Kemal Tahir – Namuscular, Malatya Cezaevi Notları

Mazmanoğlu Hacı Aptullah bir haftadan beri, yani on iki yıl ağır hapis cezasının üç ay kaldığını anladığı günden beri, yerinde duramıyordu. Mahpus damında mahpus milleti aklını sıçratıp sayı saymayı unutarak ayı günü birbirine karıştırmadıkça bin yıl cezası olsa kaçını yattığı, çıkmaya kaç gün kaldığını hüve hüvesine bilir, bilmekten başka apansız sorulsa, hiç duraklamadan aynen askeriye usulü hazır ola gelerek tekmilini verip savuşur. Mazmanoğlu Hacı Aptullah o sabah da rahat uyanmış, gerinmiş, esnemiş bir cigara yakıp bu günü sayarak ne kadar ceza kaldığını, her günkü gibi hesaba vurunca apansız tam üç ay cezası kaldığını anlayarak “hıh” diyerekten sol dirseğine dayanıp kalkınmıştı. “Ceza üç aya … Hey koca Tanrı ne demektir bu? Cezayı biz tepelemişiz yahu! On iki yılı on iki başlı yılan ejderhası gibi tepeleyip savuşmuşuz koca Tanrının desteğiyle … Oh ki gücüne kuvvetine kurban olduğum koca Tanrı … ” lşte davranış o davranış! Yatağı dirsekleyip yekinme o yekinme! O gün bu gündür uyku muyku, yeme içme, gülüp eğlenme hatta adam gibi öfkelenip ağız tadıyla dalaşma hak getire … Her bir işin yarısında, “Aman üç aydan gün aldık. Ya nedir koca Tanrı … Biz bu on iki yılı sakın çiğnedik geçtik mi sayende gırtlağından kavrayıp yere 9 çaldık mı?” diye elini bir zaman dizlerine, bir zaman yanagına vuruyordu. Yeni huylar peydahlamıştı ki, mahpus milletini şaşırtan huylar peydahlamıştı. Dama oynarken oyunu yanda bırakıp, hemi de tam şu kadar taş kıraraktan damaya çıkacağı yerde bırakıp, “Of of nedir hey Allah!” diye sıçrayıp kalkmalar peydahlamıştı ki o sıra mendili kafasına yetiştirmese yarım metrelik yazma mendil suya sokulmuş gibi terden ıpıslak kesilmekteydi. Sazı çalarken, “Vay ki vay! Bizim saz maz nemize ey ihvanlar!” demesiyle fukara sazı duvara dayarken kırayazıp elleıi apış arasında inileyerek iki büklüm savuşuyordu. Voltaya düşmüştü. 11- leki herkes yattıktan sonra aralık voltalanna düşmüştü ki fırt fırt gidip gelmesinden koğuşlar uykuyu yitirmişlerdi. Voltalan başkaca gitgide kısaltıyor, dört adıma belki de üç adıma indiıip durduğu yerde topaç gibi dönüyordu. “Nedir?” diyenlere karşılıgı, “Yanıma bir namussuz gelip koşulmasın diyerektir emmi!” deyip fırt diye dönüyor, başını biraz sallayarak voltayı bıraktığı yerden kapıyordu. Aslında yemekten içmekten de kesilmişti. Yemeğin ortasında iştahı baltalanmış gibi kopuyor, bir lokmadan önce, iki saat içli köfte yesem doymazım sanırken. ikinci lokmayı bir türlü yutamıyor, ne yapacağını şaşırarak ağzında dolandırırken kusası geliyordu.


Lokma şurda kalsın, bir bardak suyu bile anık agız tadıyla içerek yürek yanıklığını söndüremez olmuştu. Bardağın tam yarısında şap aklına eve göndereceği haber geldi mi, suyu muyu bırakıp selamlık kapısına koşuyor, geceyse voltayı ele alıp sabaha kadar hışır hışır fırlanıyordu. Hasılı Mazmanoğlu Hacı Aptullah Bozo, on iki yıl cezanın üç ay kaldıgını anladığı günden beri, Malatya Cezaevi’nde anasını yitirmiş kuzuya dönmüştü. Sabahın erkeninde canını koğuşlardan cümle kapısı tarafına atıyor, her söze karışırım sanıp, “ha hi” diyerekten şuradan şuraya seğirtip kasabadan haber soraraktan 10 debeleniyordu. Bu zamana gelinceye kadar saygılı mahpuslardan iken, bir aydan beri önce gardiyanların, sonra da meydancılann, daha sonra müdüriyet kısmında cümle kapısının iki yanında bulunan kanlar koguşuyla çocuklar koguşunun maskarası olmuştu. Mahpushanede olup bitenlerle bütün ilişkisini tamamıyle kesmiş gibiydi. Eskiden pire zıplasa seğirtip sonuna kadar ilgilenen herif yanında adam kesseler dönüp bakmıyor, bu sıra pencereden bir karga karaltısı geçse, “Nedir ola?” diye seğirtiyordu. Önce dışarı çıkması yaklaştı, bunca yıldır nice nice bilmediği dalgalar olmuştur, ilgileniyor ki çoluk çocuk maskarası haline gelmesin, sandılar. Fabrikanın “Sı:ımerbank Malatya Bez Fabrikası” “zagonu”, işletmede “Devlet Demiryollan Beşinci işletmesi” olup bitenler, başkaca gerek fabrika gerek işletme sebebiyle Malatya’ya gelip yerleşen yabanların şehir yaşayışında meydana getirdikleri değişmeleri de gayet merak ediyordu. Bir aralık mahpushane bakkalı Abo’dan bir küçük defter alıp aklına gelen adları alt alta yazdırır olmuştu. Çıkacağı gün çıkma alayına gelecek dostların, ahbapların, tanışların listesiydi bu … Faytonlarla, tam çalgıcılarla gelip alacaklardı elbette kendisini … Ölüsü çıkmıyordu ya resmen dirisi çıkıyordu. Düşmanlar kına yaksın kına … Yıkılası şu Malatya’nın gökleri gümbür gümbür gümülemeyince … Çarşılarda esnaf, arastalarda ustalar çıraklar, “Nedir yahu? Hitler mi bastı?” diye işi bırakıp uğramayınca … Bir zaman giyim kuşam mesele oldu. Ağabeysi lbrahim Efendi terzi yollamıştı ki ölçüyü alsın da tahliye gününe giyimi değiştirsin! Vay ki Hacı Aptullah kudurdu. Yahu bu dışardakilerde hiç mi akıl kalmamıştır, hepsini şeytan mı yelledi bunlardaki aklın! Hele ki şimdiye kadar bütün Malatyalının akıllı bildiği Kahveci lbrahim Efendi … Vah ki vah, yahu, biz on iki yıl mahpus yattıktan sonra nasıl bir teres olmalıyız ki pantol giymeliyiz, bacakların mızda kıçtan cepli pantol! Ya biz dama düşmeden kıçtan cepli pantolonlulara Malatyamızın sokaklarını dar etmedik miydi? Bizim mahpuslara düşmemizin bir ucu da ağı yere sürünen Antep şalvarı giyerekten efelenme belasından değil midir? Ne olacak şimdicik? Biz demek boşuna mı yattık Koca Reis’in sırtımıza sardığı on iki yılları … On iki yıllan ki nice nice ciğeri Rus parasıyla kapik etmez herif, altıda bir yatıp asrilere giderek her bir yıla dört buçuk ay yataraktan on iki yılı dört buçuk yılda bitirip gelmedi miydi? Bir hafta kadar Mazmanoğlu Hacı lbrahim’le anası Karı beyin bağırışmalan duyuldu, mahpus damı, bir hafta kadar da bununla gönül eğledi. Kıçtan cepli pantol işine Bozo hiç yanaşmayacağa benziyor, “Çıkmayınca ne lazım gelir Karı bey … Senin lbrahim efendi oğlun öyle mi bellemekte ya hiç çıkmayınca!” diye bağırıyordu.

Bağırırken sol elinin şahadet parmağını tavana dikip sağ elinin şahadet parmağını yere uzatarak bir ayağı önde öteki arkada enikonu Karı beye hamle edecek gibi dikeliyordu. Bereket Karı bey -anası- böyle kuru gürültülere pabuç bırakmaz yiğit Osmanlı karılarındandı. Doğuştan sağırmış da hiçbir şey duymuyormuş gibi pencereden dışarıya bakarak öylece oturuyordu. Sonunda dikkat edenler Bozo’nun dışarda olup bitenlerle de gerçekten ilgilenmediğini anladılar. Kendisini bir içeri işlerine, bir dışarı işlerine atması şaşkınlığındandı. Uzun zaman mahpusta yatanlann çıkar ayak böyle bir şaşkınlığa düştükleri çok görülmüştü. Bunun çaresi görmezden anlamazdan gelmek, umursamadığını da belli etmeden aldırmamaktı. lşte bu gün, mahpus damları için her namussuz günlerden sayılan mayıs ortasının bahar günü, Mazmanoğlu Hacı Aptullah bir başgardiyan odasına gidip boş duvarlara, boş sokağa bakıyor; bir dışarı çıkıp iskemlede uyuklayan Çerkez gardiyan Murat efendiyi dikkatle seyrediyordu. Rastlantıya bakmalı ki kapıdaki I2 jandarma nöbetçisi Mahmut Karafırtına da, tüfeğini iki eliyle kavramış sırtını duvara dayayıp çoktan uykuya dalmıştı. “Yahu nedir? Dam boşalsa bunlar … Yahu şuna jandarma diyenin … Yahu Abu olacak pezevenk ya nerede? Bakkal bakkallıgını bilip dükkanını sabah sabah açmaz mı? Tuh yüzüne dürzü! n Bozo bir an içeri girip tahsildar Vahap efendiyle dama oynamayı geçirdi aklından … Sonra taşları bulmak, dizmek, oynamaya başlamak. Vermek almak. Çok ağır bir işmiş gibi geldi kendisine … Ayak sesine başını kaldırdı. Hemen fırlayıp pencere demirlerini tuttu: – Hey Zemzem hatunun Dümtek!. Bu nedir oglum! Sabah sabah selamsızdan mı? Ya biz hurda ölmüş müyüz? Zemzem hatunun Dümtek dalgındı. Sarsılarak durakladı.

Sanki ses gökyüzünden gelmiş gibi önce yukarlara baktı, sonra daracık sokakta değilmiş de Malatya ovasındaymış gibi elini alnına siper ederek çevresini gözden geçirdi… – Kimsin? Sesini alamadım koçum! – Yahu ben Kan beyin Bozo değil miyim anan öle … Ben on iki yıldır mahpus damında degil miyim? – Vay Bozo! Vay ki Karı beyin akıllı Bozo … Demek sen on iki yıldır böylece burada mahpus damında … Oh ne yaman! Yahu Bozo oglum, vaktiyle ruh gibi ahbabın Mehmet’i bıçaklayıp buraya gelirken, “Hadi düş bakalım önüme” diyerekten bizi alıp gelmek yok muydu? – Höst… Koca Tann göstermesin, bugün bu nasıl bir söz? – Dört yüz dirhem bir söz. Şundan ki bak bakalım, kelleyi kulağı şişirip suratını kıpkızıl kana kesmişsin! Beni şurdan görüp bildigine göre gözün görmekte, sesleyip dogru yolumdan çevirdigine göre solugun fırtına gibi esmekte … Bunlar hep mahpuslugun debdebesi. Ya benim gözüm bulanmış, sesim sulanI? mış, dizlerim tutmazlanmış, neden? Dışarı mahpusluğunun debdebesinden. Yak bakalım bir cigara akılsız Bozo. Vaktiyle bilmeden bir iş tuttun … Meğerse Kan bey seni Kadir gecesinde doğurmuş … Postu kurtardın. – Kurtardım mı? Yahu on iki yıl mahpusluk ne demektir? – Aklımda yanlış kalmadıysa Bozo yavrum, sen askere gitmeden geldin girdin buraya … On iki yıl mahpusluk ne demektir diye soru dedin değil mi? Bilmediğinden dedin! Bilmedin çünkü sürünmedin, mahpushane penceresinde sırıtarak yaşadın … Adam öldürme suçu işlemeyeydin, ele geçeydin birinci askerliğin iki yılından sonra ikinci askerliğe götürürlerdi. Dört yıl gezinirdin ki ayağın kuru, sının kaputlu gezinirdin. Gezinirken bencileyin az biraz dişlerin dökülür, ciğerlerin sökülürdü, dizlerin tutmazdı. Gözünün feri söner suraun işkembeye dönerdi. Höst. Bende laf buraya kadardır. Mahpus damının penceresinde durup gelene geçene haykırdıgına göre derdin olmalı. Doğru yoluna gideni sesleyip çevirmek dertli adam işi değil. Dileğin nedir anlayalım. – Çevirmemizin nedeni Dümtek kardaşım, ne var ne yok? Çarşılarda arastalarda yaramaz bir.

iş … ya da hayırlı bir iş … – Oğlum Bozo … Siz burada kapalısınız! Sizin zagon bizim dışarının zagonunu tutmaz. Bakarsın bizim hayırlı dediğimiz size hayırsız gelir. lyidir gidişatlanmız diyeyim de sen anla … Hüvesi hüvesine bırakıp geldiğin gibidir. Hani bir mübarek Cumhuriyet bayramı gecesi durduğun yerde ruh gibi ahbabın fukara Mehmet’i vurup öldürüp geldiğin ferahlı günlerde olduğu gibidir. Hadi kal sağlıkla … Çarşıdan bir isteğin var mı? Akşam dönerken bırakırım! Unutmazsam! Unutmaya da unuturum; çünkü senin derdin birdir, benimki yüz … Belki de iki yüz … Eyvallah koçum! Kan beyin getirdiği çorbayı kaşıkla da koca Tanrıya dua et! Mahpusluk gibi keyfi ele geçirmişsin! Biz dışarda yaşaI4 maktayız ki vay görürsün nasıl yaşamaktayız! Zemzem hatunun Dümtek az biraz kafa sallayarak dahası belli belirsiz titreyerek geçti gitti. Mazmanoglu Hacı Aptullah, kısacası Bozo, bir zaman cigarayı derin derin nefesledi; şu namussuz Dümtek tam da geçecek sırayı bulmuş, keyfini kaçırmıştı. “Ulan desem, herif görmedi, ya da görmezden geldi. Sen buradan ne demeye seslenirsin de sabah sabah … ” Birden irkildi. “Yahu nerenin sabah sabah! Bir sabah sabah bellemişiz! Ulan mahpusluk! Allah belanı vere mahpusluk! Yedin bizi mahpusluk! Güneş kuşlugu çıktı, nerdeyse ögle çizgisini tutacak. Dur oglum! Ya bu Dümtek pezevengi bu zaman nereden ugradı? Vay başıma! Yahu olur mu? Aman sakın genelevlerde geceledi de bu namussuz, bize sabah sabah … Bırak sabah sabahı, derbeder Bozo … Cenabete çattın ve de boyunca belaya banın! Aman Topal Sefer nerededir yahu! . ” Birden hoplayıp kapıya döndü: – Sefer! Bire Sefer! Topal aga … Yetiş aman! Sefer’in topallıgı sol ayagında idi. Sıkı basamadıgından gövdesini her adımda savurup harmanlayarak dolaşırdı… – Buyur Aptullah aga … Yettim! – Oglum Sefer… Amanı bilir misin! Namussuza ugradım, Türkçesi resmen cenabete ugradım. Yahu biz sabah sabah … Töbe … Sabah sabah nereden çektik getirdik bu gün biz … Bak bakalım yigit Sefer, hamamcılar da sıcak su kalmış mı? – Kalmışsa? – Kap bir teneke çıkar yukarı … Cenabete ugradık. Dökülüp temizleyelim de bugün işimiz akşama kadar ugursuz gitmesin! Ters gitmesin! Sefer pek bir şey anlayamadı ama, “Hay hay” deyip savuştu. – Hey hey hey, dedim yahu Battal aga! Nereden nereye? Vay IS ben demem mi teyzeme! Bu herif azdı, yulannı toparlamadın mı yandın demem mi?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir