Olivier Abel, Eunhwa Lee – Paul Ricoeur’ün Baykuşu

Filozofumuzun adı Paul Ricoeur (Rikör). Korkunç olayları ve sevinçleriyle birçok dönemden geçmiş; ama sonraki kuşaklar savaş yıllarındaki bu olayları pek iyi anlamamışlar. Ricoeur farklı ülkelerde, üniversitelerde, dillerde ders vermiş. Dünyayı karış karış dolaşmış! Ama artık yaşlı, iyice yaşlı. Ömrü boyunca, zamanının düşünürlerine sorular sormaktan vazgeçmemiş. Yüzlerce ziyaretçisi, öğrencisi olmuş. Bu insanların hepsi onun yanında çok mutlu olmuşlar, kendi başlarına düşünmeye cesaretlendirildiklerini hissetmişler. Şimdi akşam, Paul Ricoeur kitaplarıyla baş başa. Kitaplarından Kral Lear kaymış, Parmerıides’in, Antigone’nin, Yargı Gücünün Eleştirisi’nin ve epey okunup yıpranmış eski bir Kutsal Kitap’m yanına düşmüş. Ricoeur çok iyi bir kitap okurudur; ömrü boyunca durmaksızın okumuş, hep okumuş… Gözlerini kapıyor şimdi. ıo Salonun duvarında Rembrandt’ın bir tablosu asılı; mobilyaların üzerinde, her tarafta kitaplar var, bir de dünyanın her yerinden gelme baykuş heykelcikleri. Hepsi baykuş ama boyları, biçimleri, malzemeleri, üslupları çeşit çeşit. Baykuş olmanın ne çok şekli var! Paul Ricoeur onları seyretmeyi çok seviyor. Bilgelik tanrıçası Athena’yı hatırlatıyorlar ona. Baykuş, gün batınca, yani her şey bittikten sonra havalanıp uçan, her şeyi geriden takip eden filozof bir hayvandır.


Açık kapılardan filozofun yatak odası, loş çalışma odası, üst üste konmuş başka kitaplar, gözleri faltaşı gibi açılmış başka baykuşlar görülüyor. Yuvarlak gözlüğü ve hep şaşkın havasıyla Paul Ricoeur’ün kendisi de baykuşa benzemiyor mu? O da hep geç kalmış ya da erken gelmiş, uzun yolculuklardan dönenlere özgü o tereddütlü varlığıyla, ya biraz ileride ya biraz geride görünüyor. Acaba bunun için mi bütün yaşamı boyunca, hayatta olmayanları, geçmişin büyük düşünürlerini birbirleriyle konuşturmuş, tartıştırmış. Paul Ricoeur tam uyuklamaya başladığı sırada, aniden bir baykuş konuyor omzuna. Baykuş mu? Gözlerini kapatıyor, tekrar açıyor, ateşi var herhalde. Ama baykuş da omzunda duruyor, onunla aynı anda gözlerini açıyor, kapatıyor. Bir de bakıyor ki kitaplar gölgelere dönüşmüş. Ricoeur’ün bütün kitaplarında, geçip giden yüzyıllara hiç aldırış etmeden konuşturmuş olduğu herkes orada: Augustinus’a cevap veren Aristoteles, Hegel ve Heideggeı’e cevap veren Kant, Sartre ve Levinas’a cevap veren Platon, Kant ve Platon’a cevap veren Arendt, sonsuz bir geçit töreni… Bu gölgeler arasında, kaybettiği yakınları da geçiyor gözünün önünden. İşte yaşamın dışına atılmış olan oğlu Olivier ve sevdiğimiz birinin pisi pisine öldüğünü hissettiğimiz zaman beliren, ölümün o korkunç esrarı. İşte nice fedakârlığa katlanmış, sevimli alaycılığıyla sadık eşi Simone ve sevginin hayranlık uyandıran sırrı. Başladıkları sohbeti bitiremeden yaşama veda etmiş eski öğrencileri de var: Filozof Derrida ve daha niceleri, Levinas, Gadamer gibi eski dostlar, düşmanlar. Neden ondan önce öldüler ki? Elini uzatıyor onlara, dokunmak istiyor. Fakat gölgeler parmaklarının arasından kayıp gidiyor. Omzunun üzerindeki baykuş fısıldıyor: Nerede? Nerede, nerede? Ölüler yok olup gider tabii… Şensin, hepsine carı veren, Şensin kitaplarında yaşatan onları! “Ama hayır,” diye itiraz ediyor Ricoeur, “onlar yaşadı; bu kitaplarda, bana yazdıkları mektuplarda, hafızamda izleri var. Ben var etmedim onları, onlar var oldular!” Bu dünya bir m ağaradan ibaret, diye cevap verdi hemen baykuş.

Gerçek dünya nerede? Her şey yitip gidecek, bir tek sen varsın. Yalnızsın ve yalcında sen de yok olup gideceksin.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir