Lee Child – Körebe

İnsanlar bilginin güç olduğunu söylerler Ne kadar çok bilirsen, o kadar güçlüsündüı: Lolo çekilişinde hangi numaraların kazanacağım bildiğinizi düşünebiliy or musunuz? Hem de hepsini! Ta hmin etmedeniz, rüyanızda görmediniz, sadece biliy orsunuz. Ne yapardınız? Hemen gidip bir kupon do/dururdunuz. Kazanacağım bildiğiniz numaraları işaret/erdiniz. Sonra da kazanırdınız. Aynı şey borsa için de geçerlidir Hangi hisselerin yükselişe geçeceğini bildiğinizi düşünebiliyor musunuz? Bir his ya da tahminden söz etmiyorum. Trendler, yüzde takipleri, duyumlar ya da tüyolardan da bahsetmiyorum. Bilgiden bahsediyorum. Gerçek ve tam bilgi. Tüm bunları bildiğinizi düşünebiliyor musunuz? Ne yapardınız? Borsacınızı arardınız. Hisseleri alırdınız. Sonra satardınız ve zengin olurdunuz. Aynı şey basketbol, at yarışları ya da aklınıza gelen daha pek çok şey için de geçerlidir Futbol, hokey, gelecek yılın Dünya Kupaları ve diğer tüm spor dalları için de. Geleceği tahmin edebilseniz, evinizde oturur ve gül gibi bir hayat sürerdiniz. So rgusuz sualsiz. Aynı şey Oscar ödülleri, Nobel Ödülü ve hatta yılın ilk kar yağışını bilmek için de geçerli olurdu.


Her şeyi bilirdiniz. Aynı şey insanları öldürmek için de geçerli olurdu. İnsanları öldürmek istediğinizi düşünün. Önceden nasıl yapacağınızı bilirdiniz. Aslında bu nispeten kolay kısmı. Çünkü birini öldürmenin pek çok yolu var Bazıları diğerlerinden daha iyi, o kadar Pek çoğunun kendince zorlukları var Sahip olduğunuz bilgiyle yepyeni bir yöntem geliştirdiğinizi düşünün. Düşünüyorsunuz, düşünüyorsunuz ve düşünüyorsunuz. Sonunda kusursuz bir yöntem buluyorsunuz. Planı hazırlamak için çok dikkatli da vranırsınız. Çünkü kusursuz yöntem, kolay bir yöntem değildir Dikkatli hazırlık çok önemlidir Fakat bu işler sizin için çerez gibidir Dikkatli hazırlık konusunda hiçbir sıkıntınız yoktur. O kadar zeki olduktan sonra dikkatli hazırlık yapmakta güçlük çekmek de ne demektir? O kadar eğitimden sonra zorlanmak da nedir? Planınızı uyguladıktan sonra büyük sorunlar yaşanacağını da bilirsiniz. Bütün bu sorunlardan nasıl kaçacaksınız? Tabii ki bilginizi kullanarak. Polislerin nasıl çalıştığını pek çok insandan dahafazla ve daha iyi biliyorsunuz. Onları defalarca görev başında gördünüz, hatta çok yakınlarına gittiniz. Ne aradıklarını biliyorsunuz.

O halde onların arayacakları hiçbir şeyi geride bırakmayacaksınız. Bütün bunları aklınızdan geçiriyorsunuz, tüm detayları ve kurguyu dikkatlice aklınıza kazıyorsunuz. Tıpkı /oto çekiliş kuponunu, kazanan kupon olacağını bilerek dikkatlice doldurduğunuz gibi. İnsanlar, bilginin güç olduğunu söylerler Ne kadar çok bilirsen, o kadar güçlüsündür Bu da seni dünyanın en güçlü insanı yapar. Konu insanları öldürmek olduğunda da bilgi güçtür Öldürdükten sonra ortadan kaybolmak olduğunda da. Hayat kararlar, hükümler ve tahminlerle doludur. Bir süre sonra hepsine o kadar alışırsın ki ihtiyacın olmasa da karar alma, hükümde bulunma ya da tahmin etme eğiliminde olursun. Ya şöyle olsaydı, dersin ve senin olmayan bir sorun gerçekte senin sorunun olsa nasıl davranacağını düşünürsün. Bu, alışkanlık haline gelir. Bu alışkanlık Jack Reacher’da da fazlasıyla kendini göstermekteydi. Bu yüzden bir restoran masasında tek başına oturmuş, birkaç metre ötesindeki iki adamın sırtına bakıp onları uyarmalı mı yoksa gidip ikisinin de kollarını mı kırmalı diye düşünüyordu. Hepsi bir dinamik sorusuydu aslında. En başından şehrin dinamikleri, Tribeca’da Reacher’ın oturduğu gibi bir İ talyan restoranı açıldığında bomboş mu kalacak yoksa New York Times ‘tan bir adam ya da Observer ‘dan bir köşe yazarı iki gece üst üste ünlüleri bu mekanda gördüğünü yazacak da mekan tıklım tıklım mı olacak üzerine kuruluydu. Fakat henüz iki seçenek de hayata geçmemişti ve restoran kalabalık değildi. Bu da, gece geç saatlere kadar ofiste çalışması gereken kız arkadaşının evine yakın bir yerde akşam yemeği yemek isteyen yalnız bir adam için mükemmel bir seçimdi.

Şehrin dinamikleri vardı. Bu dinamikler Reacher’ın o restorana gitmesini kaçınılmaz kılmıştı. Aynı dinamikler, Reacher’m izlediği iki adamın da orada olmasını kaçınılmaz kılmıştı. Çünkü şehrin dinamikleri, bu reklam olmaya aday restoranın, fedailerinin beyzbol sopaları ve balta sapları ile darmadağın etmemesi için herhafta üç yüz dolar isteyen biri tarafından er ya da geç ziyaret edileceğinin sinyallerini veriyordu. Reacher’ın izlediği iki adam bara yakm bir yerde dikiliyor ve restoran sahibi ile kısık sesle konuşuyorlardı. Bar, restoranın bir köşesinde sembolik olarak tasarlanmıştı. Köşede, yaklaşık iki metre uzunluğunda, üçgen şeklinde yapılmıştı. Gerçek bir bar olmadığı için insanların oraya onırup bir şeyler içme ihtimali pek yüksek değildi. Sadece, restoran tasarımında odakta kalacak bir yere konuşlandırılmıştı. İçki şişelerini yerleştirmek için planlanmıştı. Kumlanmış aynanın önünde üç adet camlı rafvar-dı ve rafların hepsi de epey doluydu. Kasa ve kredi kartı cihazı da alt raftaydı. Restoran sahibi kısa boylu ve gergin bir adamdı. Sırtını üçgen şeklindeki barın sivri ucuna yaslamıştı ve kasayı arkasında bırakmaya özen gösteriyordu. Kollarını kavuşnırmuş ve savunmaya geçmişti.

Reacher adamın gözlerini görebiliyordu. Gözlerinde biraz şaşkınlık, biraz da panik vardı. Bakıştan dunnadan restoranın içinde geziyordu. Restoran genişti. On sekize on sekiz metrelik bir alana sahipti. Tavan yüksekti. Sekiz metre civarında olmalıydı. Preslenmiş tenekeyle kaplı tavan, kumlanmıştı ve mat da olsa ışığı biraz yansıtıyordu. Bina yüz yılı aşkın süredir ayaktaydı ve muhtemelen bu oda da yıllar içinde pek çok maksatla kullanılmıştı. Belki de fabrika olarak inşa edilmişti. Pencereler epey büyüktü ve şehirdeki binaların en fazla beş katlı olduğu dönemlerde sanayi üretimi gerçekleştirilmesi için yeterli derecede ışığın içeri girmesini sağlamış olmalıydı. Belki de sonrasında bir mağazaya dönüşmüştü. Ya da bir oto galeriye. Yeterince büyüktü. Şimdi ise bir İ talyan restoranıydı.

Fakat kırmızı pötikareli masa örtüleri olan ve anne sosları servis eden türden bir İ talyan restoranı değildi. Avangart dekor için üç yüz bin dolar harcamış ve büyük bir tabağa yedi ya da sekiz parça el yapımı ravioli koyup da buna akşam yemeği diyen bir restorandı. Reacher açılışının üzerinden geçen dört haftada, o restoranda on kez yemek yemişti ve her seferinde aç olarak ayrı lmıştı . Fakat yemeklerin kalitesi o kadar iyiydi ki herkese bu restoranı tavsiye ediyordu. Reacher için tavsiyede bulunmak büyük önem taşırdı. Ne de olsa kendisi pek de gurme sayılmazdı. Restoranın adı Mostro’s’tu. Bildiği kadarıyla İ talyancada “Canavar’ın Yeri” anlamına geliyordu. Bu ismin tam olarak ne anlatmaya çalıştığından emin olamıyordu. Yemek porsiyonlarına göndermede bulunmadığı kesindi. Yine de isim kulağa hoş geliyordu. Akçaağaç eşyalar ve beyaz duvarlarla ilgi çekici, hoş bir yer olmuştu. Çalışanlar da sıcakkanlı ve özgüvenleri yüksek insanlardı. Duvarların üst kısımlarına yerleştirilen hoparlörlerden opera yayını yapılıyordu ve operalar baştan sona takip edilebiliyordu. Reacher’m çok da kabarık olmayan restoran deneyimlerine bakılacak olursa şu anda bu mekanın adını duyuracak bir olay patlak vermek üzereydi.

Mekanın ününün yayılması belli ki oldukça yavaş ilerliyordu. Avangart dekor güzeldi ama alanı daraltmış ve ancak yirmi masaya yer kalmıştı. Yine de geçtiğimiz dört hafta içinde mekanda en fazla üç masanın dolu olduğunu görmüştü. Bir keresinde doksan dakika boyunca restoranda kalmış ve o süre içinde kendisinden başka gelen giden kimse olmamıştı. Bu akşam da beş masa ötesinde bir çift oturuyordu. Karşılıklı oturmuşlar ve birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Reacher ise onları yandan görüyordu. Adam orta boyluydu. Saman sansı saçları, san bir bıyığı, açık kahverengi takım elbisesi ve kahverengi ayakkabıları vardı. Kadın da ince ve koyu tenliydi. Etek ve ceket giyiyordu. Sağ ayağının yanında masaya dayanmış, imitasyon deriden bir evrak çantası duruyordu. İkisi de otuz beş yaş civarındaydı. Yo rgun, yıpranmış, biraz da pasaklı görünüyorlardı. Birbirlerinin yanında rahat oldukları açıktı ama pek fazla konuşmuyorlardı.

Bardaki iki adam konuşuyorlardı. Bundan emindi. Barın üzerine eğilmişler, bellerini büküp hızlı ve ikna edici bir tavırla bir şeyler söylüyorlardı. Restoran sahibi kasayı arkasına almıştı ve o da hafifçe geri eğilmişti. Üçü de restoran içinde güçlü ve şiddetli bir rüzgara kapılmış gibiydiler. İki adam da epey iriydi. Birbirine benzer koyu renkli yün paltolar giymişlerdi ve paltolar da onları daha heybetli gösteriyordu. Reacher, içki şişelerinin arkasındaki kumlu aynadan adamların yüzlerini görebiliyordu. Yanık tenli ve kahverengi gözlü adamlardı. İ talyan değillerdi. Suriyeli ya da Lübnanlı olabilirlerdi. Onlardan önceki jenerasyon da Amerika’da yaşamış olmalıydı ki üzerlerindeki Ortadoğu kavgacılığı az da olsa törpülenmişti. İkisi de söyledikleri her şeyi vurgulamakla meşguldü. Sağ taraftaki adam eliyle etrafı süpürüyormuş gibi bir hareket yaptı. Belli ki bir beyzbol sopasıyla raftaki şişeleri aşağı indireceği yönünde tehditler savuruyordu.

Sonra elini aşağı yukarı indirip bir şeyler tarif etti. Bu da şişelerin ve rafların nasıl yere ineceğini gösterme çabası olabilirdi. Tek bir hamleyle hepsi yukarıdan aşağı iniverir, diyordu herhalde. Restoran sahibinin beti benzi attı. Yan gözle raflara bakıyordu. Soldaki adam manşetini sıvadı ve kol saatinin üzerine parmağıyla birkaç kez vurup restorandan ayrılmak üzere arkasını döndü. Ortağı da doğruldu ve onu izledi. Giderken elini bir masanın üzerinde gezdirdi ve masanın üzerindeki tabağı yere düşürdü. Tabak yere düşünce parçalara bölündü ve gürültüsü opera sesine karıştı. Saman saçlı adam ve koyu tenli kadın kılını kıpırdatmadı ve bakışlarını diğer yöne çevirdi. İki adam yavaşça kapıya yürüdü. Başları dikti ve kendilerinden eminlerdi. Reacher, ikisi de dışarı çıkıp kaldırıma adım atana kadar izledi. Sonra restoran sahibi bardan uzaklaştı ve yere eğilip elini kırılan tabağın parçalan üzerinde gezdirdi. Reacher adama, ” İyi misin?” diye seslendi.

Aslında soruyu sorar sormaz ne kadar anlamsız olduğunu anlamıştı. Adam omzunu silkti ve yüzünde acınası bir ifade belirdi. Ellerini yere koyup yerden güç almışçasına kırık parçalan toplamaya başladı. Reacher sandalyesinden kalktı, adamın yanına gidip peçetesini yere serdi ve kırıkları peçetenin içinde toplamaya koyuldu. Beş masa ötedeki çift onu izliyordu. “Bir daha ne zaman gelecekler?” diye sordu Reacher. “Bir saat sonra,” dedi restoran sahibi. “Ne kadar istediler?” Adam yine omzunu silkti ve yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi. “Yeni başlayanlara özgü indirimden yararlanacağım,” dedi. “Haftada iki yüz dolar. Mekan iyi iş yaparsa haftada dört yüze çıkacak.” “Ödemek istiyor musun?” Adamın yüzünde yeniden acınası bir ifade belirdi. ” İşletmemi çalıştırmaya devam etmek istiyorum. Fakat haftada iki yüz dolar ödemek zorunda kalırsam işim zorlaşır.” Saman saçlı adam ve koyu tenli kadın kafalarını ters yöne çevirseler de ikilinin konuşmasını dinliyorlardı.

Opera minör bir aryaya geçiş yaptı ve diva kısık sesle acı dolu bir yakarışı seslendirmeye başladı. “Kimdi onlar?” diye sordu Reacher. ” İ talyan değillerdi,” dedi adam. “Sıradan kabadayılar.” “Telefonunu kullanabilir miyim?” Adam başını evet dercesine salladı. “Bu saatte açık olan bir ofis malzemeleri dükkanı biliyor musun?” “Broadway’de var. İki blok ötede,” dedi adam. “Neden sordun? Yapman gereken bir iş mi var?” Reacher da başını evet dercesine salladı. “Evet, işim var.” Ayağa kalktı ve barın arkasına geçti. Yepyeni bir rezervasyon defterinin yanında yine yepyeni bir telefon vardı. Görünüşe göre defter hiç açılmamıştı. Telefonu aldı ve bir numara çevirip bekledi. Telefon iki kez çaldı ve bir buçuk kilometre ötede, kırk kat yukarıda yanıt buldu. “Alo?” dedi kadın.

“Selam Jodie,” dedi Reacher. “Selam Reacher, ne oldu?” ” İşin bitmek üzere mi?” Kadının iç çektiğini duydu. “Hayır, bütün gece çalışmam gerek. Karmaşık bir hukuk meselesi. Üstelik çoktan cevabının gitmiş olması gerekiyordu. Gerçekten üzgünüm.” “Üzülme,” dedi. “Benim de yapacaklarım var. Sonra da Garrison ‘a giderim.” “Tamam, kendine dikkat et. Seni seviyorum.” Önce arkada hışırdayan kağıtların sesini duydu, sonra da telefon kapandı. O da telefonu kapatıp bardan çıktı. Tekrar masasına geçti. Espresso fincanın altına kırk dolar bıraktı ve kapıya yöneldi.

” İyi şanslar,” dedi. Yere çömelmiş restoran sahibi başını salladı ve restorandaki çift de Reacher’ın gidişini izledi. Kabanının yakasını kaldırdı ve opera sesini geride bırakarak dışarı çıktı. Dışarısı karanlıktı ve hava soğuktu. Işıkların etrafında sisten daireler oluşmuştu. Doğuya yöneldi ve Broadway’e doğru ilerlemeye başladı. Sonra da ofis malzemeleri satan dükkanı kaçırmamak için tabelaları takip etti. Küçük bir dükkandı ve malzemelerin fiyatları yıldız şeklinde kesilmiş etiketlerle Üzerlerine yapıştırılmıştı. Her şey indirimdeydi ve bu da Reacher’ın işine gelmişti. Etiketleme makinesi ve bir tüp süper yapıştırıcı aldı. Sonra kabanının içine iyice sinerek kuzeye, Jodie’nin dairesine doğru ilerledi. Dört tekerli aracı, Jodie’nin binasının altındaki otoparktaydı. Arabasını alıp güney yönünde Broadway’e, sonra da batı yönünü izleyerek restorana gitti. Restoranın caddesine gelince yavaşladı ve büyük pencerelerden içeri baktı. Mekan beyaz duvarlardaki ışıklar sayesinde aydınlık görünüyordu.

Hiç müşteri kalmamıştı. Masaların hepsi boştu ve restoran sahibi barın arkasındaki bir taburede oturuyordu. Reacher bir blok öteden dolaştı ve restoranın arkasındaki sokağa yasadışı olduğunu bildiği halde park etti. Doğrudan mutfak kapısının önüne yanaşmıştı. Motoıu durdurdu ve farları da kapatıp beklemeye başladı. Şehrin dinamikleri. Güçlüler zayıfları korkutur. Güçlüler zayıfları her zaman olduğu gibi korkutmaya devam eder. Ta ki onlardan daha güçlü biri çıkıp, tamamen insani nedenlerden dolayı onları durdunnak isteyene kadar. Reacher gibi biri. Neredeyse hiç tanımadığı bir adama yardım etmek için hiçbir sebebi olmadığı gibi, yardım etme isteğinin bir mantığı da yoktu. Bu işten bir çıkarı ya da beklentisi de bulunmuyordu. Yedi milyon ruhun yaşadığı bu şehirde, zayıfların canını acıtan yüzlerce güçlü insan olmalıydı. Belki de binlerce. Belki de her biri, tam o anda, birilerinin canını acıtıyordu.

Kalkıp hepsini arayacak ve onlara günlerini gösterecek değildi. Öyle bir niyeti de yoktu. Fakat burnunun dibinde yaşananlara da gözünü yummayacaktı. Öylece çekip gidemezdi. Karakterine aykırıydı. Cebinden etiketleme makinesini çıkardı. Bu iki adamı korkutmak işin yarısıydı. Asıl iş, onları korkutmak için görevlendiren kişiyi bulmaktı. Restoran sahibinin haklarını korumak için tek başına mücadele eden sorumluluk sahibi bir vatandaş, ne kadar etkileyici olsa da, pek dikkate alınmayacaktı. Kimse yalnız bir bireyden korkmazdı. Çünkü yalnız biri, kalabalıkla mücadelede kolayca alt edilebilirdi. Bu yüzden yalnız birey sonunda ya ölür, ya uzaklaşır ya da olaya olan ilgisini kaybederdi. Asıl etkili olan organizasyon kunnaktı. Gülümsedi ve elindeki makineye bakıp nasıl çalıştığını anlamaya çabaladı. Deneme amacıyla kendi adını bastı ve etiketi çıkarıp yakından inceledi.

Reaclıer. İki buçuk santim uzunluğunda mavi plastik kurdele üzerine beyaz yazı karakteriyle yazılmış yedi harf. Bu demekti ki birinci adamın etiketi on iki buçuk santim uzunluğunda olacaktı. İkincininki de on ya da on bir santim. Oldukça ideal. Te krar gülümsedi. Karakterleri girdi ve baskıyı alıp hazırlanan kurdeleleri yanındaki koltuğa bıraktı. Kurdelelerin arkasında yapışkanlı bir kısım vardı. Kağıdı çıkardığında istediği yere yapıştırabilirdi. Fakat Reacher, kağıdın kendi yapışkanından daha güçlü bir şeye ihtiyaç duyacaktı. Bu yüzden süper yapıştırıcıyı almıştı. Küçük tüpün kapağını açtı ve yapışkanın akmasını engelleyen alüminyum koruyucuyu söktü. Böylece süper yapıştırıcı kullanıma hazırdı. Tüpün kapağını kapattı. Kurdeleleri ve yapıştırıcı tüpünü alıp cebine koydu.

Arabadan inip soğuk havayı göğüsledi ve gölgelerde gizlenerek beklemeye koyuldu. Şehrin dinamikleri. Annesi şehirlerden korkardı. Eğitiminin bir parçası da buydu. Annesi, Şehirler tehlikeli yerlerdir, demişti. Bir sürü sert ve korkutucu adamla doludur Kendisi de sert bir adamdı ama o zamanlar annesinin söylediği her şeye inanmaya hazır bir delikanlı olarak ortalarda dolaşıyordu. Nihayetinde annesinin haklı olduğunu görmüştü. Şehrin sokaklarında yürüyen insanlar korkmuş, kendilerini içlerine kapamış ve her an müdafaaya hazır kişilerd i. Reacher’la aralarındaki mesafeyi koruyor, onun yanından geçmektense yolun karşısına geçiyorlardı. Onların bu davranışları Reacher’m arkasında korkutucu adamlar yürüyormuş hissine kapılmasına neden oluyordu. Sonra birden her şeyin farkına vardı. Hayır, korkutucu olan arkamdan gelenler değil, benim. Bu insanlar benden korkuyor Tam bir aydınlanma anıydı. Mağazaların vitrinlerinde kendi yansımasını gördü ve insanların neden korktuklarını anladı. Vücudu on beş yaşında gelişimini tamamlamıştı.

Çünkü daha on beş yaşındayken boyu l .95 olmuş ve kilosu da l 1 O’a dayanmıştı. Tam bir devdi. O günlerde tüm ergenler gibi Reacher da serseri gibi giyiniyordu. Annesinin öğretilerinden biri de yüzünde her zaman boş ve tepkisiz bir ifade olması yönündeydi ki bu da temkinli davranmasını sağlıyordu. İnsanlar benden korkuyor Bu durum Reacher’ı eğlendiriyor ve gülümsetiyordu. Böyle olunca insanlar ondan daha da uzaklaşıyordu. O andan sonra şehirler de sıradanlaştı ve kendisinin korkması gerektiği öğretilen şehirli insanların aslında Reacher’dan korktukları ortaya çıktı. Bu bilgi sayesinde kendine bir taktik geliştirdi ve şehrin sokaklarında kendinden emin adımlar atmaya başladı. Bakışları ile insanlar üzerindeki etkisini ikiye katlamayı başarmıştı. Şehrin dinamikleri böyle bir şeydi. Elli beş dakika sonra gizlendiği yerden çıktı ve köşeye dikilip sırtını restoranın kırmızı tuğla ile örülü duvarına yasladı. Hala bekliyordu. Yanındaki pencereden az da olsa restoranda çalan operanın sesini işitebiliyordu. Caddedeki oyuk ve boşluklara girip çıkan araba tekerleri, trafik gürültüsüne bir ritim katmıştı.

Karşı köşede bir bar vardı ve barın aspiratöründen çıkan buhar, neon ışıklarının önünde dans ediyordu. Hava soğuktu ve kaldırımda yürüyen insanlar yüzlerini atkılarına gömmüş halde hızla ilerliyorlardı. Ellerini cebine soktu ve başını bir omzunun üzerine yatırarak kendine doğru akmakta olan trafiği seyre daldı. İki adam, tam vaktinde siyah bir sedan Mercedes ile geldiler. Bir blok ötede duran arabanın bir tekeri kaldırıma dayanmıştı. Farları kapatıp, aynı anda kapılarını açtılar. Adamlar uzun paltolarını savurarak arabadan indiler ve arka kapıyı açıp içerideki beyzbol sopalarını aldılar. Sopalan paltolarının içine saklayıp arabanın kapılarım kapattılar. Şöyle bir etrafa bakınıp, restorana doğru yürümeye koyuldular. Kaldırımda biraz yürüdükten sonra karşıya geçip birkaç adım daha attılar. Ne kadar da rahat yürüyorlardı. İ ri yarı, kendinden emin iki adam rahat rahat süzülüyordu. Reacher sırtını duvardan çekti ve adamlar onun bulunduğu kaldırıma adım attığı anda karşılarına çıktı. “Arka sokağa geçin baylar,” dedi. İki adam da yakından epey etkileyici görünüyordu.

İyi bir ikili olmuşlardı. Gençlerdi. Otuzlu yaşlarına gelmemiş gibiydiler. Ağır adamlardı. Tamamen kaslı değillerdi ama vücut irilikleri iş görürdü. Kalın boyunlulardı. İpek kravat, gömlek ve takım elbise giymişlerdi ama katalog mankeni gibi durdukları söylenemezdi. Sopalan sol kollarının altındaydı. Paltonun kolundan görünen ahşap, sopayı palto kolundan çıkarıp sol elleriyle hamlede bulunacaklarına işaret ediyordu. Sağdaki adam, “Sen de kimsin?” dedi. Reacher adama baktı. İkili ortaklıklarda ilk konuşan, ortaklığın baskın yanını temsil ederdi. İkiye karşı bir kalınan hallerde öncelikle yapılması gereken, baskın tarafı alaşağı etmekti. Adam, “Kimsin sen?” diye tekrarladı. Reacher adamın soluna geçti ve kendini biraz kıpırdatıp kaldırımı tamamen kapattı.

Böylece adamlar arka sokağa doğru yönlenmek zorunda kaldılar. ” İşletme müdürüyüm,” dedi. “Para istiyorsanız, benden almanız gerekecek.” Adam bir an duraksadı, sonra da başını onaylarcasına salladı. “Tamam. Arka sokağı boş ver de içeri geçelim.” Reacher başını iki yana salladı. “Hiç mantıklı bir iş değil dostum. Size restorandan uzak durun diye para ödediğimize göre, anlaşmaya sadık kalmak gerekir. Değil mi?” “Para yanında mı?” “Tabii ki”, dedi Reacher. ” İki yüz dolar.” Adamların önüne geçip arka sokağa girdi. Mutfak havalandırmasından çıkan buhar havaya karışıyordu. Ortalığı İ talyan yemeklerinin kokusu sarmıştı. Çiğnediği çöpler ayaklarının altında gıcırdıyordu ve ayak sesi sokakta yankılanıyordu.

Durdu ve arkasına baktı. Arkasındaki adamlar onu takip etmeye pek de hevesli değillerdi. Arkalarındaki trafikten gelen kırmızı ışık yüzünden iki adam da silüet olarak görünüyordu. Adamlar birbirine baktılar ve omuz omuza yürümeye başladılar. Sokağa girdiler. Hallerinden memnun gibiydiler. Paltolarının altına sopalarını gizlemiş iki iri adam, ikiye karşı bir epey avantajlı duruyorlardı. Reacher biraz bekledi ve açısını ayarladı. Sonra biraz daha durdu. Adamların geçmesine müsaade etti. Misafir-!erine yol veren ev sahibi gibiydi. İki adam biraz daha ilerledi ve Reacher’a yaklaştı. Reacher, sağdaki adamın kafasının yanına dirseğiyle vurdu. Bunu yapmasının ardında pek çok biyolojik neden yatıyordu. Genelde insanların kafatası, ellerindeki kemiklerden daha sertti.

Elle kafatasına indirilecek herhangi bir darbede, elin alacağı hasar daha büyüktü. Bu yüzden dirsekle vunnak daha iyiydi. Aynca kafanın yanı, ön ya da arkadan daha iyi bir tercihti. İnsan beyni önden ya da arkadan alınan darbelere karşı, yanlardan gelecek darbeye kıyasla neredeyse on kat daha dayanıklıydı. Karmaşık bir evrimsel gerçeklikti işte. Bu yüzden dirseğiyle adamın kafasının yanına vurmuştu. Sert bir darbeydi ve tam olması gereken yere isabet etmişti. Adam yine de yıkılmadı. Sadece koltuğunun altına gizlediği sopa paltosunun altından kaydı ve tok bir ses çıkararak yere düştü. Reacher adama bir kez daha vurdu. Aynı dirsekle. Aynı noktaya. Aynı etkiyle. Adam zemin ayağının altından çekilmişçesine yere yığıldı kaldı. İkinci adam hemen savunmaya geçti.

Önce sağ, sonra da sol eliyle sopayı sıkıca kavradı. Paltosunun altından çıkarıp savurmaya başladı. Fakat pek çok insan gibi sopayı yanlış savuruyordu. Kendine doğru fazla geri çekip, olması gerekenin çok aşağısından sallamıştı. Amacı Reacher’ın kamına vurmaktı. Oysa bu hareketinde iki temel yanlış vardı. Birincisi, sopayı kendine fazla çekmekle savurma hızını düşürüp zamanı arttıyordu. İkincisi de, kann bölgesini hedefalan bir hamleye karşı savunmaya geçmek çok kolaydı. Daha yukarıdan tutup başı ya da daha aşağıdan tutup dizleri hedef almak daha iyi olabilirdi. Sopayla yapılan bir saldırıda en iyi savunma yöntemi sopaya yakın durmak ama yakınlığı erkenden sağlamaktı. Sopanın ağırlığından gelen kuvveti, hızla birlikte ikiye katlanırdı. Bu da matematiksel bir gerçekti. Kütle çarpı hız, eşittir hareket gücü. Sopanın ağırlığına yapılabilecek bir müdahale yoktu. Sopa nerede olursa olsun ağırlığı aynı kalacaktı.

O yüzden hızını kesmek gerekiyordu. Sopaya iyice yaklaşıp gerileme hareketinin hemen ardından kavramak elzemdi. Tam hızlanma anında kavranması gerekiyordu. Daha hızlanmadan ve nispeten yavaşken. Bu yüzden sopayı kendine doğru iyice geri çekmek kötü bir fikirden başka bir şey değildi. Ne kadar geri çekersen, savurman da o kadar zaman alacaktı. Bu da senin alt edilmeni kolaylaştıracaktı. Reacher da sopa savrulmadan evvel yeterli yakınlığa gelmişti. Adamın hamlesini izledi ve sopayı iki eliyle kavradı. İşte o anda sopa beklenen kuvvete erişememişti. O yüzden avuçlarına çarptı ama zarar vermedi. Adamın Reacher’a karşı kullanmak istediği hareket gücü, şimdi aleyhine dönmüştü. Reacher, sopayla birlikte ileri atıldı ve adamın dengesini bozdu. Adamın ayak bileklerini tekmeledi ve o esnada sopayı iyice kontrol altına alıp adamın bedenine adeta bıçak saplar gibi bastırdı. Sopanın bir ucunu karşındakinin gövdesine bastırmak da kullanılması pratik sonuçlar doğurabilecek bir hareketti.

Sopayı geri çekip hız kazanmaya çalışmaktan iyiydi. Adam dizlerinin üstüne çöktü ve başım restoranın duvarına yasladı. Reacher adamın sırtına vurdu ve yere çömelip sopayı adamın boğazına dayadı. Bir ucu adamın boğazına dayalı olan sopanın diğer ucunu da sağ eliyle tutuyordu. Sol eliyle adamın ceplerini karıştırdı. Ceplerden bir makineli tabanca, kalınca bir cüzdan ve bir cep telefonu çıkardı. “Kimin için çalışıyorsun?” “Bay Petrosian,” dedi adam güçlükle nefes alarak. Bu isim Reacher için bir şey ifade etmiyordu. Daha önce Petrosian adında Sovyet bir satranç şampiyonu olduğunu duymuştu. Bu isimde bir de Nazi tank generali vardı. İkisi de New York City’de şantajla para toplama işinde değildi. Kuşkulu bir üslupla gülümsedi. “Petrosian mı?” dedi. “Dalga mı geçiyorsun?” Sesinde alaycı bir ton vardı. Patronlarının insana endişe veren onca rakibine karşı Petrosian ismi neredeyse görünmez olmak için seçilmiş, etkisiz bir isimdi.

“Bizimle dalga geçiyorsunuz, değil mi?” dedi. “Petrosian mı? Ne bu adam, deli mi?” İ lk adam kıpırdanmaya başladı. Kollan ve ayaklan yavaş hareketlerle yere dokunmaya çalışıyordu. Reacher sopayı biraz serbest bıraktı ve sonra ikinci adamın boğazından çekip ilk adamın kafasının üstüne vurmak için kullandı. Bir buçuk saniye içinde sopa yeniden ikinci adamın boğazına dayanmıştı. İk inci adam, boğazına bastınlan ahşabın etkisiyle öğürmeye başladı. İ lk adam yere yığılıp kalmıştı. Hiç de filmlerdeki adamlar gibi değildi. Kafasına üç darbe alan kimse ayakta durup mücadeleye devam edemezdi. Aksine bir hafta boyunca hastalanır, başı döner ve midesi bulanırdı. Ayakta durmaya hali kalmazdı. “Petrosian’a bir mesajımız var,” dedi Reacher. “Nedir?” dedi ikinci adam nefes nefese. Reacher yine gülümsedi. “Sizsiniz,” dedi.

Cebindeki etiketleri ve yapıştırıcıyı çıkardı. “Şimdi, hiç kıpırdamadan dur,” dedi. Adam gerçekten de kıpırdamadı. Elini boğazına götürdü, o kadar. Reacher kurdelenin arkasındaki kağıdı çıkardı ve yapışkanlı yüzeyin üzerine biraz da süper yapıştırıcı sıktı. Sonra etiketi adamın alnına iyice bastırarak yapıştırdı. Sağlam olsun diye parmağıyla üzerinden iki kere geçti. Etikette Mostro s zaten koruma altında yazıyordu. Bir kere daha, “K.Jpırdamadan dur,” dedi. Sopayı da yanma alıp diğer adamın yanına gitti. Adamı sırt üstü yatacak şekilde döndürdü ve eliyle saçlarını kavradı. Bolca yapıştırıcı kullanarak diğeretiketi adamın kaşına yapıştırdı. Bu etikette ise Bizimle mahalle kavgası başlatma yazıyordu. Yerde yatan adamın ceplerini de yokladı.

Buradan da benzer eşyalar çıkarmıştı. Makineli tabanca, cüzdan ve cep telefonu. Bir de Mercedes’in anahtarı. Adam yeniden kıpırdayana kadar bekledi. Sonra diğer adama baktı. Elleri ve dizleri üzerinde emeklemeye başlamış, bir yandan da alnındaki etiketi sökme çabasına girmişti. “Boşuna uğraşma, çıkmaz,” dedi Reacher. “En azından alın derini yüzmeden çıkaramazsın. Gidip Bay Petrosian’a selamlarımızı iletin. Sonra da hastaneye uğrayın.” Yerde yatan adama geri döndü. Süper yapıştırıcının geri kalanını yerdeki adamın avuçlarına sıktı ve avuçları birbirine bastırıp IO’a kadar saydı. Kimyasal kelepçe. Adamı yakasından tutup ayağa kaldırdı ve dengesini bulana kadar bekledi. Sonra arabanın anahtarlarını diğer adama attı.

“Görünüşe göre bu akşam şoför sensin,” dedi. “Hadi toz olun!” Adam öylece dikildi ve gözleriyle sağı solu kontrol etmeye başladı. Reacher başını iki yana salladı. “Aklından bile geçirme,” dedi. “Yoksa kulaklarını keser sana yediririm. Aynca sizi bir daha burada görmeyeyim. Bir kere bile. Yoksa benden daha beter bir adamımızı peşinize takarız. Şimdilik benden daha iyisi olmadığını bilin, tamam mı? Anlaştık mı?” Adam boş boş baktı. Sonra başını yavaşça, evet der gibi salladı. “Hadi toz olun,” dedi Reacher. Elleri yapışık adam, hareket etme sorunu yaşıyordu. Kendini kaybetmişti. Diğer adam da ona yardım etmekte zorlanıyordu. Arkadaşının koluna girme ihtimali yoktu.

Bir süre düşündü ve sonunda arkadaşının önüne çömelir gibi yapıp yapışık elleri boynuna doladı. Sonra da adamı sırtlayıp caddeye doğru ilerledi. Tekrar biraz öne eğilir gibi yapıp sırtındaki adamı biraz daha yukarı çekti ve gözden kayboldu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir