Helen Fielding – Brıdget Jones’un Gunlugu

Haftada on dört kadehten fazla alkollü içki içmeyeceğim. Sigara içmeyeceğim. Makarna pişiricisi, dondurma makinesi gibi hiçbir zaman kullanılmayan raulfak aletlerine, sırf rafları süslesin diye alman, okumayacağım kitaplara ve -erkek arkadaşım olmadığına göresüslü iç çamaşırlarına para harcamayacağım. Beni gören birilerinin olabileceğini düşünüp, evin içinde pasaklı pasaklı dolaşmaktan vazgeçeceğim. l Kazandığımdan daha fazla harcamayacağım. Sinirlenip kontrolümü kaybetmeyeceğim. Alkoliklere, işkoliklerc, birine bağlanmaktan korkanlara, karısı veya sevgilisi olanlara, milliyetçilere, megalomanyaklara, kadın düşmanlarına, kaçıklara, beleşçilere ve sapıklara âşık olmayacağım. Anneme, Una Alconbury’yc ve Perpelua’ya sinirlenmeyeceğim. Erkekler yüzünden yıkılmayacağım, aksine ayaklarının üzerinde duran soğuk bir buz kraliçesi olacağım. Erkekleri sıkmayacağım, aksine onlarla makul, olgun ilişkiler kuracağım. Kimsenin arkasından konuşmayacağım, herkese ılımlı yaklaşacağım. Para delisi bir kadın gibi, sırf patrona söz geçiriyor olabilmek amacıyla Daniel Cleavcr’la uğraşmaktan, onu kafama takmaktan vazgeçeceğim. Erkek arkadaşımın olmamasını umursamayacağım, kendini bilen, kendi kendine yeten ve sevgilisiz de ayakta durabilen bir kadın olacağım (ayrıca bu bir erkek arkadaş bulmanın en iyi yolu). YAPILACAKLAR Sigarayı bırakacağım. Haftada on dört kadehten az alkollü içki içeceğim.


Anli-selülit diyet uygulayarak kalçalarımı 8 cm. incelteceğim (her biri 4 cm.). Evi gereksiz eşyalardan arındıracağım. iki yıl veya daha uzundur giymediğim giysileri fakirlere vereceğim. Daha iyi bir iş bulup kariyerimi yükselteceğim. Para biriktireceğim. Hatta emeklilik sigortası yaptıracağını. Kendime daha çok güveneceğim. Daha iddialı olacağım. Vaktimi daha iyi değerlendireceğim. Her gece dışarı çıkmayacağını, evde kalıp klasik müzik dinleyerek, kitap okuyacağım. Gelirimin bir kısmını hayır kurumlarına bağışlayacağım, insanlara karşı daha nazik ve yardımsever olacağım. Daha çok baklagil yiyeceğim. Sabahları uyanır uyanmaz yataktan kalkacağım.

Spor salonuna sandviç almaya değil, jimnaslik yapmaya (haftada üç kez) gideceğim. Fotoğrafları albümlere yerleştireceğim. Yerlere saçılmış kasetlerle ayyaş bir D.J.’ye benzemek yerine, kaselileri istenildiği zaman bulunacak şekilde tarzlarına: göre (ronıan-ttk/dans/canlı/feminisı vs) ayırıp düzenli bir şekilde yerleştireceğim. Uygun biriyle birlikle olmaya başlayacağım. Videoyu çalıştırmayı öğreneceğim. 13- OCAK Oldukça Kötü Bir Başlangıç l Ocak Pazar 59 kg (ama Noel sonrastndayız), alkol 14 (ama partinin 4 saati Yeni Yı/’ın ilk gününe geldiği için 2 günü kapsıyor), sigara 22, kalori 5424. Bugün tüketilen besinler: 2 paket isviçre dilim peyniri 14 minik, soğuk patates 2 Bloody Mary (içinde Worcester sosu ve domates olduğu için yiyecek olarak sayıyorum) 1/3 Brie peynirli Ciabatta dilimi kişniş otu — 1/2 paket 12 tane Milk Tray (Noel boyunca alınan şekerleri bir kerede yok edip güne taze başlamanın en iyi yolu) içinde peynir ve ananas bulunan 13 kokteyl Una Alconbury’nin hindisinden bir porsiyon, bezelye ve muz Una Alconbury’nin Bourbon bisküvisi, ahududu ve kremayla yapılmış, kiraz ve mclekotuyla süslenmiş Ahududu Sürprizi’nden bir porsiyon. 17 öğlen. Londra: Kendi evim. Off… Dünyada fiziksel, duygusal ye ruhsal olarak kendimi yapmaya hazır hissedeceğim son şey Una ve Geoffrey Alconbury’nin Grafton Underwood’taki Yeni Yıl Hindi Ziyafeti’ne gitmek. Geoffrey ve Una Alconbury, annemle babamın en yakın arkadaşları ve Geoffrey Amca’mn bıkıp usanmadan, her görüşmemizde anlatlığı gibi; beni çimenlerin üzerinde çırılçıplak koşarken gördükleri günden beri tanıyorlar. Annem, geçtiğimiz yılın Ağustos ayında, bankaların bile tatilde olduğu bir günde, sabahın sekiz buçuğunda arayıp bu yemeğe gideceğime söz vermem için beni zorlamıştı. Ama bunu şeytani bir kurnazlıkla, çok dolambaçlı bir yolla yapmıştı.

“Merhaba hayatım. Noel hediyesi olarak istediğin özel bir şey var mı diye sormak için aramıştım.” “Noel mi?” “Sürpriz bir hediye almak hoşuna gider miydi tatlım?” “Hayır!” diye haykırdım elimde olmadan. “Özür dilerim. Demek istedim ki…” “Valizin için tekerlekli taşıyıcı isteyip islemeyeceğini merak ettim.” “iyi ama benim valizim yok ki.” “Tabii ya. En iyisi ben sana küçük bir tekerlekli valiz alayım. Hani şu uçuş hosteslerinin kullandıklarından.” “Benim zaten bir çantam var.” “Ama hayatım, o adi, yeşil şeyle ortalıkta dolaşamazsın. Çaresizlik içindeki Mary Poppins gibi görünüyorsun. Çekerek taşıyabileceğin bir valiz, içine ne çok şey sığdığını görsen şaşarsın. Kırmızı üzerine mavili mi islersin, yoksa mavi üzerine kırmızılı mı?” “Anne! Saat sabahın sekiz buçuğu, mevsim yaz, hava çok sıcak ve ben bir hostes valizi istemiyorum.” “Julie Enderby’da bir tane var.

Ondan başka bir şey kullantmyormuş.” 18 “Julie Enderby da kim?” •”Tatlım, Julie’yi tanıyorsun! Maviş Enderby’ın kızı Julie! Arthur Anderson’daki kıyak işle çalışan kız…” “Anne…” “Bütün seyahatlerinde onu kullanıyor…” ‘”Küçük ve tekerlekli bir valiz istemiyorum.” “Bak ne diyeceğim: Baban, Jamie ve ben ortak olup sana büyük bir tekerlekli valiz alalım.” Çaresizlik içinde ahizeyi kulağımdan uzaklaştırdım. Noel’de tekerlekli valiz hediye etmek de nereden çıkmıştı? Telefonu tek-rar kulağıma yaklaştırdığımda “…şampuanlar ve köpükler için ayrı bir bölümü olanlarından da olabilir. Aklıma gelen bir başka şey de bir alışveriş arabasıydı,” diye devam ediyordu. Güneşli tatil gününün parıltısına dayanamayan gözlerimi kırpıştırarak ümitsizlik içinde “Ya senin Noel için istediğin özel bir şey var mı?” diye sordum. “Hayır, hayır,” dedi çabucak. “Benim her şeyim var. Bir şey daha hayatım; Geoffrey ve Una’ntn Yeni Yıl Hindi Ziyafeti’ne geliyorsun değil mi?” Birden telaşlandım. Ne bahane uyduracaktım? “Aslında ben… Sanırım o gün çalışmam gerekecek.” “Önemli değil, işten çıkınca gelirsin. Malcolm ve Elaine Darcy’nin de geleceğini söylemiş miydim? Mark’ı da getiriyorlar. Mark’ı hatırlıyor musun hayatım? Çok iyi bir avukat, çok para kazanıyor ve dul. Yemek sekizden önce başlamıyor.

” Allahım, yine mi saçları ayırma çizgisinden çalı gibi fışkırmış luhaf giyimli bir hilkat garibesi! “Anne, sana daha önce de söyledim; hiç kimseyle baş göz edilmek istemiyorum.” “Hadi hayatım, senin çırılçıplak çimenlerde koşlurduğun günlerden beri Yeni Yıl ziyafetlerini Geoffrey ve Una veriyor. Mutlaka gelmelisin. Hem yeni valizini de kullanmış olursun.” 19 23:45. Off… Yeni Yılın ilk günü kâbus gibi geçti. Bir kez daha yıla bizimkilerin evinde ve lek kişilik bir yatakta başladığıma inanamıyorum. Bu benim yaşımdaki biri için utanç verici. Camda bir sigara içsem kokusunu duyarlar mı acaba? Akşamdan kal-malığımı üzerimden atarım umuduyla bütün gün evde oyalandıktan sonra, teslim olup Hindi Ziyafeli’ne gitmek üzere yola çıktım. Alconburylere varıp saat kulesi gibi ses çıkaran zillerini çaldığımda, midemdeki bulantı, basımdaki dönme ve ağzımdaki kötü tatla, hâlâ kendi dünyamdaydım. Ayrıca yolda MI yerine dalgınlıkla Mö’ya girip, dönecek bir yer buluncaya kadar Birmingham yolunun yarısını gitmek zorunda kaldığım için duyduğum öfke de devam ediyordu. Öyle küplere binmiştim ki, sinirimi boşaltmak için çok tehlikeli bir şey yapıp gaz pedalına basıp durdum. Kapıyı açmaya gelen Una Alconbury’nin siluetinin -buzlu camın arkasından çok tuhaf görünüyordu- yaklaşıp beni kollarının arasında boğmasını sessizce izledim. “Bridget! Neredeyse senden ümidi kesmiştik. Mutlu Yıllar! Yemeğe sensiz başlamak üzereydik.

” Ben ayakta durabilmek için yandaki rafa tutunurken, o lek bir hareketle beni öpmeyi, paltomu çıkarıp merdivenin parmaklığına asmayı, yanağımda bıraktığı ruj izini silmeyi ve bana kendimi suçlu hissettirmeyi başarmıştı. “Üzgünüm, kayboldum.” “Kayboldun mu? Hay Allah. Ne yapacağız biz seninle? Hadi gir içeri.” Beni buzlu camların arasından geçerek gittiğimiz salona götürürken “Hey millet! Kaybolmuş!” diye bağırıyordu. Baklava desenli bir kazak giymiş olan Geoffrey Alconbury, “Bridgett Mutlu Yıllar!” dedi. Bir jokey Bruce Forsylh adımı attı ve bana öyle bir sarıldı ki; Boots olsaydı onu doğru karakola götürürdü. 20 Pantolonunu çekiştirerek ve kızararak “Öhöm,” dedi. “Hangi kavşaktan geldin?” “On dokuzuncu kavşaktan ama bir sapak vardı…” “On dokuzuncu kavşaktan ha! Una, on dokuzuncu kavşaktan gelmiş! Daha başlamadan yolculuğunu bir saat uzatmışsın. Gel sana bir içki koyalım. Eee… Aşk hayatın nasıl bakalım?” . Aman Tanrım. Şu evli insanlar bunun hiç de nazik bir soru olmadığını neden bir türlü anlayamıyorlar? Biz onlara gidip, “Evliliğiniz nasıl gidiyor bakalım? Hâlâ seks yapıyor musunuz?” diye haykırıyor muyuz? Otuzlu yaşlarda flört etmenin, yirmi iki yaşındayken olduğu gibi seçici olmaksızın ve umarsızca yapılmadığını ve “Dün gece evli sevgilim üzerinde minicik angora bir üst ve jarliyerleriyle çıkageldi ve bana gay/seks düşkünü/uyuşturucu bağımlısı/ruh hastası olduğunu söyledikten sonra beni yapay bir penisle becerdi,”hin, “Süper. Teşekkürler,”den daha dürüst bir cevap olduğunu artık herkes biliyor olmalı. iyi bir yalancı olmadığım için, bir süre utangaç bir yüzle bir şeyler geveledikten sonra “iyi,” dedim ve Geoffrey “Demek hâlâ bir sevgilin yok!” diye gürledi.

“Bridget! Ne yapacağız biz seninle?” dedi Una. “Ah siz kariyer düşkünü kızlar. Oh bilmiyorum! Biliyorsun; sonsuza kadar erteleyemezsin. Zaman geçiyor.” “Yaa evet,” dedi serisini havada savurarak konuşan Brian En-derby (Ketlering’deki Rotary’nin eski başkanı Mavis’le evli). “Nasıl olur da bir kadın senin yaşına gelene kadar evlenmeden durabilir?” Neyse ki kolumdan tutarak, “Seni gördüğüme çok sevindim Bridget,” diyen babam beni bu durumdan kurtardı. “Annen, senin parçalarım bulabilmek amacıyla Northamptonshire Polis Teşkilatı’na bütün bölgeyi diş fırçalarıyla süpürtme telaşında. Ona bir görün de, ben de rahat edeyim. Tekerlekli valiz nasıl?” 21 “Her yönüyle büyük. Ya kulak kılı makası nasıl?” “Harika, -biliyorsun- makas gibi.” Sanırım hediyesini beğenmişti. O anda arkamı dönmeseydim ben de kendimi iyi hissedecektim ama… Mark Darcy. Ha ha. Annemin haftalardır her telefonda ısrarla bahsettiği Mark: “Darcyleri mutlaka hatırlıyorsundur tatlım: Biz Buckhingam’da otururken gelmişlerdi, birlikte havuzda oynamıştınız!”, “Sana Malcolm ve Elaine’nin, Una’nın Yeni Yıl Hindi Ziyafeti’ne Mark’ı da getireceklerini söylemiş miydim? Amerika’dan yeni döndü, boşanmış. Holland Park civarında bir ev arıyor.

Karısıyla kötü günler geçirmiş. Şu Japonlar da ne kötü bir ırk.” Başka bir görüşmede yine damdan düşer gibi: “Mark Darcy’yi hatırlıyor musun tatlım? Malcolm ve Elaine’nin oğlu, çok başarılı bir avukat, karısından boşanmış. Elaine devamlı çalıştığını ve çok yalnız olduğunu söylüyor. Sanırım Una’nın Yeni Yıl Hindi Ziyafeli’ne o da gelecek.” Neden doğrudan “Hayatım, Hindi Ziyafeli’nde Mark Darcy’yi kafesle tamam mı? O çoh zengin bir adam,” demiyor merak ediyorum. Daha mideme bir yudum bile içki indiremeden, Una Alcon-bury “Gel de Mark’la tanış,” diyerek çekiştirmeye başladı, insanların biriyle aranızı yapmaya çalışması zaten utanç verici ama akşamdan kalmalığınızı üzerinizden atmaya çalışıyorken ve bir oda dolusu yaşlı insan sizi seyrediyorken Una Alconbury tara-• fından buna zorlanmak bambaşka bir rezalet. Kötü karısından boşanmış, zengin -oldukça uzun boylu* Mark, tüm odaya sırtını dönmüş, Alconburylerin raflarını süsleyen -Geoffrey’nin Reader’s Digest’tan islediği, çoğu Nazi diklatörlüğüyle ilgili- deri ciltli kitapları inceliyordu. Bir partide züppe bir tavırla herkesten uzak, kendi başına bir köşede dikilen birine Bay Darcy diye hitap etmek çok saçma geldi o anda. Bu, bü22 tün geceyi “Cathy” diye bağırarak ve kafasını bir ağaca vurarak geçirmekte ısrar eden birine Heathcliff diye seslenmek gibi bir şeydi. “Mark!” dedi Una sanki Noel Baba’nın perilerinden biriymiş gibi. “Seni çok hoş biriyle tanıştıracağım.” Arkasını döndüğünde, arkadan zararsız bir mavi kazak gibi görünenin aslında daha çok yaşlı spor spikerlerinin tercih ettiği, V-yakah ve baklava desenli bir kazak olduğunu gördüm. Arkadaşım Tom’un sık sık söylediği gibi; biriyle çıkmaya başladığımızda ayrıntılara yelerince dikkat elsek, hem zamandan, hem paradan lasarruf etmiş oluruz. Beyaz bir çorap, kırmızı bir pantolon askısı, gri bir ayakkabı veya bir gamalı haç, telefon numaralarını alıp vermeye, pahalı öğlen yemeklerine kaşık sallamaya hiç gerek olmadığını, bu ilişkinin zaten yürümeyeceğini gösteren minik işaretlerdir.

“Mark, bu Colin ve Pam’in kızı, Bridget,” dedi Una utana sıkıla. “Bridget yayıncılık yapıyor, değil mi Bridget?” Neden bilmiyorum ama sanki telefon bağlantısıyla bir radyo programına katılmışım da, birazdan arkadaşlarım Jude, Sharon ve Tom’a, kardeşim Jamie’ye, ofisteki herkese, anneme ve babama, ve son olarak da Hindi Ziyafeli’ndekilere sevgilerimi iletmek için Una’dan izin isleyecekmişim gibi bir lavırla “Evel, öyle,” diye cevap verdim. “Eh, ben arlık siz gençleri yalnız bırakayım,” dedi Una. “Za-len herhalde arlık biz limonlardan sıkılmışsınızdır.” “Aman efendim,” dedi Mark. Onun başarısızlıkla sonuçlanan gülümseme girişiminin ardından elini göğsüne baslırarak üz bir kahkaha alan Una, başını sallayarak uzaklaştı ve sonunda bizi yalnız bırakabildi. “Eee… Şey… Hiç kilap… Son günlerde hiç güzel bir kitap okudun mu?” dedi. 23 Aaah. Allah aşkına. En son ne zaman doğru düzgün bir kitap okuduğumu hatırlayabilmek için beynimi zorladım. Bir yayıncının boş zamanlarında kitap okuması, çöpçülük yapan birinin akşamları bir domuz ahırında yaşamak zorunda kalmasına benziyor. Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten adlı kitabın yarısındayım ama birazcık tuhaf biri de olsa, Mark Darcy’nin henüz kendini bir Marslı olarak kabul etmeyeceğini düşündüm. Sonra birdenbire aklıma doğru düzgün bir kitap geldi. “Backlash1, Susan Faludi’nin,” dedim bir zafer kahramanı edasıyla. Aslında okumamıştım bile ama Sharon o kadar çok anlatmıştı ki, okumuş gibiydim.

Ayrıca baklava desen kazaklı bay çokbilmişin feministlerle ilgili beş yüz sayfalık bir kitabı okumamış olduğundan da emindim. “Yaa, gerçekten mi?” dedi. “Daha ilk çıktığında okumuştum. Sence de fazla taraflı değil miydi o kitap?” “Şey… Pek değil,” dedim çabucak ve konuşacak başka şeyler bulabilmek için beynimle boğuştum. “Yeni Yıl’ı ailenle birlikte mi geçirdin?” “Evet.” dedi sabırsızlıkla. “Ya sen?” “Evet. Yo, hayır. Dün gece Londra’da bir partideydim, içliğim içkilerin etkisinden hâlâ kurtulamadım.” Sırf annem ve Una erkeklerin ilgisini çekemediğimi, Mark Darcy’yle konuşmayı bile beceremediğimi düşünmesinler diye çaresizlik içinde gevezelik ediyordum. “Ama zaten Yeni Yıl için alınan kararları ilk günden uygulamaya başlamamız beklenemez, değil mi? Ne de olsa kutlamalar her zaman Yeni Yılın ilk gününe sarkıyor; sigara içenlerin -vücutlarında bol nikotin olduğu halde- saat on ikiyi vurduğunda birden sigarayı bırakmaları çok saçma olurdu. Ayrıca ilk ‘Backlash: Yeniliğe /ıcırjı ıımıııım aykırı tepfei. (Ç.N.) 24 günden diyet yapmak da iyi bir fikir değil çünkü içkinin etkisinden kurtulmak için zaman zaman bir şeyler yemen gerekiyor.

Bence aldığımız kararlan 2 Ocakta uygulamaya başlamak çok daha akıllıca.” “Bence şimdi de bir şeyler yesen iyi olur,” dedi ve beni kitap tadarının önünde, tek başıma öylece dikilirken bırakarak büfeye gitti. Herkes beni izliyordu ve akıllarından geçenleri okuyabiliyordum: “işte Bridget bu yüzden evlenemiyor. Erkekleri kendinden uzaklaştırıyor.” işin kötüsü, annem ve Una Alconbury bu kadarıyla da kalmadılar. Beni tekrar Mark Darcy’nin kollarına atmak gibi korkunç bir amaçla, elimde salatalık ve seri tepsileriyle ortalıkta dolaşmaya zorladılar, ilk denemelerinde onları hayal kırıklığına uğratmama öyle bozulmuşlardı ki, Mark Darcy’ye birkaç adım yaklaştığım anda Una, Will Carling gibi odanın ortasına fırlayıp “Mark, gitmeden önce Bridget’in telefon numarasını alsana! Böylece Londra’da da görüşebilirsiniz!” diye haykırdı. Kızarmaktan kendimi alamadım. Vücudumu saran yakıcı sıcaklığın boynuma doğru yükseldiğini hissediyordum. Mark bütün bunları benim yaptırdığımı düşünecekti. “Bridget’in Londra’daki hayatının yeterince yoğun olduğundan eminim Bayan Alconbury,” dedi. Hıh. Ondan telefon numaramı istemesini ya da benzer bir şey yapmasını beklemiyordum ama beni islemediğini herkesin gözü önünde açıkça belli etmesini de istemiyordum. Başımı önüme eğdiğimde, üzerinde sarı renkli arı resimleri olan beyaz çoraplarını gördüm. “Seni bir salatayla kandıramaz mıyım?” dedim. Yanına gitmemin telefon numarasıyla alakası olmadığını, tek amacımın salata servisi yapmak olduğunu göstermek istiyordum.

“Teşekkür ederim, almayacağım,” dedi korku veren bakışlarla. 25 “Emin misin?” diye ısrar ettim. “Peki dolma zeytin ister misin?” “Hayır, gerçekten istemiyorum.” “Ya soğan?” dedim. “Pancar?” .Çaresiz, bir zeytin aldı. “Teşekkür ederim.” “Umarım beğenirsin,” dedim galibiyet sevinciyle. Partinin sonuna doğru annesi ve Una tarafından kafasının si-. şirildiğini gördüm. Sonra onu sürükleyerek yanıma getirdiler ve arkasında dikilip “Londra’ya dönecek misin? Ben burada kalıyorum ama seni götürmesi için arabamı çağırabilirim,” demesini izlediler. “Ne yani kendi kendine mi gelecek?” dedim. Evet anlamında göz kırptı. Una “Aman sen de!” dedi. “Mark’ın şirket arabası ve şoförü var aptal.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir