Kemal Tahir – Merhaba Sam Krasmer

Boyu uzun, omuzlan genişti. Elleri reglan, pardesüsünün ceplerinde geniş geniş adımlarla yürümesi en vesveseli insanlara bile güven verirdi. Bahçe kapısının çıngırak sesine çıkan uşağa yaklaştı. Sağ elini cebinden çıkan polis rozetini gösterdi: — Müfettiş Asley, dedi, sayın Lord Kallebriç’ten özür dilerim. Kendileriyle derhal ve mutlaka görüşmek zorundayım. İhtiyar uşak: — Buyurun bay müfettiş, diye yol verdi, haber vereyim efendim. Müfettiş Asley -Hakikatte salon hırsızı Peter Landi- bekleme salonuna girince şık pardesüsünü ve kenarlı şapkasını çıkardı. Lord Kallebriç, bir Skotland – Yard müfettişinin kendisiyle ne görüşeceğini merak etmişti. Ziyaretçiyi fazla bekletmedi. Lord görününce Peter Landi saygıyla eğildi: — Özür dileriz Lord hazretleri dedi, bir meseleye Peter Landinin adı kanştı mı işi ciddi tutmak zorundayız da… — Peter Landi mi? Şu, gazetelerin “Kibar hırsız” dedikleri haydut mu? — Tamam. Peter Landi bahis konusu olduğundan ben bizzat geldim. İhbar belki doğru değildir ama biz işimizi sağlam tutalım. Sarayda verilecek baloya giderken sayın Leydi aile elmaslarınızdan Viking gerdanlığını takacak mı? Bu sebeple gerdanlığı Morgan bankasındaki kasamızdan aldınız mı? — Aldım, evet… -Lord biraz düşündü, suratı değişti: İyi ama siz bunu nasıl öğrendiniz? — Şu halde bizzat gelmekle iyi etmişim. -Peter Landi eli çenesinde bir zaman halının nakışlarına daldı: Aldığımız ihbara göre bu akşam burada bir toplantınız varmış. Landi, gerdanlığı bu toplantıdan faydalanarak aşıracakmış.


izin verirseniz Skotland-Yard’a telefon edelim, şimdiden buraya üç memur yollasınlar. Müsaade buyurursanız ben de kalayım. Lord cevap vermeden zile bastı. İçeri giren ihtiyar uşağa telefon ederek üç memur istemesini söyledi. Uşak çıkınca Peter Landi: — Gerdanlık buradaki kasanızda bulunuyor değil mi? Diye sordu. — Evet… — İhtiyaten bir kere baksak… — Ne diyorsunuz? Eğer bu haydut… Eğer… Lord böyle söyliyerek ara kapıdan çalışma odasına geçti. Peter Landi arkasından girip kapıyı örttü. Kasa bütün benzerleri gibi duvarda ve bir tablonun arkasındaydı. Lord Kallebriç tabloyu yana itti, kasanın şifreli kilidini hemen çevirdi, açtı: — Çok şükür gerdanlık burada, dedi, İşte bakın! — Bir dakika Lord hazretleri… Peter Landi böyle demesiyle seksen beş kiloluk vücudunun meşhur sağ yumruğunu Lord hazretlerinin çenesine yerleştirmişti. Lord hazretleri gık diyemeden yere serildi. Peter Landi gülümseyerek gerdanlığı iç cebine yerleştirdi. Hiç telaş etmeden odadan çıktı. Holde karşılaştığı ihtiyar uşak: — Telefon ettim efendim, dedi, memurlar hemen yola çıktılar. Peter Landi, pardesüsünü tutması için uşağa uzattı: — Mükemmeli diye gülümsedi, bir soygun ihtimalinden şüpheleniyoruz. Her şeyi polisten beklemek doğru olmaz.

Siz de gözünüzü açın dostum. Ben burada bulunacağım. Şüpheli bir şey görürseniz hemen bana haber verirsiniz. — Hay hay efendim, elbette efendim… Kibar hırsız Peter Landi geldiği kadar sakin, şatonun büyük bahçesini geçti, kapıdan çıktı. Sağ tarafa bıraktığı otomobiline doğru gitti. Açmak için kapının sapını tuttuğu zaman bu işi gayet kolay başardığını keyifle düşünüyordu. Peter Landi’nin hayatında son düşüncesi ve son keyfi bu oldu. Namlusuna susturucu takılmış bir tabancadan çıkan tek kurşun arkadan kalbine saplandı. Dünyanın en namlı haydutlarının fink attıkları Londra’nın Soho batakhanelerinde Peter Landi’nin ne mal olduğunu bilmeyen yoktu. Kibar hırsızlığının yanı sıra, en az bu hüneri kadar sezgisi çevikliği, silahını hızla çekip kurşunu hedefe nişan almadan yapıştırması da nam salmıştı. Bu sebeple Soho kralı Peter Landi’nin hakkından gelmek için onu böyle sırtından kahpece vurmak lazımdı. Peter Landi’yi öldüren adamın bunu gayet iyi bildiği anlaşılıyordu. İKİNCİ KISIM — Ben bunu bir türlü kapatamıyorum da, sen deminden beri şey gibi… bakıyorsun. — Ne gibi… — Sam saçmalama, hayvan gibi tabii… — Bakmayayım da ne yapayım? — Yardım et… — Yardım kolay… Yalnız bir nokta var: Bilirsin ya meraklı herifim. Aklim bir şeye ermedi mi iç yüzünü öğrenmeden, sırrını çözmeden yapamam.

Biz bu Paris şehrine beş tane büyük bavulla geldik. Beşinin ağızları da kolayca kapanıyordu. Fazladan benim tam yedi kat elbisem de içlerindeydi. Burada geçirdiğimiz birkaç aylık dinlenme devresi sırasında bazı münasebetsiz vakalar yüzünden ben yedi kat elbisemden dört katını berbat ettim. Bunları sen kendin çöp tenekesine attın. Şimdi bizim bavulların sayısı sekize çıkmış. Hele şu son aldığın pis san renkli domuz derisine bütün öteki bavullar sığar. Bakıyorum, çekmecelerde daha birkaç bavulluk öteberi duruyor. Ben berbat olan elbiselerimin yerine yenilerini de kaptırmadım. Sen bu sim çözmeme yardım et, ben de senin bavullarını bağlamana yardım edeyim. — Saçmalıyorsun Sam, Paris’in göbeğinde çmlçıplak gezemezdim ya… Sarı bavulu yeni elbiselerim için aldım. — Kaça? — Bavul mu? — Hayır elbiseler… — Ne bileyim? Daha faturalarını yollamadılar ki… — Mükemmel… Öyle ya… Bir şeyin fiyatı faturası ödenmeden nasıl bilinebilirmiş? — Uzattın ama… Buna düpedüz hainlik derler. Sen eskiden bana verdiğin sözleri hep tutardın. — Şimdi söz mü verdimdi? — Bu iş yardımla olmaz. Birkaç bavul daha alacağız.

— Sen kuvvetlisin Sam, bir davransan… — İşte davranıyorum… Dostlarının kısaca Sam, gangsterlerin kısaca Hafiye, polislerinse kısaca Gangster dedikleri Gangster-hafiye Sam Krasmer üç tane büyücek bavul ısmarlamak için telefonu açacağı sırada kapı vuruldu. Sam Krasmer, güzel arkadaşı Sarı bomba Salli’nin şahane vücudunda hiçbir gizli yeri saklamayan naylon sabahlığına bakarak öylece durmuştu. Salli kıyafetini zerre kadar umursamadan: — Gel: diye bağırdı. Salli’yi bu kılıkta görmeye alışık olduğu şaşırmamasından belli küçük garson: — Size bir telgraf var Mister Krasmer, dedi, Londra’dan bir telgraf. Salli merakla yaklaştı: — Kimden olabilir şekerim? — Soluk versen de açıp baksam… Sam telgrafı açtı, yüksek sesle okudu: “Gırtlağıma kadar beladayım -Stop- Size ihtiyacım var. -Stop- Salı günü beşte geliyorum. -Dalı” Küçük garson etraftaki perişanlığa dalmıştı: — Size yardım edebilir miyim Mis Salli, diye sordu, bavullarınızı hazırlamak için… Sam Krasmer: — Mersi, diye araya girdi, daha birkaç bavul almak için telefon edecektim ama, zannederim şimdilik ihtiyaç kalmadı. Siz lütfen bana viski getirin. Soda istemez. Buz elverir. — Şu halde kalıyor musunuz Mister Krasmer? Oh ne mutlu bize… — Tut şunu da kaybol köpoğlusu… Sam Krasmer, adeti olduğu üzere dörde katladığı banknotu baş parmağıyla işaret parmağı arasına sıkıştırıp kurşun gibi atmıştı. Buna çoktan alışmış olan Fransız garson parayı havadan kaptı, saniyesinde kayboldu. Salli bavulu bırakmış doğrulmuştu. Yumruklarını kalçalarında, sarı saçlarından bir tutamı gözlerinin üstüne düşmüş… Kavgaya hazır ki, olursa o kadar olur… — Bu nedir kuzum? Diye çıkıştı, ne zaman bir yerde canım sıkılsa, yola çıkmaya hazırlansam, gider bir ceset keşfedersin. Keşfettiğin bir şey değili kendini belaya kapıp koyuverirsin.

Demine kadar “Oh demiştim, ne ceset, ne bir şey… Bu sefer biz pürüz çıkmadan Portekizlin yolunu tutuyoruz.” Apansız kapı vuruluyor. Dak’tan telgraf… Yok belaya batmışmış… Yok bize ihtiyacı varmış… Yani biz bu Paristen hiç mi kurtulamayacağız? — Dur telaşlanma ruhum? Ben arsız oğlanı mahsustan savdım. Dakli beklemek enayilik olur. Basar gideriz. Ne hali varsa görsün… Salli numarayı yutmadı. — Sen onu affetmişsin, diye çıkıştı, sen kalleşlik etsen ben kalırım. Benim şikayetim Daklian değil, kendi kara bahtımdan… Yani senden… — Gevezelenme de şu süprüntüleri bir yere tık, kendin de sırtına bir şeyler geçir. Dak nerdeyse gelecek… Bugün Salı, bak saat de beşe beş var… Garson oğlan viskiyi getirdiği zaman saat beşe iki vardı. Tam beşte kapı açıldı. Dak, suratı asık, fakat sakin içeri girdi. Salli’yi yanaklarından öptü, sıkması için elini Sam’a uzattıktan sonra kendini bir koltuğa attı. — Yola mı çıkıyorsunuz yoksa? Diye sordu. Salli ümitle cevap verdi: — Evet, Portekiz’e gidiyorduk. — Öyleyse boş yere geldim.

Sam, suratını buruşturdu: — Numara istemem. Viski nasıl olsun? Sodalı mı, buzlu mu? — Buzlu tabii… icat mı çıkarıyorsun? — İşte buyur. Zıkkımlan da meseleyi anlat… Kim bilir ne saçma şeydir. Yoksa lngilizlere hususi hafiyeliğini yutturamadın mı? Sakın idarehane top atmış olmasın? — Sen onu affetmişsin. İdarehane top gibi… İngilizler kapımı aşındırıyorlar. Benim derdim bu sefer bir başka dert oğlum, belaya gömüldüm ki, temelli… Hem de kimin yüzünden bil bakalım, Peter Landi’nin yüzünden. — Hangi Peter Landi? Şu kibar hırsız… Hani evvelki gün kuyruğu titreten yiğit… — Tamam… Sırıtma… Hangi Peter Landi olduğunu bilmek hüner değil. Bu dünyada bir tane Peter Landi vardı. Şu anda tanışmamış olmak için ikiyüz elli sterling vermeye hazır olduğum Peter Landi… — Demek tanışıyordunuz? — Keyfimden değili meslek zorundan… Ben bir sigorta kumpanyasının hususi hafiyeliğini yapıyordum. Bir elmas hırsızlığı sebebiyle münasebete girmek zorunda kaldım. — Hırsızı yakalayamadığından değil mi? insan bunu söylemeye utanır. — Lâkin iyi oğlandı neme lazım, mertti. Sözüne güvenebilirdin. — Ağıt yakmaktan vazgeç de meseleye gelelim. Herif ölünce sen neden gırtlağına kadar belaya gömülüyorsun? — Vasiyetini icraya ben memurum da ondan… — Neyini icraya? Anlayamadım.

— Vasiyetnamesini… — Vay canına! Bizim takım giderek Site bankerlerine dönmüş desene… Peki veresesi kim? Herhalde gayet güzel bir kadındır. — Bilemedin fesat herif, on iki yaşında sevimli bir oğlancık… — Annesi? — Çoktan ölmüş… Salli; — Zavallı yavmcak! Diye inledi. Dak, bu iniltiyle Sam Krasmer’in yardımını yaradan fazla kazandığına emin olduğu için biraz ferahlamıştı. Sam büsbütün somurttu: — Bu Peter Landi denen herif Londra’nın bunca hukuk adamları içinde vasiyetnamesinin tatbikini neden sana bırakıyor? Servetini alnının teriyle kazandığından mı? — Sen halt etmişsin… Benim firmam dünyanın en namuslu… — Malum malum… Şimdi işimize bakalım: Buraya kadar anlattıklarında ben bela filan görmedim. — Dinle oğlum, sekiz gün oluyor, Peter Landi’den bir mektup aldım. Eğer ilişik çek olmasa “Benimle eğleniyor” diyerek yırtıp sepete atardım. Lâkin beş yüz İngiliz liralık bir çekle hiçbir zaman alay olmaz. Peter mektubunda Cerri adında bir oğlu olduğunu, oğlanın Fransa’da bir yatılı mektepte okuduğunu yazıyor, başına bir hal gelirse bu oğlana vasilik etmemi benden istiyordu. Başına bir hal gelir gelmez ben gidip Graziyella adındaki metresini bulacakmışım. Kadın bana bir parola verecekmiş. Ben bu parolanın ilk kelimesine bir 4 rakamı ekleyince meselenin içyüzü meydana çıkacakmış. Oraya doların yarısıyla gidecekmişim. — Doların nesiyle? — Mektubun içinde yırtılmış bir doların yarısı vardı. Onu götüreceğim de lokantacı kendindeki diğer yarısıyla karşılaştıracak, bana güvenecek… — Korsan masalları gibi desene… — Ne masalı olduğunu bilmem. Lokantacı bana çekmeceyi teslim edecek… içindeki servetin beş bin sterlingi Graziyella’nın, bin beş yüzü benim, üst yanı oğlanın… Tahsil masrafından arta kalan miktar on iki yaşında oğlana verilecek… — Kısa kes be adam… Gittin Graziyella denilen kadına, meseleyi anlattın.

Sana ne dedi? — Ne diyebilirmiş? Ölüler ne zamandan beri insanlara bir şey diyebiliyorlar? — Ölüler mi? Anlayamadım. — Karıyı bitirmişler Sam, karıyı kıyma kıyma doğramışlar. Ben bu dünyada saçımın teli kadar leş görmüşüm. Böylesini hiç mi hiç görmedim. Karıya bir işkence etmişler ki, ben işkence diye işte buna derim. Odanın halini görsen büsbütün aklin durur. Odada sağlam hiçbir şey kalmamış, odayı santimetre santimetre didiklemişler. — Vay canına! İş biraz ciddileşiyor. — Biraz öyle mi? Aşk olsun Sam… — Peki Skotland-Yard bu işe ne dedi? — O kadar uğraştım, bu cinayeti Peter Landi işiyle bağlamadılar. — Mektubu gösterseydin ya… — Hiç olur mu Sam? O zaman meslek sırrımız nerde kalır? Demin ben ne dedim? Benim firmam dünyanın en namuslu… — Geç efendim… Meselemize gelelim… Bela ki sahiden bela… Parolayı bilmeyince… — Yahu parola filan benim umurumda mı? Ben canımın kaygısına düşmüşüm. — Neden canının kaygısına düşüyorsun sipsivri? — Peter’i hakladılar, metresini doğradılar. Bunlar ne arıyorlar? Herifin servetini… Herifin Karun kadar zengin olduğunu dünya alem biliyor. Ben kırk sekiz saatten beri takip altındayım gözünü aç… Ben kırk sekiz saatten beri kan kusuyorum. Haydutlar, kan bana parolayı söyledi sanıyorlar. Yani şıp diye ölmek canıma minnet ama işkenceyi ne yapalım? Söyle kurtul diyeceksin, bilmediğim şeyi nasıl söyler de kurtulurum? — Sahi Dalı.

Haklısın, tosunum. Bunlar hep doğru düşünceler. Aferin. — Yahu bu vicdansız bizimle eğleniyor kızım Salli, bu vicdansız… — Kim bu herifler? Peşine düşenleri sordum. — Birinciye Corc Vosley… — Şu asker kaçağı kerata mı? Fena… Anasından katil doğmuş hergelenin biridir. Fazladan dört beş işten ötürü dört beş kere gıyaben idama mahkum edilmiştir. Çoktan beride bedava yaşadığından herife her şey vız gelir. Hiç bakmaz öldürür. Lâkin Dak, Vosley bu çapta bir işi, kendi başına kuracak, yürütecek adam değildir. Arkasında kim var acaba? Salli kendisinden gayet emin cevap verdi: — Kim olursa olsun Sam, sana saldırmaya cesaret edemezler. Tam bu sırada kapı vuruldu

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir