Belli günler vardır hayatımızda, unutamadığımız günler. Mutluluk duyduğumuz, önümüzde yeni bir ufkun açıldığı günlerdir bunlar. Irène Mélikoff’la tanıştığım gün de benim için böylesi günlerdendir işte. Daha önce, Türkçeye çevrilen bir-iki incelemesini okumuştum Mélikoff’un. Özellikle AlevHik-Bektaşîlik konusunda dünyanın önde gelen Türkologlarından biri olduğunu biliyordum. Türkiye’ye gelip gittiğini de. Ama hiç karşılaşmamıştık. Karşılaşamıyorduk. Nitekim beni, 1986’da Strasbourg’da düzenlediği Bektaşîlik sempozyumuna çağırdığında da uyamadım çağrısına. Çağrıyı ileten Server Tanilli’ydi ve Mélikoff’un beni mutlaka sempozyumda görmek istediğini yazıyordu mektubunda. Ama olmadı, gidemedim. Pasaport verilmeyen sakıncalılardandım o sıralar. Irène Mélikoff la tanışma fırsatını ancak 1990 Martında yakaladım. Berlin’de düzenlenen bir Alevî haftasında. Kıbns’ı saymazsak, ilk kez yurt dışına çıkıyordum ve bu ilk çıkışımda Irène Mélikoff’la tanışıyordum. Nasıl sevinmezdim! Berlin’deki o Alevî haftasında unutulmaz günler ve geceler yaşandı. Berlin dışında, az büinen bir Hıristiyan mezhebine bağlı rahibelerin gözetimindeki harika bir pansiyonda kalıyorduk. Özellikle geceleri, sempozyum dönüşü doyumsuz bir sohbet başlıyordu. İlhan Selçuk, Server TaniUi, Kıvanç Ertop, İbrahim Armağan, Nejat Birdoğan, Fuat Bozkurt ve Berlin’deki Türk dostlar toplanıyorduk kocaman, uzun bir masanın çevresinde. Konuşuyor, konuşuyorduk. Kimi geceler, hele Arif Sağ da gelip katılmışsa sazıyla, sabahlanıyordu. Irène Hanım, gecenin başlangıcına katılıyor, daha sonra belli bir saatte günün yorgunluğunu atabilmek için izin isteyip ayrılıyordu. Sabahlan, insanın içini ısıtan gülümseyişi, aydııüık yüzüyle katılıyordu yeniden bize. Rahibelerin özenle hazırladıkları uzun kahvaltı masası, onun katılımıyla bir bilgi şölenine dönüşüyordu hemen. Ben ilk sigaramı yakıp öksünneye başladığımda üzülüyor ve incitmemeye çalışarak uyarıyordu beni. Bir sabah, Türkçeye çevrüen makalelerinden söz ederken, çevirilerin pek başarıiı olmadığından yakındı. Asıl önemsediği incelemeleri ise çevrilmemişti bile. Hemen atıldım, bu işi üstlenebilirdim. Makalelerini çevirtir, kitap olarak yayımlanmasını da sağlayabilirdim. Bu kitap, düşünce olarak o Berlin sabahında doğdu işte. Irène Mélikoff bir yıl sonra, 1991 Aralığında Türkiye Yazarlar Sendikası’nın düzenlediği Yunus Emre Sempozyumu’na geldiğinde makaleleri çevirebilecek kişiyi bulduk: Turan Alptekin. Irène Hanım, çeviri bittiğinde önce kendisi okudu; bir kez de benim okumamı istedi sonra. Okudum. Turan Alptekin, gerçekten güç bir işi başannıştı. Bunda, edebiyat tarihçisi oluşunun, geçmiş kültürümüzü iyi tanımasının etkisi büyüktü. Bu nedenle çeviri metnini, bir bakıma yazım (imlâ) açısından gözden geçirdim. Yalnız, «Timur Leng, semâ’» gibi sözcüklerin yaygın olarak kullanılan «Timurlenk, semah» biçimlerini seçtim ve küçük bir-iki düzeltme yaptım. Makaleler okunduğunda, Irène Mélikoff’un, AlevîlikBektaşîlik olgusunu derin bir bilgi ve görgüyle değerlendirdiği; sahip olunan bir kültürün tarihsel-toplumsal sürekliliğini bilimsel verilerle saptadığı görülecektir. Artık bize düşen, onun bu çabası önünde saygıyla eğilmek ve açtığı yolda çalışmayı onu örnek alarak sürdünnektir. IRÈNE MÉLIKOFF ÜSTÜNE Stvfftt ^ aniiU Melikoff, sonradan anne ve babasından duyduğu bir kaçış hikâyesini, sanki kendisi de gönnüş gibi heyecanla anlatır. Rusya’da Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği gündür, Bolşevikler iktidara gelmişleıdir, tarih, eski Rus takvimine göre 25 Ekim – 7 Kasım 1917. Yalnız bir halkın değil, insanlık tarihinin de dönüm noktalanndan, Stefan Zweig’ın deyimiyle «yıldızın paıladığı an»lardan biri. Söylemeğe gerek yok: Bir ana-baba günü. Aynı gün, Petrograd’da, petrol kraUanndan baba Meli* koff un 40 odalı konağında, bir kız dünyaya gelmiştir: Annesi gibi güzel, Slav sanşını tombul bir bebek. Adım Irène koyarlar yavrunun; geleceğin ünlü Türkologu Irène Melikofftur bu. Ne var ki, ailenin hemen o gün Rusya’yı tericetmesi gerekmektedir, babamn kararıdır bu. Bir Bolşevik komiserin kapıya dayanması, tutuklayıp götünnesi ve sonra da «egemen sınıfin adamlanndan biri» olarak sorgusuz-sualsiz yok olup gitmesi işten değildir. Bebek, farkında değildir tehlikenin; ama ana ve baba faikındadır. Önce ana, lohusa haliyle yavrusunu alır, kaşla-göz arasında Neva’yı bir kayıkla aşıp karşıya, Finlandiya’ya geçer, onlan hemen arkalanndan baba izler. Fırtınadan canlannı kurtarmış, Rusya’dan çıkmışlardır, çıkış o çıkıştır. Aile, 1919’da Fransa’ya gelerek, kesin olarak Paris’e yerieşir. Baba, ufak çapta ticarî uğraşlar bulur kendine. Baleye karşı büyük bir yeteneği olan, ama bunun yaşama geçirilişine evliliğin hep engel olarak dikildiği anne, Irène’e bir erkek kardeş verecek ve çocuklannın eğitimine vakfedecektir kendisini. Irène, ilk ve ortaöğrenimini Paris’te yapar. Aile «cultivé» bir aile olduğundan, yetişmesi için hemen hemen bütün koşullar hazırdır. İngiliz mürebbiyesi vardır; İngilizce ilk dili olur. Evde Rusça konuşulduğundan, onu öğrenmek için ayn bir çabaya gerek yoktur. Okulda ve çevrede konuşma dili, doğalhkla Fransızcadır. Baba Azerî olduğundan, eve gelip giden ahbaplarından Azerî Türkçesine aşinalık başlar. Irène, Paris’te liseyi bitirdikten sonra, yüksek tahsilini, Paris Edebiyat Fakültesi’nde (Soıbonne) tamamlar. Aym zamanda, Paris’te Ecole Nationale des Langues Orientales Vivantes’in Türkçe ve Farsça bölümünden mezun olur. Ünlü bocalan vardır: Türkçeyi Jean Deny ile Adnan Adıvar’dan öğrenir, Farsçayı Henri Massé’den elde eder; Qaude Cahen’le Louis Massignon da bocalan arasındadırlar. Önce Sorboıme’daki Ecole Pratique des Hautes Etudes’den Umur Paşa Destanı adlı çalışmasıyla diploma alır. Onu izleyen ¡a Geste de Melik Danişmend adım taşıyan teziyle edebiyat doktoru ünvanım kazanır. Böylece, uzmanhk yaşamı başlar. Kendisini Türkolojiye yönelten nedenler vardır: Ailesi bakımından küçük yaşından beri Doğu ile teması olmuştur; babası, Azerî edebiyatımn yanı sıra Fars edebiyatım da çok iyi bildiğinden, kütüphanesinde bu konuda yığınla kitap bulunuyordu. Örneğin 14 yaşında Hafız Divanı’m babasımn kütüphanesinde bulur ve okur, Ömer Hayyam ve Sadî Şirazi için de öyle olur. Kendisini Doğu dünyasına «initié» eden önce bunlar olmuştur; bir de, babasımn güzel sesiyle söylediği Azerî türküleriyle, çok zengin Kafkasya hatıralan… 18 yaşında Halide Edib’in Ateşten Gömleklim okur; bu kitap Atatürk’e karşı bir büyük bir hayranlığa götürür kendisini. Bunlar gibi, yüksek tahsilini yaparken bocalan olan özellikle Jean Deny ile Louis Massignon ve Henri Massé’nin de, meslek yaşamının ana çizgilerinin çizilmesinde büyük rolleri olur. Tüık dilinin derinliğini ve yetkinliğini Jean Deny’den öğrenirken, Louis Massignon da, kendisini Sûfîliğe çeker. Meslek yaşamının gelişmesinde, başka ünlü kişilerin etki ve yardımlannı görecektir: Bunlar arasında Salih Zeki Aktay’ı, Ömer Lütfı Barkan’ı. Faik Reşit Unat’ı, Fuat Köprülü’yü özellikle zikretmeli. Barkandan bahsederken, «onun ölümü yalnız kültür dünyası için değil, benim için de büyük boşluk oldu» der; Bektaşîliğe ve Alevîliğe merakını uyandıran da, başta Fuat Köprülü olmuştur. Melikoff, bilimsel incelemelerine, Tüık «epik» edebiyatı ile başlar ve giderek Türk-lslâm bâtınî edebiyatında derinleşir. Kendisini bâtınî edebiyata çeken Abu MüsUmname olur. Bu konuda, Abu Müslim, le «Porte-Hache» du Khorassan dans la tradion épique turco-iranienne adlı bir kitap yazar ki, meslek hayatında pek önemli olduğunu söyleyecektir. 1969 yılı, Melikoffun yaşamında bir büyük dönüm noktası olur: O yıl, Bektaşîlik üzerinde araştırmalarda bulunuricen Alevî dünyası ile karşılaşır. Bir «révolution»dur bu onun için, «manevî bir uyanış» da diyebiliriz; çünkü, bütün yaşamına olduğu gibi, fikrî yaşamına da yeni bir yön verir bu. İşte, o tarihten başlıyarak, çalışmalannda temel konusu, Bektaşîlik, Alevîlik ve Kızılbaşlık olacaktır. Ünlü Divan şairinin: Kendi hüsnün hublar şeklinde peyda eyledin Çeşm-i âşıktan dönüp sonra temaşa eyledin beytindeki evrene ve insana olan o derin bakış açısına, daha, önceden zaten varaıış bulunuyordu. Bu kez, Hilmi Dede Baba gibi: Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme diyecektir.
Irene Melikoff – Uyur İdik Uyardılar
PDF Kitap İndir |