ne idi cevabın ?” “Eğer o gün o çocuklardan kaçsaydım, yaşamım boyunca hep bir şeylerden kaçmam gerekirdi. Ben o gün sadece o çocuklara karşı dikilmedim, içimdeki var olabilecek korkulara dikilmiş olacağım ki, bugün herkesle savaşabil-me gücünü kendimde görebiliyorum.” “Bu düşüncen doğru olabilir. Bana insanların yaşı ve tecrübeyle ilgili bir şeyler anlatacaktın.” “Haklısın. Birden o konudan kopup benim çocukluğuma gittik. Bir insanın genç ve yaşlılığı nüfus kağıdındaki tarihler değil. Gönül yaşından, içimizdeki yaşıyla değerlendirelim. Gençlik iksiriyle ilgili bir öykü anlatmamı ister misin?” “Memnuniyetle.” “Bizim Türk gazetecilerden Oğuzhan Akay, İtalya’nın Napoli şehrini gezerken bir dükkanın tabelasında aynen şu cümleyi görmüş: “Harika Gençlik İlacı Burada Satılır.” Bizim Oğuzhan da gazetecilikten gelen bir merakla dükkana girer. Bakar ki, tezgahın arkasında iki yaşlı a-dam oturuyor. Sorar; “Demek sen benimle kafa buluyorsun, harika ilacınızı kullanan genç kalıyor öyle mi ?” deyince, “Hayır” der yaşlılardan biri, “Çok yaşıyor, çok uzun yaşıyor.”Bunun üzerine bizimki: “Aynı şey sayılır” der. A-dam, “Bakın, ben bu sattığımız ilaç sayesinde 130 yaşına geldim.” Oğuzhan’ın gözleri fal taşı gibi açılır; “İnanılır gibi değil. 130 yaşındasınız ha.” Öbür yaşlı adama döner: “Doğru mu söylüyor? 130 yaşında mı?” diye sorunca, “bilmem valla” der adam. “Ben sadece 92 yıldır bunun yanında çalışıyorum.” “Bütün bunların doğru olup olmadığını biz de bir gün İtalya’ya gittiğimizde Napoli’ye gider öğreniriz. Çünkü bu günlerde, ruhu da genç bırakan bir ilaç satıyorlarmış. Ben Oğuzhan Atay’ın yalancısıyım.” “Sen de benimle kafa buluyorsun. ” “Öyle şey olur mu? Benim anlattıklarımı doğru algılarsan, siyaset arenasında çok işine yarar
Hakan Turk – Gucler Savasi
PDF Kitap İndir |