Margaret Rome – Ayriligin Esiginde

“Doğrusu anlamıyorum.” Angie, gri gözleriyle kız kardeşini süzüyordu. Yüzündeki kayıtsız ifadenin gerçek duygularını yansıtmadığını hissetmişti. “Eğer bu adamdan korkuyorsan, neden onun evlilik önerisini kabul ettin?” diye sordu. Cilla parlak mavi gözlerini önüne indirince Angie şaşırdı. Yıllardan beri ilk kez kız kardeşinin böyle çaresizlik içinde olduğuna tanık oluyordu. “Bu kadar ciddi ve anlayışsız mı olman gerek?” Kız kardeşi en ufak bir eleştiriye bile böyle tepki gösterirdi işte. “Senin öğütlerini dinlemekten, her zaman dikkatli davranmak zorunda kalmaktan ve babamızın işini göz önünde tutarak hareket etmeye çalışmaktan bıktım usandım artık.Hem de ne iş?Şu atalardan kalma eski evimize bir bak…Böyle bir yerde mi oturmalıydık biz?Bir malikanede doğup büyüyen ve lüks içinde yüzdüğü söylenen annemizin,babamız gibi parasız bir papaz yardımcısıyla evlenerek,sahip olduğu her şeyden vaz geçmesini anlayamamışımdır zaten.Üstelik babam gençliğinden beri yükselme hırsı olmayan bir insandır.Aradan yirmi beş yıl geçmiş olmasına karşın alt tarafı bir papaz olabildi.” Kız kardeşinin patlayışı karşısında öfkelenen Angie, yine de kendisi tutarak,”Annemin babama âşık olduğu için, onunla evlendiğini sanıyorum,” dedi sakin bir sele. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Cilla birden atılarak, kollarını ablasının boynuna doladı. Gözlerinden süzülen yaşlar arasında,”Bağışla beni,” diye sızlandı.


”Aslında sözlerimin bir teki bile gerçek düşüncelerimi yansıtmıyor. Dünyanın en iyi kalpli, yardımsever ve cömert babasına sahip olduğumuzu benden daha iyi kimse bilemez. Ondan nasıl böyle söz edebildim, ben de bilmiyorum.” Angie, Cilla’yı bağışladığını gösterir biçimde kucakladıktan sonra,”Fazla yorgunsun da ondan her halde,” diyerek onu yandaki kanepeye oturtup, kendi de yanına yerleşti. “Kolay kolay ağlayan insanlardan değilsindir. Son birkaç yıl içinde hayatın neşeli ve hareketli bir biçimde geçti, bu arada ağlamayı unutmuş olduğuna emindim. Bu ani fırtınaya o esrarlı Yunanlının neden olduğunu sanıyorum. O yüzden, bu olayın, ayrıntılarını öğrenmemin iyi olacağını düşünüyorum.” Cila hemen karşılık vermedi. Ama yatışması için zamana ihtiyacı olduğunu bilen ablası, onu sıkıştırmadı. Sessizce oturup bu olağandışı tavrını açıklamasını bekledi. Angie serinkanlı görünmeye çalışıyordu. Ama içinden, kardeşi için endişeleniyordu. Daha tam yirmi yaşında bile olmayan Cilla, bir gecede değişivermişti. Okuldan ayrılır ayrılmaz kilisedeki işlere boş vererek, vaktini zengin akrabalarının evlerinde tanıdığı gençlerle danslara ve yemeklere giderek geçirmeye başlamıştı.

Angie ise bu tür yaşamdan her zaman kaçınmıştı. Yalnız hoşlanmadığından değil, Cilla çok para harcadığı için, aile bütçesine daha fazla zarar vermemek amacıyla da zengin akrabalarından uzak dururdu. Kız kardeşinin hala sustuğunu görünce,”Bekliyorum Cilla,” diye onu cesaretlendirmeye çalıştı. Bir sırrını bana anlatmaktan kaçınacağın hiç aklıma gelmezdi doğrusu.” “Bana kızacaksın.” Angie gözlerindeki, ciddiyetle bağdaşmayan alaycı parıltıyı gizlemeye çabalarken,”Kızmamaya çalışacağım,” dedi. Cilla’nın küçüklüğünden beri olayları büyütmekten hoşlandığını bilirdi. Sonunda Cilla utangaç bir ifadeyle anlatmaya başladı. “Nişanlandığımı sana ve babama söylememekle hata ettim. Ama doğrusunu istersen, eve döndükten sonra olanlar bana giderek gerçek dışı gibi gelmeye başladı. Yaşanırken heyecan veren, ama bittiğinde gerçekliği kuşku uyandıran bir olay…” Bu olay, galiba kuzenimiz Freddie’nin yatıyla çıktığın yolculuk sırasında oldu?” Cilla başını salladı. ”Evet. O korkunç fırtına patlak verdiğinde, Ege sularında yol alıyorduk. Sığınabileceğimiz hiçbir liman yoktu. En yakın kara parçası ise küçücük bir adaydı.

Sonradan buranın, Terzan Helios adlı bir Yunanlıya ait olduğunu öğrendik. Helios, iş hayatının sıkıntılarından bu adada dinlenerek kurtuluyordu.” Böyle bir yere sahip olmanın görkemliliği karşısında adeta ezilen Angie, ”Böyle zenginlikler, insana günah dolu gibi geliyor,” diye mırıldandı. Cilla ablasını süzdü. ”Kullandığın sözcük çok yerinde,” dedi. “Terzan günahkârdır. Günahkâr denebilecek kadar zengin, günahkâr denebilecek kadar yakışıklı ve tehlikeli denebilecek kadar da çekici…” Angie nefesini tutu. Cilla sanki bir şeytanın tanımını yapıyordu. Birdenbire hayalinde, alnında kıvrık boynuzlar bulunan esmer bir Yunanlı görüntüsü canlandı. Avuçları terledi. Cilla ,”Tüm Yunanlılar gibi o da çok konukseverdi, diye devam etti sözlerine. “Teknede bulunan on kişiyi ağırladı ve fırtınadan sonra da kalmamız için ısrar etti. Bir ay kadar adada onun konuğu olduk. Freddie bile, Terzan’ın cömertliğinden ve zenginliğinden etkilenerek, onun bana âşık olduğunu anlayınca, bizi birbirimize yaklaştırmak için uğraştı.” Angie,”Tam Freddie’ye yakışan bir davranış biçimi,” dedi.

”Neden onunla arkadaşlık edersin bilmem. Gerçi yakın akrabamız, ama Freddie’nin çok şımartılmış ve eline fazlasıyla para verilerek yozlaştırılmış bir insan olduğunu söylemek zorundayım.” “Siz ikiniz hiçbir zaman anlaşamazdınız zaten.” “Gayet tabii. Zamanını çoğunu kilisedeki işlerle uğraşarak geçirdiğimi kabul ediyorum. Ama hiçbir zaman onun bana taktığı,”İyilik meleği teyze,”lakabını da hak etmiş değilim.” Aklı çok daha önemli konulara takılmış olan Cilla, bunu bir omuz silkişiyle savuşturduktan sonra,”Soruma hala cevap vermedin,” dedi. “Karios adasına gidip Terzan’a, kendisiyle neden evlenemeyeceğimi açıklayacak mısın?” Angie sanki bu soru ilk kez soruluyormuş gibi kanını birdenbire buz kestiğini hissetti. Hayatında ilk kez paniğe kapılıyordu. Boğuk bir sesle,”Tam olarak anlayamadığım bir durumu, bir başkasına nasıl açıklayabilirim?” dedi. “Gerçi benim mantığıma göre biraz ters, ama söylediğine bakılırsa bu Yunanlı bir iki hafta içinde seni hayatının geri kalan bölümünü onunla geçirmekten başka hiçbir şey istemediğine inandırmış. Şimdi de sen, daha aradan altı ay bile geçmeden bu duygunun, korkuya dönüştüğünü ileri sürüyorsun. Bu nasıl olur?” Kaşlarını çattı. ”Adadan ayrıldıktan sonra Terzan’ı görmediğine göre, neden ondan korkmaya başladın?” “Önceleri her gün telefonla konuşuyorduk. Sonra altı hafta kadar ondan hiçbir haber alamadım.

İşte bu suskunluk dönemi sırasında nasıl bir yanlışlık yaptığımı fark etmeye başladım. Haftalar geçip ondan da haber çıkmayınca, Terzan’ın da ilişkimizi sonra erdirmek istediği düşüncesine kapıldım. Herhalde aramızda geçenleri o da hafif bir flört olarak yorumlamış olmalıydı.” Angie,”Anlıyorum,” diye başını salladı. Gerçekten de anlıyordu. Gerçi bu bakış açısı kendi karakterine yabacıydı, ama Cilla için bu tür düşüncelerin doğal olduğunu bilirdi. “Sonra ne oldu?” diye sordu. “Beklemediğin bir anda seni yeniden mi aradı?” “Evet. Mektup yazdı. Daha doğrusu, özellikle onunla evlenmeye niyetim olmadığını bildirdiğim zaman sayılarını giderek arttırdığını bir mektup sağanağına tuttu beni.” Reddedilen adam için, içinde bir acıma duygusu uyanan Angie,”Anlaşılan seni çok seviyor,” dedi. ”Yine de nişan, bir genç kızı tümüyle bağlamadığı için söz konusu kişi fikir değiştirebilir. Ayrıca karşısındaki erkek bir beyefendiyse, onun bu durumu olgunlukla karşılamasını bekler.” Cilla ürperdi. ”Terzan, beyefendi görünüşü nedeniyle öyle sanılır, ama sözünü tutmam için mağara adamı taktikleri kullanabilecek kadar kabadır.

Son derece değerli olmakla birlikte tıraşlanmamış bir elmasa benzer. O yüzden, her an buraya gelmesinden korkarak, en kısa zamanda Karios’a döneceğine söz verdim. Bunu yapmak zorundaydım Angie. Onu kendimden uzak tutmak için her çareye başvurmak zorundaydım.” Birden dudaklarında utangaç bir gülümseme belirdi, sesi fısıltı halini aldı. ”Anlıyor musun?… Başka birine aşık oldum…Ama bu kez gerçek….” “Aşık mı oldun…?”Angie neredeyse küçük dilini yutuyordu. ”Tanrı aşkına,kime?…” “David Montgomery’ye… Ve eğer sezgilerim beni yanıltmıyorsa, pek yakında bana evlenme teklifinde bulunacak.” Ablasının gözleri neşeyle parladı. “Harika bir haber bu. Senin için çok sevindim. David’den her zaman hoşlanmışımdır. O saçma sapan arkadaşlarının arasında, tek dengeli ve güvenilir çocuk odur.” “Bunların hepsi iyi de, David’in babası, vikont.” Cilla’nın sesine bir panik havası çökmüştü.

“Eğer annesiyle babası benim Terzan Hellios’la nişanlandığımı duyacak olurlarsa, evliliğimize kesinlikle izin vermezler Angie.” Karmakarışık duygularla arkasına yaslanan Angie, “Öf, Tanrım…” diye inledi. “Hayatı çok zorlaştırıyorsun…” “Bir daha böyle davranmayacağıma söz veriyorum Angie. Lütfen… Şunu al ve benim için Karios’a götürüp Terzan’a iade et. Ancak böylece o da nişanımızın kesinlikle sona erdiğini anlar. Bu isteğimi reddedemezsin. Gelecekteki mutluluğum Terzan’ın hayatımdan çıkmasına bağlı.” Ayağa fırladı ve koşarak odadan çıktı. Angie, avcuna bırakılmış kocaman pırlanta yüzüğe bakakaldı. Yüzüğü dikkatle yanında duran sehpanın üstüne koydu. Gözlerini bu görkemli taştan ayırmaya çalışarak düşünmeye başladı. Az sonra kararını vermişti. Sanki kardeşi yanındaymış gibi, “Bu senin birçok kez denemiş olduğun bir numara kızım,” diye homurdandı. “Sorunu üstüme atar ve karşı koymamı dinlememek için kaçıp gidersin. Ama bu sefer beni kandıramazsın.

Benim çözemeyeceğim kadar büyük bir sorun bu.” Angie’yle babası akşam yemeği için sofraya oturduklarında Cilla hala gelmemişti. Babasının suskunluğunu görünce Angie, adamı şöyle bir süzdü. Sonra yapmacık bir neşeyle,”Günün iyi geçti mi baba?” diye sordu. “Şöyle böyle…” Tabağı önünden itti adam. “Pek aç değilim…” “Eğer bir sakıncası yoksa bunu yemek istemiyorum.” Sakin ve olumlu bir insan olan Angie, pişirmesi, tüm öğlede sonrasını olan çorbanın yenmemesine aldırmayarak kendisininkini kaşıklamaya başladı. Aslında onu üzen konunun ne olduğunu sorması gerekiyordu. Ama kendi düşünceleriyle öylesine doluydu ki, sesini çıkarmadı. Ama sıra tatlıya gelip de babasının hala tek kelime etmemiş olduğunu fark edince adamın yalnız üzgün değil, aynı zamanda da hayli huzursuz olduğunu anladı. O sırada babası, “Cilla nerede?” diye sordu. Ses tonundaki sertlik, Angie’yi ürkütmüştü. “Bilmiyorum. Evden bir iki saat kadar önce ayrıldı. Ama istersen nerede olduğunu öğrenebilirim.

” “Gereği yok. Hem o genç hanımla konuşmadan önce biraz sakinleşsem daha iyi olacak galiba.” Babasının sesi de, davranışları da ürküntü vericiydi. Eğer herhangi biri, annesinin tüm güzelliğini almış olan küçük kızını kayırdığını, onu ablasından daha çok sevdiğini söylese, belki kızardı. Ama gerçek buydu. Cilla pek azarlanmamış, istedikleri genellikle yapılmıştı. Özelliklede annelerinin ölümünden sonra… Angie, “Neden?” diye sordu. “Cilla bir hata mı yaptı?” Babası tabağını itti. İçindekilere dokunmamıştı. Angie’ye açılmakta zorluk çekiyordu. Adam ağır bir sesle, “Bu akşamüstü piskopos telefon ederek benimle buluşmak istedi.” dedi. “Önce konuyu açmak istemedi. Ama ikinizi de doğduğunuz günden beri tanıdığı ve benim de çok eski bir dostum olduğu için, sonunda kilise üyelerinden birinin Cilla’nın davranışlarından şikâyetçi olduğunu açıkladı. “Ah, baba…” Angie öfkeyle ayağa sıçramıştı.

“Piskoposun, bazı kilise üyelerinin, gençleri birer şeytan gibi görme eğiliminde olduğunu bilmesi gerekir. Doğrusunu söylemek gerekirse Piskopos da beni hayal kırıklığına uğrattı. Onun sadece gerçeklerle hareket etmek yerine, dedikodulara kulak vermesi şaşırtıcı.” “Yerine otur Angie. Ve lütfen izin ver de sözlerimi bitireyim.” Bu emir öylesine alışılmadık bir sertlikle verilmişti ki, Angie öfkesine karşın hemen babasının isteğini yerine getirdi. “Evet… Piskoposumuz kişisel görüşleri ne olursa olsun, her tür şikâyeti dikkate almak zorundadır. Suçlamanın anlamsız olduğundan emin. Bunu açıkça belirtti zaten. Ama ayrıca, ailemdeki bireylerin, benim işlerime gölge düşürecek biçimde davranmalarına izin verilemeyeceğini de belirtti.” İçini çekip kederle gözlerini ovuşturdu. Angie, babasını böyle üzdüğü için kız kardeşine birden çok kızdı. “Ama suç yalnızca onda değil. Onun böyle davranacak kadar şımarmasına ben izin verdim.” “Söylediklerinin gerçekle hiç ilgisi yok baba.

” “Var yavrum, var. Ve ayrıca büyün işlerin senin üstüne kalmasına da göz yumdum.” Angie, “Ama ben iş yapmaktan hoşlanıyorum,” diye atıldı. Babasını sözleri gözlerinin yaşarmasına neden olmuştu. “Ayrıca Cilla o kadar genç ve güzel ki, eğlenmeye herkesten çok onun çok hakkı var.” Babası ciddi bir sesle,”Senden sadece iki yaş küçük, o kadar,” dedi. “Hem ayrıca sende kız kardeşinin son derece güzel bir kopyasısın.” Düşüncesizce yapılmış olan bu kıyaslama, eskiden olsa Angie’yi kırabilirdi. Ama genç kız yıllar boyu Cilla’nın güzelliğinin gölgesinde yaşamaya alışmıştı artık. Gerçi ikisi de aynı narin kemik yapısıyla pürüzsüz cilde sahiptiler. Ama Cilla’nın saçlarının güneş gibi parlak olmasına karşılık, kendisininkiler, soluk ay parlaklığındaydı. Cilla’nın gözleri mavi, kendi gözleriyse griydi. Babası ayağa kalkarak omuzlarını dikleştirdi. “Bundan böyle Cilla’nın, annenin akrabalarının evlerine uzun ziyaretler yapmasını yasaklamaya karar verdim. Fazla lüks ve özellikle Freddie gibi yalnızca eğlence peşinde koşan kuzenler, kız kardeşini değiştirdi.

Angie, “Tanrı aşkına, baba…” diye bağırdı. “Cilla tam olarak neyle suçlanıyor?” “Tüm komşuları uykularından eden gürültülü spor arabalarla yarışmaktan….kasabanın lokalinde içkili partiler düzenleyerek huzuru bozmaktan…Ve bu davranışlarının yanlış olduğunu kendisine hatırlatmaya çalışan yaşlılara karşı terbiyesizce davranmaktan…” Angie’nin dili tutulmuştu adeta. Babasının yemek odasından çıkışını izlerken, hıçkırarak ağlaması mı, yoksa kahkahalarla gülmesi mi gerektiğine karar veremiyordu bir türlü. Babasını ve onun çağdaşlarını, Cilla’nın gözleriyle görür gibi olmuştu. Gençliğin verdiği neşe ve heyecan, onlar tarafından kesinlikle anlaşılamazdı. Ama bütün sakin yaradılışlı insanlar gibi, babaları da öfkelendiği zaman korkunç olurdu. Bu nedenle, Cilla’nın mutluluğu için, onun Terzan konusunda hiçbir şey öğrenmemesi gerekiyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir