Raymond E. Feist – Gölgeler Meclisi 1 – Gumus Sahinin Pencesi

Bekledi. Delikanlı Ɵtreyerek, yanan cılız ateşin sönmekte olan korlarına doğru sokuldu iyice. Soluk mavi gözleri, uykusuzluktan çökmüş ve kararmışƨ. Babasından öğrendiği ilahiyi mırıldanırken ağzı yavaşça kımıldıyor, kurumuş dudakları acıyla çatlıyor ve kutsal sözcükleri şarkıya dökmekten boğazı ağrıyordu. Neredeyse simsiyah olan saçları, toprak üzerinde uyumaktan tozla kaplanmıştı. Görüsünü beklerken teƟkte kalmaya ne kadar kararlı olsa da, bitkinlik üç defa yenmişƟ onu. Normalde incecik olan yapısı ve çıkık elmacıkkemikleri, hızla kilo vermesinden ötürü iyice göze batar olmuş, onu sıska ve solgun göstermişƟ. Üzerinde yalnızca görü bekleyenlerin giydiği peştamallardan vardı. İlk geceden sonra deri tuniğini ve pantolonunu, sağlam çizmelerini ve koyu yeşil pelerinini iyiden iyiye özlemeye başlamıştı. Tepesinde, gökyüzü yaklaşan şafağın griliğine teslim olmuş, yıldızlar gözden kaybolmaya başlamışƨ. Sanki hava bile ilk soluğu, yeni günün ilk hareketlerini bekler gibi durmuştu. Hem sinir bozucu hem büyüleyici bu durgunluk alışıldık değildi ve delikanlı bir an, onu çevreleyen dünyayla bir olup nefesini tuƩu. Derken cılız bir rüzgâr, uğuldayan gecenin yumuşak nefesi ona dokundu ve o da nefes almaya devam etti. Doğuda gökyüzü aydınlanırken uzanıp sukabağını aldı. İçindeki suyu yudumlarken olabildiğince tadına varmaya çalışƨ.


Zira görüsünü yaşayana ve eve dönüş yolunda bir buçuk kilometre sonra aşağıdaki patikayla kesişen dereye ulaşana dek, ancak bu kadar içebilirdi. İki gün boyunca Shatana Higo tepesinin alƨnda, erkeklik mahallinde oturup görüsünü beklemişƟ. Ondan önce de oruç tutmuş, yalnızca bitki çayları ve suyla beslenmişƟ. Sonra savaşçının geleneksel yemeği sayılan kuru et ile sert ekmek yiyip acı otlu sudan içmiş ve bir yarım günü kutsal dağın doğu cephesindeki tozlu yoldan, zirvenin on metre kadar aşağısındaki ufak çöküntüye dek ƨrmanarak geçirmişƟ. Açıklıkta yarım düzine insan zor durabilirdi, fakat delikanlı ayinin üçüncü gününe girdiğinde burası gözüne çok geniş ve boş görünmüştü. Büyük bir evde çok sayıda akrabasıyla geçirdiği çocukluğu, onu böyle bir inzivaya pek iyi hazırlayamamıştı, çünkü doğduğundan beri ilk defa birkaç saatten fazla tek başına kalmıştı. Delikanlı erkeklik ayinine, Orosini’de âdet olduğu üzere, ova sakinlerinin Banapis adını verdikleri Yazdönümü kutlamalarından üç gün önce başlamışƨ. Yeni yılı, çocuk olarak geçirdiği yaşamının sonunu, ailesinin, kavminin, kabilesinin ve halkının ilmini temaşa ederek, atalarının bilgeliğini arayarak selamlayacakƨ. Kainat düzeni içerisindeki yerini, tanrılar taraķndan kendisine biçilen sıfaƨ anlamaya çalışacağı derin bir iç gözlem ve tefekkür dönemiydi. Erkeklik ismini o gün kazanması bekleniyordu. Her şey yolunda giderse ailesi ve kavmine Yazdönümü fesƟvali akşamı, tam vaktinde katılabilecekti. Çocukken, ormanın kurnaz ve çevik sakini kızıl sincap Kielianapuna’nın bir kısaltması olan Kieli ismiyle çağırırlardı onu. Orosinililer asla görülmeyen fakat hep etraŌa olan bu yaraƨkları gördüklerinde şanslı sayılırlardı. Kieli de şanslı bir çocuk olarak görülürdü. Delikanlı kendini tutamayarak Ɵtredi.

Vücudundaki azıcık yağ, onu gece ayazından korumaya yetmiyordu. Yaz ortasında bile Orosini’deki dağların tepeleri, güneş gözden kaybolunca soğurdu. Kieli görüsünü yaşayabilmek için bekledi. Gökyüzünün yavaşça griden soluk gri-maviye geçişini, sonra da güneşin yaklaşmasıyla pembemsi bir tona bürünerek aydınlanmasını izledi. Güneşin, ona bir günlük daha yalnızlık geƟren beyazımsı alƨn rengi kürenin parlaklığıyla uzaktaki dağları sarmalamasını gördü. Güneş dağları süpürürken, görüsü ondan kaçar korkusuyla gözlerini başka yöne çevirdi. Güneş tam olarak doğup soğuğu kırmaya başladığında Ɵtremesi azaldı. İlk başta ümit içinde, sonraysa yorgunluğundan gelen sonsuz bir umutsuzluk içinde bekledi. Orosinili her delikanlı, yaş gününe yakın Yazdönümü öncesi, bölgeye yayılmış pek çok kutsal yerden birinde bu ayini yaşardı. Seneler boyu sayısız delikanlı bu yüksek noktalara çıkmış ve birer erkek olarak geri dönmüşlerdi. Köydeki yaşıƨ kızların şu an yuvarlak binada kadınlarla sohbet edip bir şeyler yediklerini, şarkı söyleyip dua eƫklerini düşünerek kısa bir süreliğine onlara imrendiğini düşündü. Nedense kızlar kadınlık isimlerini, erkeklerin göğüs gerdiği mahremiyet ve güçlükler olmadan kazanıyorlardı. Kieli bu fikri aklından uzaklaşƨrdı: Büyükbabasının da söylediği gibi kontrol edemediği bir şey üzerinde düşünmek nafileydi. Halkının yaşadığı vadiden çıkıp, o yalnız yolda yürümeye başlamadan evvel kendisiyle konuşan son kişi olan büyükbabası Gözlerinde Kahkaha’yı düşündü. Yaşlı adam her zamanki gibi gülümsemişƟ -ihƟyarın yüzünden tebessümün eksik olduğu tek bir an bile anımsayamıyordu.

- Büyükbabasının yüzü, neredeyse seksen yıl dağlarda yaşamış olduğu için kahverengi köseleyi andırıyordu. Sol yanağındaki kavmine ait dövmelerse, güneş alƨnda geçirdiği yıllara rağmen hâlâ siyahƨ. Yaşlı adamın delici gözlerini ve keskin hatlarını, omuzlarına kadar inen gri saçları çevreliyordu. Kieli babasından çok büyükbabasına benziyordu, çünkü ikisi de yazları ķndık kahverengisi olan ve asla yanmayan buğday tene sahipƟler. Ayrıca gençliğinde büyükbabasının da saçları kuzgun kanadı rengindeydi. Başkaları bu durumu, nesiller evvel ailelerine bir yabancının girmiş olabileceği ihƟmaliyle yorumlardı. Zira Orosini halkı açık tenliydi ve kahverengi saç bile sıradışı görülürdü. Kieli’nin büyükbabası, “Yazdönümü günü sukabağın boşaldığında şunu unutma: Tanrılar sana hâlâ bir isim vermemişse, bu istediğin bir ismi kendin seçebilirsin anlamına gelir,” diye fısıldamıştı. Sonra da yaşlı kabile reisi şen ve öyle kuvvetli bir şekilde onu kucaklamışƨ ki, Kieli sendelemişƟ. Kulaam Köyü’ndeki diğer insanlar da tebessüm edecek ya da kahkaha atarak arkasından bakmışlardı. Ne de olsa fesƟval vakƟ yaklaşıyordu ve isim görüsü zamanı oldukça eğlenceliydi. Kieli büyükbabasının sözlerini anımsayarak, isim verme yetkisi tanrılar taraķndan kendisine bağışlanan bir delikanlının gerçekten olup olmadığını merak eƫ. Sukabağına bakınca gün ortasına doğru suyunun bitmiş olacağı kanaaƟne vardı. Köye giden yolun yarısında dereden su alabileceğini biliyordu, fakat bunun aynı zamanda güneş tam tepedeyken kaya çıkınƨsından ayrılması gerektiği anlamına geldiğinin de farkındaydı. Bir anlığına sessizce oturdu.

Köyünün düşüncesi, uzun dehlizin ardındaki derenin sıçrayan köpükleri gibi zihninde dans edip duruyordu. Aklı rahata erse, diye düşündü. Görüsünü bulmak için bu denli çaba sarf etmese, belki de görü kendiliğinden gelirdi. Ailesini de özlediğinden, bir an evvel geri dönmek isƟyordu. Babası Şafakta Elk Çağrısı, delikanlının tam anlamıyla olmayı umduğu kişiydi: güçlü, dost canlısı, nazik, azimli, savaşta korkusuz ve çocuklarına karşı anlayışlı. Annesi Gece Rüzgârı Fısılƨsı’nı, küçük kız kardeşi Miliana’yı ve hepsinden öte, daha iki sene evvel, göğsünde elini koyduğu yer dışında tüm teni güneşten kıpkırmızı olmuş bir halde kendi görüsünden dönen ağabeyi Güneşin Eli’ni çok özlemişƟ. Büyükbabası, El’in görüsünü düşünde yakalayan tek delikanlı olmadığını söyleyerek şakalaşmıştı. El, küçük kardeşlerine hep iyi davranmış, anneleri hasadı toplamak için dışarı çıkƨğında onlarla ilgilenmiş ya da onlara olgunlaşan böğürtlenleri bulabilecekleri en iyi yerleri göstermişƟ. Sıcak ekmeğin üzerine koyup yedikleri o ballı böğürtlenlerin hayali ağzını sulandırdı. Kutlamalar keyifli geçerdi. Aşağıda bekleyen yemeklerin düşüncesi, aç olan Kieli’nin karnına kramplar sokuyordu. Yuvarlak binada annesi, diğer kadınlar ve çocuklarla oturmaktansa uzun binada erkeklerle oturmasına izin verilecekƟ. Bu düşünceyle bir yiƟm hissine kapıldı, zira günlük ev işlerini yaparlarken kadınların söyledikleri şarkılar, gülüşmeleri, konuşmaları, dedikoduları ve şakalaşmaları, kendini bildi bileli hayaƨnın bir parçası olmuştu. Fakat kavmin erkekleriyle oturmasına izin verilmesini de gururla ve dört gözle bekliyordu. Bir an vücudu Ɵtredi, sonra güneş onu ısıƴkça iç geçirdi ve rahatladı.

Gerilmiş kaslarını gevşeƫ, dizleri üzerine çömeldi ve ateşle ilgilendi. Parlayan kömürlerin üzerine birkaç yeni dal attı, üfledi ve birkaç dakika içinde işi bitmişƟ. Dağ havası ısındıktan sonra ateşi sönmesi için bırakacakƨ, fakat şimdilik yanı başındaki sıcaklık için minneƩardı. Hâlâ etkisini gösteren soğuğa rağmen güneş ışığıyla ısınan kayalara yaslandı ve bir yudum su daha içti. Uzun uzun iç geçirerek gökyüzüne bakƨ. Neden görüsünü bulamadığını merak eƫ. Neden ona ismini verecek tanrılardan bir mesaj almamıştı? İsmi, na’ha’tah’ının, varlığının gizli doğasının, yalnızca kendisinin ve tanrıların bileceği o şeyin esası olacakƨ. Diğer insanlar ismini bilecekƟ, çünkü bunu gururla söyleyecekƟ. Fakat hiç kimse görüsünün doğasını, isminin ona evrendeki yeri, tanrılara karşı görevi ya da kaderiyle ilgili ne söylediğini bilmeyecekƟ. Büyükbabası bir defasında, ne kadar anladıklarını düşünseler de çok az kişinin na’ha’tah’ları anlayabildiklerini söylemişƟ. Görü, tanrıların bir insan için hazırladıkları planın yalnızca ilk işareƟydi. Büyükbabası bazen bu planın iyi bir eş ve baba olmak, köyün ve halkın refahını sağlayacak, başkalarının özeneceği örnek biri olmak gibi basit bir yol çıkabileceğini; aslında gerçek görevin seçilmiş, özel birine, bir na’rif’e babalık etmek olabileceğini ve bunun da o kişinin ölümünden çok sonra anlaşılabileceğini söylemişti. Kieli, büyükbabası olsa şimdi ne söyler biliyordu. Çok fazla endişe eƫğini, bu telaşını bir kenara bırakıp tanrıların isteklerini ona göstermelerine izin vermesini söylerdi. Kieli babasının da, avlanmak ya da uzun binada akıl hocalığı yapmak, haƩa iyi bir eş olabilmek için evvela insanın sabırlı olmayı ve dinlemeyi öğrenmesi gerektiğini ekleyerek, aynı şeyleri söyleyeceğini biliyordu.

Gözlerini yumup dağlardaki meltemin uğultusunu dinledi. Sedir ve çam ağaçları yapraklarını hışırdatarak onunla konuşuyordu sanki. Kimi zaman rüzgâr, en ağır postları bile acı, dondurucu bir keskinlikle delerek zalim bir yaren olabilirdi. Kimi zamansa yazın en sıcak günlerini serinleten kutlu bir rahatlık olurdu. Babası ona rüzgârın seslerini öğretmiş, onun dilini öğrenmenin yuvalarını sarp tepelere kuran şahin ve kartallar gibi onunla bir olmak anlamına geldiğini söylemişƟ. Hava Ɵz bir çığlıkla yırƨldı. Gümüş rengi bir şahin, bulunduğu yerin az ötesinde bir tavşana saldırırken Kieli aniden kafasını o yöne çevirdi. Gri tüyleri, kafası ve omuzlarında siyaha bakan benekleri ve berrak gökyüzünde hızla ilerlerken gümüş rengi vurgularla parlamasına sebep olan kanatlarındaki pürüzsüz ışılƨyla, yüksek dağların en nadir görülen şahinlerindendi bu. Şahin kanatlarını tek kez çırparak, debelenen tavşanı sıkıca kapƨ ve göğe yükseldi. Annesinin taşıdığı bir kedi yavrusu gibi, tavşan kuşun pençelerinden öylece sarkıyordu. Kaderine razı olmuştu sanki. Kieli hayvanın şoka girdiğini biliyordu. O sırada acı ve düşünceler askıya alındığından, bu doğanın bir merhameƟ olarak da görülebilirdi. Bir seferinde, hiç kımıldamadan yerde yatan bir geyik görmüştü. Onu öldürmeyen ok darbesiyle yere yığılmış, avcının son merhameƟni bir bıçak kesiğiyle göstermesini bekliyordu.

Uzakta, yemek ararken rahatlıkla süzülebilmek için hızla ısınan kayaların sıcaklığından faydalanarak miskince gökyüzünde dönen başka kuşlar da gördü. Biliyordu, akbabalardı bunlar. Yükselen sıcak havada geniş kanatlarıyla süzülürlerken, yerde ölen ya da can çekişen canlıları kolluyorlardı. Hayvan leşlerinin başında sekƟklerinde kaba ve çirkin, uçarkense heybetli duruyorlardı. Güneyde, göğün tam ortasında siyah kuyruklu bir çaylak gördü. Kuyruğu aşağı dönük bir halde kanatlarını iki üç defa hızla çırpıp ara veriyor, alçalıyor, sonra da kuyruğunu avının tam üzerinde tutmak için tekrar kanat çırpıyordu. Derken akıl almaz bir süratle pençelerini aşağıya doğru uzaƨp eğildi ve olağanüstü kararlılığıyla, bir an olsun tereddüt etmeden tam bir kavis yaparak ciyaklayan bir tarla faresini pençeleriyle kaptı. Uzaktan ormanın sesleri geliyordu. Geceyle gündüzün ritmi farklıydı ve şu an aşağıdaki ormanın gündüz sakinleri, gececi komşuları uyumak için yer aranırken varlıklarını hisseƫrmeye çalışıyorlardı. Bir ağaçkakan, yakınlardaki ağacın kabuğundan böcek toplama derdindeydi. Kieli çıkardığı sese bakarak yemek arayan bu kuşun kızıl ağaçkakan olduğunu anladı. Vuruşları, kendisinden daha küçük olan mavi kanatlı kuzeninin narin seslerinin aksine yavaş, şiddetli ve inatçıydı. Güneş iyice yükseldi ve günün sıcaklığı kayalara döndüğünden arƨk ihƟyaç duymadığı ateş de kısa süre sonra söndü. Kieli suyunun son damlalarını içme dürtüsüne karşı koydu. Yoldan inmeye hazır olana kadar onu saklaması gerekƟğinin farkındaydı.

Aşağıdaki derede de su içebilirdi, fakat önce oraya varması gerekirdi ve suyunu şimdi harcarsa dereye güvenli bir biçimde ulaşabileceğine dair hiçbir garanti yoktu. Delikanlıların kaybolması nadirdi, fakat duyulmamış değildi. Kabile her bir çocuğu etraflıca hazırlamaya çalışıyordu, ancak isim sınavında hayaƩa kalamayanlar, tanrılar taraķndan yetersiz addedilmiş olarak görülüyor ve ailelerinin yası da Yazdönümü kutlamaları yanında acı bir zıtlık oluşturuyordu. Sıcaklık arƴ, hava kurudu ve Kieli birden satata’nın yaklaşƨğını fark eƫ. Kuzey rüzgârı yıl boyu soğuk eserdi, fakat yazın baƨ rüzgârı daha sıcak ve kuru olurdu. Delikanlı üç günden az bir zaman içinde çimenlerin kahverengileşip kırılganlaşƨğına şahit olmuş, bu rüzgâr yüzünden meyvelerin dallarında kuruduğunu görmüştü. Satata birkaç günden fazla kaldı mı erkekler huzursuz olur, kadınlar hırçınlaşır, insanın teni kaşınırdı. Kieli ve ağabeyi böyle günlerde göl ya da nehirde yüzmeye gider, fakat köye dönene kadar, sanki suyun serinleƟci dokunuşunu hiç hissetmemiş gibi kupkuru olurlardı. Kieli de tehlikede olduğunu ve buralarda durmaya devam ederse satata’nın vücudundaki tüm nemi emeceğini biliyordu. Gökyüzüne bakƨ ve gün ortasına daha iki saat olduğunu fark eƫ. Göğün ortasına kadarki yolunu neredeyse yarılamış olan güneşe döndü ve yaşaran gözlerini kırpıştırdı. Kieli bir süreliğine aklından bu fikri aƴ ve kimin onunla olmasına karar verileceğini düşündü. Kieli tanrılardan gelecek görüsünü dağlarda beklerken babası da civar köylerde yaşayan genç kızlardan birinin babasıyla görüşecekƟ. Kendi köyünde Kieli için üç olası talip vardı: Ormandaki Pus’un kızı Rapanuana, Kırık Mızraklar’ın kızı Janatua ve Rüzgâra Şarkı Söyleyen’in kızı Mavi Kanatlı Çamurcun Gözü. Mavi Kanatlı Çamurcun Gözü, kendisinden bir yaş büyüktü.

Kadınlık ismini önceki yıl almışƨ, fakat bölgedeki köylerde onun sözlenebileceği, yaşıƨ bir erkek yoktu. Bu yılsa Kieli dahil alƨ talibi vardı. Kız öyle tuhaf bir şaka anlayışına sahipƟ ki, Kieli çoğu zaman onun komik bulduğu şeyin ne olduğunu merak ederdi. Kieli onu eğlendiriyor gibiydi. O da kız yakınlarda olunca kendini tuhaf hissediyordu. Bunu çok iyi gizleyebilse de aslında ondan epey korkuyordu. Rapanuana şişman ve hırçın, Janatua da cılız ve erkeklerin yanında ağzını bile açmayacak kadar utangaçƨ. Mavi Kanatlı Çamurcun Gözü ise uzun boylu ve kuvvetliydi; güldüğünde kısılan, delici, bal rengi gözleri vardı. Teni diğer kızlarınkinden daha açıkƨ ve çillerle kaplıydı. Kalp şeklindeki yüzü, yaz buğdayı rengindeki gür saçlarıyla çevreliydi. Yazdönümünden bir gece önce babasının diğer kızların değil de, onun babasıyla konuşmuş olması için tanrılara dua eƫ. Derken birden paniğe kapılarak babasının civar köylerdeki diğer kızların, aklı kıt Pialua ile güzel fakat sürekli şikayet eden Nandia’nın babalarından biriyle de konuşmuş olabileceği geldi aklına. İç geçirdi. Bu onun elinde olan bir şey değildi. Hikâyelerde hasretlik çeken kadın ve erkeklerden bahsedilir, masalcılar çoğunluğunu Orosini dağlarından geçerken, ova sakini şarkıcılardan duydukları efsaneleri ateş başında anlaƨrdı.

Fakat bir babanın oğlu için gelin, kızı için koca seçmesi geleneği onun insanlarına aiƫ. Bazen bir delikanlı -hemen kendini düzelterek erkek dedi- görüsünden döndüğünde erkeklik kutlamasında yanında oturacak bir gelin olmadığını görür ve bunun için bir sene daha beklemek zorunda kalırdı. Nadiren de, görüden dönen erkek hiçbir babanın kızını ona vermek istemediğini öğrenerek, ya kendine bir eş bulmak için köyden ayrılmak zorunda kalır ya da yalnız yaşamayı kabul ederdi. Bir keresinde babasını kaybeden bir dulun böyle bir adamı kulübesine aldığını duymuştu, fakat kimse bunu hakiki bir evlilik olarak görmemişƟ. Yine iç geçirdi. Bunun bir an önce bitmesini bekliyordu. Yemek yemek, kendi yatağında dinlenmek isƟyordu. Bir de, her ne kadar onu rahatsız hisseƫrse de, Mavi Kanatlı Çamurcun Gözü’nü istiyordu. Rüzgârın esƟği yönden, yanında yavrularıyla bir dişi ayının sesini duydu. Sesi kulağa telaşlı geliyordu ve Kieli bu uyarıyla yavruların ağaç tepelerine kaçışacağını biliyordu. Doğruldu. Dağlara bu denli yakın bir yerde bir siyah ayıyı ne telaşlandırabilirdi? Büyük bir kedi, belki bir leopar ya da panter yakınlarda dolanıyor olabilirdi. Büyük mağara aslanları için fazla yukarıdaydılar. Belki bir wyvern ava çıkmışƨr diye düşünürken, kayaların üzerinde kendini birden küçük ve zayıf hisseƫ. Ejderhaların küçük kuzeni olarak sayılabilecek wyvern yarım düzine, belki de daha fazla hünerli savaşçıyı alt edebilirdi.

Yani elinde yalnızca ayin hançeri ve bir sukabağı olan delikanlı, böyle bir yaratık için oldukça tatmin edici bir siftahtı. Avlanan gruplar dişi ayıyı ürkütebilirdi. Vahşi köpekler ve kurtlar da çoğunlukla ayılardan kaçardı, fakat bir yavru ayı, annesi başında değilse, uysal bir av olabilirdi. Belki de gelenler insandı. Uzakta akbabaların oluşturduğu çember büyüdü ve delikanlı, olup biteni daha iyi görebilmek için ayağa kalkƨ. Çok hızlı ayağa kalkƨğı için birden başı dönmüştü. Bir elini kayaların üzerine dayayıp dengesini bulmaya çalışırken ileriye doğru bakƨ. Güneş öyle yükselmişƟ ki, sabah pusu dağılmışƨ ve uzakta süzülen akbabalarla çaylakları net bir biçimde görebiliyordu. Kieli’nin görüş yeteneği köyünde dillere destandı, zira çok az kimse onun kadar uzağı görebilirdi, kavminde bile onun kadar iyi gören kimse çıkmamıştı. Büyükbabası şakayla, bir eksiği olsa da en azından şahin gözleri olduğunu söylerdi. Uzunca bir süre Kieli’nin gözleri olanları boş boş izledi, fakat sonra birden fark eƫ ki, kuşlar Kapoma Köyü’nün tepesinde dönüp duruyordu. İçinde kıvılcım gibi bir telaş yükseldi ve hiç tereddüt etmeden patikadan inmeye başladı. Kulaam’a en yakın olan köy Kapoma’ydı. Kapoma’nın üzerinde bu kadar çok leş yiyicinin olmasının tek bir açıklaması olabilirdi: Savaş! İçinde bir korkunun yükseldiğini hisseƫ. Dahası, kimsecikler ölüleri ortadan kaldırmıyordu.

Şayet yağmacılar vadide dolanıyorsa talan edecekleri bir sonraki köy Kulaam olurdu. Ailesinin onsuz savaşacağı düşüncesi geldi aklına. Çocukluğunda, tam iki kez, erkekler köyü saldırılara karşı korurken o geride, yuvarlak binada kadınlarla beraber kalmışƨ. Birinde Kahanama Köyü erkekleriyle bir kabile savaşına gidilmişƟ; diğerindeyse goblinlerden oluşan bir grup yağmacı, kötücül kurban törenleri için çocuk aramaya çıkmış, fakat kurulan sağlam kazıklar işgalcileri geri püskürtmeyi başarmışƨ. Kieli aşağıdaki ağaçlara doğru uzanan paƟkada sendeleyerek yürürken kimlerin gelmiş olabileceğini düşünüyordu. Moredhel -ova sakinleri bu elflere Kara Yol Kardeşliği adını verirdi- büyükbabasının delikanlılığından beri bu bölgelerde görülmemişƟ ve troller de genelde Orosini köyleriyle aralarında yeterli bir mesafe bırakırdı. Şimdilerde kavimler arası herhangi bir kan davası yoktu. Kuzeydoğuda, Yüksek Eller’de yaşayanlar şu an huzur içindeydi ve Latagore ya da güneydeki Farinda Düklüğü’nün Orosini’yle hiçbir sorunu yoktu. Yağmacılar gelmişƟ öyleyse. Inaska şehri ya da Miskalon taraflarındaki Gözcü Noktası’ndan gelen köle tüccarları, kimi zaman dağlara girmeye cüret ederdi. Uzun boylu, güçlü, kızıl ve sarı saçlı Orosinililer, tüccarların Yüce Kesh İmparatorluğu’nda kurdukları pazarlarda yüksek fiyatlara giderdi. Kieli’yi bir korku sardı, sanki zihni donacaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir