Jean Christophe Grange – Koloni

Çığlık orgun içinde hapsolmuştu. Org borularında çınlıyordu. Kilisenin her yerinde yankılanıyordu. Güçsüz. Boğuk. Hırıltılı. Lionel Kasdan birkaç adım ilerledi ve yanan mumların yanında durdu. Koroyerine, mermer sütunlara, koyu frambu-az renkli deri taklidi kumaşla kaplanmış sandalyelere göz gezdirdi. Sarkis, “Yukarıda, orgun yanında” demişti. Kendi ekseni etrafında döndü ve üst balkona çıkan taş basamaklı sarmal merdivene yöneldi. Saint-Jean-Baptiste’teld orgun bir özelliği vardı; bir füzeatar bataryası gibi boruları tam ortadaydı, ama klavyesi, sağda tamamen ayrı bir yerdeydi ve kasayla dik açı oluşturuyordu. Kasdan mavi taş korkuluk boyunca uzanan kırmızı halıda ilerledi. Ceset klavye ile boruların araşma sıkışmıştı. Yüzükoyun yatıyordu, sanki sürünüyormuş gibi sağ bacağı kıvnlmış, elleri kasılmıştı. Başım koyu renkli bir gölcük çevreliyordu.


Çevresine partisyonlar ve dua kitapları saçılmıştı. Kasdan, gayriihtiyari saatine baktı: 16:22. Bir an, bu ölüyü, bu dinginliği kıskandı. Yaşla birlikte insanın ölüm karşısındaki kaçınılmaz huzursuzluğunun, endişesinin artacağına inanmıştı. Ama tam tersi olmuştu. Geçen her yıl, ölümün cazibesine biraz daha kapılmıştı. Nihayetinde, huzur. İçindeki iblislerin suskunluğu. Burada şiddet yaşandığına dair kan dışında bir iz yoktu. Adam kalp krizinden ölmüş ve düşerken kafasını vurmuş olabilirdi. Kasdan bir dizini yere koydu. Cesedin yüzü görünmüyordu, kolunun altında kalmıştı. Hayır bu bir cinayetti. Bunu hissedebiliyordu. Kurbanın dirseği orgun pedalına dayanmıştı.

Kasdan bu enstrümanın mekanizması hakkında hiçbir şey bilmese de pedala basıldığında kurşun ve bakır boruların açılmasının çığlığı daha da şiddetiendirdiğini tahmin edebiliyordu. Adam nasıl ölmüştü? Neden ulur gibi bağırmıştı? Kasdan doğruldu ve telefonuna sarıldı. Ezberden birkaç numara tuş-şferjnde sesini tamdılar. Her seferinde ona “OK” diye cevap verdiler. Damarlarındaki kanın ısındığını hissetti. Demek ki ölmemişti. Yani tam anlamıyla. Bir öğleden sonra, vakit geçirmek için CJuartier Latin’deki Sanat ve Deneme Stüdyolan’nda seyrettiği şu siyah beyaz filmlerden biri, Alfred Hltchcock’un Gizli Ajan filmi aklına geldi. İki casus, küçük bir isviçre kilisesinde, orgun klavyesinin önüne oturmuş, parmaklan uyumsuz notalar üzerinde kaskatı kesilmiş bir ceset buluyordu. Korkuluğa doğru ilerledi, ayaklarının altındaki salona bir göz attı. Absidanın dibinde Aziz Matta’nın meleğiyle ve Aziz Yahya’nın kanalıyla çevrelenmiş bir İsa tablosu vardı. Parıldayan avizeler. Sunağın altın şansı örtüsü. Erguvan rengi halılar. Her şey Hıtchcock’un filmindeki o sahneyi andırıyordu, ancak bu Ermeni kilisesi versiyonuydu.

– Burada ne arıyorsunuz? Kasdan döndü. Dar alınlı, kaim kaşlı, tanımadığı bir adam merdivenin eşiğinde duruyordu. Yan karanlıkta, karakalemle çizilmiş satirik bir deseni andırıyordu. Öfkeli görünüyordu. Kasdan, adama cevap vermek yerine susmasını işaret etti. Gitgide hafifleyen çınlamayı biraz daha dinlemek istiyordu. Ses tamamen kesilince adama doğru ilerledi: – Lionel Kasdan, Cinayet Masası başkomiseri. Adamın yüzünde şaşkın bir ifade belirdi: – Hâlâ görevdesiniz ha? Bu sorunun birçok cevabı vardı. Kasdan bir yanılsama değildi. Kırçıllı takım elbisesi, alabros gri saçlan, boynunun çevresine sardığı kefiyesi ve izlerini taşıdığı altmış üç yılla görevdeki bir polisten çok, Çad veya Yemen’deki çakıllı patika yollarda unutulmuş bir paralı askere benziyordu. Diğer adam ise onun tam zıddıydı; genç, sağlıklı ve kendinden emindi. Blucinuıin kemerine takılmış Glock’uyla, parlak yeşü pilot montu-nun sardığı kalıp gibi bir beden Sadece vücut yapılan birbirine benziyordu. Yüz kilo ağırlığında ve bir seksen beş boyunda deve gibi İki adam. – Olduğunuz yerde kalın, dedi Kasdan. ipuçlarını yok edeceksiniz.

– Komiser Eric Vernoux, dedi adam. Adli Polis. Sizi kim çağırdı? öfkesine rağmen, bir seremoniyi kaçırmaktan korkar gibi alçak sesle konuşuyordu. – Saygıdeğer Vartabet1 Sarkis. – Bizden önce mi? Neden siz? – Bu kilisenin cemaat indenim. Adam siyah kaim kaşlarını çattı. – Saint-Jean-Baptiste Ermeni Katedraİi’ndesiniz, dedi Kasdan. Ve ben de bir Ermeni’yim. t. Ermenicede papaz, (ç.n.) < – Bu kadar çabuk nasıl geldiniz? – Zaten buradaydım. Avlunun diğer tarafındaki idari ofiste. Papaz Sarkis cesedi bulunca gelip bana haber verdi. Hepsi bu.

Ellerini gösterdi. Arabama gidip eldivenlerimi aldım ve ana kapıdan içeri girdim. Tıpkı sizin gibi. – Ve hiçbir şey duymadınız? Yani daha önce, demek istiyorum. Kavga sesi, itiş kakış gürültüsü? – Hayır. İdari ofisten kilisenin içinde olan bitenler duyulmaz. Vemoux elini montunun cebine soktu ve bir cep telefonu çıkandı. Kasdan adamın köstekli saatine, şövalye yüzüğüne baktı. Herif gerçek bir aynasızdı. Kaba Sade. Bu ayrıntılar, adamla arasında kuşkusuz bir gönül bağı oluşturmuştu. – Ne yapıyorsunuz? diye sordu. – Savcıyı arıyorum. – Çoktan arandı. – Nasü? – Benim çocuklarla da temas kurdum.

– Sizin çocuklarla mı? Dışarıda, Goujon Sokağı’nda siren sesleri duyuldu. Neft” bir anda beyaz tulumlular doldurdu, bazılan ellerinde krom renkli küçük valizle-riyle üst balkona yöneldi. Ekibin başındaki kapüşonlu beyaz tulumlu adam Kasdan’a bakıp sıntü. Bu Olay Yeri İnceleme Bürosunun sorumlularından Hııgues Puyferrat’ydı. – Kasdan… Yorulmak nedir bilmez misin! – Hâlâ cesetler var, diyerek gülümsedi Kasdan. Ayrıntılı bir rapor istiyorum. – Merak etme. Vemoux’nun gözleri Olay Yeri inceleme’nin adamı ile eski polis arasında mekik dokuyordu. Şaşırmış gibiydi – Aşağı inelim, dedi Kasdan. Burada hepimize yer yok. Vernoux’nun cevabım beklemeden merdivene yöneldi; nefe indiğinde teknisyenler parmak izi almaya başlamıştı bile, kilisenin her yerinde flaşlar patlıyordu. Absidanın sağ tarafında Vartabet Sarkis belirdi. Üzerinde beyaz yakalı koyu renk papaz giysisi vardı. Siyah kaşlan ve gri saçlarıyla Charles Az-navour’a benziyordu. Kasdan ona doğnı yaklaştığında mırıldandı: – Akü almaz bir şey.

Anlamıyorum. – Bir şey çalınmış mı? Kontrol ettiniz nü? – Burada çalınan bir şey yok. ‘ Vartabet Sarkis doğru söylüyordu. Ermeni inanışı putataparlığı yasaklıyordu. İçeride hiç heykel yoktu, sadece birkaç tablo vardı. Bu kilisede bir yağ kandili ile bfrkaç yaldızlı koltuk dışında pek eşya olduğu da söylenemezdi. verdiler. Damarlarındaki kanın ısındığını hissetti. Demek ki ölmemlşti. Yani tam anlamıyla Bir öğleden sonra, vakit geçirmek için Quartier Latin’deki Sanat ve Deneme Stüdyolan’nda seyrettiği şu siyah beyaz filmlerden biri, Alfred Hitchcock’un Gizli Ajan filmi aklına geldi, iki casus, küçük bir isviçre kilisesinde, orgun klavyesinin önüne oturmuş, parmakları uyumsuz notalar üzerinde kaskatı kesilmiş bir ceset buluyordu. Korkuluğa doğru ilerledi, ayaklarının altındaki salona bir göz attı. Absidamn dibinde Aziz Matta’nın meleğiyle ve Aziz Yahya’nın kartaby-la çevrelenmiş bir İsa tablosu vardı. Parıldayan avizeler. Sunağın altın sarısı örtüsü. Erguvan rengi halılar.

Her şey Hitchcock’un fihnindeki o sahneyi andırıyordu, ancak bu Ermeni kilisesi versiyonuydu. – Burada ne arıyorsunuz? Kasdan döndü. Dar alınlı, kaim kaşlı, tanımadığı bir adam merdivenin eşiğinde duruyordu. Yarı karanlıkta, karakalemle çizilmiş satirik bir deseni andırıyordu, öfkeli görünüyordu. Kasdan, adama cevap vermek yerine susmasını işaret etti. Gitgide hafifleyen çınlamayı biraz daha dinlemek istiyordu. Ses tamamen kesilince adama doğru üerledi: – Iionel Kasdan, Cinayet Masası başkonıişeri. Adamın yüzünde şaşkın bir ifade belirdi: – Hâlâ görevdesiniz ha? Bu sorunun birçok cevabı vardı. Kasdan bir yanılsama değildi. Kırçıllı takım elbisesi, alabros gri saçları, boynunun çevresine sardığı kefiyesi ve izlerini taşıdığı altmış üç yılla görevdeki bir polisten çok, Çad veya Yemen’deki çakıllı patika yollarda unutulmuş bir paralı askere benziyordu Diğer adam ise onun tam zıddıydı; genç, sağlıklı ve kendinden emindi. Blucininin kemerine takılmış Glock’uyla, parlak yeşil pilot montu-nun sardığı kalıp gibi bir beden. Sadece vücut yapılan birbirine benziyordu. Yüz kilo ağırlığında ve bir seksen beş boyunda deve gibi iki adam. – Olduğunuz yerde kaim, dedi Kasdan. ipuçlarını yok edeceksiniz.

– Komiser Eric Vernoux, dedi adam. Adli Polis. Sizi kim çağırdı? Öfkesine rağmen, bir seremoniyi kaçırmaktan korkar gibi alçak sesle konuşuyordu. – Saygıdeğer Vartabet1 Sarkis. – Bizden önce mi? Neden siz? – Bu kilisenin cemaatmdenim. Adam siyah kaim kaşlarını çattı. – SaintJean-Baptiste Ermeni Katedrali’ndesiniz, dedi Kasdan. Ve ben de bir Ermeni’yim. 4 – Bu kadar çabuk nasıl geldiniz? – Zaten buradaydım. Avlunun diğer tarafındaki idari ofiste. Papaz Sarkis cesedi bulunca gelip bana haber verdi Hepsi bu. Ellerini gösterdi. Arabama gidip eldivenlerimi aldım ve ana kapıdan içeri girdim. Tıpkı sizin gibi. – Ve hiçbir şey duymadınız? Yani daha önce, demek istiyorum.

Kavga sesi, itiş kakış güriiltüsü? – Hayır. İdari ofisten kilisenin içinde olan bitenler duyulmaz. Vernoux elini montunun cebine soktu ve bir cep telefonu çıkardı. Kasdan adamın köstekli saatine, şövalye yüzüğüne baktı. Herif gerçek bir aynasızdı. Kaba Sade. Bu ayrıntılar, adamla arasında kuşkusuz bir gönül bağı oluşturmuştu. – Ne yapıyorsunuz? diye sordu. – Savcıyı arıyorum. – Çoktan arandı. – Nasıl? – Benim çocuklarla da temas kurdum – Sizin çocuklarla mı? Dışarıda, Goıüon Sokağı’nda siren sesleri duyuldu. Nefi bir anda beyaz tulumlular doldurdu, bazıları ellerinde krom renkli küçük valizle-riyle üst balkona yöneldi. Ekibin başındaki kapüşonlu beyaz tulumlu adam Kasdan’a bakıp sırıttı. Bu Olay Yeri inceleme Bürosu’nun sorum-lulanndan Hugues Puyferrat’ydı. – Kasdan… Yorulmak nedir bilmez misin! – Hâlâ cesetler var, diyerek gülümsedi Kasdan.

Ayrıntılı bir rapor istiyorum. – Merak etme. Vernoux’nun gözleri Olay Yeri mceleme’nin adamı üe eski polis arasında mekik dokuyordu. Şaşırmış gibiydi. – Aşağı inelim, dedi Kasdan. Burada hepimize yer yok. Vernoux’nun cevabım beklemeden merdivene yöneldi; nefe indiğinde teknisyenler parmak izi almaya başlamıştı bile, kilisenin her verinde flaşlar patlıyordu. Absidarun sağ tarafında Vartabet Sarkis belirdi. Üzerinde beyaz yakalı koyu renk papaz giysisi vardı. Siyah kaşları ve gri saçlarıyla Charles Az-navour’a benziyordu. Kasdan ona doğru yaklaştığında mırıldandı: – Akıl almaz bir şey. Anlamıyorum. – Bir şey çalınmış mı? Kontrol ettiniz mi? – Burada çalman bir şey yok. ‘ Vartabet Sarkis doğru söylüyordu. Ermeni inanışı putataparlığı yasaklıyordu, içeride biç heykel yoktu, sadece birkaç tablo vardı.

Bu kilisede bir yağ kandili Ue birkaç yaldızlı koltuk dışında pek eşya olduğu verdiler. Damarlarındaki kanın ısındığını hissetti. Demek ki ölmemişti. Yani tam anlamıyla Bir öğleden sonra, vakit geçirmek için Quartier Latin’deki Sanat ve Deneme Stüdyolarında seyrettiği şu siyah beyaz filmlerden biri, Alfred Hitchcock’un Gizli Ajan filmi aklına geldi. İM casus, küçük bur isviçre kilisesinde, orgun Mavyesinin önüne oturmuş, parmakları uyumsuz notalar üzerinde kaskatı kesilmiş bir ceset buluyordu. Korkuluğa doğru Uerledi, ayaklarının alandaki salona bir göz atti. Absidanın dibinde Aziz Matta’run meleğiyle ve Aziz Yahya’nın kartalıy-la çevrelenmiş bir Isa tablosu vardı. Panldayan avizeler. Sunağın altın sarısı örtüsü. Erguvan rengi haklar. Her şey Hitchcock’un filmindeki o sahneyi andırıyordu, ancak bu Ermeni kilisesi versiyonuydu. – Burada ne arıyorsunuz? Kasdan döndü. Dar alınlı, kaim kaşlı, tanımadığı bir adam merdivenin eşiğinde duruyordu. Yan karanlıkta, karakalemle çizilmiş satirik bir deseni andırıyordu, öfkeli görünüyordu. Kasdan, adama cevap vermek yerine susmasını işaret etti.

Gitgide hafifleyen çınlamayı biraz daha dinlemek istiyordu. Ses tamamen kesilince adama doğru Uerledi: – Lionel Kasdan, Cinayet Masası başkomiseri. Adamın yüzünde şaşkın bir ifade belirdi: – Hâlâ görevdesiniz ha? Bu sorunun birçok cevabı vardı. Kasdan bir yanılsama değildi. Kırçıllı takım elbisesi, alabros gri saçlan, boynunun çevresine sardığı kefiyesi ve izlerini taşıdığı altmış üç yılla görevdeki bir polisten çok, Çad veya Yemen’deki çakıllı patika yollarda unutulmuş bir paralı askere benziyordu. Diğer adam ise onun tam zıddıydı; genç, sağlıklı ve kendinden emindi. Blucininin kemerine takılmış Glock’uyla, parlak yeşil pilot montu-nun sardığı kalıp gibi bir beden. Sadece vücut yapılan birbirine benziyordu. Yüz kilo ağırlığında ve bir seksen beş boyunda deve gibi iki adam. – Olduğunuz yerde kaim, dedi Kasdan. ipuçlarını yok edeceksiniz. – Komiser Eric Vernoux, dedi adam. Adli Polis. Sizi kim çağırdı? öfkesine rağmen, bir seremoniyi kaçırmaktan korkar gibi alçak sesle konuşuyordu. – Saygıdeğer Vartabet1 Sarkis.

– Bizden önce mi? Neden siz? – Bu kilisenin cemaatindenim. Adam siyah kaim kaşlarım çattı. – SaintJean-Baptiste Ermeni Katedrali’ndesiniz, dedi Kasdan. Ve ben de bir Ermeni’yim. – Bu kadar çabuk nasıl geldiniz? – Zaten buradaydım. Avlunun diğer tarafındaki idari ofiste. Papaz Sarkis cesedi bulunca gelip bana haber verdi. Hepsi bu. Ellerini gösterdi. Arabama gidip eldivenlerimi aldım ve ana kapıdan içeri girdim. Tıpkı sizin gibi. – Ve hiçbir şey duymadınız? Yani daha önce, demek istiyorum. Kavga sesi, itiş kakış gürültüsü? – Hayır. İdari ofisten kilisenin içinde olan bitenler duyulmaz. Vemoux elini montunun cebine soktu ve bir cep telefonu çıkardı.

Kasdan adamın köstekti saatine, şövalye yüzüğüne baktı. Herif gerçek bir aynasızdı. Kaba Sade. Bu ayrıntılar, adamla arasında kuşkusuz bur gönül bağı oluşturmuştu. – Ne yapıyorsunuz? diye sordu. – Savcıyı arıyorum. – Çoktan arandı. -Nasıl? – Benim çocuklarla da temas kurdum. – Sizin çocuklarla mı? Dışarıda, Goujon Sokağı’nda siren sesleri duyuldu. Nefi bir anda beyaz tulumlular doldurdu, bazıları ellerinde krom renkli küçük valizle-riyle üst balkona yöneldi. Ekibin başındaki kapüşonlu beyaz tulumlu adam Kasdan’a bakıp sırıttı. Bu Olay Yeri inceleme Bürosu’nun sorumlularından Hugues Puyferrat’ydı. – Kasdan… Yorulmak nedir bilmez misin! – Hâlâ cesetler var, diyerek gülümsedi Kasdan. Ayrıntılı bir rapor istiyorum. – Merak etme.

Vernoux’nun gözleri Olay Yeri mceleme’nin adamı ile eski polis arasında mekik dokuyordu. Şaşırmış gibiydi. – Aşağı melim, dedi Kasdan. Burada hepimize yer yok. Vernoux’nun cevabını beklemeden merdivene yöneldi; nefe indiğinde teknisyenler parmak izi almaya başlamıştı bile, kilisenin her yerinde flaşlar patlıyordu. Absidanın sağ tarafında Vartabet Sarkis belirdi. Üzerinde beyaz yakalı koyu renk papaz giysisi vardı. Siyah kaşları ve gri saçlarıyla Charles Az-navour’a benziyordu. Kasdan ona doğru yaklaştığında mırıldandı: – Akıl almaz bir şey. Anlamıyorum. – Bir şey çalınmış mı? Kontrol ettiniz mi? – Burada çalman bir şey yok. ‘ Vartabet Sarkis doğru söylüyordu. Ermeni inanışı putataparhğı yasaklıyordu, içeride hiç heykel yoktu, sadece birkaç tablo vardı. Bu kilisede bir yağ kandili ile birkaç yaldızlı koltuk dışında pek eşya olduğu 2 tik tablo, 491 yılında Perslere karşı ayaklanan Ermenilerin Avarair Savaşı’ndaki şeflerini tasvir ediyordu. İkincisi Ermeni alfabesini bulan Aziz Mesrop Maştots’a aitti.

Üçüncü tabloda ise 1915 Tehciri’nde hayatlarını kaybeden ünlü kişiler resmedilmişti. Eric Vernoux, avlunun duvarlarına resmedilmiş bu sakallı şahsiyetleri incelerken yirmi kadar çocuk çevresinde kovalamaca oynuyordu. Vernoux sanki Mars gezegenine ayak basmış gibi şaşkındı. – Bugün çarşamba, dedi Sarkis. Din eğitimi dersi yeni bitti. Normalde koro çalışmasının çoktan başlaması gerekiyordu. Ailelerine gelip onları almalarım haber verdik. Beklerken de burada oyun oynuyorlar. Vernoux başını anladım der gibi salladı. Aslında pek ikna olduğu söylenemezdi. Bakışlarım, freskin hemen yanındaki duvarı süsleyen tüften büyük haça yöneltti. – Siz… siz Katolik misiniz? Kasdan, tersler gibi cevapladı: – Hayır. Ermeni Apostolik Kilisesi bir Doğu Ortodoks Kilisesi’dir. Ve Üç Konsil Kiliseleri’nin bir parçasıdır. Vernoux’nun gözbebekleri büyüdü.

– Tarihsel olarak, diye devam etti Kasdan, çocukların bağmşlarmı bastırmak için sesini yükselterek, Ermeni Kilisesi, en eski Hıristiyan Kilisesi’dir. I. yüzyılda isa’nın iki havarisi tarafından kurulmuştur. Sonra diğer Hıristiyanlarla ayrılığa düşmüşler. Konsiller, çatışmalar… Mesela Monofizit görüşü benimsiyoruz. – Mono… Ne? – Bizim için Isa Peygamber bir insan değildir. Tanrı’nın oğludur, yani tamamen tanrısal bir doğası vardır. Vernoux susmuştu. Kasdan gülümsedi. Ermeni dünyasının diğer insanlar üzerinde yarattığı şokla hep eğlenmişti. Kuralları, inançları. Farklılıkları. Polis öfkeyle not defterini çıkardı. Ermeniler hakkında dinlediği bunca şeyden sılalmışü: _ rcttoai K’nrhnnın nHı… Defterden okudu. Wilhelm Goetz, doSru mu? Sarkis kollarını göğsünde kavuşturmuştu, başıyla onayladı.

– Bu bir Ermeni adı mı? – Hayır. Şilili. – Şilili mi? – Wilhelm bizim cemaatten değildi. Üç yıl önce orgcumuz ülkesini döndü. Onun yerine birini arıyorduk. Koroyu da yönetebilecek bir mu. zisyen. Bana Goetz’den bahsettiler. Orgcu. Müzikolog. Paris’te birçok koronun da şefliğini yapmıştı. – Goetz,. Kuşkulu bir ses tonuyla yineledi Vernoux. Pek Şilili adına benzemiyor… – Alman adı, diyerek araya girdi Kasdan. Şili nüfusunun önemli bir kısmı Alman kökenlidir.

Polis kaşlarını çattı: – Naziler mi? – Hajdr, dedi Kasdan gülümseyerek. Goetz’ün ailesi, sanının XI yüzyılın başlarında Şili’ye yerleşmiş. Komiser kalemiyle not defterine vuruyordu: – Bu bana biraz muğlak geldi. Şilililer, Ermeniler, ortak nokta ne? -Müzik. – Müzik ve sürgün, diye ekledi Kasdan. Biz Ermeniler, diğer sığınmacıları anlıyoruz. Wilhelm sosyalistti. Pinochet rejiminin baskısından kaçmıştı. Aramızda, burada yeni bir aile bulmuştu. Vernoux not alıyordu. Tüm bunlar onda büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Ama yine de Kasdan, Vernoux’nun bu soruşturmayı almak istedi* ğini hissedebiliyordu. – Paris’te kimi kimsesi var mı, evli mi? – Sanmıyorum, bildiğim kadarıyla ne karısı ne de çocuğu var… Sarkis tereddüt eder gibiydi. Wilhelm ihtiyatlı bir adamdı. Ve son derece de ketum.

Kasdan içinden Şilüi’nin portresini oluşturmaya çalışıyordu. Adara her ayın iki pazarı ayinlerde org çalıyor ve çarşambaları da koro çalışmalarım yönetiyordu. Katedralin resmi kayıt defterinde adı yoktu. Altmışlı yaşlarda, son derece zayıf, silik biriydi. Şüphesiz geçmişteki bir hesaplaşmaya kurban gitmiş, katedralin duvarları arasında bir hayaletti. Kasdan, sürekli bir şeyler soran Vernoux’ya odaklandı. – Biri ondan intikam almak istemiş olabilir mi? – Hayır, dedi Sarkis. Sanmıyorum. – Siyasi sorunlar? Şili’deki eski düşmanlar? – Pinochet darbesi 1973’te oldu. Goetz ise Fransa’ya 80’li yularda geldi. Zamanaşımı diye bir şey var, öyle değil mi? Zaten askeri cunta uzun zamandır Şili’de yönetimde değil. Ve Pinochet de öldü. Yine de, bu eski bir hikâyedir muhtemelen. Vemoux sürekli yazıyordu. Kasdan, komiserin hu vnif.

™ üstlenebil* me olasılığını değerlendirdi. Her şeyden önce savcı olayı Cinayet Masa-sı’na verecekti, tabii Vemoux, savcıyı, önemli kanıtlara sahip olduğuna ve bu soruşturmayı çabucak sonuçlandırabileceğine ikna etmezse. Kasdan, komiserin bunu yapacağına dair iddiaya girebilirdi. En azından öyle umuyordu. En azından bu iriyan herif, Cinayet Masası’ndaki eski meslektaşlarından çok daha kolay yönlendirilebilirdi. – Neden buradaydı? diye sordu komiser. Yani tek başına kilisede, demek istiyorum. – Her çarşamba biraz erken gelirdi. Çocukları beklerken org çalardı. O esnada da ben yanma gelip hatırını sorardım. Tıpkı bugün yaptığım gibi… – Tam olarak saat kaçtı? – 16:15. Onu yukanda buldum. Hemen, eski bir polis olan LioneFe haber verdim. Bunu size söylemek zorundayım. Sizi daha sonra aradım.

Kasdan hemen bir durum muhakemesi yaptı: Sarkis cesedi bulduğunda katil belki de hâlâ oradaydı. Papaz telefon etmek için ayrıldığında kaçmış olabilirdi. Belki birkaç saniye gecikse taş merdivende katille karşılaşacaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir