Raymond E. Feist – Gölgeler Meclisi 2 – Tilkiler Kralı

Şehrin üzerinde bir kuş yükseldi. Gözleri, iskeledeki kalabalığın içinde birini, günün en yoğun vakƟnde limanı dolduran insan akınının içinde bir adamı arıyordu. Roldem Limanı, yani Adalar Krallığı’nın aynı isimli başkenƟnin limanı, Krallıklar Denizi’nin en kalabalık yerlerinden biriydi. Her gün Yüce Kesh İmparatorluğu’ndan, Adalar Krallığı’ndan ve yakınlardaki onlarca küçük yerden Ɵcaret malları ve yolcular gelir giderdi. Çevredekilerin dikkatle incelediği adamın üzerinde asil görünümlü, dayanıklı, kolaylıkla temizlenebilen ve her türlü hava koşulunda rahat etmesini sağlayacak dikişleri olan seyahat kıyafetleri vardı. Sol omzu açıkta, kılıç tutan kolu serbest bırakacak biçimde tasarlanmış bir ceket giymişƟ. Kafasında, gümüş bir iğne ve gri bir tüyle süslenmiş siyah bir bere, ayağında da sağlam çizmeler vardı. Eşyaları indiriliyordu ve belirƫği adrese götürülecekƟ. Beraberinde bir hizmetkâr yoktu ki, bu durum bir asilzade için alışılmadık olsa da hiç duyulmamış değildi -zira tüm asilzadeler zengin olmazdı. Kısa bir süre durup manzarayı seyreƫ. Etraķnda insanlar koşturup duruyorlardı: hamallar, denizciler, tersane işçileri, yük arabacıları… Şehre gelen ya da sefere hazır gemilere yükleme yapılacak olan feribotlara taşınan parçalarla alabildiğine yüklendiklerinden tekerlekleri kırılacakmış gibi duran arabalar, yavaşça yanından geçiyordu. Roldem işlek bir limandı. Buraya yalnızca mallar gelmiyor, yük aktarımı da yapılıyordu. Çünkü Roldem, Krallıklar Denizi’nin Ɵcaret merkeziydi. Genç adam, bakƨğı her yerde Ɵcaret görüyordu.


Kimi uzak pazarlarda saƨlacak malların değeri üzerine pazarlığa giriyor, kimi de yük boşalƨmı için fiyaƩa anlaşmaya çalışıyor veya korsanlar ve açıkta yaşanılabilecek kayıplar için teminat almaya uğraşıyordu. Kimi Ɵcaret vekilleri de hamilerine fayda sağlayabileceğini düşündükleri işaretleri kolluyorlardı. Bu hamilerin bazıları Krondor kadar uzakta, bazıları da genç adamın şu an bulunduğu yerden yalnızca bir sokak ötede olan Tüccarlar Pazarı kadar yakındaki kahvehanelerde oturuyordu. Bunlar genç delikanlıların ellerine notlar tutuşturup onları gelen yüklerle ilgili haberleri bekleyen, alım veya saƨş öncesi uzak pazarlardaki değişimi sezmeye çalışan o adamlara yollarlardı. Genç adam yürümeye devam ederken yanından hızla geçen bir grup yumurcağı, kararlı fakat biraz da çocuksu bir sebeple atlatmaya çalışıyordu. Çantasını tutmamak için kendini zorluyordu, çünkü çantanın hâlâ olması gereken yerde olduğunu biliyordu, fakat bu çocukların, soyulacak şişkin bir cüzdan arayan yankesici çetesi taraķndan gönderilmiş olma ihƟmali yüksekƟ. Genç adamın gözleri bir o yana bir bu yana bakıyor, olası tehditleri kolluyordu. Tek gördüğü ķrıncılar, işportacılar, seyyahlar ve birkaç muhaķzdı -yani Roldem limanlarının kalabalığında görmeyi beklediği şeyler. Tepeden bakan kuş, bu izdihamın içinde genç asille aynı doğrultuda ve onunla aynı hızda ilerleyen bir başkasını daha gördü. Kuş, havada bir daire çizerek ikinci adamı izlemeye başladı. Yırƨcı bir hayvan gibi ilerleyen uzun boylu, koyu renk saçları olan bu gezgin, diğer adamı ustalıkla kolluyor, bir yandan da geçenleri kendini saklamak için kullanarak kalabalıktan kolaylıkla sıyrılıyor, asla geride kalmıyor fakat fark edilmesine sebep olacak kadar da yakınlaşmıyordu. Genç asilzade beyaz tenliydi fakat güneşten biraz esmerleşmişƟ. Mavi gözlerini gün ışığında kısıyordu. Roldem’de yaz sonuydu ve şafakla gelen sis, buğu kaybolmuş, denizden gelen hafif bir esinƟnin katlanılabilir kıldığı berrak ve güneşli gökyüzünde kuşlukla beraber dağılmışƨ. Limandan tepeye ağır adımlarla çıkan asilzade, eski mahallesini ve bir tefecinin evinin üzerinde bulunan üç odalı dairesini ararken öylesine bir şarkı mırıldanıyordu.

Yaşayan herhangi bir insandan çok daha yetenekli bir avcı olduğu için takip edildiğini biliyordu. Gümüş Şahinin Pençesi, son Orosinili, Gölgeler Meclisi hizmetkârı, Roldem’e geri dönmüştü. Burada adı Talwin Hawkins’Ɵ: Lord Seljan Hawkins’in uzaktan kuzeni, Krondor’daki Prens Sarayı’nın Baronu. Morgan Nehri ve Çankalesi Toprak Beyi, Gümüşnehir BaroneƟ -buralar neredeyse hiçbir gelir taşımayan yerlerdi- unvanlarını taşıyordu ve Ylith Baronu’nun bir çalışanıydı. Yabon Dükü’nün emrinde çalışmış eski bir Bayraktar Şövalye Teğmen olan Tal Hawkins, belli bir rütbesi, biraz da varlığı olan genç bir adamdı. Neredeyse iki senedir, en mühim galibiyeƟni aldığı yerden uzaktaydı-. Ustalar Sarayı’ndaki turnuvayı kazanarak Dünya’nın En İyi Kılıç Ustası unvanını elde etmişƟ. Genç yaşına rağmen ihƟyatlı davranarak üstünlük aldatmacasını bir bütün olarak ele almaya çalışmışƨ: Yarışma için Roldem’e gelmiş yüzlerce adamın arasında en iyisi o olabilirdi, fakat bu onu dünyanın en iyi kılıç ustası olduğuna ikna etmiyordu. Uzaklardaki bir kale burcunda duran askerin ya da bir yerlerde nöbet tutan paralı askerin eline ķrsat geçse tereddütsüz onu öldüreceğinden hiç şüphesi yoktu. Neyse ki böyleleri yarışmaya katılmamıştı. Bir an için Tal, kaderin onu üç sene sonra bu şampiyonluğu korumak için Roldem’e geƟrip geƟrmeyeceğini düşündü. Yaşı daha yirmi üçtü, yani ancak koşulların elvermemesi durumunda Roldem’e dönemezdi. Roldem’e giderse de yarışmanın geçen seferkinden daha az olaylı geçebileceğini umuyordu. Karşılaşmalar sırasında iki adam onun kılıcıyla ölmüştü. Bu oldukça nadir görülen, genellikle de üzücü olarak algılanabilecek bir sonuçtu.

Ne var ki Tal hiçbir pişmanlık duymuyordu. Zira bu adamlardan biri halkının yıkımından sorumlu kişilerdendi, diğeri de onu öldürmek için gönderilmiş bir suikastçıydı. Suikastçıları düşünmek, aklına onu takip eden adamı geƟrdi. Diğer adam da gemiye Salador’dan binmişƟ fakat neredeyse iki haŌa denizde kalmış olmalarına rağmen yolculuk boyunca ufak geminin güvertesinde onunla hiç doğrudan iletişime geçmemişti. Kuş gökyüzünde daireler çizerken birden yukarı ķrladı. Süzülürken kanatlanın çırpıyor, ayaklarını aşağı doğru uzaƨyor ve kuyruğundaki tüyleri iki yana açıyordu. Sanki avını gözlüyordu. Duyulmaması imkânsız çığlığıyla, bu yırtıcı kuş varlığını belli ediyordu. Bu tanıdık Ɵz sesi duyan Tal gökyüzüne bakƨ ve bir an için durdu. Çünkü kalabalığın üzerinde gezinen bu kuş, bir gümüş şahindi. Gümüş şahin, onun ruhani kılavuzuydu ve ona isim görüsünü yaşatmışƨ. Bir an için Tal, hayvanın gözlerini görebildiğini, onu selamladığını duyduğunu sandı. Ardından kuş süzülerek uçup gitti. “Şunu gördün mü?” diye sordu yakınlarda duran bir hamal. “Bir kuşun böyle bir şey yaptığını hiç görmemiştim.

” Tal, “O sadece bir şahin,” dedi. Kuşun geçƟği yere bakan hamal, “Bu renkte bir şahin görmüşlüğüm yok -en azından buralarda,” diye cevap verdikten sonra sepeƟni taşımaya devam eƫ. Tal kafasını sallayarak kalabalığın içine döndü. Gümüş şahin, kuzeydeki memlekeƟnde, geniş Krallıklar Denizi’nin öte yanında görülürdü, ancak bildiği kadarıyla Roldem Krallığı’nda bu kuşlar yaşamazdı. Arƨk Salador’dan beri kendisini takip eden adamdan dolayı duyduğu endişeden daha fazlasını hissediyordu. Tal Hawkins kimliğini öyle uzun zamandır taşıyordu ki asıl benliğini unutmuştu. Belki de kuş bir uyarıydı. Zihnen şöyle bir silkinerek kuşun görünmesinin belki de yalnızca bir tesadüŌen ibaret olabileceğini düşündü. Gönlünün derinliklerinde hâlâ bir Orosini insanı olsa da, kendi halkının gelenek ve inançlarını terk etmeye zorlanmışƨ. Esasında hâlâ bir benliği vardı: Gümüş Şahinin Pençesi. Bir milleƟn tarihi ve kültüründe yoğrulmuş bir delikanlı. Ancak kaderin ve yabancıların öğreƟleriyle şekillendirilmiş olduğundan zaman zaman bu Orosini delikanlısı, uzak bir haƨradan farksız kalıyordu. Şehrin kalabalığına yöneldi. Daha zengin kesimlere geçƟkçe dükkânlardaki kıyafetler de renkleniyordu. Herkesin, mütevazı yaşam süren bir asilzade olduğuna inanmasını sağlayabilirdi.

Ustalar Sarayı’nın galibi olarak, Roldem sosyetesinin sunabileceği en iyi davetlere çağırtabilecek kadar sevimli ve başarılıydı, ancak hâlâ kendi davetini vermemişti. Tefecinin evine yaklaşırken birkaç yakın arkadaşını minik dairesine doldurabileceğini düşündü alayla. Fakat çevresini genişletmesinde yardımcı olan kişileri böyle eğlendiremezdi. Kapıyı yavaşça çaldı ve içeri girdi. Kostas Zenvanose’nin ofisinde minik bir tezgâhtan fazlası yoktu. Üstelik ayakta durmak için de pek az yer vardı. Bir vida eklenƟsi sayesinde tezgâh geceleri ortadan kaldırılabiliyordu. Tezgâhın bir metre kadar gerisinde bulunan perde odayı ikiye ayırıyordu. Tal, bu perdenin ardında Zenvanose ailesinin oturma odası olduğunu biliyordu. Onun ardında da muƞak, yatak odaları ve arka bahçe çıkışı vardı. Yüzü tebessümle aydınlanmış güzelce bir kız içeri girdi. “Toprak Beyi! Sizi yeniden görmek harika!” Tal onu en son gördüğünde Sveta Zenvanose on yedi yaşında, sevimli bir kızdı. Aradan geçen iki yıl, bu tatlı kızı henüz filiz vermekte olan bir güzelliğe çevirmişƟ. Bembeyaz bir teni, hafif pembe elmacık kemikleri ve peygamberçiçeği renginde gözleri vardı. Tüm bunları, güneş vurduğunda mavi ve mor gölgelerle parlayacak kadar siyah olan saçları çevreliyordu.

Kızın önceleri incecik olan bedeninin de olgunlaştığını fark eden Tal gülümseyerek karşılık verdi. “Leydim,” dedi hafifçe eğilip selam vererek. Kız kızarmaya başladı -kötü şöhreƟyle tanınan Tal Hawkins’le her karşılaşƨğında olduğu gibi. Tal olabildiğince az kur yapmaya çalışƨ -kızı hoş tutacak kadar çok, babasıyla arasında ciddi sorun çıkmasına sebep olmayacak kadar az. Babası kendisi için doğrudan bir tehdit teşkil etmese de adamın parası vardı ve para pek çok tehdidi saƨn alabilmek demekƟ. Babası da az sonra geldi. Tal her zamanki gibi, Sveta kadar hoş bir kızın nasıl bu babadan olduğunu merak eƫ. Kostas sağlıksız denebilecek kadar cılızdı, fakat Tal bunun yanılƨcı bir görüntü olduğunu biliyordu. Çünkü adam dinçƟ ve hızlı hareket edebiliyordu. Üstelik açıkgözdü ve ticarette de epey hüner sahibiydi. Adam hızla kızı ve kiracısının arasına girip, gülümsedi. “Selamlar, Toprak Beyi. İstediğiniz gibi odalarınız hazırlandı ve zannederim her şey de yolunda.” Tal, “Teşekkür ederim,” diyerek gülümsedi. “Yardımcım geldi mi?” “Galiba gelen o.

Aksi takdirde dünden beri dairenizde dolanan davetsiz bir misafiriniz var demektir. Sanırım toz alıp temizlik yapmak için mobilyaları çeken kişi hırsız değil, Pasko.” Tal kafasını salladı. “Hesaplarımız tamam mı?” Tefeci, alacak deŌerini çıkardı ve kemikli parmağıyla sayfayı sonuna kadar tarayarak aradığını bulmaya çalışƨ. Sonunda kafasını sallayarak, “Evet,” dedi. “Hesaplarımız güncel. Kiranız önümüzdeki üç ay için ödenmiş.” Tal adadan iki sene kadar önce ayrılmış ve dönme olasılığına karşın tefeciye bir miktar alƨn bırakmışƨ. İki seneye kadar dönemezse bu öldüğü anlamına gelecekƟ ve Kostas da odaları bir başkasına kiralayabilecekti. “Güzel,” dedi Tal. “Öyleyse ben sizi işinizden alıkoymayayım. Bir süre burada olacağım. Üç ay sonra bana hatırlatırsanız kira için ön ödeme yaparım.” “Çok güzel, Toprak Beyi.” Sveta kirpiklerini kırpıştırdı.

“Sizi evinizde görmek çok güzel Toprak Beyi.” Tal bu bariz kura hafifçe eğilip gülümseyerek karşılık verdi. Aniden gelen gülme kriziyle baş etmeye çalışıyordu. Kralın sarayı ne kadar onun evi sayılabilirse, üst kaƩaki bu odalar da o kadar evi olarak görülebilirdi. Evi yoktu. En azından Olasko Dükü, Orosini topraklarını yok etmek için paralı askerlerini gönderdiği günden beri bir evi yoktu. Tahminlerine göre, halkı arasından hayatta kalan tek kişi kendisiydi. Tal ofisten ayrıldı. Sokağa şöyle bir bakƨğında, gemiden beri kendisini takip eden adamın ortalarda görünmediğini fark eƫ. Böylece merdivenlerden çıkıp hızla dairesine giƫ. Kapıya bakƨğında kilidin açık olduğunu gördü. İçeri adımını aƴğındaysa karşısına bıyıkları iki yana sarkan, iri kahverengi gözlü, asık suratlı bir adam çıktı. “Efendim! Gelmişsiniz!” dedi Pasko. “Denizdeki sabah akıntısına mı kapıldınız?” “Öyle oldu,” dedi Tal cekeƟni ve seyahat çantasını hizmetkârına verirken. “Fakat böyle durumlarda alışılageldiği gibi, ne olduğunu pek de bilmediğim sebepler inişimizi etkiledi.

” “Diğer bir deyişle, geminin sahibi sizi erken geƟrmek için liman reisine yeterince para yediremedi.” “Büyük olasılıkla.” Tal divanın üzerine oturdu. “Yani eşyalarım gün sonuna doğru gelir.” Pasko kafasını salladı. “Odalar güvenli efendim.” Kendi aralarında dahi olsa Pasko bu ilişkinin gerekliliklerinin bilincindeydi: O hizmetkârdı, Tal de efendi -senelerce Tal’in eğitmenlerinden biri olmuş olmasına rağmen… “Güzel.” Tal bunun, Pasko’nun yapılmış büyüleri bulmak için çeşitli korumalar koyduğu anlamına geldiğini biliyordu. Aynı zamanda daha genel anlamda da içeriyi kontrol etmişƟ. Düşmanların Tal’in Gölgeler Meclisi çalışanı olduğunu anlaması ihƟmali pek azdı fakat imkânsız değildi. Üstelik hasımlarının işini görebilecek, Meclis’inkilere denk yeterli kaynakları da vardı. Kuzgun ve paralı askerlerine karşı galip gelip kendi halkının katledilmesinin öcünü aldıktan sonra Tal Büyücünün Adası’nda kalmış, hem zihinsel hem de fiziksel olarak yaraları iyileşirken Doğu Krallıklarının poliƟkaları hakkında daha fazla bilgi edinmişƟ. Pek çok alanda eğiƟmi devam ediyordu; Pug ve karısı Miranda, sihrin onunla ilgisi olabilecek alanlarında ona ders veriyordu. Isalani Nakor, aslında göründüğünden fazlasını taşıyan usta kumarbaz, yalnızca ‘üçkâğıt işi’ olarak adlandırılabilecek bir konuda onu çalışƨrıyordu-. İskambilde nasıl hile yapılacağını, hile yapanların nasıl yakalanacağını, bir kilidin nasıl kırılacağını, nasıl yankesicilik yapılacağını ve diğer çirkin becerileri ona kazandırmaya çalışıyordu.

Eski dostu Caleb’la ise ava çıkıyordu. Halkının yıkımından sonra geçirebildiği en güzel günler bunlardı. Bu dönemde kendi konumundan çok daha yüksektekileri ilgilendiren Meclis konularının bazılarına şöyle bir göz atmasına izin verilmişƟ. Böylelikle Meclis’in yüzleri, belki de binleri aşan ajanları olduğunu ya da en azından yüksek mevkilerden binlerce kişiyle bağlanƨlı olduklarını anlamaya başlamışƨ. Teşkilaƨn etkilerinin Yüce Kesh İmparatorluğumun ortasına, Novindus toprakları denizinin ötesine ve haƩa Tsuranilerin memlekeƟ Kelewan dünyasındaki gediğe kadar uzandığını biliyordu. Ellerinde müthiş bir zenginlik olduğunu tahmin etmekteydi. Zira ne zaman bir şeye ihƟyaçları olsa o şey hemen bulunabiliyordu. Tal’in başlı başına taşıdığı sahte asilzade kimliği dahi ufak bir servete mal olmuştu, bundan emindi. Çünkü Rillanon’daki Kraliyet Arşivlerinde bunların ‘asılları’ vardı. Nakor’un anlaƴğına göre ‘uzaktan kuzeni’ Lord Seljan Hawkins bile Ustalar Sarayı’nda galip gelmiş kayıp akrabasını bulmuş olmaktan mutluluk duyuyordu. Tal, Adalar Krallığının başkenƟni ziyaret etme cesareƟni bulamamışƨ. Çünkü yaşlı Baron uzaktan bir kuzeninin kılıçta mahir bir evlat dünyaya geƟrebileceğine inansa da, ailenin şu ya da bu ferdiyle ilgili sıradan konuşmalara gelindiğinde Tal’in ikna edici olamama ihƟmali, böyle bir ziyareti düşünülemeyecek kadar riskli kılıyordu. Yine de ihƟyacı olursa bu kaynakların elinin alƨnda olacağını bilmek ona iyi geliyordu. Çünkü arƨk, halkının öcünü alma görevindeki en zor ve en tehlikeli bölüme başlamaya hazırdı: Olasko Dükü Kaspar’ı, Orosini halkının yok oluşuna asıl sebep olan adamı ortadan kaldırmanın bir yolunu bulmalıydı. Ne var ki pek çok kaynağa göre, Dük Kaspar dünyanın en tehlikeli adamıydı.

“Ne var ne yok?” diye sordu Pasko. “Aslında yeni bir şey yok. Kuzeyden gelen haberlere göre Olasko yine Sınırtopraklar’da sorun yaraƨyor. Orodon’un bölgelerle ilişiğini kesmeye çalışıyor olabilir. Hâlâ eski ülkem üzerinden devriye gönderip, Orosini topraklarında hak iddia edebilecek kişilerin gözünü korkutuyorlarmış.” Ardından, “Roldem’de ne haberler var?” dedi. “Bildik saray dolapları, efendim; bir de şu leydi bu lordla oynaşmış diye dedikodular var. Kısacası üzerine konuşulacak pek bir şeyi olmayan asiller, seçkin tabaka mensupları ve halktan zengin kimseler, dikkatlerini dedikoduya yöneltmiş durumda.” “Öyleyse mühim konulara dönelim. Roldem’de Olasko’nun ajanlarından bir iz var mı?” “Tabii ki, fakat olağandışı bir şey yok. Ya da en azından bizim görebildiklerimiz olağandışı değil. Birlikler kuruyor, insanları diğer tabakalardan kişilerle tanışƨrarak iyilikler yapıyor, ödünç alƨn veriyor ve başkalarının samimiyetinden faydalanarak kurnazca yakınlık kuruyor.” Tal uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Karşılığında ne istiyor?” dedi. “Anlayamadım?” Tal dirseklerini dizlerine dayayarak oturduğu sandalyede öne doğru eğildi. “O Doğu Krallıklarının en kudretli adamı.

Roldem tahƨndakilerle kan bağı var. Tahta çıkacak alƨncı kişi mi nedir?” “Yedinci,” diye yanıtladı Pasko. “Öyleyse neden Roldem asillerine yaltaklanma ihtiyacı duyuyor?” “Öyle.” “Bunu yapmasına gerek yok ki,” dedi Tal. “Öyleyse bunu sadece istediği için yapƨğını söyleyebiliriz. Fakat neden?” “Lord Olasko aynı anda çok iş yürüten bir adamdır efendim. Belki de Roldem’de Lordlar Kamarasının oyunu gerektirecek bir işle ilgileniyordur.” “Belki de. Bunlar Kral’ın çıkardığı anlaşmaları onaylıyor, taht varislerini onaylıyor. Başka ne yapıyorlar?” “Başka pek bir şey yapƨkları yok. Bir de vergiler ve topraklar üzerine tarƨşırlar.” Pasko kafasını salladı. “Roldem’in bir ada olduğunu düşünürsek efendim, toprak sahiden de büyük önem taşıyor.” Sırıƴ. “Birileri nasıl toprak yapıldığını keşfedene kadar.

” Tal de sırıƨyordu. “Gerekli gördükleri takdirde bu adanın boyutuyla oynayabilecek birkaç büyücü tanıdığımıza eminim.” Pasko, “Peki şimdi Roldem’de ne yapıyoruz efendim?” dedi. Tal arkasına yaslandı ve iç geçirdi. “HayaƩa kendine daha iyi bir yer edinmeye çalışan bıkkın asilzade rolünü oynuyoruz. Kısacası burada öyle bir karmaşa yaratmalıyım ki, beni içinden yalnızca Olaskolu Kaspar çıkarabilsin ve onunla çalışmaya hazır olduğumu düşünsün.” “Nasıl bir karmaşa olacak bu?” “Kraliyet ailesiyle karşılaşmak güzel bir seçim gibi görünüyor.” “Ne? Prens ConstanƟne’Ie düelloya mı gireceksiniz? Çocuk daha on beş yaşında!” “Ben aslında kuzeni Prens Matthew’u düşünmüştüm.” Pasko kafasını salladı. MaƩhew, Kral’ın kuzeniydi. Kraliyet ailesinin ‘çeƟn’ bireyi olarak görülürdü. Kralın ailesindeki diğer herkesten daha küstah, daha iddialı ve daha ukalaydı. Üstelik çok çapkındı, içkiciydi ve kumarda da hile yapardı. Kral’ın onu pek çok zorlu durumdan mali desteğiyle kurtardığı söylenƟleri dolanıyordu. “İyi seçim.

Onu öldürürseniz Kral size bizzat teşekkür edecektir. Bu sırada celladı da sizin kellenizi keser tabii.” “Onu öldürmeyi geçirmiyorum aklımdan. Yalnızca… Öyle bir tantana çıkarayım ki Kral bu ülkede kalmamdan rahatsızlık duysun.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir