Margaret Weis – Ejderhanin Kemikleri

Av iyi gitmemişti. Dört genç adam, insanlarına et getirmek umuduyla altı gün önce köylerinden ayrılmışlardı. Sadece birkaç zayıf ve yeteri kadar beslenmemiş tavşan yakalamışlar, onlar da aç avcıları doyurmaya gitmişti. Umutları suya düşen genç adamlar evlerinin yolunu tutmuşlardı. Torgunlar eğlenmek dışında fazla avlanmazlardı. Klan sığır ile koyun, ördek ile kaz besler, bunları kış boyunca ağıllarda tutar, yaz aylarında yetişmiş tahılla beslerdi. Ancak aşırı yağıştan dolayı son güz mevsiminde hasat az olmuştu. Kış, yani Svanses’in karanlık ayları genellikle uzun ve fazlasıyla soğuk olur, hayvanları ve insanları öldürürdü. Bahar Torgunlara umut getirmişse de bahar zamanı, yani Desiria boş çıkmıştı. Tanrıça Akaria’nın yağmurları erken gelmiş ve kısa sürmüştü. Baharın bu ilerleyen zamanlarında körpe bitkiler susuz toprakta kuruyup gidiyordu. İdeal şartlar altında bile bu soğuk ve karlı diyarda tarım yapmak hep zor olagelmişti. Çiçek açma mevsimi kısa, toprak taşlı ve işlemesi zordu. Vindrasi halkı zorluklara rağmen veya belki de onlar sayesinde burada asırlarca yaşayıp gelişmişti. Fakat içlerinden en yaşlısı bile bu kadar kötü bir zamanı hatırlamıyordu.


Dönüş yolunda av bulmayı uman dört arkadaştan oluşan grup, daha büyük bir alanı kapsamak için dağıldı. Bjorn ve Erdmun kardeşler köye başka bir yoldan gitmek için kuzey güzergahını seçtiler. Skylan ve Gam güneyden gittiler. Bu iki adam sessizlik içinde ilerlemekteydi. Skylan yenilgiyle iyi başa çıkamadığından suratı asık ve huysuzdu. Gam ise söylemeye değer bir şeyi olana kadar konuşmadığı için sessizdi. Vakit sabahtı, şafak yaklaşıyordu. Genç adamlar alacakaranlıkta uyanıp körpe yeşil otlar yiyen veya su içmek için ırmağa gelen bir geyik bulma niyetiyle erken kalkmışlardı. Ancak geyik falan yoktu, çünkü taze ot yoktu. Irmağa gelince, yağmur yağmadığından neredeyse tamamen tükenmişti. Küçük bir çocuk bile dizleri ıslanmadan suyun içinde koştıırabilirdi. Güneşin tepelerin üzerinde yükselmesini seyrederken Skylan’ın suratı iyice asıldı. Güneş Tanrıçası Aylisöfkeli bir tanrıçaydı; ihtiyaç duyulan yağmuru taşıyabilecek bulutlan yakıp yok ediyordu. Gün açık ve sıcak olacaktı. Yine.

“Aylis’in bizden nefret ettiğini düşünmeye başlıyorum,” dedi Skylan acı bir sesle. “Acımasız Svansol mevsiminde tanrıçanın ışığı için dua ettikse de ortalarda yoktu. Bizi Svanses’in insafına ve karına, buzuna, acı soğuğuna terk etti. Şimdi Desiria zamanında kendimizi Aylis’ten kurtaramıyoruz. Sular Tanrıçasına yağmur için dua ediyoruz ama Aylis Akaria’yı kovalıyor, ekinlerimizi yakıyor ve sularımızı kurutuyor.” “İnsan sanıyor ki,” diye yarım bir tebessümle yorumda bulundu Gam, “Torval kadınlarına daha iyi gem vursun.” “Belki Torval’in kadınları da bizimkiler gibidir ve akıllarına eseni yapıyorlardır,” diye homurdanan Skylan’ın aklında özellikle bir kadın vardı. Bunları söylerken sözleri şaka yollu olsa da Savaş Tanrısı alınmasın diye boynundaki kolyeye -küçük bir gümüş balta-dokıınmayı ihmal etmedi. “Ama böyle meseleleri hafife almamalıyız,” diye çarçabuk ekledi Skylan. “Torval kızıp öfkesini bizden çıkarabilir.” “Tanrı bizi olduğumuzdan daha kötü bir duruma nasıl düşürebilir bilmiyorum,” diye alayla karşılık verdi Gam. “Hafızalardaki en kötü kışa katlanıp umutla baharı bekliyoruz. Hayatın yeniden doğduğu bir zamanda kuraklık ve ölüm buluyoruz.” Skylan kaşlarını çatsa da sesini çıkarmadı. Tanrılara hürmet ediyor ve Gaın’ın onlar hakkında böyle dalga geçercesine saygısızca konuşmayı kesmesini diliyordu.

Skylan bir şey diyebilirdi, fakat küçüklüklerinden beri Gam ile arkadaştılar -hattâ birlikte yetiştirildikleri için kardeş bile sayılabilirlerdi- ve Skylan tecrübelerine dayanarak Garn ile münakaşa etmenin onu daha da saygısızlığa iteceğini biliyordu. O yüzden sessiz kaldı. Skylan’ın Vindrasi Tanrıları’na olan basit ve sorgusuz inancının sebebi belki de -Garn’ın da diyebileceği gibi- bu inancının hiç sınanmamış olmasıydı. Skylar Ivorson doğduğunda Vindrasi Tanrılarımın efendisi Torval tarafından kutsanmıştı. Torval semada düşmanlarıyla cenk ederken savaş baltasından bir kıvılcım çakmış ve Skylan ilk defa ağladığında gökyüzünde kaymıştı. Skylan’ın babası ve Torgun Klanı’nın şefi Norga-ard kıvılcımdan ve tüm klanın buna nasıl tanıklık ettiğinden bir önceki Kai Rahibesi Aldrif’e bahsettiğinde kadın, Torval’in çocuğu sahiden de kutsadığını ve böylece büyüdüğünde yiğit bir savaşçı olup halkını kurtaracağını söylemişti. Annesinin doğum sırasında öldüğü gerçeği ise bu işareti daha da önemli kılmıştı. Torgun Klanı’ndaki herkes, özellikle de Skylan bu takdise inanıyordu. Skylan klandaki en güçlü genç adam ve en cesur savaşçı olmasının yanı sıra kılıç, mızrak ve balta konusunda en yetenekli olandı. Vindrasilerin ejdergemilerini yüzdürdükleri dalgaların rengindeki gözleri ve Aylis’in altın sarısı ışıklarının rengindeki saçlarıyla yakışıklıydı da. Bronz tenli vücudu biçimli ve kaslıydı. Kendini gurur ve güvenle taşıyordu. Skylan kalkan duvarındaki yerini alıp ilk düşmanını öldürdüğünde on dört yaşındaydı. Yine aynı yaşlarda ilk defa koy-nuna bir kadın almış, iffetlerine özen göstermeyen veya şefin oğluyla yattıklarında evlatlarına bakılacağını düşünen babaların kızlarıyla birlikte olmaya başlamıştı. Sonuç olarak kampta deniz mavisi gözlü ve altın sarısı saçlı birkaç çocuk bulunmaktaydı.

Skylan piç çocuklarını neşeyle kabulleniyor ve kendinden beklendiği üzere annelerine zaman zaman hediyeler veriyordu. Fakat bu kadınlardan herhangi biriyle evlenmeye niyeti yoktu ve Garn’ın dediği gibi “haylazlığa” son vermişti. Skylan iki yıl önce, yani on altı yaşındayken âşık olduğuna kanaat getirmişti. Kızın adı Aylaen Aclalbrand’dı, babasının arkadaşı Si-gurd Adalbrand’ın üvey kızıydı. O zamanlar on beşindeydi. Şimdi on yedi yaşındaydı. Bu üçü -Aylaen, Garn ve Skylan- bakıcıları onları battaniyeler üzerinde yan yana yatırdıklarından bu yana arkadaştılar. Birlikte oynarlardı ki bu alışılmadık bir durumdu, zira kızlara genelde ev işleri yaptırılırdı. Aylaen’in öz babası öldüğünden ve annesi ona söz geçiremediğinden deyim yerindeyse delilik ediyor, kendisine verilen görevlerden kaytarıp Skylan ile Garn’ın oyunlarına ve kavgalarına katılıyordu. Skylan Aylaen’i kızdıracak ne yaptığını anımsamıyordu -belki de örülü uzun kızıl saçlarını çekmişti. Kız bir yaban kedisi gibi hızla dönüp onun suratına yumruk atarak dudağını patlatmış, burnunu ka-natmıştı -ve kıç üstü yere oturtmuştu. Kamptaki hiçbir oğlan Skylan’ı kavgada alt edememişti. Aylaen’in o ani saldırısına öyle hayranlık duymuştu ki karşılık vermeyi unutmuş ve kız acıyan yumruğundaki şeref duyduğu kızarıklıkları emerek zafer içinde meydandan ayrılmıştı. Skylan iki yıl önce Aylaen’e onunla evlenmeye niyeti olduğunu söylemişti. Doğru, kız dil çıkarıp alay etmişti, ama Skylan’ın cesareti kırılmamıştı.

O zamandan beri başka bir kadınla yatmamıştı. Kızın üvey babasına evlilik teklifini götürmüş ve Sigurcl pazarlıktan sonra kabul etmişti. Skylan’ın artık önündeki tek engel kızın başlık parası için yeteri kadar gümüş biriktirmekti. Vindrasilerdeki tüm evlilikler görücü usûlüydü. Ancak kadınlar taliplerini reddetme hakkına sahiptiler ve Ay-laen onunla asla evlenmeyeceğine yemin üstüne yemin ediyor, ancak bunu muzipçe yapıyordu. Skylan kızın ciddi olmadığından emindi. Ne olsa o şefin oğluydu ve üvey babanın da iyi bildiği gibi hangi aile için olursa olsun değerli bir damattı. Gerekli gümüşü şimdiye kadar yağmalardan elde etmeliydi, fakat işler planlandığı gibi gitmemişti. Skylan kendini hâlâ kutsanmış hissediyordu -ne de olsa yakışıklı, güçlü, sağlıklı ve de klandaki en yetenekli, en saygıdeğer savaşçıydı. Ancak görünüşe bakılırsa şu günlerde ne o ne de Torgun Klanı için hiçbir şey düzgün gitmiyor ve Skylan buna bir anlam veremiyordu. Torgunlar tüm Vindrasiler içindeki en çok korkulan klanlardan biri olagelmişti. Geçmiş yıllarda Torgunların ejdergemisi Venjekar, ki bu Dövüm anlamına geliyordu, çıktığı seferlerden sığır, gümüş, tahıl ve Ejder Kahg’ın hizmetine karşılık istediği değerli taşlarla dolu gelirdi. Şimdilerde Torgıınlar lanetlenmiş gibiydiler. Önce zayıf bir mahsul, ardından alışılmadık soğuklukta bir kış, şimdi de bu kuraklık. Komşularına yaptıkları akınlar da durumu düzeltmemişti.

Komşuları, Torgunların o ürkütücü ej-dergemilerinin gelişini anlaşılmaz bir şekilde önceden haber alıyorlar ve değerli mallarıyla hayvan sürülerini yanlarında götürerek, geride yalnızca sahipsiz kediler ile boş pişirme kapları bırakarak tepelere kaçıyorlardı. Skylan ile savaşçıları bilmedikleri topraklara girmek zorunda kalmışlar ve semiz insanlarla semiz sığırların yaşadığı semiz bir köy bulduklarında şansları nihayet döner gibi olmuştu. Fakat Kemik Rahibesi Treia savaşta kendilerine eşlik etmesi için Ejder Kahg’a dua ettiğinde ejderha cevap vermemişti. Skylan ve yanındaki şevk dolu savaşçılar bu durumdan endişe duymamışlardı. Korkaklarla dolu bu köyü kendi başlarına da ele geçirebilirlerdi. Maalesef başka bir savaşçı grubu daha köyü fark etmişti. Venjekar1 ın gözcüsü ufukta ölü bir balık için didişen martılar kadar çok sayıda yelkenin üzerlerine geldiğini görmüştü. Kadim düşmanlan ogrelerin üçgen biçimindeki yelkenlerini tanıyan Skylan hayret etmişti. Sayıca çok yetersiz kaldıklarından Skylan gönülsüzce de olsa yanlarındaki tek ejdergemisine binip denize açılmalarını emretmişti. Skylan kavgadan kaçmaktan nefret etse bile ejderha müttefikleri olmadan Torgunlar hem köylülerle hem de ogrelerle dövüşü kazanamazlardı. Daha hızlı ve daha hafif olan Venje-kcır dalgaların üzerinde uçarcasına gitmiş ve ogıeler onları ya-kalayamadan kaçabilmişleıdi. Yine de kimse durumdan memnun değildi. Evlerine gemileri boş, savaşçılarının ruhu utançla dolu olarak dönmüşlerdi. “Ah şıı Ejder Kahg bizimle beraber savaşsayclı,” diye yakındı Skylan. “Şimdi gümüş ve sığır içinde yüzüyor olurduk.

Acaba ejderha neden Treia’nın çağrısına cevap vermedi?” Gam konunun ansızın değişmesine şaşırdıysa da dostunun aklının nasıl işlediğini bildiği için mevzunun tanrılardan Tor-gunların felaketle sonuçlanan son akınına kaymasını hoş karşıladı. Yorum yapacak gibi olduysa da Skylan ona fırsat vermedi. “Tekrar akına çıkmak istiyorum, ama babam izin vermiyor. Norgaard tanrıların bize niçin sırt çevirdiklerini öğrenene kadar denize açılmayacağımızı söylüyor. Bundan nefret ediyorum!” diye aniden bağıran Skylan yumruğunu bir ağacın gövdesine indirdi. “Yaşlı kocakarılar gibi boş boş oturup sızlanmaktan nefret ediyorum!” “Yine de Norgaard’ın sözleri mantıklı,” karşılığını verdi Garn. “Ve hiç kimse babana yaşlı kocakarı diyemez. Savaşçılık günleri geride kalmış olabilir, ama hâlâ bir savaşçının yüreğine sahip. Ayrıca cesareti oğluna da geçmiş.” Garn dostunun omzunu sıvazladı. Gam da Skylan’ın, en yakın dostunun, kuzeninin, kan kardeşinin yaşında, yani on se-kizindeydi. İkisi aynı evde büyümüşlerdi, zira baltası bir akında can verdiği ve annesi ateşli hastalıktan öldüğü için Garn doğumundan hemen sonra öksüz kalmıştı. Annesi Norgaaıd’m yarı kız kardeşi olduğundan Norgaard ile hamile karısı Edcla onu öz evlatları gibi büyütmek için yanlarına almışlardı. İkisi birbirinden ayrılmaz olmuştu. Çoğu kimse dostluklarını tuhaf buluyordu, çünkü genç adamlar arasında büyük farklar mevcuttu.

İnsanlar Garn’ın sessiz sedasız olduğunu söylerlerdi. Skylan’dan uzun ve daha inceydi, onun kadar kaslı değildi. Gam yeterli denebilecek bir savaşçı olsa da kuzenindeki marifet onda yoktu. Açık renkli bir tene ve kahverengi-sarı saçlar ile loş, düşünceli bakan kahverengi gözlere sahipti. Alışılmadık dostluklarına gelince, Gam bu konuda kafa yormuş ve nasıl demir ile mıknatıs taşı birbirini çekiyorsa onları bir arada tutanın da aralarındaki farklar olduğuna karar vermişti. Buna karşılık Skylan aralarındaki bağı asla sorgııla-mazdı. Nasıl ki güneş her sabah kendiliğinden doğuyorsa Garn’ın da aynı şekilde dostu olduğunu bilirdi. Skylan dostunun babası hakkmdaki yaşlı bir kocakarı olmadığına dair sözlerini düşünmekteydi. Her ne kadar bunu itiraf etmesi onu tizse ve utandırsa da Skylan onunla hemfikir olduğunu zannetmiyordu. Torgunların şefi Norgaarcl Ivorson’un savaşçılık serüvenleri efsaneviydi. Fakat beş yıl önce, savaşın ortasında düşmanını kovalayan Norgaarcl yüksek bir taş duvardan atlamış, yanlış düşüp bacağını kırmıştı. Kırık düzgün iyileşmediğinden omzunun altına sıkıştırdığı çatal başlı bir değnek yardımıyla yürür olmuştu. O günden beri sürekli acı içinde yaşamasına karşın ifadesiz suratına bakan hiç kimse bunu fark edemezdi. Çektiği acının yegane belirtisi, uykusuz gecelerde ağzından kaçan ürpertici iniltilerdi. Yine de Norgaarcl güçlü bir şef olarak kaldı ve oğlu da Savaş Şefi olarak ona vekalet eder oldu.

Skylan babasını güçsüz ve korkak biri olarak görmemesine karşın neredeyse kırk beş kış geçirmiş yaşlı adamın gereğinden fazla temkinli olduğunu gizliden gizliye düşünüyordu. Skylan babasını asla açık açık eleştirmeye kalkmazdı, fakat Gam dostunun aklından geçenleri biliyordu. “Norgaarcl tüm klanın refahından sorumlu,” dedi Gam, “ve adamlar geri dönmedikleri takdirde besleyemeyeceği dullar ve yetimler olması riskine girmek istemiyor.” “Yani birer savaşçı gibi can vereceğimize açlıktan ölecek ve Torval’in yanına ellerimizde kılıç yerine dilenci mendilleriyle gideceğiz,” karşılığını verdi Skylan. “Belki Norguard gidip de Vektia’nın Kai Rahibesi ile bir buluşma talep ederse Draya bize tanrıların neden…” “Bir ay önce yaptı zaten,” diye sözünü kesti Skylan. “Rahibe yanıt vermedi.” Garn şaşırmış gözüktü. “Bunu bilmiyordum.” “Kimse bilmiyor,” dedi Skylan. “Babam Draya’nm sessizliğinin hayra alamet olmadığını söylüyor ve halkımızın umudunu daha da kırmak istemiyor.” Garn ne diyeceğini bilemedi. Durum düşündüğünden daha kötüydü ve aklına teselli edici hiçbir söz gelmiyordu. İki genç adam köylerine giden patikada ilerlemeyi sürdürdüler. Yılın bu zamanında gür ve yeşil olması gerekirken yanık, kahverengi otlarla kaplı uçsuz bucaksız düzlükleri aştılar. Hayatta kalmış birkaç sığır -sıska ve kemikleri sayılabilen mahluklar- ,sıcak güneşin altında perişan halde duruyordu.

Onlara bakan sıska ve kemikleri sayılabilen oğlanlar takatsiz bir halde sinek kovalıyorlardı. Garn ile Skylan’ı görünce avın başarılı geçip geçmediğini sormak için hevesle koşturdular. Mızraklarından başka bir şey taşımadıklarını anlayınca da suratları asıldı. Ayaklarını toz toprağın içinde sürüyerek sığırlara göz kulak olmak için geri döndüler. Genç adamlar düzlükleri geride bırakıp gür ormanlarla kaplı tepeliklere vardılar. Bulundukları yerden göremeseler de sahil şeridine sıra sıra yayılmış evlerden oluşan köyleri aşağılarda kalıyordu. Köyün yeri idealdi. Torgunların süratli ejclergemi-si yiyecek ve servet aramak için denize açılabilir ve tehlike belirdiğinde kadınlar ve çocuklar tepelere saklanabilirlerdi. Ormanın serin gölgelerine girdiklerinde Gam rahatlayarak iç geçirdi. Skylan ise kaşlarını çatıp adımlarını açtı. Ormanları sevmezdi. Ağaçlarla çevrilip temiz deniz havası alamadığında kendini boğulur gibi hissederdi. Ayrıca ormanda fey yaratıklar da yaşardı – periler ile orman perileri, ağaç faunları, yakalaçlar ve benzeri. Tanrıların fey halkı üzerinde kontrolü yoktu, çünkü tanrılar bu dünyayı bulmadan çok önceden beri feyler burada yaşıyorlardı. Skylanan yaşamındaki en kötü zaman, on iki yaşındayken erkekliğe geçişi sırasında yanına sadece bir bıçak verilerek diğer oğlanlarla beraber hayatta kalması için bir haftalığına ormana gönderildiği zamandı.

Onu ve diğerlerini arayan, yakaladıklarını neşeyle sürükleyip götüren Torgun avcılarından sakınması gerekmişti. Yakalanan talihsizler sınava tekrar girmek için bir yıl daha “çocuk” olarak yaşamak zoaında kalacaklardı. Bu imtihanlara ek olarak Skylan’ın bir orman perisi tarafından baştan çıkartılmaktan ya da bir faun tarafından aklının çe-linip bir daha geri dönmemek üzere ormanın derinliklerindeki günahkar eğlentilere kapılmaktan kaçınması icap etmişti. Skylan sürekli Torval’e onu koaıması için dua etmiş, Tor-val da aynen öyle yapmıştı. Skylan herhangi bir fey yaratığıyla karşılaşmamışsa da geceleri onların cümbüşünü duyabildiğine kendi kendini ikna etmişti. Sonrasında onu hınzır leylerden koruduğu için Torval’e güzel bir armağan sunmuştu. Skylan şimdi tozlu orman patikasında kuru dal ve yaprakları ezerek ağır adımlarla ilerlerken o gecelerde nasıl uyanık kaldığını, ötüş ve iniltilere, çığlık ve böğürtü ve homurtulara kulak kabartırken bıçağını nasıl sımsıkı kavradığını, fey yaratıkların çevresini sarıp onu toprağın altındaki karanlık krallıklarına ebediyen çektiklerini nasıl hayal ettiğini capcanlı hatırlıyordu. Bir şey -ama fey değil- duyan Skylan ansızın durdu. Boştaki elini kaldırarak Garn’ı da durdurdu. Duyduğu garip bir sesti -kuru bir homurdanma ve hırıltı. Birlikte dikkatle dinlediler. Kocaman bir şey kum çalıların içinde ilerlemekteydi. Dönüp birbirlerine baktılar. Ses ileriden ve biraz sollarından geliyordu. Skylan’ın aklı hâlâ feylerde olduğundan mızrağını daha sıkı tuttu.

Fani hiçbir şeyden korkusu yoktu, fakat kıllı bir trolle karşılaşmanın düşüncesi bile kanını donduruyordu. İki genç adam da o ana değin sessiz ve gizli hareket etme çabası içinde değildi. Evlerinin bu kadar yakınında gerek de yoktu. Fakat artık sessizleşerek gürültü çıkaran şeye doğru sinsice ilerlediler. Patikadan çıkıp ormana girerlerken Skylan dostuna sağa doğru gitmesini, böylece gürültü çıkaran şeye farklı taraflardan yaklaşmalarını işaret etti. Yaratığı ilk gören Skylan oldu ve rahatlama ile karışık hayretle bakakaldı. Bir yaban domuzu. Skylan bu dev yaratıklar hakkında öyküler dinlemişti. Çıkıntı yapan dev gibi dişlere sahip bu vahşi yaratıklar iri yarı beş adam kadar ağır olabilirdi. Daha önce hiç yaban domuzu görmemişti, çünkü domuzlar o civarda yaşamazdı. Bu domuz herhalde dağlardaki av sahasından kuraklık nedeniyle ayrılmıştı, fakat Skylan dualarına karşılık onu Torval’in gönderdiğine inanmaktaydı. Tanrılar Torgunlara kızgın olabilirlerdi, ancak Torval halen Skylan’ı seviyordu. Yaban domuzu ya bir ses duyduğundan ya da tehlikenin kokusunu aldığından olacak kocaman başını kaldırıp çevresinin sarıldığını anlamışçasına etrafına kötü kötü bakındı. Tüylerini kabartıp kendisine yaklaşanları uzak tutmak için hırladı. Ürkütücü bir hayvandı.

İleri çıkık ağır kafası, hörgüçlü devasa omuzlarının arasındaydı. Çıkık dişleri iki sıraydı. Biçiciler adındaki üst sıra, yırtıcılar adındaki daha iri alttaki sırayı bilemeye yarıyordu. Alttaki dişler kurbanın etini parçalamak için tasarlanmıştı. Kısa ama kalın bacaklar alttaki gövdeyi taşıyordu. Domuzu seyreden Skylan, bu hayvanlan alaşağı etmeye çalışmış avcıların hikâyelerini anımsadı. Anlatılanlara göre yaban domuzları gerektiğinde ölümüne dövüşen yırtıcı, acımasız hayvanlardı. Babası gençliğinde domuz avına çıkardı. Böyle bir av sırasında yaban domuzunun biri, çıkık dişleriyle karnını deşerek bir Torgun savaşçısını öldürmüştü. Hiç kimse domuz avına yalnız başına çıkmazdı. Savaşçılar grup halinde giderler, yanlarına aldıkları ağları domuza dolayıp köpeklerini saldırtarak dikkat dağıtırlar, o sırada da avcılar hayvana yaklaşıp öldürürlerdi. Tüm bunlar aklından bir çırpıda geçerken Skylan bu Tor-val’in domuzunu tek başına haklayıp zaferle köye götürmeye karar verdi. Torgun halkı bu ve ileriki gecelerde domuz eti ziyafeti çekip Skylan’a övgüler düzeceklerdi. Aylaen nihayet ona yeşil gözlerinde aşk pırıltısıyla bakacaktı -zamanla Skylan’m tiksinir olduğu iyi niyetli, hoşgörülü, kardeşçe bir neşe ışıltısıyla değil. Skylan domuzu gözleyip stratejisini kurdu.

Garn karşıdaki ağaçların gölgesinde belirdi. Skylan’ın niyetini anlayan Garn kollarını sallayarak ona koşup kaçmasını tembihledi. Skylan aldırış etmedi. Mızrağını kaldırarak yaban domuzuna yaklaşırken eliyle Garn’a olduğu yerde kalmasını işaret etti. Babasının ağzından çıkmış, domuzun omuzlarında bir mızrağı durdurabilecek sertlikte kıkırdaktan bir kalkanı olduğuna dair sözleri hatırladı. Ayrıca ilk darbenin ölümcül olması gerektiği hakkındaki sözleri de anımsıyordu. Göğse, kalbe nişan al. Domuz Skylan’ın kokusunu aldı ve gözlerini ona çevirip başını eğdi. Genç adam domuzun kaçacağından korkuyordu, çünkü domuzlar şan şeref bilmezler ve başları sıkışınca kaçmaya davranırlardı. Fakat bu domuzun karnı açtı ve et etti; ister iki ayak, ister dört ayak üstünde yürüsün. Domuz vahşi bir hırıltıyla Skylan’a hücum etti. Skylan da domuza hücum etmeyi planladığından onun önce davranıp kendisine hücum etmesine çok şaşırdı. Hayvan bir kaya kadar büyüktü ve gümbür gümbür koştururken daha da irileşir gibiydi. Skylan hatalı bir karar verdiğini düşünmeye başladı. Gam ağaçlara tırmanması için bağırıyordu.

Skylan kısa bir süreliğine dostunun tavsiyesine uymayı kafasından geçirdi; sonra Torval’in Kahramanlar Salonu’nda oturduğu ziyafet sofrasından onu seyrettiğini, canını kurtarmak için bir ağaca alelacele tırmanırken domuzun aşağıda tepinip böğürmesine tanrının kahkahalarla güldüğünü hayal etti. Skylan ağaca doğru koştuysa da tırmanmadı. Sırtını ve mızrağının küt ucunu ona dayadı. Hücumun gücüne karşı koymalıydı, yoksa domuz ona çarpıp yere serer ve dişleriyle paramparça ederdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir