Louis Sachar – Çukurlar

Yeşil Göl Kampı’nda göl yoktur. Eskiden burada çok büyük bir göl varmış: Teksas’ın en büyük gölüymüş. Ama bu yüzlerce yıl önceymiş. Şimdi ise sadece kuru, yavan bir arazi var. Yeşil Göl’ün ayrıca bir kasabası da varmış. Kasaba da gölle ve içinde yaşayan insanlarla birlikte kuruyup yok olmuş. Yazın gölgede -eğer gölge bulabilirseniz- gündüz sıcaklığı otuz beş derece civarındadır. Büyük kuru bir gölde pek fazla gölge yoktur. “Gölün” doğu kıyısında yalnızca iki meşe ağacı var. İki ağacın arasına bir hamak serili ve arkasında ahşap bir kulübe yer alıyor. Kampçıların hamakta uzanması yasak. Hamak Bekçi’ye ait. Bekçi gölgenin sahibi. Gölün dışında, çıngıraklı yılanlar ve akrepler gölgeyi kayaların altında ve kampçıların kazdığı çukurlarda bulurlar. Çıngıraklı yılanlar ve akreplerle ilgili mutlaka aklınızda tutmanız gereken bir şey var: Onları rahatsız etmezseniz, onlar da sizi rahatsız etmezler.


7 Çoğunlukla. Bir akrep ya da hatta çıngıraklı yılan tarafından ısırılmak başınıza gelebilecek en kötü şey değildir. Ölmezsiniz. Çoğunlukla. Bazen bir kampçı, akrep ya da hatta küçük bir çıngıraklı yılan tarafından ısırılmaya çalışılacaktır. Daha sonra da, bir ya da iki gününü gölün dışında bir çukur kazmak yerine, çadırında iyileşmeye harcayacaktır. Ama sarı benekli bir kertenkele tarafından ısırılmak istemezsiniz. Bu başınıza gelebilecek en kötü şeydir. Yavaş ve acılı bir biçimde ölürsünüz. Daima. Sarı benekli bir kertenkele tarafından ısırılırsanız, bari meşe ağaçlarının gölgesine gidin ya da hamağa uzanın. Sizin için yapılabilecek pek fazla bir şey yoktur artık. 8 2 Okur herhalde kendi kendine şunu soruyordur: Bir insan neden Yeşil Göl Kampı’na gitmek istesin? Birçok kampçının bu konuda seçim yapma şansı olmamıştır. Yeşil Göl Kampı kötü çocukların gönderildiği bir kamp yeridir. Kötü bir çocuğu alıp ona her gün kızgın güneşin altında çukur kazdırırsanız, bu onu iyi bir çocuğa dönüştürür.

Bazı insanlar böyle düşünürdü. Stanley Yelnats’a seçim şansı verildi. Yargıç, “Ya hapse girersin ya da Yeşil Göl Kampı’na gidersin,” dedi. Stanley’nin ailesi fakirdi. Daha önce hiç kampa gitmemişti. 9 3 Şoförle görevliyi saymazsanız, otobüsteki tek yolcu Stanley Yelnats’dı. Görevli, yüzü Stanley’ye dönük bir şekilde şoförün yanında oturuyordu. Kucağında bir tüfekle. Stanley, on sıra kadar geride, kolçağa kelepçeli halde oturuyordu. Sırt çantası koltuğunun yanında duruyordu. İçinde diş macunu, diş fırçası ve annesinin ona verdiği bir kutu mektup kâğıdı ve zarf vardı. Annesine haftada en az bir kere mektup yazacağına söz vermişti. Her ne kadar dışarıda çoğunlukla kuru ot ve pamuk tarlaları dışında görülecek pek bir şey olmasa da pencereden dışarı baktı. Hiçliğe giden uzun bir otobüs yolculuğundaydı. Otobüste klima yoktu ve sıcak, bunaltıcı hava neredeyse kelepçeleri kadar boğucuydu.

Stanley ve ailesi, Stanley’nin de tıpkı zengin çocuklar gibi belli bir süreliğine kampa gittiğini düşündüler. Stanley küçükken pelüş hayvanlarla oynar, oynarken de hayvanlar kamptaymış gibi düşünürdü. Bu oyuna Eğlence ve Oyun Kampı adını vermişti. Bazen onlara bir bilyeyle futbol oynatırdı. Bazen de bir engelli koşu parkurunda yarışırlardı; las10 tik bantla bağlı halde masanın üzerinden bungee-jumping yaparlardı. Şimdi Stanley, kendisi Eğlence ve Oyun Kampı’na gidiyormuş gibi düşünmeye çalıştı. Belki birkaç arkadaş edinirim, diye düşündü. En azından gölde yüzebilecekti. Etrafında hiç arkadaşı yoktu. Aşırı kiloluydu ve lisedeki çocuklar kilosu yüzünden ona sık sık sataşırlardı. Öğretmenleri bile bazen farkında olmadan acımasız yorumlarda bulunurlardı. Okulun son gününde matematik öğretmeni Bayan Bell, oran-orantıyı öğretiyordu. Örnek olarak sınıftaki en kilolu çocukla en zayıf çocuğu seçti ve ikisinin kilolarını karşılaştırdı. Stanley diğer çocuktan üç kat fazla kiloluydu. Bayan Bell her iki çocuğu da ne kadar utandırdığının farkına varmaksızın 3:1 oranını tahtaya yazdı.

O gün ilerleyen saatlerde Stanley tutuklandı. Koltuğuna gömülmüş görevliye baktı ve kendi kendine onun uyuyup uyumadığını sordu. Görevli güneş gözlüğü takıyordu, bu yüzden Stanley gözlerini göremiyordu. Stanley kötü bir çocuk değildi. Hüküm giydiği suçu işlememişti. Sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuştu. Hepsi işe yaramaz-pis-kokuşmuş-domuz çalan-büyük-büyük-büyükbabasmm suçuydu! Gülümsedi. Bu aile arasında yaptıkları bir şakaydı. Ne zaman işler kötü gitse, hep Stanley’nin işe yaramaz-pis-kokuşmuş-domuz çalan-büyük-büyük-büyükbabasmı suçlarlardı. Söylenene bakılırsa Stanley’nin, büyük büyük büyükbabası tek bacaklı bir Çingene’den bir domuz çalmıştı ve tek bacaklı Çingene onu ve tüm ailesini lanetlemişti. Elbette Stanley ve ailesi lanetlere inanmazlardı, ama ne zaman işler kötü gitse binlerini suçlamak onlara kendilerini iyi hissettirirdi. İşler epey kötü gitti. Hep yanlış zamanda yanlış yerde bulundular. Stanley pencereden uçsuz bucaksız boşluğa baktı. Telefon 11 telinin yükselip alçalışını izledi.

Kafasının içinde babasının boğuk sesiyle söylediği şarkıyı duyabiliyordu. “Keşke keşke, ” Ağaçkakan ötseydi, “Ağacın kabuğu birazcık daha yumuşak olsaydı.” Aşağıdaki kurt aç ve yalnız bekleseydi, Auuuuuuuvvv diye dolunaya ulusaydı, “Keşke, keşke.” Bu şarkıyı ona babası söylerdi. Melodisi tatlı ve hüzünlüydü, ama Stanley’nin en sevdiği kısım, babasının “auuuuuuuvvv” diye uluduğu kısımdı. Otobüs hafifçe sarsıldı ve görevli anında tetiğe geçip doğruldu. Stanley’nin babası bir mucitti. Başarılı bir mucit olmak için üç şeye ihtiyacınız vardır: zekâ, azim ve birazcık da şans. Stanley’nin babası zekiydi ve çok da azimliydi. Bir projeye başladı mı üzerinde yıllarca, çoğu kez de uyumadan çalışırdı. Ama hiç şansı yoktu. Ne zaman bir deney başarısızlığa uğrasa, Stanley babasının pis-kokuşmuş-domuz çalan-büyük-büyükbabasma lanet okuduğunu duyardı. Stanley’nin babasının adı da Stanley Yelnats’dı. Stanley’nin babasının tam adı 3. Stanley Yelnats’dı.

Bizim Stanley’miz 4. Stanley Yelnats’dı. Ailedeki herkes, “Stanley Yelnats’hn başından da sonundan da aynı şekilde okunduğu gerçeğine bayılırdı. Bu yüzden oğullarına Stanley adını koyma geleneğini sürdürmüşlerdi. Stanley, kendinden önceki tüm diğer Stanley’yler gibi tek çocuktu. Hepsinin ortak bir özelliği vardı: Korkunç şanslarına rağmen umut etmeye devam ettiler. Stanley’nin babası sık sık, 12 “Başarısızlıklardan ders çıkarırım,” derdi, bu lafı tekrar etmekten hoşlanırdı. Ama bu belki de lanetin bir parçasıydı. Stanley ve babası hep umutlu olmasalardı, umutları her yıkıldığında bu kadar üzülmeyeceklerdi. Stanley veya babası, ne zaman cesaretleri kınlıp gerçekten de lanete inanmaya başlasalar, Stanley’nin annesi, “Her Stanley Yelnats başarısızlık abidesi değildir,” diye tekrarlardı. İlk Stanley Yelnats, Stanley’nin büyük büyükbabası, borsada bir servet yapmıştı. “Pek de şanssız sayılmazdı.” Böyle zamanlarda Stanley’nin annesi, ilk Stanley Yelnats’m başına gelen talihsizlikten bahsetmekten kaçınırdı. İlk Stanley Yelnats, New York’tan Kaliforniya’ya taşınırken tüm servetini yitirmişti. Posta arabası, kanun kaçağı Öpüşen Kate Barlow tarafından soyulmuştu.

Eğer böyle olmasaydı, Stanley’nin ailesi şimdi Kaliforniya sahilindeki bir malikânede yaşıyor olacaktı. Oysa yanık lastik ve ayak kokan minik bir apartman dairesine tıkılmışlardı. Keşke, keşke… Apartman dairesi bu şekilde kokuyordu, çünkü Stanley’nin babası eski lastik pabuçları yeniden dönüştürmenin bir yolunu icat etmeye çalışıyordu. “Eski lastik pabuçları yeniden kullanılır hale getiren ilk insan,” demişti babası, “zengin bir adam olacaktır.” Bu en son proje, Stanley’nin tutuklanmasıyla sonuçlandı. Otobüs yolculuğu gitgide sarsıntılı bir hal aldı çünkü artık asfalt’ yoldan çıkmışlardı. Aslında Stanley, büyük büyükbabasının Öpüşen Kate Barlow tarafından soyulduğunu öğrenince etkilenmişti. Doğru, Kaliforniya sahilinde yaşamayı yeğlerdi, ama yine de ailede ünlü bir kaçak tarafından soyulan birinin olması havalı sayılabilecek bir durumdu. 13 Kate Barlow aslında Stanley’nin büyük büyükbabasını öpmemişti. Bu gerçekten de havalı olurdu, ama o sadece öldürdüğü adamları öperdi. Büyük büyükbabasını ise soyup çölün ortasında mahsur bırakmıştı. Stanley’nin annesi, “Hayatta kaldığı için şanslıymış,” diye belirtmişti hemen. Otobüs yavaşlıyordu. Görevli kollarını gererken homurdandı. “Yeşil Göl Kampı’na hoş geldiniz,” dedi şoför.

Stanley kirli camdan dışarı baktı. Göl falan göremedi. Ve hiçbir şey yeşil falan da değildi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir