Paul Strathern – 90 Dakikada Descartes

On altıncı yüzyılın sonunda felsefe durmuştu. Onu tekrar başlatan Descartes olmuştur. Felsefe ilk olarak İ. Ö. altıncı yüzyılda Antik Yunan’da başladı. İki yüzyıl sonra, Sokrates, Platon, ve Aristotales ile de bir altın çağa girdi. Ardından, neredeyse iki bin yıl boyunca, hiçbir şey olmadı. Bununla beraber bu dönem boyunca birçok seçkin filozof ortaya çıktı. Üçüncü yüzyılda İskenderiyeli Plotinus; Platon’nun felsefesini geliştirip, bu süreç içinde neoplatonizm’i yarattı. Ardından Hippo’lu St. Augustine neoplatonizm’i Hıristiyan teolojisine uyabileceği şekilde geliştirdi. İslam akademisyeni Ebu Velid Muhammed bin Ahmed İbni Rüşd, Aris- to’nun felsefesinden bazı bölümleri geliştirdi ve bunu takiben Thomas Aquinas �unları Hıristiyan teolojisince kabul edilebilir hale getirdi. Birbirinden farklı bu dört kişiliğin her biri; felsefenin gidişatını ilerletmiş, ama biri bile tamamen kendisine ait yeni bir felsefe üretmemiştir. Çalışmaları, Platon ve Aristotales’in felsefelerinin önemli karşılaştırmaları, yorumları özenle işlenmeleridir. Bu yönden bu iki pagan filozof (ve onların pagan felsefeleri) Hıristiyan kilisesinin sütunları haline gelmiştir.


Bu entelektüel el çabukluğu numarası, skolastisizm’in (ortaçağda felsefi etkinliğe verilen isim) ana temeli oldu. Skolastisizm kilisenin felsefesiydi ve orijinalliği olmaması ile gurur duyardı. Yeni felsefi fikirler sadece sapkınlık, Engizisyon ve kazığa bağlanıp yakılmakla sonuçlanırdı. Zamanla Aristotales ve Platon’un fikirleri yavaş yavaş dini olarak, doğru Hıristiyan yorum katmanlarının altına gömüldü, ve felsefe kurudu. On beşinci yüzyılın ortalarında entelektüel çabanın bütün alanlarında bu can çekişmekte olan seviyeye gelinmişti. Ortaçağ dünyasında kilise hüküm sürüyordu. Ama daha şimdiden entelektüel kesinliğin bu büyük yapısı içinde ilk çatlaklar görülmeye başmamıştı bile. İronik bir biçimde bu çatlakların ana kaynağı Platon ve Aristotales’i ortaya çıkaran klasik dünyaydı. Karanlık çağlarda kaybolan ya da unutulan birçok öğreti günışığına çıkarak Rönesans ya da insan bilgisinin yeniden doğuşunu esinliyordu. Rönesans yeni bir insani bakış açısını beraberinde getirdi. Bunu, kilisenin egemenliğine son veren Reformasyon ya da yeniden yapılanma izledi. Yine de, bu gelişmelerin Avrupa’yı yeniden şekillendirmesinin üzerinden yüzyıldan fazla geçmiş olmasına rağmen felsefe Skolastisizm bataklığına saplı kaldı. Bu ancak yeni döneme uygun bir felsefe geliştiren Descartes ‘ın gelişiyle bir son buldu. Bu felsefe, çok kısa bir sürede bütün Avrupa’yı sardı ve olabilecek en büyük nişaneyi alarak kurucusunun ismiyle anılmaya başladı: Kartezyanizm. Descartes’in Hayatı ve Eserleri Descartes hayatı boyunca bir parça olsun yararlı bir iş yapmadı.

Değişik zamanlarda kendisini bir asker, matematikçi, düşünür ve beyefendi olarak tanımladı. Sonuncusu, toplumsal konumunu olduğu kadar hayata yaklaşımını da tanımlamaya en çok yaklaşan sıfattır. Gençliğinde eğilimi olan keyfi bir rahatlık içerisine kurulmuş hayatı kısa bir süre sonra rutinleşti. Özel geliriyle yaşadı, öğleyin uyandı, ve canı istedikçe yolculuğa çıktı. Hayatı böyleydi- sıkıntı yok, kadın yok, büyük toplumsal başarılar (ya da başarısızlıklar) yok. Buna rağmen Descartes, Aristotales’in ölümünü izleyen on beş yüzyıl içinde ortaya çıkan, tartışmasız, en kendine has filozoftu. i� . ,. 7 Descartes sahneye çıktığında Rönesans hayata yeni bir insani bakış açısı getirmiş ve Reformasyon da Katolik kilisesinin egemenliğine son vermişti. Yine de yeniçağın felsefesini başlatmak Descartes’a kalmıştı. Bu noktadan itibaren, bireyin önceliği ve insan bilincinin analizi felsefenin temeli oldular. Bu bakış açısı yerini yakın zamanda sözlüğün önceliği ve onun içindekilerin analizini alana kadar sürdü. Rene Descartes 31 Mart 1596’da Fransa’da Tours’un otuz mil güneyinde Creuse vadisindeki küçük bir şehir olan La Haye’de doğdu. Bu nokta artık Descartes diye isimlendirildi ve eğer giderseniz hala Descartes’ın doğduğu evi ve vaftiz edildiği on ikinci yüzyıldan kalma St. Georges Kilisesi’ni görebilirsiniz.

Rene ailenin dördüncü çocuğuydu ve annesi ertesi yıl doğum sırasında ölecekti. Babası Joachim, Brittany Yüksek Mahke- mesi’nde hakimdi. Brittany 140 mil uzaktaki Rennes’deydi ve bu da Joachim’in yılın yarısından daha az bir süre evde olduğu anlamına geliyordu. Kısa süre sonra tekrar evlendi ve Rene büyükannesinin evinde büyüdü. Burada en çok bağlandığı, kendisine en çok sevgi duyduğu dadısıydı. Ölene kadar ona maaş ödemeye devam etti. Descartes hastalıklı yapısının da zorlamasıyla yalnız bir çocukluk geçirdi ve çabucak, eşlik eden olmadan yaşamayı öğrendi. İlk yıllarından itibaren haleti rühiyesini bilen ve temkinli bir çocuk olarak bilinirdi: Solgun yüzü, gür kıvırcık siyah saçları ve gölgeli büyük gözleriyle, siyah paltosu, dizlerinden büzgülü pantolonu içinde, başında geniş siperlikli şapkası, boynunda uzun yün atkısıyla meyve bahçesinde gezinen bir çocuk. On yaşındayken yatılı olarak yakın a � . 1 zamanda La Flech’da açılan Cizvit Koleji’ne yollandı. Okul, yöredeki beylerin daha önceleri silah veya şahinle avlanmak ve üstünkörü ev dersleriyle yetiştirilen çocuklarının eğitilmesi amacıyla açılmıştı. Kolejin rektörü, Descartes ailesinin dostu olduğu için, narin ve genç Rene’ye kendine bir oda ve istediği zaman kalkma izni verdi. Bu ayrıcalığın tanındığı birçok kişide olduğu gibi bu, hayatının geri kalanında da sıkıca uyduğu bir huyu olarak, Descartes’ın öğlen sularında kalktığı anlamına geliyordu. Skolastisizmin karmaşası konusunda tecrübeli, huysuz ve kibirli Cizvitlerin bakışları altında diğer öğrencilerin gözleri korkutulurken, zeki ve genç Descartes, öğlen yemeği zamanı uyanıp, öğleden sonra zamanını at binme, eskrim ve flüt dersleriyle geçirerek ögrendiklerini daha rahat bir hava içinde özümseme şansına sahipti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir