M. Ali Birand, Can Dundar, Bulent Capli – Demirkirat

Türkiye’de bugün kanıksayarak yaşadığımız çok partili demokratik rejim aslında 23 yıllık bir mücadelenin ve arayışın ürünü. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1946 yılına kadar tek partiden çok partiye geçiş için tam üç deneme yapıldı. Bunlardan ilki 1924’teydi. Ülkeyi yöneten Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısına Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası çıktı. Ancak yeni bir cumhuriyetin sancılar içinde inşa edildiği bu dönem, muhalif bir sesin yaşamasına elvermedi. Terakkiperver Fırka altı ay sonra kapatıldı. Yöneticilerinin bir kısmı hapsedildi. Bir kısmı Atatürk’e suikast davasından idam sehpalarında cezalandırıldılar. Đkinci deneme bundan altı yıl sonra, 1930’da Serbest Fırka’yla yapıldı. Ama Serbest Fırka da ancak 97 gün yaşayabildi. Nihayet aradan bir 16 yıl daha geçtikten sonra 1946’da Demokrat Parti geldi ve Türkiye için tek partili rejim bir daha dönmemek üzere tarih oldu. Biz, öykümüze 1930 yılından, Cumhuriyet tarihinin ikinci çok partili rejim denemesinden başlayacağız. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin izlerini 30’lu yılların o kargaşasında arayacağız… 1930 Ankara 1930’larda iki tür Ankara vardı… Biri hızlı çehre değiştiren, şapka giymeyi, Türkçe okuyup yazmayı, Batı müziğiyle dans etmeyi öğrenen bir Ankara… Bu Ankara’yı Ulus’ta, Ankara Palas’ın balo salonlarında bulmak mümkündü. Đkinci Ankara’ysa buradan çok değil, ancak birkaç kilometre uzaktaydı. Ama yine de At Pazarı, Ankara Palas’a birkaç asır uzakmış gibi görünüyordu.


Orada fakirlikten kaynaklanan bir memnuniyetsizlik insanların yüzlerinden okunuyordu. Dünyayı sarsan ekonomik kriz Türkiye Cumhuriyeti’ni henüz yedi yaşındayken yakalamıştı. Genç Cumhuriyet iktisadi Dumlupınarlar kazanma çabasındayken dünya çapında bir bunalımın ağına düşmüştü. Çankaya’da Gazi Mustafa Kemal, yaverine şöyle dert yanıyordu: “Bunalıyorum çocuk… Büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum… Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi manevi perişanlık içinde…” Gazi de bu duruma bir çare arıyordu. Yeni ve ciddi bir atılıma ihtiyaç vardı. Öyle bir atılım ki, Türkiye’yi her yönden batıyla bütünleştirebilsin. Hem ekonomik, hem de siyasi destek sağlasın. Türkiye’yi çağdaş dünyanın içine soksun. Gazi’nin ideali buydu. Kararını hiç uzatmadan verdi: ülkenin çıkışı çok partili demokrasidedir… 1930 Yalova Sıcak bir ağustos akşamı Atatürk Yalova’daki bir baloda Fransa’daki büyükelçi ve yakın bir dostu olan Fethi Bey’le Başbakan Đsmet Bey’i yanına çağırttı. Çok partili rejim formülü gecikmemeli, bir an önce uygulamaya girmeliydi. Fethi Bey’den bir parti kurmasını istedi. Hatta adını bile koymuştu: Serbest Cumhuriyet Fırkası… Başbakanla ilerde muhalefet lideri olacak Fethi Bey’e dönüp, rejimin formülünü de açıkladı: “Ben şimdi bir babayım. Siz ikiniz de benim evladımsınız.

Đkiniz arasında benim gözümde hiçbir fark yoktur.” Atatürk’ün bir evladı kendi kurduğu ve genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’ydi. Yani iktidar… Yeni hayata getirdiği diğer çocuğunu ise muhalefetle görevlendiriyordu. Rejimin kollayıcılık rolünü kendi alıyor, iktidarı denetleyecek muhalefeti de tayin ediyordu. Serbest Fırka’nın iki hedefi vardı: çoğulcu demokrasi ve liberal ekonomi… Yani Batı modeli… Atatürk ilk başlarda bu partiye büyük destek verdi. En yakınlarını, hatta kız kardeşini üye yazdırdı. Ancak kısa sürede Çankaya’daki hesap, çarşıya uymadı. Ne kadar rejim muhalifi varsa bu defa Serbest Fırka’ya akmaya başladı. Parti, toplumsal muhalefetin odağı oldu. Henüz kuruluş günlerinde düzenlenen bir Đzmir mitingi, aslında partinin sonunun geldiğini de haber veriyordu. Fethi Bey’i Đzmir Rıhtımı’nda 50.000 kişi “kurtar bizi” sloganıyla karşıladı. Olaylar çıktı, ölenler ve yaralananlar oldu. O gün Fethi Bey’i karşılayanlar arasında Serbest Fırka’nın Aydın il başkanı da vardı. Liderinin, Fethi Bey’in hemen yanı başında duran beyaz takım elbiseli, fötr şapkalı genç adamın adı, Adnan Menderes’ti… Menderes henüz 31 yaşındaydı.

Aydın’da babadan kalma 3.000 dönümlük Çakırbeyli Çiftliği’nin beyiydi. Yeni evlenmişti. Aslında evlenirken eşi Berrin Hanım’a hep çiftçi kalacağına ve politikaya girmeyeceğine dair söz vermişti. Ama Fethi Okyar, Aydın’a il teşkilatı için adam aramaya geldiğinde herkes onu tavsiye etmişti. Topraktan anlardı. Tahsilliydi. Dil biliyordu. Israrlara dayanamadı ve karısının tuhaf bir içgüdüyle hep korktuğu politikaya adımını attı. Aydın il başkanlığı’nı üstlendiğinde aslında farkında olmadan 30 yıl sürecek bir siyasal mücadelenin ilk basamağını tırmanıyordu. Ancak bu ilk siyasi çıkış, ilk siyasi yenilgiyi de beraberinde getirdi. Serbest Fırka iyiden iyiye kontrolden çıktı. 3,5 ay sonra yine Gazi’nin onayıyla feshedildi. Bir demokrasi denemesi daha hayal kırıklığıyla sonuçlanmış oldu. 1931 Aydın Serbest Fırka kapanır kapanmaz muhalefetin sesi kesildi.

Muhalifler yeniden CHP’ye, yani eski yuvalarına döndüler. Adnan Menderes de CHP’nin Aydın’da il başkanlığını üstlendi. Serbest Fırka’nın başarısızlığından ötürü umudu kırılmış, hevesi kaçmıştı. Ta ki 3 şubat 1931 gününe kadar… O gün Atatürk Aydın’a gelmişti. Bütün şehir ayaktaydı. Gazi her yeri gezdi. Ancak CHP binasına uğramak istemiyordu. Belki de eski Serbest Fırkacıların orada olduklarını bildiğinden dolayı isteksizdi. Oysa Menderes sabırsızlıkla O’nu bekliyordu. Sonunda Ata bir beş dakika için uğramaya razı oldu. Adnan Bey sigara ikram etti, almadı; kahve önerdi, istemedi. Buz gibi bir hava esiyordu. Baha Akşit (DP Grup Başkanvekili): “Adnan Menderes kendi bana anlatmıştır. ‘Kahve ısmarladım, kabul etmedi. Sigara ikram ettim, kabul etmedi’ dedi.

Fakat o sırada bir bahis açıldı. Türkiye’deki çiftçilerin durumu hakkında bilgi istenildi. ‘Ben… dedi, …. Bunu anlatmaya başladım. Türkiye’deki ekonomik durum dahil, çiftçilerin durumu dahil, bunların hakkında yapılacak tedbirler dahil olmak üzere ben fikirlerimi anlatmaya başladım. Atatürk sual sordu, ben anlattım, Atatürk ilave etti, beni konuşturdu.’ ” Sonunda beş dakikalık ziyaret tam dört saat sürdü. Bu dört saat içinde Atatürk, bir paket Gazi sigarası ve dört fincan kahve içti. O dört saat Adnan Menderes’in hayatının akışını değiştiren dört saat oldu. Atatürk Aydın’dan ayrılırken Menderes’ten konuştuklarına dair bir rapor istedi. Yanındakilere de Adnan Bey’i övdü: “Bugün konuştuğum genç, dikkate değer bir insandır.” Birkaç ay sonra seçim döneminde Adnan Bey’in adı radyoda, milletvekili adayları arasında okundu. Oysa kendisinin bundan haberi bile yoktu. Aydın Menderes (Adnan Menderes’in Oğlu): “Tebrik etmişler, ‘Hayırlı olsun Adnan Bey, mebus olmuşsun’ diye. O da ‘Hayrola’ demiş.

‘Öğlen 13.00 haberlerini dinlemedin mi, radyoda senin de ismin vardı’ demişler. Tabii radyoda okunan aslında adaylar listesiydi ama o zaman o listede yer alan, otomatikman seçiliyordu. O itibarla babamın Ankara’ya meclise gelişinde Atatürk’ün hafızasında, rastladığı o genç insanın canlı kalmasının ve belki bir yere not ettirmiş olmasının sanıyorum çok önemli bir rolü var.” Adnan Menderes 1931’in baharında Aydın mebusu olarak Ankara’ya meclise giderken yakın çevresine “Beni Atatürk keşfetti” diyecekti. Ankara’da onu tam 30 yıl sürecek benzeri görülmedik, bir yaşam serüveni bekliyordu… 1933 Ankara 1933 yılında Cumhuriyet, gençliğinin tadını çıkarıyordu. 10 yılda yaratılan 15 milyon genç, akın akın Ankara’ya koştular. Başkent’te bu heyecanı yaşayanlar arasında Adnan Menderes de vardı. Savaş onu henüz 18 yaşında, Amerikan Koleji’nde öğrenciyken yakalamış, bütün bir nesil gibi onun da gençliği, talimgahlarda, cepheye giden trenlerde, sıtma nöbetlerinde geçmişti. Şimdi, o mücadelenin meyvesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sıralarında oturuyordu. Bir parça çekingen, hatta silikti… Mecliste, Dilekçe Komisyonu’nda çalışırdı. Genel kuruldaysa en arkalarda bir yerde otururdu. Öne çıkmaya, gösteriş yapmaya tabiatı müsait değildi. Aydın Menderes (Adnan Menderes’in Oğlu): “Alçakgönüllü ve mahcup tabiatlı denilebilecek bir insandı. Yani böyle hemen insanlara bir omuz darbesi vurup ön sıralara geçmeyi düşünecek, bunun için belirli yolları deneyecek tabiatı da yoktu.

Bir nedeni bu olabilir. Đkincisi belki de Serbest Fırka olayından kalan bir duygu… Yani, ‘Zamanı gelmeden bir işe girişmemeli.’ Çiftçilik de buna çok uygun düşer. Traktörünüz hazırdır. Bütün aletleriniz hazırdır. Gübreniz tohumunuz hazırdır. Ama toprak ve hava şartları bir arada uygun değilse eliniz kolunuz bağlıdır. Đlle havanın ısınmasını, toprağın da tava gelmesini bekleyeceksiniz.” Toprak henüz siyasette tavına gelmemişti. Menderes için bu dönemde yapılabilecek en iyi şey kendisini daha iyi hazırlamaktı. Bir gece aniden üniversiteye yazılmaya karar verdi. Ankara Hukuk Mektebi’ne bir dilekçeyle başvurdu. Oysa lise diploması dahi yoktu. Milletvekili olduğundan okula kabul edildi. Böylece 33 yaşında, bu kez bir milletvekili olarak yeniden öğrenci sıralarına oturuyordu.

Menderes’in öğrencilik yıllarında iki büyük olay yaşandı. Biri, faşizmin bütün hızıyla yayılmasıydı. Đtalya’da Mussolini, Đspanya’da Franco ve Almanya’da Hitler ekonomik krizin birer ürünü olarak diktatörlüklerini ilan etmişlerdi. Dünya adım adım bir savaşa sürükleniyordu. Diğer sarsıcı haber ise 10 Kasım 1938 günü geldi. Artık Cumhuriyet Atatürk’süzdü… Atatürk öldüğünde silah arkadaşı Đsmet Đnönü O’nun başbakanı değildi. Ata ile tartışmışlar ve ilişkilerine bir fasıla vermeyi kararlaştırmışlardı. Bunun üzerine başbakanlığa Celal Bayar atanmıştı. Bayar, Đttihat ve Terakki’den bu yana Atatürk’ün yanındaydı. Đstiklal Harbi’nin Galip Hoca’sıydı. Hayatı mücadeleyle geçmişti. Đş Bankası’nı kurmuş, Atatürk’ün iktisat vekilliğini yapmış, şimdi de başbakanı olmuştu. Đnönü ve Bayar… Đki ayrı kutuptular. Yaşamları boyunca ne zaman biri öne çıksa, diğeri geride kalmış ve kendi sırasını beklemişti. Atatürk’ten sonra da bu halef-seleflik kuralı acaba böyle mi işleyecekti? Ata’nın öldüğü gün Bayar yeni Cumhurbaşkanı’nın kim olacağını soranlara şu karşılığı veriyordu: “Meclis seçecektir Reisicumhur’u… Bizim vazifemiz meseleyi mal sahibine götürüp selametle teslim etmektir.

Vazifesini ifa edebilmesi için ve bundan sonra da bir ekseriyetle bile seçilirse ona itaati sağlamamaktır. Bu prensibe aykırı hareket eden babam mezardan çıksa onu asarım.” Meclis 11 Kasım 1938 Cuma günü olağanüstü toplandı ve Cumhurbaşkanlığı’na Đsmet Đnönü’yü seçti. Đsmet Paşa o gün hatıra defterine şu notu düştü: “Meclis çılgın bir halde 24 saat güç sarf etti. Bütün memleket radyo başında bekledi. Oybirliğiyle beni Cumhurbaşkanı seçtiler. Đktidarda olmayan, hatta iktidar mevkiinde fikrini sevmedikleri, korktukları bilinen bir çekilmiş adamın (Cumhurbaşkanlığı’na) getirilmesi rızasıyla, serbest oyla yapılmış hakiki bir seçim olarak tarihe geçecektir.” Özden Toker (Đsmet Đnönü’nün Kızı): “O gün benim için diğer günler gibi başlamıştı. Çankaya Đlkokulu’ndaki öğretmenim Rasim Akın’la birlikte ders yapıyorduk. O sırada kapı vuruldu ve beni aşağı çağırdılar. Babam beni görmek istiyormuş. Aşağı indim. Bahçeye çıktım. Hava güzeldi. Babam üzerine frağını giymişti.

Yanında TBMM Başkanı Abdulhalik Renda ve birkaç arkadaşı vardı. Ben koşarak yanma gittim. Beni kucağına aldı, öptü, saçlarımı okşadı. ‘Kızım, bak arkadaşlar beni almaya geldiler. Şimdi Meclis’e gidiyoruz. Ben orada Cumhurbaşkanı olarak yemin edeceğim. Sana bunu ben söylemek istedim. Baban artık bundan sonra Cumhurbaşkanı oluyor.’ ” Đnönü artık Cumhurbaşkanı’ydı. Başbakanlığa yeniden Bayar atandıysa da Bayar birkaç ay sonra istifaya mecbur kaldı. Ezeli rekabet bu iki ismin bir arada olmasını engelliyordu. Bayar köşesine çekildi. Öne çıkma sırası şimdi Đnönü’deydi. Yeni liderin önünde iki yol vardı: ya tek adam olacak veya Atatürk’ün demokrasi arayışını sürdürecekti. Đlerde büyük tartışmalara yol açacak ilk işaret 1938 yılındaki CHP 1.

Olağanüstü Kurultayı’nda verildi. Parti programında değişiklik yapıldı ve Celal Bayar’ın başkanlık ettiği Kurultay’da Đnönü, değişmez Genel Başkan ilan edildi. Artık Đsmet Paşa isterse ölene kadar partinin başkanı olarak kalabilecekti. Kurultay’ın Milli Şef’e bağlılık mesajını en genç aza olan Adnan Menderes okudu: “Partimizin değişmez genel başkanlığı’na intihab olunan, Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük Reisicumhur’u ve kahraman Türk Ordusu’nun yüce Başbuğ’u, Milli Şef Đsmet Đnönü’ye Büyük Kurultay’ın yürekten sevgi ve bağlılığının arzına karar verilmiştir.” Talihin cilvesine bakın ki, bu karan kürsüden iftiharla okuyan genç birkaç sene sonra da bu okuduğu kararın en şiddetli muhaliflerinden biri olacaktı. Đsmet Đnönü Milli Şef’liğinin ilanından kısa bir süre sonra herkesi şaşırtan bir konuşma yaptı. Đstanbul Üniversitesi’nde: “Ülkede gerçek anlamda bir millet denetimi zorunludur” dedi. Acaba Đsmet Paşa çok partili demokrasi yolunu mu gösteriyordu? Kimi evet, kimi hayır dedi. Bu tartışmalar tam altı ay sonra bıçak gibi kesildi. Avrupa’da savaş patlamıştı. Artık Türkiye’nin önünde bir tek hedef vardı: bu felaketin dışında kalabilmek. Hem dünya, hem de Türkiye için sıkıntı dolu bir dönem başladı. Yoklukların, kuyrukların, karaborsanın, karartmaların ve ekmek karnelerinin hüküm sürdüğü bir dönem… Savaşın dehşeti, Milli Şef’in egemenliğini biraz daha perçinlemiş ve Đsmet Đnönü giderek bir korkunun sembolü olmaya başlamıştı. Oysa artık yeni bir kuşak yetişmişti. Tek partili düzen onlara dar geliyordu.

Süleyman Demirel: “Bizim o zamanki vaziyetimiz… Biz, Đstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrenciyiz 40’lı yıllarda. 20-21 yaşında gençler olarak memleket meselelerine hevesliyiz. Onları takip ediyoruz. Ve o yaşlarda, hemen hemen her devirde gençler biraz yönetime karşı olurlar. Yani ülkeyi yönetenlere karşıyız. Ve yeni bir hareket çıksa da bu yeni hareketin peşinden millet gitse gibi düşünceler aşağı yukarı bizim yaşımızda olan genç zihinlere hakimdir.” Cüneyt Arcayürek (Gazeteci-Yazar): “Genciz… Üniversiteye gidiyoruz, okuyoruz, çiziyoruz, söylüyorlar, görüyoruz. Milli Şef’in ağırlığı çökmüş Türkiye’ye… Düşünebiliyor musunuz, Đnönü’yü yolda görmek mümkün değil. Çankaya’dan inerken yollar kapanıyor. Önünde motosikletler, arkasında motosikletler, gümbür gümbür bir sesle iniyor ve işte böyle geçip gidiyor. Eee… Bir adam… Kim bu? Đnönü geçti… Biz böyle korkularla büyüdük.” Tek adam, giderek tek başına adama dönüşüyordu. Halk, zincirinden boşanan fiyatlar karşısında çaresiz ve bitkindi. Türkiye savaşa girmemiş, ama savaş Türk evlerine girmişti. Ankara’daki Đsmet Paşa pazarına yokluk egemendi.

Daha önce köyden kente mal taşıyan kağnılar, bu kez kente yiyecek bulmaya geliyorlardı. Oysa şehirde insanlar artık apartman bahçelerine sebze eker hale gelmişlerdi. Savaşın tam bir yangına dönüştüğü 1942 yılında alevler Karadeniz’den, Ege’den ve Balkanlar’dan Türkiye’yi kuşatmış durumdaydı. Đşte tam bu aşamada konulan ünlü varlık vergisi şikayetleri ve muhalefeti doruğa çıkardı. Kuyruklarda halk homurdanıyor, oysa gazeteler Milli Şef’i bir ilah mertebesine yükselten haberlerle dolduruluyordu. Metin Toker (Gazeteci-Yazar): “Ve bu zorla yaptırılıyordu gazetelere. Aslında bazı gazeteler buna gönüllüydüler ya… Mesela her Đnönü zaferinde birinci sayfalarda böyle büyük çerçeveler içinde Đsmet Paşa’nın resmi yayınlanır. O kadar ki Đsmet Paşa’nın ailesiyle ilgili haberlerin bile, mesela Mevhibe Đnönü munakanat Vekaleti’nin postacılık kursunu yahut telsiz kursunu açmış. O haberin nerede nasıl yazılacağını tamim ederlerdi ki, Mevhibe Đnönü mesela bunlardan hiç hoşlanan bir tabiatta değildi. Ama Đsmet Đnönü imajının cilalanması için elden gelen her şey yapılıyordu. Mesela Đsmet Đnönü’nün oğlu (Erdal Đnönü) Türk Hava Kurumu’ndan uçuş brövesi almış. Millet meclisi başkanı, Başbakan, bütün Bakanlar, Genelkurmay Başkanı hepsi toplantıdalar. Nutuklar söylenip, Milli Şef’in oğlunun ne kadar büyük bir iş yaptığı anlatılıyor. Ve bu gazetelere yazdırılıyor. Tabii bütün bunlar Milli Şef’e karşı istenilenin tam aksine belki otorite sağlıyordu ama antipatik yapıyordu.

” Bu antipati, kısa bir süre sonra muhalefete dönüştü. Đlk muhalif sesleri yükseltenler de Tan gazetesinde Zekeriya ve Sabiha Sertel’lerle, Vatan gazetesinden Ahmet Emin Yalman oldu. Behice Boran, Mehmet Ali Aybar gibi kalemler de demokrasi ve düşünce özgürlüğü tartışmasını körüklediler. Sağ cenahtaysa aynı yıl ırkçılık ve Turancılık tartışmaları büyüyor ve geniş çaplı tutuklamalar yapılıyordu. Milli Şef’in şimşeğini çekenler arasında Alparslan Türkeş adlı bir üsteğmen de vardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir