Hans-Lukas Kieser – Iskalanmış Barış

21. yüzyılın eşiğinde, Türkiye’nin Avrupa’yla olan ilişkileri artık yüz yıl öncesinden çok daha farklı bir hüviyete sahip. Avrupa devletleri o zamanlar birbirleriyle emperyalist rekabet içindeydiler ve Türk devletinin zihnine kalıcı bir parçalanma korkusu yerleştirmişlerdi. Dünya Savaşı’nın Jön Türk subayı, sonradan Atatürk adını alacak olan Mustafa Kemal, muzaffer ltilaf Devletleri’nin Birinci Dünya Savaşı sonrasında mağluplara kabul ettirdiği barış düzenine karşı mağrur ve inatçı bir başkaldırışla, 1923 yılında ulusal Türk Devleti’ni kurdu. Jön Türk ve Kemalist devletin (1908-1938), Doğu Vilayeti Sorunlarını, yani Ermeni ve Kürt sorunlarını şiddet yoluyla bastırması, geleceği ipotek altına alan önemli yanlışlardan biridir. Türkiye Atatürk’ten sonra da azınlık politikalarında temel teşkil edecek bir yenileşmeye gidemedi. Avrupa’yla bütünleşmeye uzanan yenileştirici yol, 20. yüzyılın ikinci yarısında Türk tarafı açısından iç politikadaki suskunluğun karşısına çıkmıştı. Bu kitap, Osmanlı ve Kemalist Türkiye’nin doğusunda “kaçırılan barış”ı ele almaktadır. Birinci Dünya Savaşı öncesinin aksine, Avrupa Birliği Komisyonu’nun 1999 sonunda Helsinki’de aldığı kararlarla Avrupa ile Türkiye’nin ortak geleceğine uzanan bir yolun kapıları açıldı. Bu yol uzun ve taşlıdır. Doğu Vilayet13 leri’nde 19. yüzyılın ilk dönemlerine dek uzanan mağduriyetlerin ortadan kaldırılmaması durumunda aşılması mümkün değildir. Genel politik havanın durumuna bağlı olan historigrafinin de eskiden kalma eksiklikleri giderme ihtiyacı vardır: Avrupa’yla yakın bağları bulunan bir bölgenin acı dolu, çok kez çarpıtılmış ve bastırılmış tarihinin “aşağıdan tarih” yöntemiyle yeniden işlenmesi gerekmektedir. Bir doktora çalışmasının ürünü olarak ortaya çıkan bu eserin, bu çabaya bir katkı olması düşünülmüştür.


Kimi zaman yüksek bir duygusallığa sahip, tartışmalı konuları bilimsel yöntemlerle özlerine uygun bir şekilde ortaya koymaya çalışmaktadır. Max Geldner Vakfı ile Basel Hür Akademi Topluluğu’nun hatırı sayılır katkıları ve Hür Akademi Vakfı ile Teoloji ve Felsefe Araştırmaları Vakfı’nın daha küçük destekleri olmasaydı, araştırmalarım nedeniyle ailemi güç durumda bırakmaya içim el vermezdi. Buna rağmen tasarılarım için büyük bir fedakarlı�ta bulunuldu; eşim ve çocuklarım kendimi tümüyle bu tarihi konuya vermeme tahammül etmekle kalmayıp, bu işin üstesinden gelebilmem için bana yardım da ettiler. Kitabın basımı için şu isimler cömert katkılarını esirgemediler: Claudia Kieser, Elisabeth Kieser-Schürch, Dr. Christoph Kieser, Max Geldner Fonu, Basel Üniversitesi Doktora Tezi Fonu, Christine Bonjour Vakfı ile Basel Araştırma Vakfı. Bu isimlerin tümüne, özellikle de güvenilir ve rahatlatıcı bir mesafeden çalışmalarımı meraklı bir ilgiyle denetleyen Basel Üniversitesi profesörlerinden doktora danışmanım josef Mooser’e teşekkürlerimi sunarım; bu teşekkür, Strasbourg Üniversitesi profesörlerinden, uzun yıllardan beri kendisinin CNSR-Grubu’nda entelektüel bir ortama kavuştuğum ve tavsiyeleri doğrultusunda Strasbourg, İstanbul ve Basel’de pek çok görüşme yapma fırsatı bulduğum Modem Türk Tarihi Uzmanı Profesör Paul Dumont için de geçerlidir. Chronos çalışanlarına etkili, samimi ve başarısı ispatlanmış işbirliklerinden, Peter Haber’e (Basel) de taslağımı mükemmel bir şekilde gözden geçirmesinden ötürü teşekkür ederim. Çalışmama yardımcı olan isimlerden bir kısmını, ya bu doğrultudaki ricaları nedeniyle ya da isimle14 rinin bu çalışmayla birlikte anılmasının istenmeyen sonuçlar doğurabileceği kaygısından ötürü belirtmedim. Ancak elbette isimlerini seve seve vereceğim başka kişiler de var: Konum Basel Misyonu olmadığı halde, Basel’deki Misyon Evi’ne sık sık girip çıktım. Değerli misyon dergileri koleksiyonunu kullanmam konusundaki değerli yardımları için Bay Buess’e teşekkür ederim. Bay jenkins’e değerli fikirler borçluyum. Basel Üniversitesi Kütüphanesi’nden Dr. Gudrun Schubert’e de aynı şekilde teşekkür borçluyum. Basel Üniversitesi Fizik Enstitüsü Bilimsel Fotoğrafçılık Bölümü’nden Bay Doç. Dr.

Rudolf Gschwind sayesinde, eksikliği durumunda görsel malzememi etkili bir şekilde kullanamayacağım dijital fotoğrafçılık alanına adım attım. Çalışmamı henüz bitirmemişken, metni yazım kuralları açısından ince eleyip sık dokuyarak düzelttiği için Michael Glaubauf’a teşekkür borçluyum. Dr. johannes Strauss’un (Strasbourg) bana büyük faydası dokunan yardımları olmasaydı, Osmanlıca metinlerin üstesinden gelemezdim. Bu yıllarda pek çok arşive girip çıktım. Boston’da ABCFM belgelerini içeren Houghton Library gibi bazı büyüklerine, ancak özellikle de küçük olanlarına. Paris’teki Archives Françaises de la Compagnie de Jesus’den Pere Bonfils ve Madame Dalle, CEuvre d’Orient (Paris)’den julien Antoine Desforge, Bib!iotheque d’armenologie Nubar (Paris)’dan Dr. Raymond H. Kevorkian, (Dominikan Arşivi’nin bulunduğu) Bibliotheque du Saulchoir’den Pere Andre Duval, Roma’daki Kapüsen Genel Arşivi’nden Padre Isidoro Agudo, Sreurs franciscaines de Lons-le-Saunier (Lyon)’dan Sreur Anne Bernadette, Deutschen Hilfsbund für christliches Liebeswerk im Orient (Bad Homburg) Horst-Dieter Schultz ile Halle’deki Lepsius Arşivi’nden Prof. Dr. Hermann Goltz beni en mükemmel şekilde desteklediler. Burada gördüğüm misafirperverliği özel olarak belirtmek isterim. Ayrıca gösterdikleri misafirperverlikten ötürü Institut d’Etudes Anato­ !iennes’den Stefanos Yerasimos ile lstanbul’dan Benjamin Lellouch’a müteşekkirim. Osmanlı Devlet Arşivi’ndeki çalışmalarım esnasında bana desteklerini sunan personele ve okuma salonundaki kadın ve erkek araştırmacılara (Esra Akın, lbrahim 15 Güler ve Yaşar Bey) teşekkür ederim. Eski fotoğraflan kullanımıma sunmakla gösterdikleri alicenaplık için Amerikan Bord Heyeti’ne müteşekkirim.

Kapüsen rahibi Pere Alois’nin misafirperverliği için de aynca müteşekkirim. Doğu Vilayetleri’nin cumhuriyet dönemine ait bazı fotoğraflarının kopyasını almamda gösterdiği nazik yardımdan ötürü Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Bayan Erten’e teşekkür ederim. Urfa’da, Bahattin Çelik, Cihat Kürkçüoğlu, Müslüm Akalın ve lbrahim Halil Billurcu gibi pek çok meslektaşım, Urfa tarihinin Geç-Osmanlı dönemine ait o çok şikayet ettikleri boşluğu doldurmamda beni cesaretlendirdikleri gibi, tüm imkanlarıyla yardımcı oldular. Vischer-Oeri, Spörri-Knecht, Künzler-Bender ve Eduard Graeter miraslarını incelememde yardımcı olan, ancak özel yaşamlarım korumak için isimlerini anmadığım çok sayıda insana da teşekkür borçluyum. 16 Türkçe Baskwa Önsöz Türkiye’nin doğu ve güneydoğu’sunun “otantik temsilcileri” olarak 1960’lardan sonra yüzbinlerce işçi, ve 1970’lerden sonrada birçok siyasi mülteci Batı Avrupa’ya göç etti. Bu ltalya, lspanya ve Portekiz’den gelen göçlerden farklı idi. Genç bir üniversite öğrencisi olarak Basel’de onlarla aynı mahallede oturduğum süre içinde bu insanlarla tanıştım ve onların buraya beraberlerinde getirdikleri dünyaları ve problemleri beni düşündürmeye başladı. Bunun sonucunda Türkçe ve daha sonra Osmanlıca öğrendim. Tarihçi olarak Doğu illerinin geçmişini araştırmaya karar verdim. Yaşadığım şehrin devlet ve özel arşivlerinde saklanan ilginç belgelere ulaştım, kütüphanelerde unutulmuş olan kitapları buldum. Örneğin 1897-1922 arasında Baselli bazı hayırsever insanlar tarafından, dini misyonerlik amacı olmadan, hümanist bir düşünce ile Urfa’da bir hastane hizmete sunulmuştu. lsviçre’den gelen ve uzun seneler hastanede çalışan birkaç personel o zamanki Urfa bölgesinin tarihi hakkında zengin belgeler bırakmıştı. Bu insanların o dönemdeki enternasyonal ve enternasyonalist (hem milliyetçi akımlara hem emperyalist güçlere şüphe ile bakan ve liberal düşünen) bir ağın küçük bir parçasını 17 oluşturduklarını öğrendim. Bunların içindeki en önemli grup ise, 1830’lardan itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bulunan Amerikan Protestan “misyonerler”i idi. O yüzden özel bir titizlikle bunların bıraktıkları zengin arşivleri de araştırdım.

Türk, Kürt ve Ermeni kaynaklarından bulabildiğim bilgileri ve Batı ülkelerinde rahatlıkla ulaşılabilen ve kısmen basılı olan diplomatik belgeleri geniş ve çok perspektifli bir bütünde toplamaya çalıştım. Ayrıca İstanbul Başbakanlık Devlet Arşivi’nde Osmanlı devleti ile ilgili bilgileri ve görüşleri araştırdım. Merkezi devletin bakış ve durumunu anlayabilmek önemli olmakla beraber, bu arşivden kazanılan bilgiler genellikle insanların yaşadıkları yerel şartları yansıtmadığından, somut taşra hayatı ve dinlerarası ilişkileri tanımak anlamında yerel kaynaklar kadar verimli değildiler. Bu kitap on senelik bir emeğin ürünüdür. Türkiye, araştırmama başladığım, 1980’lerdeki durumuna göre siyasi ve insan hakları anlamında önemli ölçüde liberalleşti. O zaman “Kürt” sözü bile basında ve kamoyunda tabu kılınmıştı. Tarihçinin görevi iktidarda bulunanları, bulunmuş olanları ya da herhangi bir ideolojiyi haklı göstermek değil, geçmişte susturulan kurbanları da kapsayan gerçekleri gün ışığına çıkarmaktır. Bu anlamda en önemli etik, insan haklarını ölçü almaktır. Devletçilik ya da milliyetçilik ile gerçekleri yansıtan bilimsel bir çalışma yapmak mümkün değildir. Bu, devlet karşıtı olmak değil, sivil toplum temeli olan bir devlet anlayışını desteklemektir. Derin ideolojik köklere sahip olan tabuların kaldırılması için zaman ve de ciddi anlamda entelektüel bir çabaya ihiyaç vardır. Bu kitabın amacı, uluslararası tarihte bugüne değin yeterince aydınlatılmamış olan, Osmanlı’nın en uzun yılı olan 1915 yılını da içeren, bölge ve dönem tarihine güvenli bir ışık tutmaktır. Bu kitap o topraklarda yaşayan ya da yaşamış olan Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Süryani … ve bütün Anadolu’yu sevenlere ithaf edilmiştir. Yerkürenin her köşesi gibi, Anadolu da kendisinden başkasını dışlayan milliyetçiliğe değil, öncelikle insana, insanlığa aittir. 18 Tarihçiliğin yüzü geleceğe dönüktür: Tarihçi olarak benim amacım, kullanılan ya da kaçırılan fırsatları, işlenen suçları ya da yapılan fedakarlıkları kendi tarihi koşullarıyla ortaya koyarak, şimdiki kuşaklara kendi tarihleri ile başarılı şekilde hesaplaşabilme ve barışabilme sürecine katkı sağlamaktır.

Bu yolda hayal kırıklığı yaşamak olasıdır, fakat gerçeği anlamak insan geleceğinin özgürlüğü açısından bu hayal kırıklığından çok daha önemlidir. lletişim gibi saygın bir Türk yayınevinin kendi inisiyatifi ile “Iskalanmış Barış” gibi bir kitabın çevirisini ve yayını sağlamasından sevinç ve gurur duydum. Bu, bana göre bugünkü Türkiye’de tarihe ilginin ve dinamik bir entelektüel hayatın göstergesidir. Kitabın Türkçe’de yayımlanmasına katkıda bulunanlara içtenlikle teşekkür ediyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir