Irene Melikoff – Efsaneden Gerçeğe, Hacı Bektaşi Veli

Türkoloji dünyasının seçkin adı Prof Dr. Mme frene Melikoff ‘un, 1969 ‘dan beri bütün yaşamını vermiş oldugu “Alevilik-BektaşilikAraştırmaları” ile Ahmed Yesevi, Fazlullah Hurufi, Seyyid Nesimi üzerine incelemeleri “Uyur idik Uyardılar ” (1993) adıyla daha önce dilimize çevirilmiş bulunuyor. Bilim çevreleri kadar Türk okurunun da bu vesileyle yakından tanıdıgı yazarın, söz konusu araştırmalardan bir bütüne ulaşmaya çalıştıgı, Fransızca basımı bu yıl içinde “Erili ” tarafından gerçekleştirilen son kitabı da (Hadji Bektach, un mythe et ses avatars), elimizdeki bu yayınla Türkçeye kazandırılmış olmaktadır. Kitap, Fransızca yayının tanıtımında da belirtildigi gibi, “On üçüncü yüzyıldaki kökenlerinden başlayarak, Türkiye ‘de halk inanışının tarihini, Bektaşilik ve Alevilik adları ile tanınan, dinler karışımı özellikli ve hoşgörü agırlıklı, cemaat-dışı inanışın oluşumunu; bir halk ermişi olan Hacı Bektaş ‘a baglı bu akımların iki belirgin kola ayrılışını” incelemekte ve eserde “bu iki kolun inanç ve edimlerinin bir çözümleme denemesi; onların zengin edebiyatlarından bir görünüm; nihayet, modern çaglardaki evrimleri ile gelecekteki görünüşleri, insanı merkez almaya dogru yönelişleri, dinler-üstü ve evrensel kapsamlı gelişimleri yer almaktadır.” (Erili, Leiden-Boston-Köln 1998) 11 Bu satırların yazarına göre de, değerli araştırmacı, epik-dinfTürk edebiyatı ve Anadolu süfiligi üzerine bu çalışmalarıyla, tarihsel gerçegi ararken, 1. Sosyal olguların yerinde, doğrudan gözlemi ve izah edici bir çözümleme anlayışı ile, bütün önyargılardan uzak, Türkiye ‘nin dinisosyal yapısını ortaya koymuş; 2. Anadolu ‘da oluşan Türk şiirinin Türkmen ve Şaman kaynaklarına doğru izlenmemiş bir yolu açarak, bu edebiyatın uzak köklerini aydınlığa kavuşturmuş; · 3. Göçerlik ve yerleşik/eşme donemlerinin ana çizgileri, edebiyat oncesi olgularla edebf temalar ve bunların günümüze kadar ulaşan uzantıları doğrultusunda, Türk edebiyatlarının “karşılaştırmalı ” izahına gıpta edilecek bir “Giriş ” hazırlamış bulunmaktadır. Elimizdeki kitabın Fransızca yayınının alt başlığında yer alan “mythe” ve “avatar ” sözcüklerini dilimize aktarmadaki zorluk göz onüne alınarak, eserin Türkçe çevirisinin “Efsaneden Gerçege ” biçiminde adlandırılışı yazarın bir seçimidir ve bu bize de, anlam ‘a en yakın karşılık olarak gorünmektedir: Varlığın ve varoluşun “anlatı ” yoluyla açıklanışı anlamında Yunanca “mythos” sözcüğü gibi; ideal varlığın “reel” alandaki beden/eşmeleri anlamıyla birlikte, “metamorfoz “, “transformasyon “, hatta “deformasyon ” kavramlarına kadar çok geniş bir içerikle yorumlanabilecek, Hint kökenli “avatar ” deyimini de Türkçeye çevirmedeki güçlük, hiç şüphesiz kolayca kabul edilebilecektir. Bu adlandırmada, yazarın söylemek istediği ise şoyle özetlenebilir: “Hacı Bektaş, gerçek bir tarihsel kişilik olmakla birlikte, biz onu ancak anlatı ‘/arla tanıyoruz. Tarihsel kişiliği üzerine bilgimiz ise çok azdır. O, bir söylence kahramanıdır ve bir “myhte ” (anlatı) olarak yaşamaktadır. Söylencedeki görünümüyle de, Buda ‘da bedenleşen tanrısallık gibi, Tanrı ‘nın bir bedenleşmesi olarak belirmekte, başlıcası Bektaşflik ve Alevilik olmak üzere, yüzyıllara ve yörelere göre değişen çeşitli biçimleniş/er sunmaktadır.” (Erili, s.XJV.


) 12 “Efsaneden Gerçeğe ” alt başlığıyla belirtilmek istenen anlam da bundan ibarettir. Burada, kitaplara dayalı Fransızcamla, alanında, ancak öğrencisi olabileceğim bu değerli bilim insanının eserinin bir çözümlemesini yapmaya kalkışmayı düşünmeden, yalnızca belirtilmesi gerekene değinmekle yetinmek istiyorum ve bu kısa açıklamanın bağışlanacağını umuyorum. Çeviri ile ilgili olarak söyleyeceklerim de kısaca şunlardır: Bu çalışmada bir Türkolog olan yazarın, eserini Türkçe kaleme alsa idi, hangi üsluba bürünmek isteyeceği sorusu, ilke olarak alınmış ve Fransızca ve Türkçe anlatım arasında bilimsel bir denklik amaçlanmış; eski metinlerin bugünkü dile aktarılışında ise, asıl metin daima, yazarın Fransızca çevirileri ile birlikte, bir ölçü olarak göz önünde tu’tulmuş bulunmaktadır. Son olarak, Türkoloji ve Edebiyat Tarihi açısından olduğu kadar, Tarih, Sosyoloji ve Karşılaştırmalı Edebiyat araştırmaları açısından da çok zengin bilgiler getirdiğini düşündüğüm bu kitabın çevirisini kalemime emanet ederek beni onurlandırdığı için yazarına teşekkür ediyorum ve bunu, yaşamımın bir ödülü saydığımı belirtmek istiyorum. Okuyucudan ve dostlarımdan, eksiklerimi göstererek, çevirime, daha sonraki baskıları için yardımcı olmalarını dilerim. Metnin Türkçe yazımının bütün ağırlığını üzerine alan Esen Mumcuoğlu ‘ya da yardımları için teşekkür ediyorum. Kitabın tarihi ve güncel yazım sorunları ile birlikte dizgi, sahife ve baskı başarılarında, sorumlu ilgi ve çabaları dolayısıyla, Cumhuriye{ ve Çağdaş Yayınları çalışanlarına, ve sabırlı tarama ve düzeltmeleri için Serpil Ünay ‘a da aynı şekilde teşekkür borçluyum. T. A. Kadıköy, 18. 7.1998 13 TÜRKÇE BASIMA ÖNSÖZ Bu kitap, çeyrek yüzyılı aşan araştırmalardan, bir senteze varmayı amaçlamaktadır. Tek bir sorunu, dikkatle bakıldığında Türk halk İslamlığı sorununa ulaşacak olan Alevilik-Bektaşilik konusunu incelemede gösterdiğim inatçı ısrarın haklılığını kendime kanıtlamak için de olsa, bu toparlamayı yapmam gerekiyordu. Probleme ilgi duymaya başladığımda, yaşamımın bu kadar büyük bölümünü onunla geçireceğimi elbette düşünemezdim. Eğer önceden bilebilseydim, fırsatları değerlendirir ve geri adım atabilirdim.

Başlangıçta, derin bir hayranlık duyduğumu itiraf etmeliyim. Sonra yavaş yavaş, mikroskobunun başından kalkamayan ve incelediği konudan bir türlü ayrılamayan bir araştırmacıya döndüm: Çünkü önümüzde, hiç durmadan ortaya çıkmakta olan yepyeni öğeler söz konusu idi. Önceleri düşündüğüm şey sınırlandırılmış bir alan iken, kendimi tam anlamı ile, Türkiye çerçevesini fersah fersah aşan bir okyanus karşısında bulmuştum. Bu çalışma, konuyu, bir halk velisinden hareketle, şüphesiz kendisinin haberdar bile olmadığı Bektaşiliğin biçimlenişinden bu yana, incelemeyi öngörmektedir. Gazi Osmanlıların Balkanlar’ı ve Trakya’yı alışları ile çağdaş, ilk Bektaşiler, birbirleriyle bu fetih içinde kenetlendiler. Çoğu kez 15 fethedilmiş diyarlara yerleştiler ve orada oturanların bırakıp kaçtıkları toprakları ele geçirdiler; merkez gücün onayı ile, kimi zaman da fethin verdiği hakka dayanarak, buralarda tekkeler kurdular. Yavaş yavaş, kökenlerini oluşturan boylarla bağları zayıflayınca, inanç paylaşımlarında güç aradılar ve kent çevrelerine kurdukları zaviyelerle, kurumlaşmış bir halk tasavvuf tarikatının yaratıcısı oldular; bu zaviyeleri birer kültür merkezine dönüştürdüler. Hıristiyan kökenli ülkelerdeki varlıkları dolayısıyla, dinler üstü ve kural-dışı kalışları, tolerans duyguları, belirleyici çizgileri oldu. Buna karşılık, göçer ve yan göçer bir yaşam sürmeye devam ederek Anadolu’da kalan -ki büyük çoğunluğu ilk Safevilere destek verecektir- Kızılbaş Türk boylarından gelenler ise eski ataların gelenek ve göreneklerine bağlı kaldılar. Merkez yönetime karşı, sosyal haklar ve başkaldırı kımıldanışları içinde yer aldılar. Yakın dönemdeki adlandınlışları ile Aleviler, bu Kızılbaşlardan gelmektedirler. Fakat Alevi adı da, “asi” ve “sapmış” sözleriyle eşanlamda kullanılagelen Kızılbaş deyiminin uğradığı değer kaybına uğramaktan kurtulamadı. Bektaşiler ve Aleviler, aynı kökenden gelmektedirler. Yan yana yürüyen iki kol -Bektaşiler için Balkan ulusları, Kızılbaş-Aleviler için Doğu Anadolu yerleşimliler olmak üzere- değişik topluluklardan etkiler aldı. Bektaşiler yüzyıllarca Osmanlı lmparatorluğu’nda baskın olmuşlarsa da, Balkan ülkeleri yitirilince, ağırlık öte yana kaymıştır: Günümüzde, problem, özellikle Alev! deyimi altında ortaya konmakta, ve her iki zümre de aynı vellye, Hacı Bektaş Vell’ye bağlı olmakla birlikte Bektaşiler, bir anlamda, geriye itilmiş görünmektedirler.

Bu kısıtlı satırlarda, Bektaşi-Alev! dünya üzerine bilgilerimi borçlu olduğum kişilerin adlarını sayamıyorum. Yirmi beş yıldır, hep canlı kaynaklarla çalıştım. Az ya da çok süre ile, Bektaş! ve Alev! ailelerin yanında kaldım. Türk alemini sık gezenlerin yakından bildikleri konukseverlik ve eliaçıklıkla, her yerde çok içten karşılandım. 16 Araştırmalarımın uzandığı komşu ülkelerde, İran Azerbaycanı’nda, Makedonya’da, Kosova ‘da, Deliorman ‘da da aynı konukseverlik ve cömertlikle iyilik dolu karşılamayı gördüm. Bütün bu, kendilerine minnet borcu ile bağlı olduğum insanların adlarını burada sıralayamıyorum: Dede’ler, Baba’lar, Aşık’lar ve başkaları, sayıca o kadar çokturlar. Aralarından kimileri de ölmüş bulunuyor. Bu kitap onların anısına bir saygının sunuluşudur. Ankara, İstanbul, Antalya, Sivas, Maraş ve öbür illerdeki bütün Alevi ve Bektaşi dostlarıma şükranlarımı sunuyorum. Deliorman Kızılbaşlanna da aynca teşekkür etmeliyim. Bir kitap çevirmek, bir bakıma, onu yeniden yaratmak demektir

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir