Hasan İzzettin Dinamo – Savaş ve Açlar

Tenzile, yine yarı çıplak aynanın karşısındaydı. Akzambak gibi ışık saçan bir teni, dal gibi ince, canlı bir vücudu vardı. Yer yer kararmış masa aynasının önünde kapkara saçlarının, apak yüzünün, zeytin gibi kara, çekik gözlerinin birer küçük topak tereyağı gibi dikilen memelerinin güzelliğini doymamacasına aç gözlüce seyrediyor, bunları her yönden iyice görmek için aynanın önünde dönüp duruyordu. Aynaya gülücükler, öpücükler gönderiyor, dilini çıkarıyor, bir yandan da karakolun arka bahçesinde her zaman görmeye alıştığı birini arıyordu. Nedense Enver Paşa bıyıklı genç, yakışıklı polis, henüz görünürlerde yoktu. Böyle soyunuk olarak ona görünmek, kendisine onunla koyun koyuna yatıyormuşçasına tatlı geliyordu. Sonra, kimi yerleri kırılmış aynayı küçük tahta masanın üstünden indirerek duvara dayadı. Vücudunun ak bir balık gibi yere doğru süzülen alt bölümüne daha büyük bir hırsla içi titre- yerek baktı. Kendisini sevilmeye, okşanmaya değer buldu. Göbeğinin altından sonraki yasak bölgede koyu renkli sevgi bitkileri bitmeye başlamıştı. Aynanın önünde bir süre vücudunun güzelliklerini inceleyen Tenzile, bir kez daha perdelerin arasından dışarı göz atınca dik Enver Paşa bıyıklı genç polisi eski yerinde kendisini bekler buldu. Küçük pencerenin alt keten perdesini aralayarak onun görebileceği bir durum aldı. Odanın alacakaranlığını yırtan ikindi güneşi Tenzile ‘nin kımıltısız vücudunu bir fildişi Hint heykeli gibi ağartıyordu. Genç polis hoşnuttu. Küçük, kara bıyıklarını burarak bakıyordu.


Tenzile bununla da yetinmeyerek elindeki değirmi küçük aynayı öğle güneşiyle doldurarak genç polisin yüzüne yansıttı. Polis, gülerek gözlerini kaçırdı. Genç kızı biraz daha iyi görebilmek için perdeyi biraz daha aralamasını elinin işaretiyle ona anlatmaya çalıştı. Tenzile, bunun üzerine perdeyi şimşek gibi bir açıp kapadı. Polis, bütün görebileceği güzel nesneleri gördü ve sendeler gibi oldu. Bu arada başka bir polis gelerek onu içeri çağırdı. Ötede, Azime odanın kapısını gümbürdeterek Tenzile ‘den açmasını istiyor, O da: “Kız patladın mı, çamaşır değiştiriyorum” diyor, öbürü: “Ne çamaşır değiştirmesi? Biliyorum senin ne yaptığını : Sokaktan gelip geçenlere ayna tutuyorsun. Vallahi anneme söyleyeceğim seni” diye yanıtlayarak kıracakmış gibi kapıyı dövüp duruyordu. Tenzile, en sonra işin sarpa sardığını görerek çabucak giyindi. Yine de kapıyı açmadı: “Git başımdan alla sen, Azime, rahatımı bozma.” “Ne rahatıymış o kız? Sabahtan beri gözüne kestirdiğin erkeklere ayna tuttuğunu bilmiyor muyum sanıyorsun?” Tenzile, kapıyı açmamakta diretiyor, bir yandan da elindeki aynayla caddeden geçmesini beklediği bir atlıyı kolluyordu. Atlı en sonra sebze bahçelerinin arasındaki tabakhaneden şehre inen çitlerle çevrili tozlu yolun sonunda, bakkal Osman Efen- 7 di ‘nin dükkanı önünde belirdi. Yine kır atının üstünde, elinde gümüş savatlı kamçısı, uzun boyu, güzel kalıplanmış kırmızı fesi, mavi ceketi, yazlık ak pantolonuyla göz kamaştırarak ilerliyordu. Tenzile ‘ nin aynasında çakan gümüş şimşekler, onun sarışın yüzünü, mavimtırak yeşil gözlerini kamaştırdı. Aynanın şimşekleri direterek onun yüzünü kovalıyordu.

Tenzile ‘ye bu serbestliği veren, Tahar Hanımların evinin hemen önünde yükselen yeşil ve kuru çalılıkların meydana getirdiği geniş çitin hemen ötesindeki ıssız sebze bahçeleri ve bostanlardı. Küçük, iki katlı tuğla evin pencereleri buraya bakıyor, sağ yanda ilerleyen ana caddeyi de kontrol ediyordu. Caddede kır atının üzerinde çalımla ilerleyen delikanlı, şehrin büyük zenginlerinden ve siyaset adamlarından Emiroğlu’nun oğlu Mümtaz’dı. İttihat ve Terakki’nin de önemli adamlarından olan Emiroğlu, şehirde büyük bir güce sahipti. Mümtaz, bir süre İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde okumuş, sonra bunu kıvıramayacağım anlayarak Samsun’a dönüp babasının paracıklarını eritmeyi daha uygun bulmuştu. İşte böylece, bir yıldan beridir babasının kendisine aldığı küheylan gibi güzel kır atın üstünde kasılarak, gümüş üzengilere kışın pırıl pırıl çizmeleriyle, yazın da gıcır gıcır ruganlarıyla basarak gezip tozuyor, kız tavlıyor, tam anlamıyla aylak bir yaşam sürüyordu. Şehrin bu yoksul bölgesinde gerek halkın, gerekse genç kızların kendisine gösterdiği büyük ilginin tadına bir türlü doyamamıştı. Yakışıklıydı. Zenginlikle birleşen bu gövde erdemi, ona karşı duyulan ilgiyi son kerte artırıyordu. Tenzile’nin onu tanıması, yine bu ayna merakından olmuştu. O, küçükten beri sokaktan, caddeden gelip geçenlere rasgele ayna tutmayı, onlarla eğlenmeyi seviyordu. Bu yüzden annesi Tahar Hanım’dan çok dayak yemişse de bu alışkanlığını boşlamamıştı. Sonra yaşı ilerledikçe bunu güzel erkeklere ve delikanlılara karşı flört isteği olarak kullanmaya başlamıştı. İşte bir gün caddede ayna tutacak yakışıklı adam arayan Tenzile, kır atının üzerinde kasılarak gelen bu yakışıklı delikanlıyı görünce hemen değirmi aynasına vuran altın renkli ikindi ışıklarını gü- Scıvaş ve Açlar müş şimşekler gibi onun yüzüne boşaltıvermişti. Mümtaz, pencereyi iyice kolladıktan sonra Tahar hanımların evinin önünden birkaç kez geçmiş, bu fındık kurdu gibi sevimli, apak, tatlı Tatar kızını yakından da görmüş, onunla iyice ilgilenmeye başlamıştı.

Samsun’daki Tatar kızlarının en güzeli olduğuna yemin etse başı ağrımazdı. Mümtaz, aylardır, belli bellisiz saatlerde, kır atının üstünde, bu yoksul mahallenin sokaklarında görünüyor, kendisine tatlı tatlı bakan Tenzile’yi görmeye can atıyordu. Polis Rıfkı Efendi, Mümtaz görününce yüzünü buruşturuyor, bir korkutma işareti olarak Tenzile’ye şahadet parmağını sallayıp meydandan çekiliyordu. Tenzile, Rıfkı Efendi’ ye pek çok kez anadan doğma görünmenin yolunu bulmuşsa da Mümtaz’a görünememiş, görünmekten çekinmişti. Her nedense ona karşı daha derli toplu görünmek istiyordu. Onu gördükçe, içinde ılık ılık bir nesnenin kaynadığını duyuyordu. Sevgi denen nesne bu muydu ki? İşte bu gün de Tenzile’nin aynasından fırlayan sevgi şimşekleri, Mümtaz’ ın yüzünü yalayarak geçtiğinde genç adam her zamanki gibi atını dörtnala kaldırarak karakolun önünden yel gibi geçip ırmağa doğru uzaklaşmıştı. Her zaman yaptığı gibi öteden ırmak mahallesini ikiye bölen tozlu sokağa sapacak, orada gerektiğince dörtnal ya da tırıs ilerleyerek Tenzilegiller’in evi önüne çıkacak, orada, iyice yavaşlayarak, henüz adını bile bilmediği bu ak pak ve güzel Tatar kızını görüp geçecekti. Çünkü gerçekten de Tenzile, hep, kapısı açık bırakılmış taşlıkta dikilip onun geçişini heyecanla bekliyordu. Tenzile çabucak ak keten entarisini sırtına geçirip, kendisinden bir yaş küçük esmer, ablak yüzlü Azime’yi iterek aşağı indiğinde, kapıdan geçmekte olan annesi Tahar Hanım’ la yüz yüze geldi. Sırtında soluk bir manto, başında temiz, ak bir baş örtüsü bulunan Tahar Hanım, iri yarı, geniş omuzlu, ablak yüzlü, çatık kaşlarıyla iki kızına birden sordu. “Kayta kettiler küçükler” “Mahallede oynuyorlar” Tenzile, bunu söylerken iki küçük kardeşleri dört yaşında 9 Semiha ile beş yaşında Şaban’ ın annelerinin arkasından içeri süzüldüğünü gördü: “Nah, işte, geldiler.” Şehirden kimi öteberiyle dönen Tahar Hanım, küçük kahverengi gözlerini Tenzile ‘ nin yüzünde iki ağulu örümcek gibi gezdirerek: “Tenzile, Tenzile, dedi, aklını başına devşir, yoksa ağabeyine kemiklerini kırdırırım. Eğer bütün babasız kızların analarına ettiklerini sen de bana etmeye kalkışırsan, seni kendi şu ellerimle boğarım alimallah !” “Ne yaptım ki ben anneciğim?” “Daha ne yapacaksın? Elin heriflerine ayna tutuyorsun. Yarın, burasını başka bir yer sanarak bütün erkekler kapıya toplanırsa seni parçalar önlerine atarım.

Bu sana son öğüdüm olsun, Tenzile. Sen cahil bir kız da değilsin. Seni elimden geldiğince okuttum da.” Tenzile, ayaklarının ucuna basarak annesinin yanaklarından öptü: “Peki anneciğim, bir daha öyle çocukluklar yapmam.” “Hani çocuk bile olsan ayıp. Oysa sen koskoca gelinlik kız oldun. Bu yaptığını hiç kimse çocukluğuna vermez. Namusumuz bir paralık olur. Yarın kötü kız diye Allah etmesin, kimse seninle evlenmek istemez. Sonra halimiz nice olur yavrum, nice olur düşünsene biraz.” “Peki anne, söz veriyorum, artık bu ayna oyununa temelli son veriyorum. Ayna tuttuğum erkekler bana baktığına göre demek ki ben, artık, kocaman bir kızım. Erkekler bende bir kadınlık görüyorlar.” Tahar Hanım, artık onu dinlemeyerek yukarı çıkmaya başlamıştı. İri gövdesinin altında tahta merdiven zangırdıyordu.

2 Temel Çavuş, sırtındaki ağır yatak dengiyle inleyerek dışarı çıktı. Altı çocuk da karınca kararınca yüklü olarak dışarıda bekliyordu. Şakire ‘yi bekliyorlardı. O da en sonra ağır yatak denginin altında iki büklüm ıhlayarak dışarı çıktı, dönüp çarparak kapıyı çekti. Bu sırada Temel Çavuş, geniş bahçelerin, tatlı yeşilliklerin içine gömülmüş, su şırıltıları ve kuş sesleriyle süslenen güzel görünüşlü köye karşı ağzı dolusu bir tükürük attı: “Tüh sıfatınıza, diye bağırdı, senin Kötüköy gibi, senin de ev gibi. Az kalsın çeluk çecuk geberip gidecektuk ha bu sıtma çukurunda. Haydi uşaklar, bir daha şeytan görsün bu cehennemin yüzünü. Sivrisinekler biraz da başkalarından beslensin.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir