Kemal Tahir – Lükres’in Günahları

1492 yılının Ağustos ayı. Dışarıda bunaltıcı bir sıcak var. Bu sıcak Vanozo di Katone’ye gebeliğinin verdiği sıkıntıyı bir kat daha arttırıyordu. Genç kadın üzerindeki ince örtüyü büsbütün attı. Gözlerini baygınlaştırarak tavanın muhteşem oymalarına daldı. Roma’da dillere destan olan bu şahane sarayı Lükres’i doğurduğu zaman kocası Kardinal Aleksandr Borjiya hediye etmişti. Vanozo kocasının ihtiraslı öpüşlerini özleyerek içini çekti. Kardinalin kendisine hiçbir zaman tam manasıyla sadık kalmadığını biliyordu; ama metreslerinden hiçbirini kendisinden hakikaten üstün tutmadığına da inanıyordu. Karnındaki çocuk oynadı. Etine gömülü bu hareket gergin derisini sızlattı. “Bitse artık!” diye mırıldandı, “şundan artık kurtulsam!” Tekrar eski inceliğini bulmak, yeniden sevgilisinin tadına doyulmaz okşamalarına kavuşmak istiyordu. Bereket versin Kardinal Aleksandr Borjiya bu sıralarda kadınlarla fazla düşüp kalkamayacak kadar meşguldü. Herkes bir yıla varmadan onun Papalığa seçileceğini söylüyordu. Bu sebeple etrafını daha şimdiden bir sürü dalkavuk çevirmişti. Vanoza elini karnına götürdü.


Beşinci çocuğunu neredeyse doğuracak! Buna lüzum mu vardı sanki?… Büyük oğlu Sezar on beş yaşına çoktan bastı. Daha şimdiden zeki ve yakışıklı bir erkek! On iki yaşındaki Lükres de olgun bir genç kız sayılır. Hem olgun hem de güzeller güzeli… İkinci oğlu Givanni ise henüz dokuzunda yokken askerliğe bayılıyor. En küçükleri Gifredo pek minimini, pek şeker… Vanoza halsiz bir hareketle meşin kaplı tokmağı tunç zile vurdu. Hususi hizmetçisi Mariya koşarak geldi. İki gün evvel biraz geciktiği için çıplak sırtına on kırbaç yediğinden şimdi bir ceylan kadar çevik davranıyordu. Kendisini kırbaçlattığı halde güzel hanıma sadakatle bağlıydı. Hem on tane kırbaç yemek mühim değil ki… Efendiler isterlerse esirlerini hiç yüzünden öldürtebilirler. Senyör Sezar keyfi öyle istedikçe bazı zehirlerin kudretini insanlar üzerinde denemiyor mu? Bir keresinde Mariya kulaklarıyla işitmişti. Genç efendileri hususi hizmetkârına, “Hayvanlarda tecrübe etmek olmaz. Bunu esirlerden birisine yedirelim,” demedi mi? Senyorita Vanoza da icabında gaddardı ama oğlu ve kocası kadar değil. İnsanlara arada sırada şefkat gösterdiği de oluyordu. “Lükres nerede Mariya?” “Senyorita Lükres uyuyorlar efendim. Bu akşam nişanlanacakları için dinleniyorlar. Rahatsız edilmemelerini emrettiler efendim.

” Vanoza güzel yüzünü şımarık şımarık asarak somurttu. Kardinal körpe kızını Don Cerubin’le nişanlamak için neden bu kadar acele ediyordu kuzum? Neden kendisinin doğurmasını beklemiyordu? Mariya yanılmıştı. O saatte güzel Lükres uyumuyordu, Sicilyalı bir hizmetçiye vücudunu ovduruyordu. İpek yastıklarla dolu yumuşak bir divana sırtüstü uzanmıştı. Çırılçıplaktı. O da annesi gibi tavanın nakışlarına bakarak derin derin düşünüyordu. On birini yeni bitirdiği halde gerek yüzünün manası, gerekse gayet mütenasip vücudu olgun bir genç kızı hatırlatmaktaydı. Annesinden çok daha güzel olacağı daha şimdiden belli! Altın renkli gür saçları belinden aşağıya iniyor, deniz mavisi gözleri ihtiraslı ışıltılarla parlıyordu. Biraz ince, biraz uzunca burnu babasına çekmişti ama çocuk yüzüne olgun ve ihtiraslı kadın hali veren buydu. Ağzı annesininki gibi etli ve kırmızı. Bu harikulade güzel yüzde, Borjiya’lara mahsus hain bir pervasızlık var. O da ağabeysi Sezar gibi insanlara acımıyor. Hususi hizmetlerini görmek için satın alınmış Venedikli kölesine, Maryo’ya işkence etmekten zevk duyduğunu görenler ileride erkekleri nasıl mahvedeceğini korkuyla düşünüyorlar. Lükres kölesinin kendisine deli gibi âşık olduğunu biliyor, bu ümitsiz aşkı körüklemek için elinden geleni yaparak körpe delikanlının ıstırabını arttırmaktan çok hoşlanıyordu. Nitekim kapı vurulduğu zaman: “Kim o?” diye sordu.

Maryo’nun sesini duyunca üstüne bir şey almaya lüzum görmeden: “Gel!” diye bağırdı. On altı yaşındaki bedbaht delikanlı sedirde yatan şahane güzelliği bütün çıplaklığı ile görünce adeta sendeledi. Güzel yüzüne kan hücum etti. Hem gözlerini kaçırmak istiyor, hem de yiyecek gibi bakmaktan kendini çekip alamıyordu. Lükres şımarık bir sesle: “Ne var?” diye sordu. Delikanlı bir şeyler kekeledi. Ağabeysi Senyör Sezar görüşmek istiyorlarmış… “Olur, gelsin!” Köle çıkınca masajcı kızdan ince sabahlığını istedi. Bunu ihmalkâr bir hareketle sırtına geçirdi. Bu suretle eşsiz güzelliği, çıldırtıcı cazibesini örtmemiş aksine daha iştah veren, daha kudurtan bir çerçeveyle süslenmişti. Sezar içeri girdi. Uzun boylu değildi ama, sahiden yakışıklıydı. Üzerinde siyah satenden dapdaracık bir elbise vardı. Bu elbise vücudunun muntazam hatlarını meydana vuruyordu. Yüzünde yorgun bir gaddarlık sezilmekteydi. Yeni metresi Madelona’nın, dünya güzeli sayılan Farnese Düşesi’nin koynundan daha demin çıkmıştı.

Lükres hizmetçisini bir işaretle odadan uzaklaştırmak istedi. Sezar kızıl saçlı körpe Sicilyalı kızı birkaç kere daha görmüş, ipince belini, oldukça geniş kalçalarını, bilhassa uzun bacaklarını çok beğenmişti. Kız yanından geçerken kolunu tutup yüzünü kendisine çevirdi: “Ne hoş şey bu?” diye yorgun yorgun güldü, adın ne senin? “Leonora efendimiz!” “Ovmasını iyi bilir misin?” Haber gönderdiği köleden Sicilyalı esirenin kız kardeşine masaj yaptığını öğrenmiş olmalıydı. Küçük Leonora’nın gözlerine dehşet doldu. Mahvolduğuna hiç şüphe kalmamıştı: “Bilirim efendimiz!” diye kekeledi. “Başım fena ağrıyor Leonora! Birazdan daireme gel de şakaklarımı biraz ov!” Leonora imdat ister gibi Lükres’e baktı. Lükres böyle bir davetin fenalığına akıl erdirecek insanlardan değildi. Ağabeysinin zevkini takdir etmiş gibi gülümsüyordu. Sezar, kızın yüzünü yüzüne yaklaştırıp gözlerini gözlerine dikti. Bunu yaparken birazdan olacak şeyleri bir lütuf saydığını anlatmak istiyordu. Kırmızı saçlı başı bir an okşadı. Sonra parmaklarını gömerek bu güzel başı adeta hınçla sarstı. Elini yavaş yavaş ince boynuna oradan da dik ve sert göğsüne indirdi. Birden öfkelenmiş gibi iterek: “Birazdan… Sakın unutayım deme!” diye homurdandı. Bu korkunç homurtudan sonra kocaman salonun sıcak havasını, sinirli, isterik gülüşlerini işitmek kime olsa dehşet verirdi.

Kızcağız bu dehşetle sarayın mermer döşeli loş koridorlarında koşarken nişanlısı Palo’ya artık ebediyen kavuşamayacağını bilmenin ıstırabına gömülüyordu. Bir tek ümit kalmıştı: Sezar böyle küçük esirleri ekseriya unuturdu. Kız kardeşiyle bu geceki ziyafeti konuşmaya dalar da unutursa… Babasının dalkavuklarından birisiyle siyasi bir meseleyi müzakere etmek zorunda kalarak aklından çıkarırsa… Bir an geri dönüp körpe hanıma yalvarmayı, vaadini hatırlatmayı düşündü. Lükres küçük esirenin Sicilya’da Palo adında bir nişanlısı olduğunu, Leonora’nın bu delikanlıyı ölesiye sevdiğini biliyordu. Acaba kendisini ağabeysinin pençesinden kurtarır mı? Durakladı. Fakat bir saniye sonra bu düşüncesine de, bu düşünceyle duraklamasına da şaştı. Burada bekâret filan gibi şeylere ehemmiyet veren mi var? Lükres fazladan kahkahalarla güler, “İyi ama Leonora, bundan Palo’ya ne zarar gelecek?” diye sorar da ıstırabını büsbütün arttırır. Kızcağız bitkin bir halde odasına girdi. Kapıyı sıkıca örtüp yere diz çökerek kendisini bu felaketten kurtarması için Allah’a yalvarmaya başladı. Halbuki Allahı’n Borjiya’ların işlerine pek karışmak istemediğini de bilmiyor değildi. II Leonora çıktıktan sonra Sezar çok tecrübeli bir zampara edasıyla kız kardeşine yaklaştı. Kızı bir kraliçeymiş gibi derin bir reveransla selamladı: “Çok güzelsin Lükres,” dedi, “gözlerimi kamaştırıyorsun. Bütün İtalya’da senden daha güzel başka kadın yok.” “Saçmalama Sezar! Ne istiyorsun onu söyle.” Sezar’ı hiç sevmiyordu.

Buna sebep belki de annesinin bu şımarık oğlanı bütün diğer çocuklarından fazla sevmesiydi. Bundan başka ağabeysinin faydasız gaddarlığına akıl erdiremiyordu. İnsan gaddarlık eder, bunu bir fayda için yapar. Bu fayda hiç değil insanı keyiflendirmek olmalı. Sezar çok zaman zevk almadan da, iş olsun diye gaddarlık ediyordu. Sezar kız kardeşine demincek Leonora’ya baktığı gibi alıcı gözüyle bir müddet baktı. “Bu akşam nişanlanıyorsun,” dedi, “öğrenmek istiyorum: bu pis işe neden razı oldun?” “Babam emretti.” “Senin gibi akıllı, daha mühimi bu kadar güzel bir kız yüzünü hiç görmediği bir herifle “babam emretti” diye nişanlanır mı?” “Uzaktan gördüm.” “Yüzünü seçtin mi?” “Hayır!” “Görmedin sayılır. Herif pisin biri. Ayrıca aptal mı aptal! Gayet dindar olduğunu söylersem aptallığının derecesine anlarsın.” “Durunuz Sezar! Yoksa siz bana daha münasip bir koca mı buldunuz?” Sezar dişlerini göstererek sırıttı. Lükres’i kendisinden hiç korkmadığı için adeta seviyordu. Nitekim son metresi Madelona da kendisinden zerre kadar korkmuyordu. Herkes tir tir titrediği halde… “Dinle Lükres,” dedi, “bu evlenme babamın hayatında işlediği ender hatalardan biridir.

Senin yatağına layık başka delikanlı mı yoktu? Sen tut manastıra kapatılması lazım bir yobazı güzel Lükres’in başına musallat et!” Lükres’in güzel gözleri dalmıştı. Süratle düşünüyordu. Acaba Sezar bu işte kendisine yardım edebilir mi? At üzerinde bir an gördüğü Dük Cerubin hakkında soruşturmaları Sezar’a hak verdirecek mahiyetteydi. Kocası olacak avanakla, tığ gibi Maryo’yu bir an mukayese etti. Kölesi güzel Maryo’yu hatırlar hatırlamaz yüzü pembeleşmiş, yüreğine hafif bir baygınlık, derisine tatlı bir ürperme gelmişti. Sezar, gayet değersiz bir şeyden bahsediyor gibi: “Meraklanma meleğim,” dedi, “herifle nişanlanacaksın ama evlenmenize müsaade etmeyeceğim.” “Peki! Asıl kocam kim olacak?” “Mesela: Givanni Sforza…” “Şu Pesaro Kontu mu? Amma yaptın ha… O evli ayol! Aklımda iyi kaldıysa Urbino Düşesi’nin kocası…” “İnsanların karıları ebediyen yaşamazlar. Pesaro Kontu’nun annesi ihtiyar Papa’nın yakınlarından biridir. İşimize yarar.” “Givanni Sforza miskinin biri… Nefes almaktan aciz! Ben onu ne yapayım?” Sezar bu sözü duymazdan geldi: “Babamla konuştum,” dedi, “zihni bir kere Cerubin’e takılmış. Dert anlatamadım. Sforza işini zorlamak şimdi münasip olmazmış. Şimdi münasip değilse biz de biraz bekleriz.” “Sforza’yı koca gibi düşündükçe gülesim geliyor. Kız gibi bir şey… Kızdan da beter… Bir kırıtması, kalçalarını bir sallaması var ki insanın midesi bulanır.

” Sezar, kız kardeşinin elini tuttu, dudaklarına götürdü: “Sana sahici bir erkek lazım,” diye eğildi, “bunu biliyorum, hiç de unutmuyorum.” Hain hain güldü. Dairesine dönünce hususi kâhyası Marko’yu çağırdı: “Banyoyu yaksınlar,” dedi, “Lükres’in hizmetçilerinden bir kırmızı saçlı kız gelecek. Yatak odama yollarsın. Sonra da bizi kime rahatsız etmesin!” “Anladım efendimiz!” Marko çirkin suratını büsbütün çirkinleştiren bir hareketle dudaklarını yaladı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir