Jorge Luis Borges – Arjantin Öyküleri

Maymunu, iflas etmiş bir sirkin açık artırmasından satın aldım. Bu •satırlarda anlatılan deneyimi ilk yaşadığımda bir öğle vaktiydi; bir yerlerde, Java yerlilerinin maymunlardaki sözle ifade etme eksikliğini yetisizlikle değil, sakınımla açıkladıklarını okuyordum. “Konuşmazlar,” deniyordu, “zira işe koşulmak istemezler.” İlk başlarda hiç de derin görünmeyen benzer bir düşünce, önce kafamı kurcalayıp sonunda şu antropolojik önermeye dönüştü: “Maymunlar, şu ya da bu sebeple, konuşmaktan vazgeçen insanlardı. Bu durum, ses üreten organlarının ve beyindeki konuşma merkezlerinin körelmesine yol açtı; maymun ırkının dilini anlaşılmaz bir hırıltıya dönüştürerek birbirleri arasındaki ilişkiyi zayıflattı ve sonunda yok etti, böylece ilk insan bir hayvan olup çıktı.” 15 Açıkça görülüyor ki, eğer bunlar kanıtlanırsa, maymunu bu kadar ayrıksı bir canlı yapan tüm anomaliler açıklanmış olacak, ama bunu yapmanın olası tek bir yolu var: Maymunu tekrar konuşturmak. Bu arada benim afacanla birlikte bütün dünyayı dolaştım; talih ve yaşadığımız serüvenler beni her defasında oıia biraz daha yakınlaştırdı. Avrupa’da çok büyük bir ilgi gördü, hatta ona Konsül unvanı vermek isteyenler oldu; ne var ki, ciddi bir işadamı olarak bu tür saçmalıklardan kötü yönde etkilenmeye başladım. Maymunların dili hakkında sahi!) olrluğum sabit fikirle birçok kaynakçayı didik didik aramama rağmen, ortaya kayda değer hiçbir sonuç çıkmadı. Tek bildiğim, ve bundan adım gibi emindim, maymunun konuşmaması için hiçbir bilimsel gerekçenin olamayacağıydı. Bu düşünceler içinde beş sene geçti. Y zur (bu adın kökeninin ne olduğu asla anlaşılamadı, zaten bir önceki sahibinin umrunda bile değildi) kesin�ikle dikkate değer bir hayvandı. Sirkte aldığı eğitim, tümüyle taklit yeteneğine indirgenmiş olsa da, yetilerini bir hayli geliştirmişti; ilk bakışta saçma gibi gelen teorimi onun üzerinde sınamak konusunda beni cesaretlendiren de buydu zaten. Öte yandan, şempanzenin (yani Yzur’un), tüm maymunlar içinde en gelişmiş beyin yapısına sahip olduğu ve kolay eğitildiği de unutulmamalı, bu da teorimin olabilirliğini artırıyordu. Onu iki ayağının üstünde tıpkı sarhoş bir denizci gibi yü16 rüyüp ellerini arkasında kavuşturarak dengesini sağlarken her gördüğümde, onun ket vuruJmuş insanlığına beslediğim inanç daha da güçleniyordu.


Gerçekten de, maymunun tane tane hecelememesi için herhangi bir sebep yok. Doğal dili, yani benzerleriyle iletişim kurarken çıkardığı bütün o homurtular, yeterince almaşık. Gırtlağı, insanoğlununkinden çok farklı olarak, basbayağı konuşabilen papağanın gırtlağına hiç benzemez; bey nine gelince, papağan beyniyle yapılan bir karşılaştırmanın tüm kuşkuları gidermesi bir yana, bir gerizekalının beyninin de asgari yetiye sahip . !duğunu anımsamak yeter, kaldı ki kreten hastaları bile basit birkaç kelime konuşa­ . bilmektedir. Broca kıvrımının işlt::vi, beynin bütüncül gelişimi üzerine kuruludur; her ne kadar konuşma merkezinin kesinlikle bu bölgede olduğu henüz kanıtlanmamışsa da. Eğer bu sorun anatomide daha iyi açınlanırsa, çelişkili olgular o andan itibaren hükümsüz olacaktır. Neyse ki maymunlar, tüm olumsuz koşullara rağmen, taklit etmeye yönelik eğilimlerinin de gösterdiği gibi öğrenmeye karşı heveslidir; esenlikli bir bellek, esaslı bir kılık değiştirmeye kadar varabilen yansıtım ve çocuktakine kıyasla daha gelişmiş bir dikkat. Bu yönleriyle, tüm pedagojik öznelerin en başta geleni olduğu söylenebilir. Üstelik benimki gençti, maymunun en entelektüel yaşam evresinin gençlik olduğu da bilinir, bu yönüyle siyahlara benzer. Temel güçlük, on17 larla sözlü iletişim kurmak için izlenecek yöntemin kendisinde yatıyor. Benden öncekilerin tüm yararsız girişimlerinden haberdardım. Dahası, yetkinliğine rağmen tüm gayretleri boşa çıkan kimi girişimler karşısında benim denemelerim de birçok kez başarısız oldu. Bu konu üzerinde düşününce şu sonuca vardım: Aslolan, maymunun ses düzeneğini geli§tirmek. Gerçekte, sağır ve dilsizlerin hecelemeyi öğrenmesi de bu yolla sağlanır.

Bu konu üzerine adamakıllı kafa yorunca, sağır dilsizler ve maymunlar arasında birçok benzerlik olduğunıı �nrdüm. Her şeyden önce, konuşulan dili ikame eden olağanüstü taklit mahareti, konuşmuyor olmanın düşünmüyor olmak anlamına gelmediğini gösteriyor; birinin iş görmemesi yüzünden diğerinin işlevi de en aza indirgenmiş durumda, hepsi bu. Ayrıca, tuhaf olduğu kadar özgün başka özellikler de var: İşte sebatkarlık, bağlılık, cesaret, ve varlıklarından hareketle neredeyse bir kesinlik kurmaya yarayan gerçekten de açınlayıcı iki özellik: Denge egzersizleri konusundaki hüner ve can sıkıntısına karşı gösterilen direnç. Bunun üzerine, eserime, maynıunumun dudakları ve dili üzerindeki esaslı bir beden egzersiziyle başlamaya karar verdim, ona bir sağır dilsiz gibi muamele edecektim. Sonra da, dolaysız bir sözlü iletişim kurmak için işitme duyusundan yararlanacak, dokunma duyusuyla pek ilgilenmeyecektim. Okur, bu noktada gereğinden faz18 la iyimser olduğumu ilerleyen bölümde görecek. Neyse ki, şempanze, tüm maymunlar içinde dudaklarını en rahat hareket ettirebilen hayvan; bir defasında anjine yakalanan Yzur, doktorlar boğazını muayene edebilsin diye ağzını açmayı becermişti. İlk gözlemim, kuşkularımı doğruladı. Dili ağzının derinlerindeydi, hareketsiz bir topak gibi duruyor, yutkunmaktan başka bir işe yaramıyordu. Egzersizler etkisini göstermeye başladı, iki ayın sonunda muziplik yapmak için dilini çıkarmayı öğrenmişti. Dilinin devinimiyle zihni arasında bir bağıntı olduğunu gözlediğim ilk durum buy “du, öte yandan, yaradılışıyla da kesin biçimde örtüşüyordu. Dil egzersizinin güçlükleri de vardı, bazen dilini pensler yardımıyla çekip uzatmak zorunda kalıyor, ama bu tuhaf uğraşı -belki de benim izlenimim bu- önemsiyor ve buna dört elle sarılıyordum. Ben ona taklit edeceği dudak hareketlerini gösterirken oturuyor, elini sırtına götürüp sağrısını kaşıyor ve kuşkulu bir tavırla dikkat kesilip göz kırpıyor ya da uyumlu devimlerle düşüncelerini anlaşılır kılmaya uğraşan bir insan gibi yanağındaki tüyleri düzeltiyordu. Sonunda dudaklarını hareket ettirmeyi öğrendi. Ama konuşma egzersizi, çocukların uzun yıllar süren ve zihinsel gelişimleriyle koşut yol alan kekelemelerinin de gösterdiği gibi, zor bir sanat ve edinilmesi güç bir alışkanlık.

Gerçekte, sesleri yapılandıran merkezin konuşma merkeziyle bağlantılı olduğu ve ikisinin gelişiminin de 19 armonik tekrarlara bağlı olduğu kanıtlanmıştır. Felsefi bir soruşturma sonucunda sağır dilsizlerin sözcül eğitimi için bir yöntem geliştiren Heinicke, bunu daha l 785’te öngörmüştü. Derin anlaşılırlığıyla birçok çağdaş ruhbilimciyi şad eden bir şeyden, ‘düşüncelerin zincirleme bağlantısından’ söz ediyordu. Yzur, dil konusunda, konuşmadan önce birçok kelimeyi anlayabilen bir çocukla aynı durumda bulunuyordu; ancak yaşamı daha iyi tanıdığı için, şeyler üzerinde bir yargıya varmakta daha beceriliydi. Bu yargılar sadece birer duyguhn•m değil, ayırıcı özellikleri muhakeme etmeye dayanan soruşturma ya da incelemelerdi, böylece soyut bir uslamlama geliştiriyor, bu da ona, en azından benim fikrimce, kesinlikle daha üstün bir zihinsel yeti katıyordu. Eğer teorilerim fazlaca cüretkar görünüyorsa, tasımın ya da temel mantıksal tartışmanın birçok hayvanın zihni için hiç de yabancı olmadığını anımsamak yeterlidir. Zira tasım, kökeninde, iki duygulanım arasında yapılan bir kıyaslamadır. Eğer öyle değilse, neden insanoğlunu tanıyan hayvanlar ondan kaçıyor da tanımayanlar kaçmıyor? …

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir