Jean Christophe Grange – Lantano

Beyaz güneş, kırmızı toz. Sıcaklığı kırk derecenin üstünde bir şapel. Her siyasetçi, her subay, önemli zat ve şirketin diğer ileri gelenleri sırayla ilerliyor, birkaç saniye saygı duruşunda bulunuyor, ardından patlayan flaşlarla ve öğlen güneşiyle gözleri kamaşmış bir halde aynı resmi adımlarla yerlerine dönüyorlardı. Arkada, FARDC* askerleri tarafından kordon altına alınmış, az çok düzgün kıyafetler giymiş halk temsücileri, ölmüş kişinin fotoğrafının basılı olduğu plastik görünümlü küçük bayrakları sallıyorlardı. Ervvan Morvan kendine burada ne aradığını soruyordu. Orada doğmuş olmasına rağmen Kongo’yla hiçbir ilgisi yoktu, iki yaşmda Fransa’ya gelmişti, orayla ilgili en ufak bir anısı dahi bulunmuyordu. Babası Gregoire, onu Katanga eyaletinin başkenti Lubumbashi’den “eski dostu” General Philippe Sese Nseko’nun cenaze törenine götürmek istemişti. O da kabul etmişti. Hem babasına olan saygısından hem de çok merak ettiğinden… ikinci grupta, beyazların arasında yer alan baba-oğul Mor-van’lar sıralarını bekliyorlardı. Altında tabutun durduğu sayvan, çiçekleri ve erguvan kırmızısı bayraklarıyla bir diva locasını andırıyordu. Yaldızlı süslerle çevrili Nseko’nıın bir portresi, turkuvaz zemin üzerinde diyagonal kırmızı ve san bir şerit ile köşesinde yine san bir yıldız bulunan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti bayrağı örtülmüş tabutun üstüne yerleştirilmişti. Cenaze taşıyıcıları ile bando takımı narçiçeği renginde kıyafetler giymişlerdi. Çok klastı. Yine de biraz yalandan balonca kusurlar göze çarpıyordu. Toza bulanmış üniformalar kötü dikilmişti.


Çadır eğri monte edilmişti. Bando hatalı çalıyordu, her müzik parçası bir osuruk sesi gibi sonlanıyordu. Ziller leğen kapaklarından farksızdı. * Demokratik Kongo Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri. (ç.n.) Aına sıcak 011 kötüsüydü. Hayalın on küçük molekülünü, lava daki bir içyağı parçası gibi kavuruyordu. Envan kravatını gevşetti. Gömleği tenine yapışmıştı. Ağzında toprak tadı vardı. Gözlerinin altında mor halkalar oluşmuştu. Hayatında ilk koz, bayılacağını düşünüyor vo korkuyordu. \ anında, bir metro doksan santimlik boyu vo yüz yirıni ki lo ağırlığıyla ısmarlama Klrmenogildo Zegııa takımının içindeki Grogoire’nı iso sanki bu oohonnomi sıcağa karşı bağışıklığı vardı. Kolunun altında küçük çolengi, tokalaşıyor, gülücükler dağıt ıyor, gözyaşlarına hâkim oluyor, üzüntüsünü belli etmeden gösterisini sergiliyordu.

Envan onun hareketlerini gözlemliyordu: Babası, deniz serpintisiyle kızarmış yanakları ve fileto bıçağıyla yontulmuş gibi görünen başıyla bir Brötoıı denizcisine benziyordu. Bir mandayı andıran yüz hatları ve kemerli bir burnu vardı. Bir tutam kıvırcık ve gri saç, galvanizlenmiş çelik bir küreyi andıran kafasını çevreliyordu. Aslında Ervvan da onun daha az iri -ve daha merhametlibir benzeriydi. – Ali Bongo, Omar’ın oğlu, diye mırıldandı Gregoire, tabuta yaklaşan ufak tefek adamı işaret ederek. Erwan’ın Afrika siyaseti hakkında en ufak bir bilgisi yoktu, ama en azından şunu biliyordu: Kırk yıldan fazla bir süredir Gabon’un başkanı olan Ornar Bongo, Afrika devletlerinin en acımasız liderlerinden biriydi ve Heksagon’u* petrolle suladığından Fransa’nın “vazgeçilmez dostu” olmuştu. Artık meşale oğlu Ali’deydi. -Arkasındaki, Moı’se Katumbi Chapwe, Katanga valisi… Envan’a göre hepsi birbirine benziyordu, bereket versin ki bu melezdi ve Texas’lılar gibi bir stetson** şapka takmıştı. Ona anlatılana göre, Katumbi yerel bir figürdü. Milyoner ve insanseverdi, bir futbol kulübünün başkanıydı, Kabila hükümetinin en popüler adamlarından biriydi. – Richard Muyej, Demokratik Kongo Cumhuriyeti içişleri bakanı. Çok tehlikeli biri. Önceki gün, akşam yemeğinde, Gregoire Morvan ülkenin yakın tarihinden bahsetmişti. Erwan pek bir şey anlamamıştı, ama bazı olayları aklında tutmuştu. Ruanda’daki katliamdan sonra Tutsiler Hu tu milislerini Kongo’ya kadar kovalamıştı.

Tutsiler Mobutıı’yu iktidardan indirmek ve Laurerıt-Desire Kabila’yı baş- * Heksagon: Coğrafi biçimi altıgeni andırdığından Fransa için kullanılan bir deyim, (ç.n.) ** Stenon: Bir tür kovboy şapkası. 1865’te John B. Stetson Company tarafından üretilmiştir, (ç.n.) kanlığa getirmek için bu durumdan yararlanmışlardı, fakat Başkan Kabila müttefiklerine cephe almakta gecikmemiş; düzenli ordu, Tutsi milisleri, Hutu sığınmacılar, isyancı milisler ve BM Banş Gücü arasında ikinci bir Kongo savaşı başlatmıştı… 2001 yılında Kabila bir suikast sonucunda öldürülmüş ve hemen yerine oğlu Joseph geçmişti. On yıl sonra bile ülkenin doğusunda savaş sürüyordu ve I)KC (Demokratik Kongo Cumhuriyeti), Birleşmiş Milletler insani gelişme indeksinde son sırada yer alıyordu. Dünyaya gelmek için berbat bir ülke… – O, bu… Ervvan artık dinlemiyordu. Geldiği andan itibaren hatırlamaya başlamıştı. Kokular, renkler, sıcaklık. Önceki gün, sabahın beşinde Kinşasa’ya inmişlerdi. Uçaktan inince erimiş kurşunun tonlarını ve ağaran günün kokusunu hatırlamıştı. “Otoyol”dan (sıradan bir yol) başkente giderlerken güneş doğmuştu. Atmosfer, bir anda tuğlaların ve kötü rafine edilmiş benzinin pis kokularını önüne katıp sürükleyen mutlak bir kuraklığa dönüşmüştü.

Bir zamanlar La Belle (güzel kadın) olarak adlandırılan Kinşasa, bugün içinde canlı renklerde bubular giymiş kara kafalıların karınca yuvası gibi kaynaştığı, ters çevrilmiş devasa bir çöp tenekesini andırıyordu. Otele varınca, Ervvan kendini odasına atmış, klimayı maksimum soğuğa ayarlamış ve duşa girmişti. Birkaç saat dinledikten sonra babasıyla havuz kenarında aperitif içip öğle yemeği yerken yeniden fritöze dönmek zorunda kalmıştı. Ardından, bir iç hat uçuşu için yeniden yola çıkmışlardı. Havaalanına giderken yağmur başlamıştı. Toz balçığa, renkler de sokakları kaplayan, çatılardan oluk oluk akan, duvarları kirleten erguvan kırmızısı bir nehre dönüşmüştü. “Yağmur mevsimi erken başladı” demişti Morvan, kanser teşhisi koyan bir doktor edasıyla. Dört saat sonra, “bakır başkenti” Lubumbashi’deydiler, burada da aynı şiddetli yağmur karşılamıştı onlan. Envan, dünyanın am-niyon sıvısında yüzüyormuş gibi bir hisse kapılmıştı. Babası omzuna vurarak “Ailemizin beşiği, evlat!” demişti. Hiç de şaka yapıyor gibi değildi. Bu cümle Envan’m tuhafına gitmişti: O, soyunun daha çok Bröton aristokrasisine -MorvanCoâtquen- dayanmasıyla övünürdü. Otelde bir kez daha aynı döngü devam etmişti: Aperitif, akşam yemeği, havuz. Gece, artık aralarında olmayan müteveffa Sese Nseko’ya tahsis edilmişti. Adam, bizzat Morvan tarafından kurulmuş maden şirketi Coltano’yu yönetiyordu.

Envan her şeyi oluruna bıraktı. Gecenin içinden kaygı verici çığlıklar yükselirken, neonların üstünde ızgara olan sinekleri duyuyordu. Arkadan aydınlatılmış havuz ölü yapraklar ve sülüklerle kaplıydı. Afrika’daki Beyazların yaşamının, bir sıı kaynağı çevresinde vıraklayan kara kurbağalannınkine benzediğini çoktan anlamıştı. Ertesi sabah uyandığında hava yeniden kavurucuydu. Klima her an son nefesini verecekmiş gibiydi. Envan siyah takım elbisesini giydikten sonra koltuğunun altında bir şamandıra gibi tuttuğu ktiçiik çelengiyle bekleyen babasını buldu. Gregoire çelen-gi sabah kalkar kalkmaz yerel çiçekçilerden birine ısmarlamıştı. -… Kengo Buluji… – Ya Kabila, diye sözünü kesti Ervvan. O gelmiyor mu? Babası kınayan gözlerle ona bakıp başını salladı. – Dün sana anlattıklarımı hiç dinlememişsin. Kabila ile Nseko aynı etnik gruptan değiller. Papayı striptizciler kongresine davet etmek gibi bir şey olur bu. Saygı sunma sırası Beyazlara gelmişti. – Bana yardım et, diye buyurdu Gregoire.

Çelengi tuttular ve kortejde yerlerini aldılar. Morvan alçak sesle açıklamalarım sürdürüyordu, ancak açıklamalar bu kez Fran-sızlar ve Belçikalılarla ilgiliydi. – Şu adam, bir mason. Uluslararası işbirliği bakanlığı yaptı ve… Envan sadece çilli ve kel kafalar, kırış kırış olmuş boyunlar, gür kaşlar görüyordu. Yaş ortalaması yetmiş ila seksendi. İşlerin devam edeceğinden emin olmak için gelmiş, bir ayağı çukurda filler. Leş yiyicüerin arkasında ise Çinliler, Hintliler yer alıyordu. Nöbet değişimi… Tam tabutun önüne varmışlardı ki, kocaman bir el Morvan’m omzuna dokundu. – Nasılsın dostum? Babasından daha iri bir Afrikalı tam arkalarında duruyordu. Erwan geriye doğru bir adım attı. Siyah adam bando takımının sesini bastıran bir kahkaha attı ve dökme demiri andıran yüzünün ortasında parlak dişleri gözüktü. Gregoire da kahkahayı bastı ve iki çam yarması kucaklaştılar. – Sakın bu yaşlı alçak için buraya kadar geldiğini söyleme! – Minnet duygumu göstermek için. – Pis herif! Buradaki tek efendi sensin, herkes bunu biliyor! – Nseko bizim fırtınadaki kaptanımızdı. – Bekçi köpeği, evet.

Ruhu huzur bulsun. (Kızarmış gözlerini Envan’a çevirdi.) Beni tanıştırmayacak mısm? – Oğlum, Envan. General Tresor Mumbanza. Çanı yarması var gücüyle Erwan’ın elini sıktı. – Seni tanıdığıma memnun oldum! (Parmaklarını Erwan’m tıraşlı kafasında gezdirdi.) Asker misin? – Polis. Başımı serin tutmayı severim. – O zaman burada rahat edeceksin! Ama kafana bir şapka geçirsen iyi olur! Yeniden bir kahkaha patlattı. Mumbanza’nın sırtı güneşe dönüktü. Sadece siyah iri gözlerinin akı görünüyordu. Erwan’ın akima Douanier Rousseau’nun* Yılan Oynatıcısı adlı tablosu geldi. – Dostumuz, Katanga düzenli ordusunun komutanıdır, diye açıkladı Morvan. Bir tür bizim yerel Pinochet’miz. – Pohpohlamaya gerek yok.

– O olmasaydı, Kivu Savaşı çoktan Lubumbashi’ye ulaşmış olacaktı. General (koyu renk elbisesinde herhangi bir askeri simge yoktu) tabutu işaret etti ve komplocu bir ses tonuyla konuştu: – Neden öldüğünü biliyor musun? – Kalp krizi olduğunu söylediler. – Evet, Afrika usulü kalp krizi. Kalbini söktüler. – Kim? – Tutsiler. Hutular. Mai’-Mai’ler… Seçim senin. Hatta belki de Banyamulengeler veya kadogolar. 1 Ya da siz, Beyazlar, gizlice. Kim bilir? – Bu nerede oldu? – Villasında. Elektrikli testereyle gövdesmi açmışlar ve işlerini halletmişler. Bana sorarsan, kalbini yemek için evden çıkmayı bile beklememişler. (Mumbanza, Erwan’a bakıp buharlı lokomotif gibi puflayarak güldü.) Burası çocuk, germçek Afrika! – Saçmalamayı kes, diye bağırdı Morvan. Onu korkutacaksm.

Arkalarında homurtular yükseldi; geçiş yolunu tıkamışlardı. Envan çelengi koymak için acele etti. Dua etmek için dönüp yeniden tabutun önüne gelmek gerekecekti. – Nseko’nun yerine kim geçecek? diye sordu Gregoire, açık büfenin yer aldığı çadıra doğru ilerlerken. – Öğle yemeğinden sonra oylama yapılacak. Genel kurul! – Şansın yüksek… * Henri Julien Felix Rousseau: Naifveya primitif üslupta resimler yapan Fransız post-empresyonist ressam. Mesleği yüzünden Douanier (gümrük memuru) olarak bilinir, (ç.n.) Mumbaııza, tamamen numaradan, bıkkınlık ifade eden abartılı bir hareket yaptı. – Bütün vekâletleri ben yüklenemem ama kibarca benden talepte bulunurlarsa… (Aniden başını çevirdi, kalabalığın içinde birini fark etmişti.) Sonra görüşürüz. Sıkacak başka eller var. Morvan’lar. beyaz örtülü masaların dizili olduğu tentenin altına girdiler. Çeşit çeşit alkoller, meyve sulan, şişe geçirilmiş sığır etleri.

yağda kızartılmış balıklar… Tentenin altına barbekli kokula-n hâkimdi. – Cinayet için mi geldin? diye sordu Envan, ılınmış portakal suyunu içerken. – Hayır. Haberim bile yoktu. – Araştıracak mısm? Gregoire yere tükürdü; hemen yeniden Afrikalı olmuştu. – Araştıracak bir şey yok. Zenci meseleleri. – Ya o? diye sordu Envan, Mumbanza’yı işaret ederek. – Nseko’nun yerini alacak. Çok kötü değil… İyi şarap ve beyaz amcık meraklısı. Envan babası ne zaman dalga geçiyor, ne zaman ciddi konuşuyor asla anlamazdı. – Fransa’yı 68 Mavısı’nda kargaşadan kim kurtardı biliyor musun? – Hayır, diye yalan söyledi Envan. Hikâyeyi ezbere biliyordu aslında. Baba alkol dolu bir kadehi güneşe doğru uzattı. – Ricard.

’ Fransa solcuların elinde oyuncak haline geldiğinde, Pasqua ve SAC’dekf ‘ hizbi De Gaulle’ü destekleyen bir gösteri düzenledi. Bunu herkes biliyor zaten. îki yüz bin adam Champs-Elysee’ye çıktı ve bir devrim daha başlamadan önlendi! Daha az bilinen ise. Fransa’nın dört bir köşesinde göstericüeri ayaklandırmak için KorsikalInın Ricard bağlantılarını harekete geçirmiş olmasıydı. O dönemde Ricard markasının temsilcisiydi. Tüm bayiler hemen işe koyuldular ve arabalar kiraladılar. Paris’e vardıklarında. militanların bedava bir kadeh içki, bir dilim jambon hakla-n vardı ve harekete geçmek için en iyi zamandı! (Hatıraların sağlığına kadeh kaldırdı.) Fransa’da Mao, pastis karşısında ne yapabilir ki? * Aperrüf oiarak içilen bir tür pastis. (ç.n.) ** SAC Servke d Action Civique (Sivil Eylem Hareketi). Fransa’daki 68 Olayları’nda Oe Gaulle’ü destekle-r>»ş*erdi. Charles Pasqua da SACde görev almış, daha sonra Chirac ve Balladur hükümetlerinde içişleri ba-«tanitği yapmıştır. (ç.

n.) Kadehi bir başka tepsiye bıraktı (asla alkol kullanmazdı) ve Envan’ın sormadığı soruya sonunda cevap verdi: – Sana neden burada olduğumuzu söyleyeceğim. (Göz kırptı.) Sizin mirasınıza göz kulak olmak için. I Morvan Baba ve oğnl – Hollande salağın, homonun, ödleğin teki! diye bağırıyordu Morvan. Tanrım, ne zaman taşaklı biri bu ülkede cumhurbaşkanı olacak? Üç gün sonra Erwan, ailesinin Messine Caddesi’ndeki, Mobilier National tarafından dekore edilmiş büyük dairesinde öğle yeme-ğindeydi. Aile üyelerinin isteyerek değil, görev olarak katıldıkları bir pazar günü yemeği. – Sosyalist Parti’yi çekip çevirmekten âciz bir adama ülkenin anahtarlarını teslim ettiler! Ne bekliyorlardı ki? Fransızların hepsi salak, bir anlamda layıklarını buldular! Envan derin bir iç çekti. Babanın bu pek saygıdeğer öfkesi pazarlan yenmesi zorunlu bir yemekti, tıpkı annesi Maggie’nin tofıı ve kinoayla hazırladığı yemekler gibi. Aslında bu sert eleştiri gösterişten başka bir şey değildi. İhtiyar, kırk yıldan daha uzun bir süredir, hükümet kim olursa olsun, ruh halinde en ufak bir değişiklik olmadan iktidar için çalışıyordu. “Bir sürgü, kapımn arkasmdakiyle dalga geçer” demeyi âdet edinmişti. – Biraz daha tabule? diye sordu Maggie, Envan’a doğın eğilerek. – Bu yeterli, teşekkür ederim. En azından, İhtiyar sürekli hükümetlere sövüp saydığından annesine hakaret etmiyordu.

Ve öfkesi koca dayağına dönüşmedikçe herkes memnundu. Envan, Gregoire’m bir yemeğin tadına bakmadan önce tabancasını masanın üstüne koyduğu ya da dış görünümünü değiştirmediği takdirde kansmı pencereden atmakla tehdit ettiği dönemleri de hatırlıyordu. Envan masada oturanları inceledi; klanın tüm bireyleri oradaydı. Gaelle, en sevilen evlat, yirmi dokuz yaşında; SMS’leriyle meşgul, I^oic, ortanca evlat, otuz altı yaşında; tabağının üstünde uyukluyor. Masanın ucunda, çocukları, Milla ve Loıenzo, biri beş, diğeri yedi yaşında; uslu ve sessizler. Boş sandalye ise, klanına tapmırcasma hizmet etmeyi sürdüren Maggie’ye aitti. Görüntü mükemmeldi: Saygıdeğer bir burjuva ailesi, her pazar olduğu gibi bir araya gelmişti. Arka plan ise pek de parlak değildi. Eski alkolik, bugünün milyoner finansçısı Loı’c, kokain bağımlısıydı ve selameti Budizm’de arıyordu. Gaelle oyuncu olmak istiyor ve “kariyerinde ilerlemek” için sağda solda herkesle yatıyordu. Maggie’ye gelince, eski hippi ve takıntılı anne, tüm ömrünü, hiç şikâyet etmeden ve çareyi boşanmakta aramadan kocasının dayaklanın sineye çekerek geçirmişti. – Ekonomik gelişme nerede? diye söylev çekiyordu Morvan; tabağına dokunmamıştı. Ya Fransa’yı coşturacak tedbirler? Hiç, hiçbir şey, hava cıva! Hep aynı vaatler, hep aym aptallıklar…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir