Raymond E. Feist – Yılan Savaşları Efsanesi 1 – Karanlık Kraliçenin Gölgesi

Davullar gümbürdüyordu. Saaur savaşçıları, önlerindeki savaşa hazırlanmak için savaş şarkılarını söylüyordu. Kalın duman uŅu baştanbaşa kaplarken, parça parça olmuş savaş sancakları kanla kaplı mızraklardan gevşekçe sallanıyordu. Sarı ve kırmızı boyalarla boyanmış yeşil yüzler, batan güneşin ve baƨdaki akşam yıldızlarının bildik moƟflerinin önünü kapayan siyah duman örtüsüne karşı kırmızı ve turuncuya çalan sarı alevlerin aydınlattığı batı göğünü izliyordu. Yedi Kavimin Sha-shahan’ı, Çimen İmparatorluğu’nun Hükümdarı, Dokuz Okyanus’un Lordu Janva gözlerini yıkımdan alamıyordu. Bütün gün büyük yangınları izlemişƟ ve aradaki muazzam uzaklığa rağmen galiplerin ulumaları ve kurbanlarının çığlıkları öğleden sonraya kadar sürmüştü. Bir zamanlar çiçeklerin ve pazardaki baharatların hoş kokularını taşıyan rüzgârlar arƨk kömürleşmiş ağaçların ve yanmış bedenlerin keskin kokusunu taşıyordu. Arkasındakilerin, yüreklerinde savaşın kaybedildiğini ve ırklarının yok olacağını kabullenmiş bir şekilde önlerindeki sınav için beklediklerini biliyordu. “Lordum,” dedi, Kalkantaşıyıcısı ve çocukluk arkadaşı Kaba. Janva dikkaƟni çocukluk arkadaşına yönelƫ ve gözlerinin etraķna hafifçe yer etmiş endişeyi gördü. Kaba’nın yüzünde, Janva’dan başka hiç kimsenin anlayamayacağı bir ifade vardı; Shashahan onu, bir şamanın bir irfan tomarını okuyabildiği gibi okuyabilirdi. “Ne var?” “Pantathialı burada.” Janva başını salladı, ama kımıldamadı. Güçlü eller sinirli bir şekilde, nadiren gerekli olan haller dışında takƨğı tacından daha çok bir mevki sembolü olan savaş kılıcının, Tual-masokun -kadim dilde Kan İçici demekƟ- kabzasını kavradı. Kılıcının ucunu, Shila’daki en eski ülkenin, sevgilisi Tabar’ın toprağına batırdı.


On yedi yıldır, ordularını Çimen İmparatorluğu’nun kalbine geri süren istilacılarla savaşmıştı. Gençken Sha-shahan’ın kılıcını aldığında, Saaur savaşçıları Takador Denizi ile Castak Okyanusu’nu birbirine bağlayan Takador Boğazı’nı geçen kadim taş geçidi doldurmuştu. Yüz atlı bir senturi yanyana geçmişƟ. Yüz senturi bir jatar ediyordu: on bin savaşçı. On jatar bir hoşt, on hoşt da bir horda ediyordu. Gücünün doruğundaki yedi horda, yedi milyon savaşçı, Janva’nın savaş borularına yanıt vermişti. Sürekli hareket halinde oldukları için, çocuklar Cibul şehrinden en uzaktaki sınırlara, on beş bin kilometre uzağa uzanan Saaurların kadim yük arabaları ve çadırları arasında oynayıp savaşarak büyürken, atları Çimen İmparatorluğu’nun her yerinde otlamışƨ. Öylesine büyük bir imparatorluktu ki, arabalara koşulmuş atların ve atlıların, hiç durmadan dörtnala koşarak başkenƩen sınıra ulaşması bir buçuk ay dönümü süre almışƨ. Bir sınırdan diğerine ulaşmaksa bunun iki katıydı. Her mevsim bir horda başkenƟn yakınında dinlenirken, diğerleri bu büyük ülkenin sınırlarında ilerliyor ve haraç ödemeyen her yeri fethederek barışı güven alƨna alıyorlardı. Dokuz büyük okyanusun kıyısındaki bin şehir, Sha-shahan’ın sarayına yiyecek, para ve köle göndermişti. Ve on yılda bir, yedi bordanın şampiyonları, Çimen İmparatorluğu’nun kadim başkenƟ Cibul’daki büyük oyunlara kaƨlmak için toplanmışƨ. Yüzyıllar boyunca, dünyanın en uzak ucundaki kavimler hariç bütün Saaur’lar Sha-shahan’ın sancağı alƨnda Shila’nın dört bir taraķnda toplanmışƨ. Sonunda atalarının hayallerini gerçekleşƟren Sha-shahan olmak Janva’nın hayaliydi: Bütün şehirleri imparatorluğa katmak ve bütün dünyaya hükmetmek. Dört büyük şehir Janva’nın hordaları karşısında düşmüş, diğer beşi de imparatorluğun dışında bir düzineden daha az şehir bırakarak savaşmadan teslim olmuştu.

Ardından Patha Horda’sının atlıları, Rahipler Şehri Ahsart’ın kapılarına dayanmıştı. Çok geçmeden yıkım başlamıştı. Janva kendini alacakaranlığa kadar süren acı seslerine karşı hissizleşƟrmişƟ. Çığlıklar ziyafet çukurlarına götürülen kendi halkına aiƫ. Kaçmayı başarabilen birkaç kişinin anlaƴklarından, yakalananlardan hemen katledilenlerin, savaşta ölenler gibi şanslı olanlar olduklarını öğrenmişƟ. Söylenenlere göre, isƟlacılar ölmekte olanların ruhlarını alıp oyuncak olarak kullanabiliyor ve öldürülenlerin ruhlarının Cennetsel Horda’nın saflarında at süren atalarının arasındaki yerlerini almalarına engel olarak onlara sonsuza dek işkence ediyorlardı. Janva platonun üstünden halkının kadim yurduna bakƨ. Burada, Cibul’dan atla yarım günden daha az bir mesafede, bir zamanlar kudretli olan ordusunun kampının dağınık parçaları duruyordu. Çimen İmparatorluğu’nun bu en karanlık saaƟnde bile, Sha-shahan’ın varlığı savaşçılarının dimdik durmasına, başlarını geriye atmalarına ve uzaktaki düşmana horgörüyle bakmalarına neden oluyordu. Ama savaşçılarının bu mağrur duruşlarına rağmen, Shashahanları, bir Saaur savaşçısının gözlerinde daha önce hiç görmediği bir şey gördü: korku. Janva iç geçirdi ve tek kelime etmeden çadırına gitmek için döndü. Başka seçeneklerinin kalmadığını çok iyi bilmesine rağmen, yabancıyla yüz yüze gelmekten hâlâ nefret ediyordu. Janva çadırının önünde durarak, “Kaba,” dedi, “diğer dünyadan gelen rahibe güvenmiyorum.” Kelimeleri tükürür gibi söylemişti. Kaba başını salladı, Sha-shahan’ına hizmet etmekten ve at sırƨndaki yaşamın zorluklarından dolayı pulları grileşmişƟ.

“Kuşkularınız olduğunu biliyorum, lordum. Ama Kadehtaşıyıcınız ve İrfanustanız anlaştılar. Başka seçeneğimiz yok.” “Her zaman bir seçenek vardır,” diye ķsıldadı Janva. “Savaşçılar gibi ölmeyi seçebiliriz!” Kaba yavaşça uzanıp Janva’nın kolunu tuƩu. Bu, herhangi bir Saaur savaşçısına ani ölüm geƟrecek olan bir harekeƫ. “Eski dostum,” dedi yavaşça, “bu rahip çocuklarımıza barınacak bir yer teklif ediyor. Biz savaşıp ölebilir ve acı rüzgârların Saaurların anılarını uzaklara taşımasına izin verebiliriz. İblisler bedenlerimizi yerken, geride yiğitliklerimizi Cennetsel Horda’ya haƨrlatacak şarkıları söyleyecek hiç kimse kalmayacak. Ama geri kalan kadınlarımızı ve gençlerimizi güvenli bir yere gönderebiliriz. Başka çaremiz var mı?” “Ama o bizim gibi değil.” Kaba iç geçirdi. “Bir şey var…” “O herifin kanı soğuk,” diye fısıldadı Janva. Kaba bir işaret yaptı. “Soğukkanlılar efsanevi yaratıklardır.

” “Peki, buna ne demeli?” diye sordu Janva, başkentini yutan uzaktaki alevleri göstererek. Kaba yalnızca omuzlarını silkebildi. Janva başka bir şey söylemeden Sha-shahan çadırına girerken, çocukluk arkadaşına gelmesini işaret etti. Çadır kamptaki bütün çadırlardan daha büyüktü. Birçok çadırın birbirine dikilmesiyle yapılmışƨ. Çadıra göz gezdiren Janva kalbini bir soğukluğun kapladığını hisseƫ. En akıllı danışmanlarından ve en güçlü İrfanustalarından birçoğu eksikƟ. Ama geriye kalanların hepsi de umutla gözlerinin içine bakıyordu. O Sha-shahan’dı ve halkını kurtarmak onun göreviydi. Ardından gözleri yabancının üzerine kilitlendi ve bir kez daha hangi seçimin daha akıllıca olduğunu düşündü. Yaraƨk kollarını ve yüzünü kaplayan yeşil pullardan dolayı Saaurlara benziyordu, ama vücudunu bir savaşçının zırhından ya da bir İrfanustasının cüppesinden daha çok gizleyen büyük, kapüşonlu bir cüppe giyiyordu. İki kol boyu daha kısa boylu olduğu için Saaur standartlarına göre ufak tefekƟ ve burnu çok uzundu ve gözleri, beyaz üstüne kırmızı irisi olan Saaurların aksine tamamen siyahƨ. Kalın beyaz ƨrnakların olması gerekƟği yerde parmaklarından siyah pençeler çıkıyordu. Ve çatallı dilinden dolayı konuşması bir ıslığı andırıyordu. Ezilmiş miğferini çıkarıp bir hizmetkâra veren Janva, çadırdaki her savaşçı ve İrfanustasının düşüncesini dile getirdi: “Yılan.

” Yaratık, sanki bu çok ağır bir hakaret değil de bir selamlamaymış gibi başını eğerek selam verdi. “Emredin, lordum,” diye tısladı karşılık olarak. Janva’nın savaşçılarından birkaçı ellerini silahlarına aƴ, ama Kaba’dan sonra hükümdarı için ikinci önemli adam olan yaşlı Kadehtaşıyıcısı, “O konuğumuz,” dedi. Yılan halkının efsaneleri, Shila’nın kertenkele halkı Saaurlar taraķndan çok uzun zamandır biliniyordu. Geceleri yaramaz çocukları korkutmak için annelerin başvurduğu sıcakkanlı Saaurlara benzeyen, ama öyle olmayan yaraƨklardı. Kendi türünü yiyen, yumurtalarını sıcak su birikinƟlerine bırakan yılan halkından, Saaurların İrfanustalarının en uzak anılarında bile rastlanmamalarına rağmen ırksal bir tutkuyla korkulur ve nefret edilirdi. Efsaneye göre, her iki ırkın da zamanın şafağında, Cennetsel Horda’nın ilk allılarının yumurtadan çıkƨğı zaman tanrıça taraķndan yaraƨldığı söylenirdi. Yeşil Leydi’nin, Gecenin Tanrıçası’nın hizmetkârları yılanlar, Saaurlar onunla ve onun kardeşleri olan tanrı ve tanrıçalarla at sürerken, tanrıçanın köşkünde kalmışƨ. Tanrıça taraķndan bu dünyada bırakılan Saaurlar gelişip büyümüştü, ama diğerlerinin, yılanların, anısı hep akıllarında kalmışƨ. Hangi hikâyenin tarih, hangisinin efsane olduğunu yalnızca İrfanustası biliyordu, ama Janva’nın bildiği bir tek şey vardı: Doğduğundan beri Sha-shahan’ın vârisine, hiçbir yılanın güvene layık olmadığı öğretilirdi. Yılan rahip, “Lordum, kapı hazır,” dedi. “Zaman daralıyor. Halkınızın bedenleri üstünde ziyafet çekenler eğlencelerinden bıkacak ve gece ilerlerken güçleri artacak ve buraya gelecekler.” Bir an için rahibi yok sayan Janva yardımcılarına bakıp, “Kaç jatar sağ kaldı?” diye sordu. Tasko, WaƟri Shahan’ı, yanıtladı.

“Dört tanesi ve beşincinin bir kısmı…” Kesinlik belirƟr bir şekilde, “Tam bir jatar kalmadı,” dedi. “Bu kalanlar Yedi Horda’dan geriye kalanlardan toparlananlar.” Janva ümitsizliğe kapılmamak için mücadele eƫ. Elli binden az atlı. Saaurların Yedi Büyük Hordası’ndan geriye kalan hepsi buydu. Janva kalbinin karardığını hisseƫ. Patha Hordası’ndan, rahiplerin direndiğini ve vergi ödemeyi reddeƫklerini duyduğunda nasıl da öŅelendiğini haƨrladı. Janva, Rahipler Şehri Ahsart’a yapacağı son saldırıyı bizzat yönetmek için yedi aydır at sırƨndaydı. Bir an için ruhunun derinliklerine işleyen bir vicdan azabı hisseƫ; ardından kendine kızdı: Ahsart’ın deli rahiplerinin, Saaurların bütün dünyayı tek bir hükümdar alƨnda birleşƟrmesine izin vermektense her şeyi yok edeceklerini bilebilecek herhangi bir hükümdar var mıydı acaba? Bunun sorumlusu, kapının mührünü açıp ilk iblisin geçmesine izin veren deli başrahip Myta’ydı. İblisin yaptığı ilk işin, Myta’nın kafasını kopardıktan sonra işkence etmek için ruhunu esir ettiğini bilmek küçük bir teselliydi yalnızca. Ahsart’tan kurtulanlardan birisi, Myta’yı yiyen iblise yüz savaşçı rahibin saldırdığını ve hepsinin de öldüğünü söylemişti. On bin rahip ve İrfanustasının yanı sıra, yedi milyon savaşçıdan fazlası, dünyanın yarısını kaplayan bir savaşta, imparatorluğun en uzak sınırından merkezine doğru iğrenç yaraƨkları uzak tutmak için savaşarak ölmüştü. Yüz bin iblis ölmüştü, ama her birinin yok edilmesi, binlerce savaşçının kendini korkusuzca iğrenç yaraƨkların üstüne atmasıyla pahalıya patlamışƨ. İrfanustaları zaman zaman sanatlarını kullanarak oldukça iyi işler başarmışƨ, ama iblisler sürekli geri gelmişƟ. Savaş yıllardır devam etmişƟ.

Dokuz okyanusun dördünde uzun süren bir savaş olmuştu. Çocuklar Sha-shahan’ın kampında doğmuş, büyümüş ve savaşarak ölmüştü, ama iblisler hâlâ geliyordu. İrfanustaları boş yere kapıyı kapaƨp savaşın gidişaƨnı Saaurların lehine çevirmenin yollarını aramıştı. İblis ordusu dünyalar arasındaki kapıdan akarken, dünyanın diğer ucundan Cibul’a kadar savaşarak gelmişlerdi ve şimdi de Saaurlara umut vaat eden başka bir kapı açılıyordu: sürgün umudu. Kaba anlamlı bir şekilde boğazını temizleyince, Janva üzüntüsünü basƨrmaya çalışƨ. Bundan hiçbir kazançları olmayacaktı; Kalkantaşıyıcısı’nın dediği gibi, başka seçenek yoktu. “Jatuk,” dedi Janva ve genç savaşçı öne çıkƨ. “Sen hepsi birer hordayı yöneten yedi oğlumdan sonuncususun,” dedi acı acı. Genç savaşçı hiçbir şey söylemedi. “Bundan sonra Sha-shahan sensin,” diye ilan eƫ Janva, onu resmen tahƨnın vârisi yaparak. Genç adam, babasının yanına kişisel maiyeƟyle birlikte sadece on gün önce gelmişƟ. Yalnızca on sekiz yaşındaydı, eğiƟm sahasından geleli aşağı yukarı bir yıl olmuştu ve cepheye geldiğinden beri yalnızca üç savaş görmüştü. Janva en genç oğlunun bir yabancı olduğunu fark eƫ. Ahsart’ı dize geƟrmek için ayrıldığında sadece emekleyen bir bebekti. “Sol tarafında kim at sürecek?” diye sordu.

Jatuk, “Monis, çocukluk arkadaşım,” dedi. Sol kolunda şimdiden gururla taşıdığı bir yara izi olan sakin görünüşlü genç bir adamı gösterdi. Janva başını salladı. “Kalkantaşıyıcım o olacak.” Monis’e dönüp, “Unutma,” dedi, “lordunu hayaƨn pahasına korumak senin görevin; dahası onun onurunu korumak da senin görevin. Hiç kimse Jatuk’a senden daha yakın durmayacak, ne eşi, ne çocuğu, ne de İrfanustası. O duymak istemese bile her zaman gerçeği söyle.” Jatuk’a dönüp ekledi, “O senin kalkanın; her zaman sözlerine kulak ver. Kalkantaşıyıcını duymazdan gelmek demek, savaşa bir kolun bağlı, bir gözün kör ve bir kulağın sağır gitmek demektir.” Jatuk başını salladı. Monis’e, hükümdarlık ailesinden doğmamış birisine verilen en yüksek makam verilmişti; arlık düşündüklerini cezalandırılma korkusu olmadan söyleyebilirdi. Monis sağ yumruğunu sol omzuna vurarak selam verdi. “Sha-shahan!” dedi, ardından tam bir itaat ve saygı göstergesi olarak bakışlarını yere çevirdi. “Sofranı kim koruyacak?” Jatuk, “Chiga, çocukluk arkadaşım,” dedi. Janva onayladı.

Aynı çocuk yuvasından seçilen bu üç genç, birbirlerini kendileri kadar iyi tanıyordu. Jatuk adı geçen savaşçıya dönüp, “Silahlarını ve zırhını bırakıp geride kalacaksın,” dedi. Kadehtaşıyıcısı olmak yüksek bir onur olmasına rağmen bu onur acıyla karışmışƨ, çünkü savaşa katılmaktan vazgeçmek bütün savaşçılar için zordu. “Lordunu sinsi ellerden ve sahte arkadaşlarla içilen çok fazla içkiden sonra ķsıldanan kurnaz sözlerden koru.” Chiga selam verdi. O da Monis gibi cezalandırılma korkusu olmadan lorduyla konuşmakta özgürdü. Kadehtaşıyıcısı olmakla, Sha-shahan’ın kalkan taraķnda at süren savaşçı gibi, Jatuk’u her şekilde korumak için ant içmiş oluyordu. Janva başka birisine döndü: Etraķ birkaç yardımcıyla çevrelenmiş İrfanustası’na. “Yoldaşlarının arasında en yetenekli olan kim?” İrfanustası, “Shadu,” dedi. “Hiçbir şeyi unutmaz.” Janva genç savaşçı rahibe hitap eƫ. “O halde tabletleri ve kutsal emanetleri al, çünkü arƨk kaderin en önemli bekçisisin. Halkımızın İrfanustası olacaksın.” Ustası kadim tabletleri, tahta ciltlerin arasında saklanan ve zamanla neredeyse beyazlaşmış mürekkeple yazılmış büyük parşömen demetlerini ona verince, yardımcı rahibin gözleri büyüdü. Ama dahası vardı.

Ona irfanı, yorumları ve gelenekleri haƨrlama sorumluluğu verilmişƟ ve bu, kadim bir el taraķndan mürekkeple yazılan her bir kelime için aklında binlerce kelime tutması gerekƟği anlamına geliyordu. Janva, “En başından beri benimle birlikte hizmet etmiş olanlar, bu size verdiğim son görev olacak,” dedi. “Yakında düşman son bir kez daha gelecek. HayaƩa kalamayacağız. Ölüm şarkılarınızı yüksek sesle söyleyin ve adınızın, yabancı bir gökyüzü alƨndaki uzak bir dünyada çocuklarımızın haķzalarında yaşayacağını bilin. Şarkılarınızın Cennetsel Horda’nın anılarının var olduğu boşluğu geçip geçemeyeceğini ya da o yabancı dünyada yeni bir Cennetsel Horda’yı başlaƨp başlatamayacaklarını bilmiyorum, ama iblisler gelince bütün savaşçıların akrabalarımızın akrabalarının uzak bir ülkede güvende olacaklarını bilmelerini sağlayın.” Sha-shahan bütün hislerini bir maskenin ardına gizlemişƟ. “Jatuk, benimle gel. Geri kalanlarınız kararlaşƨrılan yerlerine gitsin.” Yılan rahibe dönüp, “Büyünü yapacağın yere git. Eğer halkıma ihanet edecek olursan, ruhumun tutulduğu cehennem çukurundan kurtulup, on bin yıl sürse bile sonsuzluğu aşarak peşine düşeceğini bil,” dedi. Rahip başını eğerek selam verip, “Lord, hayaƨm ve onurum sizindir,” diye ƨsladı. “Artçılarınıza küçük yardımımla katkıda bulunmak için kalacağım. Bu naçizane harekeƟmle, birçok yönden bize benzeyen Saaurları yurdumuza götürmek için halkımın saygısını ve dileğini sunuyorum.” Janva bu fedakârlıktan etkilendiyse bile belli etmedi.

En genç oğluna büyük çadırın dışına gelmesini işaret eƫ. Delikanlı tepeye giden babasını takip eƫ ve iblis ateşleriyle cehenneme dönmüş uzaktaki şehre bakƨ. Ölümlü gırtlakların çıkarabildiğinin çok ötesinde olan belli belirsiz çığlıklar alacakaranlığı yırttı ve genç lider yüzünü çevirmemek için kendisini zor tuttu. “Jatuk, yarın bu vakitlerde, uzak bir dünyada, Saaurların Sha-shahan’ı olacaksın.” Delikanlı, her ne kadar başka türlü olmasını istese de bunun doğru olduğunu biliyordu. İƟraz etmedi. “Yılan rahiplere güvenmiyorum,” diye ķsıldadı Janva. “Bize benziyor olabilirler, ama şunu hiçbir zaman unutma, onların kanları soğuk akar. Duygusuzdurlar ve dilleri çatallıdır. Yılanların bizi son ziyaret edişinden bahseden kadim irfanı ve Annemizin bizi sıcakkanlı ve soğukkanlı olarak doğurduğundan beri anlatılan ihanet hikâyelerini de unutma.” “Baba.” Yıllardır kılıç tutmaktan nasırlaşmış ve savaşmaktan yara izi olmuş elini oğlunun omzuna koydu ve kuvvetlice sıkƨ. Elinin alƨndaki sıkı kaslar direndi ve Janva küçük bir umut kıvılcımı hisseƫ. “Yemin eƫm, ama o yemini onurlandırması gereken kişi sen olacaksın. Atalarını ya da halkını küçük düşürecek hiçbir şey yapma ve ihanete karşı uyanık ol.

Yeminimiz yılanlara bir nesil hizmet etmek: o yabancı dünyanın otuz dönüşü. Ama unutma: yemini ilk olarak yılanlar bozarsa, uygun gördüğünü yapmakta serbestsin.” Elini oğlunun omzundan çekerek Kaba’ya yaklaşmasını işaret eƫ. Bir seyis yeni bir at geƟrirken, Sha-shahan’ın Kalkantaşıyıcısı elinde lordunun büyük oluklu miğferiyle yaklaşƨ. Büyük hayvan sürüleri telef olmuştu ve kalanların en iyileri Saaur çocuklarıyla birlikte yenidünyaya gidecekƟ. Janva Ve savaşçıları ellerinde kalan atlarla idare etmek zorunda kalacakƨ. Bu geƟrilen neredeyse bir doksan yüksekliğinde, küçük bir aƴ. Sha-shahan’ın zırhlı ağırlığını taşımaya yetecek kadar büyüktü. Önemi yok, diye düşündü Janva. Savaş kısa sürecekti. Arkalarında, sanki bin tane şimşek çakmış gibi gökyüzünü aydınlatan bir enerji çaƨrƨsı, hemen ardından da muazzam bir gök-gürültüsü koptu ve hepsi dönüp gökyüzündeki parlamaya baktı. Janva, “Yol açıldı,” dedi. Yılan rahip ileri doğru seğirtip aşağıyı gösterdi. “Lord, bakın!” Janva baƨya döndü. Uzaktaki alevlerin arkasındaki küçük şekillerin onlara doğru uçtukları görülebiliyordu.

Janva acı bir şekilde bunun perspekƟŌen kaynaklandığını biliyordu. Çığlıklar atarak üzerlerine gelenler yeƟşkin bir Saaur boyutlarındaydı ve uçanlardan bazıları daha da büyüktü. Kösele gibi kanatlar bir arabacının kırbacı gibi havada saklıyor ve karanlığı, bir savaşçıyı delirtecek çığlıklar dolduruyordu. Janva herhangi bir Ɵtreme belirƟsi olup olmadığını görmek için ellerine bakarak oğluna, “Bana kılıcını ver,” dedi. Delikanlı denileni yapƨ ve Janva oğlunun kılıcını Kaba’ya verdi. Ardından Tual-masok’u kınından çekti ve kabzasını oğluna uzattı. “Hakkın olanı al ve git.” Delikanlı duraksadıktan sonra kabzayı sıkıca tuƩu. Hiçbir İrfanustası, bu kadim silahı oğluna babasının verdiğini görmemişƟ. Saaurların haķzasına ilk kez bir Sha-shahan’ın kalbi atarken kılıcını isteyerek verdiği kazınıyordu. Jatuk hiçbir şey söylemeden babasını selamladı, döndü ve arkadaşlarının beklediği yere giƫ. Sert bir el harekeƟyle atlarına binmelerini ve Saaurların başka bir dünyaya gitmek için toplandığı yere ilerlemelerini işaret etti. Beşinci Jatar’dan kalanlar ve Janva’nın eski arkadaşları ve İrfanustaları iblisleri uzak tutmak için kalırken, diğer dört jatar yeni açılan kapıdan geçƟ. İrfanustaları sanatlarını yaparken havayı ilahi sesleri doldurdu ve bir enerji duvarı gökyüzüne yayılırken havada aniden mavi alev patlamaları oldu. Tuzağın içine uçan iblisler, mavi alevler bedenlerini yakarken öŅe ve acı içinde çığlıklar aƴlar.

Çabucak dönenler kurtuldular, ama enerji alanına çok yakın olanlar, ateşli yaralarından kötücül siyah dumanlar çıkararak yandılar. Daha güçlü yaraƨklardan birkaçı tepeye ulaşmayı başardı, ama Saaur savaşçıları duraksamadan saldırıp hepsini öldürdü. Janva, büyüyle ağır bir şekilde yaralanmış bu iblisler çok çabuk öldürülebildiği için bunun çok küçük bir zafer olduğunu biliyordu. Derken yılan rahip uludu. “Gidiyorlar, lord.” Janva omzunun üstünden arkaya göz aƴ ve yılanın gedik dediği, havada asılı duran büyük gümüş kapıyı gördü. Saaur gençlerinin öncü kolu delikten geçƟ ve Janva bir an için oğlunun kayboluşunu gördüğünü zannetti. Bu gibi ayrıntıları ayırt etmek için mesafe çok fazlaydı. Janva dikkaƟni iblislerin yok etmek için kendi sanatlarını kullandıkları yerde akkor halinde parlayan misƟk duvara çevirdi. Uçanların bir tehlikeden çok bir baş belası olduğunu biliyordu: hızları tek, zayıf ya da yaralı bir atlı için ölümcül oluyordu, ama güçlü bir savaşçı bir tanesini zorlanmadan öldürebilirdi. Hayaƨnı sona erdirecek olanlar, uçanların arkasından gelenler olacaktı. Duvarın yüzeyindeki enerjinin içinde yırƨklar belirdi ve Janva yırƨkların arkasından yaklaşan kara şekilleri gördü. Büyü haricinde uçamayan büyük iblisler, savaş seslerine kötücül ulumalarını ekleyerek bir Saaur atlısının ulaşabileceği en yüksek hızda koşarak ilerliyorlardı. Yılan rahip elini öne doğru uzaƴ ve bir iblisin enerji duvarındaki bir yırƨktan geçmeye çalışƨğı yerde alevler patladı ve Janva yılan rahibin harcadığı güçten dolayı sendelediğini gördü. Sonlarının sadece saniyelerce uzakta olduğunu bilen Janva, “Bana sadece şunu söyle yılan,” dedi.

“Neden burada bizimle birlikte ölmeyi tercih eƫn? Bizim başka şansımız yoktu, ama sen çocuklarımla gitmekte özgürdün. Şunların ellerinde ölmek,” yaklaşan iblisleri gösterdi, “seni hiç korkutmuyor mu?” Yılan rahip, Çimen İmparatorluğu’nun Hükümdarı’nın sadece alay etme olarak algılayacağı bir kahkahayla, “Hayır, lordum,” dedi. “Ölüm özgürlüktür ve siz de bunu çabucak öğreneceksiniz. Zümrüt Kraliçe’nin sarayında hizmet eden bizler bunu biliriz.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir