Irene Melikoff – Kırklar’ın Cemi’nde

Bektaşilik, onun bir parçası sayılan Alevilik gibi, sosyal bir olgudur: fakat ayrı bir din değildir: kökleri boylar dönemine inen bir yaşam biçimine bağlı kalışt11′. Bu da ata geleneklerine ve ata inançlarına saygı demektir. Böyle olduğu için de, karşılıklı etkileşmelerin sonucu katlar (adstrat) kadm; başlangıçtan beri Türk uluslarıyla ayrılmaz biçimde birlikte olmuş değişik inançlar da içerir. Demek, Bektaşiliğin incelenmesi bir “inanma” değil, gözlem, çözümleme ve anlamaya çalışma işlemidir. Bu sebepledir ki, önce dış görünümleri betimleyerek, On İki İmam bağlamı içinde beliren bu “öğreti “ııin, niçin uç-Şiiliğin (yeniden-beden/eşme, Tanrı ‘nın insan suretinde tecellisi, Ali ‘nin tanrılaştırılması gibi) belirleyici çizgilerini taşıdığını anlamaya; ardından, problemin derinlerine inerek ve araştırmalarımı birbiriyle ilişkili farklı doğrultularda genişleterek bilgilerimi derinleştirmeye çalıştım. Bektaşilik bir halk su/iliğidir ve özellikle böylediı’. Dini, bir heyecan duyma gereksinimini karşılama yönelimi içinde ve hatmi biçimlenişi ile alır. Sufilik, heyecanlara karşı çıkan “nass “çılığa bir tepkidir. Bu, resmi inamş karşısında kural-dışılık demektir. Ancak resmi inanışa ne kadar karşı olunursa olunsun, Bektaşilik, isldın ‘dan ayrı bir oluşum değildir. Gelişimi İslam çerçevesi içindedir. Karşı bir güç olduğu ölçüde de ona bağlıdır ve ondan ayırılanıaz. Bektaşilikle bugün Alevilik adı verilen olgunun kökenleri aynıdır: Orta Asya ‘dan gelen göçer Türkmen boyları; Xll., XIII. ve XIV.


yüzyılda, göçlerle Anadolu ‘.va gelmiş bulunanlar. Bektaşiler ve Alevileı� Xlll. yüzyılda yaşamış bir halk ermişi olan Hacı Bektaş Veli ye derin saygıda birleşmektedirler. Hacı Bektaş, Bektaşi dervişler tarikatınm kendisine bağlandığı kişidiı’. Böyle olmakla birlikte, Bektaşiler ve Alevileı; zaman içinde, tarih ve coğrafj;alarıyla, birbirlerinden ayrıldılar. Osmanlılarla birlikte Trakya ve Balkan9 lar ‘ın fethine katılan Bektaşiler, fethedilen diyarlardan toprak bağışları elde ettiler, buralara yerleştiler ve birer irfan yuvası olacak olan tekke ‘fer inşa ile yerleşik yaşama geçtiler. İlk Osmanlı sultanlarının yönlendirmeleriyle koloniler kurucu dervişler oldular. Hıristiyan çocuklardan oluşturulan Yeniçeri Ocakları, bu sebeple onların tarikatına bağlandı. Fakat onlar da, aynı şekilde, aralarında yaşadıkları Hıristiyan nüfusun etkisi altında kaldılar. Zamanla, dinde kural-dışılıkları (non-confornıisme) ve hoşgörüleri ile bir ilerleme öğesi oldular ve -önce Yeni Osmanlılar, sonra Jön Türkler- bütün öncü devinimlerde yer aldılar. Bununla birlikte, edebiyatta ve yeniliklerde her zaman öncü olan Bektaşiler, Osmanlı İmparatorluğu Avrupa ‘daki topraklarım kaybedip de denge o zamana dek biraz değişik bir yazgı ile Anadolu sınırları içinde kalmış olan Alevilere kayınca, etkilerini yitirdiler. İlk biçimlenişi ile yani XVI. yüzyıl başlarında Balım Sultan ‘ın tarikata yeni bir düzen verişinden önceki konumuyla Bektaşiliğin bir kolu olarak görünen Aleviliğe, savaş gücü Türkmen boylara dayalı ilk Safevilerin Kızılbaş eylemi içinde rastlıyoruz. Bu boyların etkin katılımıyladır ki, evlenme yoluyla Akkoyunluların da hısımı olan Safeviler l 50J’de Şah İsmail’in tac giymesiyle zafere ulaştılar.

Bununla birlikte, 1514’te Çaldıran ‘da Osmanlıların kesin üstünlüğü, Anadolu ‘da Osmanlı yönetimine ve resmi dine başkaldmda direnecek olan Kızılbaş kımıldanışın İran ‘da sonunu belirledi. XIX. yüzyılda Kızılbaşlar, “asi zındık” anlamı ile özdeşleşen adlarını, Ali ye, (üçüncü sırada bir yer aldığı İran Şifliğindekinden daha ileri ve taşkın bağlılıkları dolayısıyla), “Alevi ‘ye dönüştürdüler. Tekke ‘feri irfan ocaklarına dönüşen Bektaşilerin tersine Aleviler eğitimsiz kaldılar ve kendi içlerine kapanarak boy yaşamına ve ata geleneklerine bağlılıklarını korudular. Atatürk devrimleri sırasında da kurtarıcı partiyi heyecanla desteklediler ve ülkenin laikleşmesine katkıda bulundular. Yaşam koşullarının değişmesiyle, köylerinden koparak gençlerin 10 eğitimden yararlanabilmeleri için kentlere doğru göçe başladılar. Buralarda kültür düzeylerini yükselttiler. Günümüzde Alevilere, aydın, okumuş, devlet adamı ve sanayici her sınıf içinde rastlanıyor. Başkaldırıcı ve eziklik içinde geçmişleri onlara bir düşünce genişliği, hoşgörü ruhu ve inançlar-üstü bir eğilim vermededir. Şimdi, her ilerici kımıldanış içinde en öndedirler ve laikleşme savaşı içinde de ön safla ve bütün aşırı biçimleniş/ere karşı, savunucu olarak yer almadadırlar. Tasarladığımdan daha uzun zamana yayılan araştırmalarımda, kendilerine borçlu olduğum kişilerin hepsini burada saymıyorum. Yol gösterici/erim, çalışma arkadaşlarım, destekleyici/erim oldu. Otuz yıl boyunca, pek çok deneyim kazandım, birçok dost ve zorlukla karşılaştım. Direnmem ve karşı çıkmam gereken durumlar oldu. Hepsini anmam çok güç.

Kimi zaman ufak bir uyarı, görünüşte küçük bir olay, bir esinleniş dağını yerinden oynatmaya yetti. Ve bazen kişisel karşılaşmalar kütüphanelerde geçen uzun zamanlardan daha verimli oldu. Bütün çalışma arkadaşlarıma, hatta bazen farkına bile varmadan getirdikleri yardım için bütün dost ve yakınlarıma, ayrı ayrı teşekkür edemiyorum, teşekkürlerimi hepsine birden sunuyorum. Yine de gösterdikleri dostluk ve ilgi dolayısıyla, asıl teşekkürlerimi Alevi dostlarıma ayırıyorum. Onlar benim veremediğimden çok fazlasını hak etmekteler. Hcilci, dostluklarına ve ilgilerine lciyık olmam, yönelttikleri umudu biraz da olsa karşılamam için, yazmamda, gücümü ve bilgilerimi toplamamda, beni onlar yüreklendiriyorlar. Düşüncelerimle baş başa kalmam için uygun koşullar sağlayarak çalışmama yardımlarını ara vermeden sürdüren yakınlarımın ilgilerine ve özellikle de vaktini ve emeğini esirgemeden, yazdıklarımı okuyup düzeltmelerini yaparak yeniden yazan kızıma da teşekkür ediyorum. Gönüllü ve görevli bütün çalışma arkadaşlarıma da derin minnettarlığımı sunuyorum. 11 ŞAMANCI İNANIŞ VE SÜFİLİK ARASINDA XIIL YÜZYILDA BEKTAŞİLİGİN KURUCU ADI: HACI BEKTAŞ Her şeyden önce, ele alınanı için verilen başlığı düzeltmem gerekiyor. “Şamancı/ık ve Sufilik arasında” söylemi doğrudur; fakat Hacı Bektaş, Bektaşiliğin ve onun günümüzde Alevilik adı verilen, Anadolu’ daki biçimlenişinin kurucusu değil; Anadolu kökenli ve düzenli bir dervişler tarikatı olan, özellikle Trakya’ da, Balkanlar’da ve Arnavutluk’ta yayılmış bulunan Bektaşiliğin yalnızca esin kaynağıdır: Bektaşilik de, Alevilik de, XIII. yüzyılda yaşamış bir halk eımişi olan Hacı Bektaş Veli ‘ye dayanmaktadır. Yakın zamanlara kadar, Bektaşilikten ve Bektaşi tarikatından daha çok söz edilınekteydi. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’ – daki topraklarını yitirince, Bektaşiler, Anadolu’da kalmış olan Aleviler karşısındaki üstünlüklerini yitirdiler. Aleviler ise, Türkiye Cumhuriyeti ‘nin kuıuluşunda, Atatürk’ün ülkeyi laikleştirmesiyle bir yükseliş yaşadılar. Göçer topluluklar oluşturdukları, Anadolu bozkırlarında ve köylerinde yüzyıllarca dışlanarak yaşayan Aleviler, bu dönemden başlayarak, genç kuşağın eğitim gördüğü kentlere yerleşmek üzere, köylerini bırakarak göçe başladılar.

Birçoğu da, maddi koşullarını daha iyiye götürme amacıyla, Avrupa’ya doğru göç dalgaları içine katıldılar; ki dinsel törenleriyle birlikte, bugün kendilerinden söz edeceğimiz, bunlardır. Gelelim, onların saygı ile bağlı oldukları Hacı Bektaş’a. Hacı Bektaş, 13. yüzyılda, Moğol akınının önünden kaçarak Anadolu’ya gelmiş bir dervişti. Bektaşi tarikatına adı verildi ve Şamancılıkla halk 13 Sufiliği arasında bir yaklaşma noktası olarak görünebildi. Hacı Bektaş, Türk halk İslfu:nlığı için örnek kişilik oldu. Buna rağmen, yaşamı üzerine yazılmış “menakıbname”lerde çoğu kez, bu dünyayla gökyüzündeki ve yeraltındaki ruh dünyaları arasında bağlantı kuran, kerametlerde bulunan, bilici ve büyücü, Şaman çizgileri ile yer almadadır. Onunla ilgisi dolayısıyla ele alacağımız sufıliğe gelince: burada, Mevlana Celaleddin Rfimi ve “sema-zen dervişler” (dönen dervişler) için olduğu gibi, kentlerin medrese kökenli bilgince sufıliği değil; Şamancı kalıntılarla birlikte, Türk halklarının yüz yüze geldikleri Budacılık, Nesturi Hıristiyanlık, bir ara Uygur Türk Devleti’nin resmi dini olan Maniheizm gibi değişik inançları da içinde banndıra gelen bir halk sufıliği söz konusudur. Daha sonra, halk İslamlığı, başka topluluklardan alınan öbür öğeleri de özümsedi: Bektaşiler Balkanlar’da, “bogomil” ya da Hıristiyan yönelişleri benimsediler. Buna karşılık Alevilerin, İranlı, Kürt ve benzeri topluluklarla yan yana ve çoğu kez iç içe yaşadıkları Doğu Anadolu’da, Kürtler, Ehl-i Hakk’lar ve Yezidilerce benimsenmiş inançlardan gelme öğeler, ayrıca, “Bogomil”, “Tondrakit”, daha Batı’da “Kathar” ve başkaları olmak üzere “Paulicianism” kökenli “dualist” (iki tanrı inanışlı) sapmalar görülür. Bu sebepledir ki, Türk halk İslamlığı, bir din ve kültür “senkretizm”i olarak tanımlanabilecektir. Hacı Bektaş, Anadolu’ya, Moğol akınından kaçan göç dalgalan ile birlikte 1230’lu yıllarda, muhtemel olarak Maveraünnehir’de ülkeleri Çingiz Han tarafından ele geçirilen Harezmlilerin ardı sıra geldi. Bugün bildiğimiz, İran illeri kavramının sınırladığı anlamla değil, Ortaçağ’ daki “güneşin doğduğu ülke” anlamıyla, Horasan’ dan gelmişti. Deyim, İran’ın doğusundaki bölgeleri, özellikle, Harezm topraklan, Maveraünnehir’i anlatmak için kullanılıyordu. 1239-1240’a doğru, Hacı Bektaş -o sırada hacı değildi- kendisi14 ni, yönetim merkezi Konya’da bulunan Rum Selçuklu İmparatorluğu’nun karşısında, Babai halk ayaklanışının içinde buldu.

Ayaklanmanın gücü karşısında Selçuklu sultanı ücretli Frank askerlerini çağırmak zorunda kaldı. Bunlardan birinin, Siman de Saint-Quinten’ın yazdıkları bugün elimizde bulunuyor. Hacı Bektaş, ayaklanmayı sona erdiren kıyımdan kurtulanlardan biriydi. Birkaç yıl bir ortadan kayboluştan sonra Kapadokya’nın küçük bir köyünde, bir münzevi yaşamı sürdüğü Sofuca Karaöyük’te -bugünkü Hacıbektaş’ta- yeniden ortaya çıktı. Adıyla anılan tarikat, anlatıya göre 1271 yılında, kendisinin altmış üç yaşında ölümünden sonra kurulmuştur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir