Jose Mauro De Vasconcelos – Pissy’nin Oykusu

Çamura kaba-saba, sararmış parmaklarıyla mısır yaprağı sigarasını sardı; dudaklarına götürüp, salyasıyla yapıştırdı. Ardından, masanın üstünde duran bıçağa uzandı, alıp sevecenlikle kımna yerleştirdi. Ağzında sigara, kendi kendine usulca şarkı mırıldanmaktaydı: “…yükselir parlayarak yüreğime düşer aydınlığı nay-na-na-nom, utla çalar söylerim dünyamı…” “Başım niye hiç söylemezsin ki, Çamura?” diye sordu meyhaneci Temisto. “Niye mi?. Iğmm… Bir dakika …” Çamura sigarasını kibritle tutuşturdu, keyifli keyifli tüttürerek rafta gelişigüzel duran içki şişelerine göz attı. Bakışları gaz lambasıyla karşılaştığında gözlerini kırpıştırdı; çünkü lambanın alevi canlıymışcasma, az önce biten şarkının ezgisine ayak uydurur gibi zıplıyordu. Çamura gülümsemek için dudaklarını yamulttu, tezgâha yaslanıp dirseklerini işlenmemiş ağaca verdi. “Başından hoşlanmıyorum işte. Kim şarkıda yükselir de birinin kalbine düşer? Olsa olsa aydır, başka ne?” “Ne matrak herifsin, ya! Olmaz, böyle şey. İnsan Araguaia’da yaşar da, aydan hoşlanmaz mı, be!” “N’apıyım! Yıldızlan daha bi severim! Gece zifir kestiğinde, nehire girip, Araguaia suyuna korkusuzca dalar, piranalan kaçırtırlar…” Yeniden gülümseyip, herkesin tanıdığı o bildik narayı patlattı: “İyeyyt!. Çamura!” Sonra sessizce sigarasından nefes çekerek, çevresindeki yüzlere bakındı. Bir hayli olmuştu görmeyeli onları. “Yıldızlardan daha güzel şey olamaz!” diye söylendi.


Uzakları görmüş Leo, aynı fikirde değildi. Kestane kırmızı bıyıklarının 3 sert uçlarını burarak, küçümseyen bir edayla: “Denizi gördün mü hiç sen, Çamura” diye sordu. “Yoo, hiç görmedim”. > “O zaman nasıl böyle söylersin? Deniz!… Ondan güzeli yok işte! Tann dünyayı elleriyle yarattı; ama denizi… onu gözleriyle yaram”. “Saçma! Deniz ile Araguaia arasında ne fark var ki?” “Nehrin sahip olduğu her şeye, hatta hatta, daha fazlasına deniz de sahiptir. Boz kumsalı vardır… Yeşil dalgalan, ılık suyu… Yel sıcacıktır, esmesi de tükenmez. Bitmeyen bir türkü gibidir hep.” “Araguaia’da da bu var, ya!” “Hadi ya! O, upuzun sırça bir yılandan başka şey diil! Ormanın hışırtısı olmasa, can sıkıntısından geberirdi.” “Ya, yerliler? avcılar? Ha?! Ya timsah avlayıcıları? Elmas yıkayıcıları?” Leo, birden değişti; imgeler hücum edip, ürküttüler onu: Karşılık veremedi. Yüreğinin kıpırtısı dindiğinde, şiirsel coşku da yitmişti beraberinde. Sözlerine ciddi bir endişe sinmişti artık: “Evet?! Nehir avcıları… Uğursuzlar…” Ama, sözlerini tamamlayamadı.Oradakilerden biri, dikkatleri giriş kapışma çekerek, “Kanau geliyor” diye bağırdı. Kanau hoşnut, güldü: “İyi akşamlar, herkese!” Temisto, “Hele şu zıpçıktı yerliye de bak” diye patladı, “Bilgiç bilgiç hava atıyor. Bi sene şehirde kalmış, az biraz Portekizce öğrenmiş; İnanca tek sözcük bilmez artık!” Kanau ona yaklaşıp, sırtına vurdu. “Eğer bunda direteceksen Temisto, hâlâ biliyoruz yani: Dateriambu!” “Arennie!” diye yanıtladı Temisto. Herkesçe bilmen narasını öykünerek Camura’yı selamlamak için elini uzattı Kanau. “İyeyyt! Çamura!” “Şimdi burda köyde kalıp, çıplak dolaşarak aruana mı oynayacaksın Kanau?” “Bilmem.

” “Bilmem de ne demek, seni düztaban seni? Bilmem, bilmem, bilmem! Bir İnan’ın söyleyeceği daha akıllıca şey yok mu?” Kanau güldü. O da şimdi tezgâha dayanmıştı. Temisto bir 4 bardak alarak biraz şekerkamışı içkisi doldurdu. “İster misin, Kanau?” Leo, bardağa henüz yeni sarılmış eli yakaladı. “Çıldırdın mı sen Temisto? Yerlileri Koruma Örgütü’nden biri eğer seni bir yerliye içki satarken yakalarsa, hapı yuttuğunun resmidir!” “Zevzek! Şehirden geliyo Kanau, be! Sao Paulo’da, Rio’da Goiania’da bulundu…” “Üstelik, bir şey değilim; hiçbir şey. Ne beyaz, ne yerli. Yüzüme bak bir!” Konuşurken bardağım bırakıp, hızla ufak lambayı kaptı. İşık bu yüzde, Kanau’nun onlara göstermek istediği yerde, dalgalanarak gelip hareketsizleşti; açığa çıkardı onu. Soluğunu sıktı. Çehresi durgun ve tuhaf bir güzellikteydi; ama bu değildi crJars göstermek istediği şey. Düşünceleri varlığının ikili karakterinin girdabında çalkalandı: “Bakın böyleyim! Bu, benim. Hiçbir şeyim. Hiç kimseyim ben. Ne renkli, ne beyaz. Hiçbir yere ait olmayan bir insan.

Günahsız bir insan. Yaptığından sorumlu tutulamayacak biri. Bir melez. Ne beyaz, ne de yerli… Hiç.” Yavaşça lambayı yerine koydu. Yüz çizgileri mekanın loşluğunda sönüp gittiler. Bardağı kavradı, ama şimdi onu ağzına götürecek isteği yoktu. Çamura da Temisto gibi, Kanau’nun artık susacağını biliyordu. Yazgısını kabullenişi akşamını zehir etmişti. Leo sessizliği bozarak, sıkıntılı havayı dağıtmaya çalıştı. “Seni hangi rüzgâr attı, Çamura? Hanidir kayığın limanda yatmıyordu?” Camura’mn kırmızımsı diş etleri belirdi, kurnaz küçük gözleri kırışıklar araşma gizlendi: “Özlem, belki de…” Leo tırnağıyla tezgâhı kazıdı. “Sen ve özlemek! Şair diilsin ki sen! Hadi hadi, doğruyu söyle, alçak!” “Yemin ederim ki, Leopoldina’yı özlemiştim. Nehir yükselince, Registro’dan ayrıldım. Kayığıma sordum: ‘Dolaşalım mı biraz?’ diye. O da ‘Evet’ dedi.

Ve birlikte buraya geldik. Melekler bile nehir yukan kürek çekmezler, bilirsiniz, ama karşınızdayım işte.” Sıska, pörsük derili, sarımtırak tenli, görüntüsünü bozan ve 5 çenesine de hiç mi hiç gitmeyen birkaç tel sakallı bir caboclo olan Fio sohbete karıştı: “Bir mirindiba ağacı kesmek için, ötede, karşı kıyıdaydım, o sırada, nehir sapağından seslenişini işittim. Hayrola, dedim kendi kendime, gerçekten de geliyor işte, lanet olası Çamura! Bugün Temisto’nun meyhanesinde taze haberler var, gitmelisin oraya! Sakalımla balıklan ürküterek, işte bu yüzden nehirden beriye geçtim.” Leo ve Temisto makaralan koyverdiler. “Ayıpsın Fio, sen o gümrah sakalını bir araya getirsen balıklara parima bile yaparsın!” Fio düşünceli düşünceli çenesini kaşıdı: “Acele etmeyin! Acele etmeyin! Sakalım uzar elbet!” Derken Çamura kendinden emin: “Ya, işte böyle, oğlum. Çamura geçerken balıkçıllar bile birbirine ‘Bakın, Çamura geliyor!’ diye çığrışırlar! Kimse şaşırmaz. Bense şaşırdım ve sana sormak istiyorum. Söylesene bana, ne işin var senin mirindiba ağacıyla?” “Amma yaptın, ha! Kesecektim. Tarla yapmak için. Mısır, manyoka, fasulye…” Çamura neşeli neşeli ellerini oğuşturdu. “Vay canına!. İnanılır gibi değil. Tanm yapacak, bir şeyler ekecek Fio! Yakında yine Lepoldina’da zıkımlanacak bir şeyler olacak demek o zaman. Belki papağan da konar buraya, domuzlar açlıktan zıbarmaz artık!” “Hey, hey, senin şaşacağın daha bir sürü şey var burda! ‘Cruzeiro do Sul’un bir uçağının buraya düzenli sefer yapacağı söyleniyor.

Hatta alan yapımına bile başladılar.” “Doğru mu bu, Temisto?” Şişine şişine kafasını salladı Temisto. “Leopoldina’da tembelliğe veda mı ?” “Şimdi bile kimse bunun olduğunu öne süremez. Buraya pinga piyzlertmeye gelmeden önce biraz kıçını sıkıp çevreyi dolaşsaydın, kilisenin onanldığını, büyük kavşağın temizlenip etrafındaki bütün yabani otlann ayıklandığım görürdün…” “Bu gidişle, bir dahaki sefere yaban muzlan meyvaları devşirilecek buralardan desene?. Görüyorsunya Kanau, pek yakında artık kente gitmen gerekmeyecek…” Çamura döndü, ama Kanau az önceki yerinde değildi. 6 “Gitti, o. Yerli köyüne gitti” “Tuhaf herif! Burada işi ne?” “Bilmem. Onu geri göndermişler. Rio’daydı. Burada avlanacağını, para yapıp yeniden oraya döneceğini söylüyor.” “Ne zaman geldi ki?” “İki gün oldu. Bir ihtimal Bananal Adası’ndaki Raumalo-Desse’ye gitmeyi tasarlıyor. Oralı. Birlikte avlanacağı birini aradığı kesin.” “Av işi de kesat bugünlerde.

Durum vahim. Z6 Butelo’nun başına gelenleri işitmişsindir herhalde?” “Yoo, işitmedim.” “Rio Javad’deyken, javaelı bir yerli kızı bozmuş. Şimdi, davası Yerli Koruma Örgütü’nde. Bütün takım taklavatını Santa Maria’da Ze Spanier’e sattığı söyleniyor. Anlaşılan bu yıl ava çıkamaycak.” “Ne sığır kafalı!” “En kötüsü de, Javaeler, avcılar kendilerine yaklaşır yaklaşmaz ateş açıyorlar. Hem de kırkdörtlüklerle. Amma kan dökülecek!.” Uzaktan bir silah sesi yankılandı. Sesler dondu. Herkes kulak kesildi. “Yirmiikilikti”, diye söylendi Leo. “inanılır gibi değil! İyi olay lafının üstüne gelirmiş dememe kalmadan…” Bir başka atış gecede ıslıklandı. Ve hemen ardından bir daha.

Temisto kahkahayı basarak, “Bu, Kanau ya! Yirmiikilik onda var, müthiş bir tüfek! Göle gidip timsah vurmak istiyordu.” “Sahi!” Çamura hayretle: “Canlı timsah kaldı mı hâlâ Araguaia’da? Avcılar kökünü kazımadılar mı hepsinin?” “Bizim için öldüler, biz beyazlar, biz Hıristiyanlar için. Ama inan yerlisi yine de bulur her vakit.” İnian yerlileri!, diye geçti Camura’nın kafasından: Suların efendisi. Yerliler. Yorulmaz kürekçiler. Kanau bir yıldır kentteydi., ama, soyları tükenmiş olmasına karşın, gelir gelmez yine de o canavarların kokusunu almayı biliyor. Bu delikanlıda, ister istemez yerli kanı ağır basıyor olmalı! Muhakkak, pek yakında yeniden çevrede çıplak dolaştığında cildi bronzlaşır. Bir kandaşını bulduğunda da, hasır maskeyi yüzüne geçirip, 7 geleneksel tekdüze amana dansını yapar. “Yarın, derisi 120 Cruseiros edecek birinci kalite iki timsahla çıkageleceğine iddasına giren var mı?” ” Off, Fio! Git başka aptallar bul kendine. “Demek Ze” Butelo’nun başı dertte, ha?” diye Çamura konuya döndü. “Hem de ne biçim!” “Eğer bu duyulursa, belki avlanmayı hepten bırakırlar.” “Tek bir susamuru yavrusu ya da zavallı yabandomuzlanndan ayakta kalan sonuncusuna değin, ellerini çekmezler bu işten! Elmas yıkayıcılarından daha da beterdir onlar.” “Laf olsun diye söylüyorsun bunları Leo.

Biri seni davet etse, sen de katılırsın!” “Tanrı korusun! Eğer böyle bir iş yapmak zorunda kalacaksam, daha önce cüzzam paralasın ellerimi daha.iyi! Araguaiâ, nasıl da kan ve hüzünle doldu. Kıyılannda pembe balıkçıllar görebiliyor musun artık? Güzel olan her şey yittip gidiyor.” Çamura bıçağım yeniden kınından çıkararak, kendisine mısır yaprağı sigarası için tütün kırpü. “Ya sen, Çamura? Çok laf ettin ya, hâlâ niye burdasın anlatmadın bize! Biz biliriz ki, Registro komiseri bizzat çıkageldiğinde, muhakkak bir şeyler oluyordur bir yerlerde.” “Ah, saçma! Gezmeye geldim yalnızca.” “İnanmıyoruz ya, hadi neyse…” “Valla! İzindeyim. Araguaia’yı benimle Raumalo-Desse’ye kadar geçecek bir İcürekçi tutmak istiyorum.” “Kürekçilerin üstadı şu anda burda ve o da oraya gitmek istiyor. Niçin Kanau’ya sormuyorsun.” “Bak, bak! Sanki düşüncelerimi okuyor gibisin!” Çamura biraz daha pinga yuvarlayıp, mutlu mutlu esnedi. “Şimdi gidip uyuyayım.” “Kimde kalıyorsun?” “Şişko Raimündo’da.” Tezgâhtan uzaklaştı. “Hepinize iyi geceler!” Kapıdan çıkıp, karanlığa daldı.

Gece berraktı: Yıldızlar göğün karasından çözülüp nehri kalbura çevirmişti. Leo saçmalamıştı! 8 Yıldızlardan daha güzel bir şey yoktu. Çamura gömleğini üstünden sıyırarak hamağa bıraktı kendini. Ellerim bileklerine dek yere dayayıp, arada bir sallanmak için ayağınla itiyordu, kendini. Biraz ötesinde Şişko Raimundo horluyordu. Camura’mn bedeni, burnunun alışık olduğu güneş ve toprak kokuyordu. Kafasından bir sürü düşünce geçiyordu; Leopoldina, yine her zamanki o bildik Leopoldina’ydı, yanılmamıştı. Arada bir ilerleme adına bir kaç küçük değişiklik oluyordu ve bir iki şeyin durumu iyileşiyordu. Yeni yeni evler çıkıyordu ortaya. Yerleşilen yerlerde, beyazın hakimiyeti de artıyordu gitgide. İnsanlar, kavşaktan limana dek olan alanı temizliyorlardı. Yaz gelip de, altı yağmur aymın yerini aldığında, o özlenen serinliği beraberinde getiren ve sıtmaya son veren yaz geldiğinde, hep böyle olurdu be. O zaman bazıları tarlalarım ekerdi. Kayıklarım boyarlardı bazıları, bu ırak yabana kanan delileri-turistleri-beklerken. Oysa yaban hep aynı yabandır ve tasarladıklanndan yine de farklıdır.

Ondört ya da yirmi gün içinde, şiddet, dehşet, heyecanlandıklan ne varsa, onları bulacaklarım sanırlar. Ancak hiçbiri umduğunu bulamaz. Düşkmklığıyla kentlerine dönerlerdi bu yüzden. Buralarda buldukları, miskin miskin akıp giden uzun bir nehir’le beyazlann kötü alışkanlıkların kapmış, onlara örgülerle süslenmiş yaylar ve dizi dizi üretilen kil figürler satan birkaç yerlidir… Yine de para getirirler, ticareti canlandınrlar, diye düşündü Çamura. Hamakta ileri geri sallanıyordu. Yaz kendini artık iyiden iyiye hissettiriyordu. Nisan bitmek üzereydi. Nehir alçalıyordu. Nehirin her kabanşından sonra, kıyı, her zaman değişmiş olarak çıkıyordu ortaya; ama her defasmda da beyaz. Artık elmas arayışı yeniden başlıyabilirdi ve beraberinde cinayet, soygun ve hırsızlıklar… Ürperdi, cam sigara istedi. Ama, kafasındaki düşüncelere yol açan sıkıntı olduğu yerde yatmasına neden oluyordu. Yazı düşünmeyi istiyordu daha çok. Pek yakında, ılık Kuzeydoğu rüzgârı geral esecekti yeniden, ağaçların üst dallannı titreştirip sivrisinekleri sürecekti. Ardından, mayıs sonuna 9 doğru, ısınmak için insanın ateş yakmasını gerektiren ısırıcı soğuk sabahların uyanış saatleri gelirdi. Ve o zamana dek tamamiyle boşalacak kumsal, okyanustan yumurtlamaya gelen martıların pençeleriyle eşilecekti.

Yanlanna bir kayık yaklaşmaya görsün, amma çığlık koparırlardı! Daha önceleri, yumurtalarını gömmek için timsahlar da gelirdi kumsala. Oysa şimdi, avcılar kaçırmışlardı onları. Yabanıl yaşama o denli yakışan homurtularının duyulduğu çok enderdi artık… Camura’nm göz kapaklan gittikçe ağırlaşıyordu. Yarın, Kanau’yu arayıp, önerisini yapacakü. Bir an, karanlıkta melezin çehresini gördüğünü sandı; kahverengi, moğol çizgili, her zaman üzgün olan gözlerini. Hiç kuşku yoktu ki, delikanlı oldukça mutsuzdu. Kurşun gibi ağırlaşıyordu Camura’nm göz kapaklan. Nehir avcılan?… Şeytandı onlar. Her yerden, her köşeden gelirler, önlerine çıkanı tahrip edip öldürürlerdi… Yaz kış altın yıkama çömleğine eğilmekten, ya da elmas madeninde beklenmedik bir anaforun baskınıyla yaşamalannı tehlikeye sokmaktan daha da rahat ve güvenliydi bu, aynı zamanda. Tepeden tırnağa silahlı bu adamlar, vahşi sürüler halinde yaklaşıp, her köşe bucağa, hatta yerli kamplarına bile saldınrlardı; Onlann hesabına avlanan ve bunun karşılığında elbise, cibinlik hatta silah alan yüzlerce İnan yerlisi de katarlardı . gruplanna. Uzun süredir tembelliğin ağına düşmüş Araguaia yenecek bir şey kalmadığından artık gün geçtikçe açlık cenneti oluyordu. Kış günlerinin sıcağı olsun ya da yazın keskin sabah soğukları olsun, büyük hayvanlar, hatta hatta kuşlar bile kıyılanndan çekip gitmişlerdi. Çamura güldü. Düşüncelerini kanştıracak denli uykusu vardı.

Soluk kesici bir hızla bir konudan diğerine atlıyorlardı. Kentten gelip Araguaia’nm yazın soğuk, kışın da sıcak olmasına bir türlü alışamayan o doktor ne olmuştu? İnatla, kentte bunun tam tersi olduğundan ayak diriyordu. Araguaia’da yaşayan caboclolann kentle ne ilgisi olabilirdi ki? Eh, belki de kentin onlar için bir anlamı var, yoksa buraya değerli şeyler aramak ve sonra yeniden dönmek için gelmezlerdi insanlar herhalde. Hatta yerliler bile; Kanau gibi. * Raimundo’nun horultusu uzaklaşıp yitmişti, sanki nehrin karşı yakasında horluyordu. Yann Kanau ile konuşacaktı. Tehlikeli bir işti bu… evin delikli damından sızan yıldızlar gittikçe küçülüyor, koca koca 10 elmaslardan minnacık kıymıklara dönüşüyorlardı… Uyumuştu Çamura. Işığın içeri girmesi için kapıyı açtı Çamura. Gerindi. Uzun bir gün boyu kürek çektikten sonra ne de iyi gelmişti dinlenmek!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir