Jean-Christophe Attias, Esther Benbassa – Paylaşılamayan Kutsal Topraklar ve İsrail

K., kendini kaybettigi, daha önce hiçbir yaratıgın dalamadıgı kadar derine daldıgı izlenimini üzerinden atamıyordu; yabancı ellerde, havanın bile artık anayurt havasının ögelerini taşımadıgı, sürgünden bagulacak gibi olundugu ve saglıksız dürtülerin ortasında, yürümeyi sürdürmekten, kendini kaybetmeyi sürdürmekten öte artık elden hiçbir şeyin gelmedigi bir ülkede … Franz Kafka, Şato Tüm bu sürgün yüzyılları boyunca, İsrail toprağı Yahudilerin hayalinde neydi ki? Çok, çok eski bir zaferin anısı. Bir bekleyişin ufku. Daha iyi günlerin umudunun yarısıdığı, olmayacak bir mekan. Gökle yer arasında bir yerde ve çok zaman, yerden çok gökte, Sion işaret ediyor ve anlam veriyor. O zaman da, Kafka’nın, kahramanından farklı olarak, anlaşılıyor ki, yürümeyi sürdürmek, kendini kaybetmeyi sürdürmek değildir. Gün gelecek, bir gün, orada, şu parça parça olmuş dünyanın onarımı tamamlanacaktır; gün gelecek, orada, Yahudiler, serüvenlerinin sonunu göreceklerdir. Orada ya da belki burada, bir gün ya da belki hemen bugünden başlayarak. Çünkü, rüyanın sonunda gerçekleşeceği beklenedursun, yaşanılan yerin şimdiden sürgünde bir Kudüs ve ulaşılamaz İsrail toprağının geçici bir uzantısı olduğunu hayal etmek, her zaman olasıdır.1 Amsterdam, Kuzey Kudüs’ü, Saraybosna Balkan Kudüs’ü, Tlemsen, Magrip Kudüs’ü, Vilna, Doğu Kudüs’ü … Birilerinin Kudüs’ü, ötekilerin Kudüs’ü değildir. Her Yahudi topluluğunun, hepsinin üstüne yerleştirdiği, kendi Kudüs’ü vardır. Elbette bu Kudüs gerçek olanın, o uzakDan Miron, “The Literary Image of the Shtetl”,jewish Social Studies, 1 (3), ilkbahar 1995, s. 1-43. 9 larda olanın yerini tutmaz, sadece sabır göstermeye, içe sindirilmiş ama hiçbir zaman tam olarak benimsenmemiş sürgüne katlanmaya olanak verir. İstanbul’a uzak olmayan bir yerde, karşı karşıya iki Yahudi mahallesi vardır, biri Boğaz’ın Avrupa yakasında, öteki Asya yakasında.


Her ikisinin de hala kendi mezarlığı bulunur. Avrupa’daki mahallede yaşayanların en sofuları, en dindarları Boğaz’ın karşı kıyısında, Asya’daki komşularının orada gömülmeyi yeğlerlerdi. Böylece cesetleri o daracık deniz kolunu aşarak orada, karşıda, birazcık daha kutsal bir yerde toprağa verilsin isterlerdi, o yaka, Kudüs’e biraz daha yakın olduğu için. Acaba böylece, diriliş günü, İsrail toprağına daha çabuk ve daha güvenli ulaşabileceklerini mi hayal ediyorlardı? Bu, bir kestirme miydi? Her neyse, söylencenin anlattığı buydu işte … İsrail, vaat edilmiş toprak, kutsal toprak, sürgünün avuntusu. Nasıl söylemeli bunu? Rüyaya, niteliğini bozmadan dokunmak, anısının uyandırmaktan hiçbir zaman vazgeçmediği heyecana kendini kapurmaksızın gizini çözmeyi denemek, heyecanın kendini anlamaya çalışmak, bu iş, oldukça çetin gibi görünüyor. Hatta bugün, rüya gerçekleştikten ve elle tutulur olduktan sonra, dünden de çok. Öte yandan, rüyayı hiç mi hiç öldürmemiş bir gerçek bu. Eskiden olduğundan farklı, yüzyıllar boyu hiçbir şeyden etkilenmemiş olan rüya, gene de, İsraillilerin olduğu kadar, diaspora Yahudilerinin de saplantısı. Her şeyden önce, Kutsal Kitap’ın toprağı, bir Kitap ki dağılmış bir halkı çevresinde toplamış ve artık toprağı olmayanlar için kendisi, toprak yerine geçmiş. Yeniden toplanmış bir halkın anayurdu olmaktan çoktan çıkmış, artık diasporanın bile gerçek merkezi olmayan bir gerçek Filistin’den uzakta, çok uzakta, Tevrat, dua gibi okunan, bıkıp usanmadan yinelenen, dinsel törenierin özü, toprak Kitap Tevrat herkese durmadan kaybedilmiş toprağı anımsamak olanağı ve bahanesini sağlarken, onun yerini de tutuyordu. Ama anımsamak onu gerçekten düşünmekle aynı anlama gelir miydi? Dünün Yahudileri, mekanda ve zamanda uzaklaşa uzaklaşa onlar için neredeyse dokunulamaz niteliğe bürünmüş bir toprağı gözlerinde can10 tandırma olanaklarına sahip miydiler? Usulca hayal alemine kayarak, Kitap ile tek beden olarak toprak, sonunda artık kendisi için var olmuyor, bir düşüneeye veya bir eğretilemeye dönüşüyordu. XIX. yüzyılda bir dönüm noktası belirir. Batı doğudan gelen dalgaya boyun eğer ve “Doğu Sorunu”nu amansız biçimde tartışırken, Haçlılardan beri neredeyse unutulmuş bu toprak parçası, yeniden ilgi odağı olmaya başlar. Yahudiler kendileri de oraya karşı ilgisiz değildiler, önlerinde yeni bir yurttaşlık çağı açılıyordu ve öte yandan içlerinden kimileri de Kudüs’ün, bulundukları yer olduğunu ve onlar için kendilerini bağrına basan ülkelerden öte Sion bulunmadığını savunuyorlardı.

O yıllar Avrupa’sında yürüyüşe geçen milliyetçilik akımları en azından belirli çevrelerde, zihinlere damgasını vurmaya başlıyordu. Bununla birlikte, ne Siyonizm, hatta ne de bir devletin kurulması, hayal edilen ve yeniden yaratılan toprağı, kitaptaki sıfatlarından tümüyle soyutlayabildi. Siyonistler toprağı her yönde sürecek, derin izler kazacaklar. Gene de mitasiara gereksinmeleri olacak, aslında ancak mitoslar, toprağı daha yakın ve daha somut kılabilecekmiş gibi. Gerçek, somut, acaba hiçbir zaman, düşüneeye baskın çıkmayı başarahilmiş midir? Bu soru, yanıtsız kalmıştır ve bugün, devletin kurulmasından elli yıl sonra, İsraillilerin zihnini kurcalayan tartışmanın odak noktasıdır. Eski mitasiara çağdaş anlamlar yakıştırarak, kimi zaman da onların yerine yeni mitoslar getirerek Siyonistler, dünün toprak Kitabını bugünün toprak Kitabına dönüştürmekten öte bir şey yapamamışlardır denebilir mi acaba? Çünkü tıpkı dünkü kadar, İsrail toprağı bugün de Tevrat’ın gölgesinde bulunmakta. Altı Gün Savaşı’nın ardından, aşırısofu ya da köktenci çevrelerin çok ötesinde, İsrail halkının genelinde, “toprakların” , dolayısıyla da eskiçağ İsrail’inin kalbinin yeniden fethedilmesinin yarattığı heyecanı düşünmek yeterlidir. Kitap’ın toprağı sonunda İsrail’in kucağına geliyordu. Yüzyılların hayal gücüyle, ataların dinsel törenleriyle Kitap’ın ağırlığıyla yüklü simgesel Toprak coşkulu tartışmaların ve çelişkili bir yerleşim politi11 kasının odak noktası olmuştu. Bugün bir simge üzerine nasıl pazarlık edilir ki? Yahudilerin toprağıyla ilişkisinin doğallaştırılması yönünde harcanan her türlü çaba, toprağın kutsallaştırılması gibi bir engele çarpıyor. Toprağın her santimetre karesi vazgeçilemeze dönüştürülmüştür, elbette önce Yahudiler tarafından, ama tepki olarak, aynı derecede, Filistinliler tarafından da. Neden acaba bu toprak hiçbir zaman ötekilere benzeyemiyor ve üstünde yaşayanlar için, soludukları hava kadar doğal olamıyor? Hıristiyan Batı bile, Yakındoğu’nun bu paylaşılamayan, küçük köşesine art düşüncesiz bakamıyor. Kutsal toprak kutsal olarak kalıyor, hem de herkes için … İşte bu kitabın yazarlarının, ta Tevrat zamanından bugünlerin şafağına değin Yahudi hayal aleminde uzun bir yolculuğa çıkarak, onu Siyonizmin ilk adımlarıyla birlikte izleyerek, sonunda da dönüşü ve ata toprağında bir Yahudi egemenliğinin yeniden kuruluşunu ele alarak, incelemek istedikleri o kendine özgü toprak, böyle bir yerdir. Bu atalar da İsrail toprağına başka başka yollardan geçerek gelmişler. Bu toprağın sorduğu sorulara iki sesle yanıt vermek istemişler.

Ve sesleri de birbirinden ayrı, farklı kalıyor, düşünceleri çakışsa, vardıkları sonuçlar birleşse bile. Birisi İsrail toprağına Kitap yoluyla gelmiş. Tanımadığı bu toprağı evcilleştirmek için önce Kitab’ın içinde yaşamış. V e ancak sonradır ki gerçek toprak ile, sizi bedeninizden yakalayan toprak ile ilişki kurmuş. Öteki, topraktan geçtikten sonra Kitab’a gelmiş … Elinizdeki kitap, yapısı gereği, birbiriyle çakışan bu iki yolun yankısı oluyor: toprağa gitmek için Kitap’tan yola çıkıyor ve topraktan Kitaba dönüyor. Kuşkusuz yazarların kendi deneyimleri her ikisi bakımından, incelenecek konu ve dönemleri seçmekte rol oynamıştır. Sion’un bu çokyönlü okunmasının, kimi zaman çelişkili, kimi zaman birbirini tutan çokyönlü parçalarına onlar da çokyönlü bir kitapla tepki göstermekten başka bir şey yapamazlardı. Bu imgelerin gizini çözmek, anlamını ve işlevini, kökenini ve tarihini yakalamaya çalışmak için, bu yapıyı parçalara ayırmak, Yahudi hayal alemindeki İsrail toprağını doldurmuş olan ve doldurmayı sürdüren pek geniş mitologyayı diriltmek kita12 bın temel aracıdır. Bu da onu asla diaspora yanlısı ya da Siyonizm sonrası anlayışta bir kitap yapmıyor. Mitosları kesinkes geçersiz kılmak için gerçeği anlatmanın yeterli olacağı düşüncesi bizden uzaktır. “lşler bu denli basit değil. Mitos, doğrunun yanlışın karşıtı olduğu gibi, gerçeğin karşıtı değildir. “2 Hangi halkın kendi mitosları yok ki? Yahudi halkının da gerek bu toprağın dışında, gerek burada yaşadığı mitosları var. Halk ile toprak arasında perde oluşturanları daha iyi algılamak için mitoslardan arındırmak, belki de böyle bir serüvenin zamanı gelmişti. lsrail yadsınamayan bir olgudur, lsrail vardır ve artık varlığını yasallaştırmak zorunda değildir.

Ufku artık sadece Siyonizm ile sınırlanamaz. lsrail erişkinliğin bunalımlarını yaşamaktadır ve bu bunalımlar, herhalde önünde yeni u fuklar açılmasını sağlayacaktır. Çağımızın bu bunalımlarını yazarlar sadece canlandırmak ve kökenierini tanımlamak istediler. Gelecek, ancak bu şimdiki zamanın ve bu geçmişin açık seçik anlaşılması üstüne, bir gün, kurulabilecektir. tki halkın ve niteliği değiştirilemez, çok yönlü bir toprağın geleceği.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir